Kırgız Türkçesi Sözlüğü
laa
= ılaa.
laacı
= ılacı.
laanat
= naalat.
laboratoriya
r. labaratuvar.
lager
r. kamp, karargâh.
lakılda-
: lakıldağan köp asker: hesapsız çok asker; el lakıldap bazarğa toldu: hesapsız çok halk pazara doldu.
lakıy-
uzun boylu, şişman, tıknaz ve sağlam olmak (insan hakkında).
lam
= ılam.
lampa
r. lamba.
lap
: lap-lap bas-: ağır ve lap diye basmak.
lapay
= ılbbay.
lapılda-
: ot lapıldap küyöt: ateş alev-alev yanıyor; lapıldağan calın: parlayan alev; kar lapıldap caap turat: lapa-lapa kar yağıyor.
lapıldat-
et. lapılda-`dan; topurakka izin kaltırıp lapıldata basıp: toprak üzerinde pat-pat basarak ve iz bırakarak.
lapşı-
= döörü; oozuna kelgendi lapşıy beret: aklına ne gelirse onu söylüyor.
lastik
r. lastik.
laşker
f. asker (leşker).
latınça
1. lâtince; 2. lâtin alfabesi; lâtinleştirilmiş kırgız alfabesi.
latindeş-
lâtinleşmek: lâtindeşken tamğa: lâtinleştirilmiş alfabe.
latindeştir-
lâtinleştirmek.
latinleştirüü
lâtinleştirme.
layık
= ılayık.
lebiz
a. kelime, lâfız, tabir.
lergen
= ilegen.
lek
bk. elek ıı.
lekilde-
acele koşmak.
lekildet-
et. lekilde-`den.
leklek
= ilegilek.
lektor
r. (lecteur) yüksek mektepte ders veren, konferansçı.
lektsiya
r. ders, konferans.
leninçil
lenin taraftarı: leninci.
leninçildik
= leninizm.
leninizm
lenincilik.
lep
= ilep.
lepay
= ılabbay.
lepilde-
alevlenmek; örttöy lepildeyt: 1) yangın gibi alevleniyor; 2) mec. göz kamaştırıcı, muhteşem.
leytanant
r. (lieutenant) teğmen ve kımıldamaz oldu.
lık
dolu; lık toldu: ağzına kadar doldu; 2. lık toktodu: şıp diye durdu ve kımıldamaz oldu.
lıkılda-
dolu olmak, mezbul olmak, kaynaşmak, dolup-taşmak; lıkıldağan köp el: pek çok halk; kaynaşıyor.
lıp
: lıp-lıp: damlamayı taklittir; lıp kirip keldi: minip aldı: hemen ata biniverdi.
lıpılda-
çabuk hareket etmek; alabildiğine koşmak.
lıpıldat-
et. lıpılda-`dan; lıpıldata bastır-: hızlı gitmek.
liberal
. r. liberalizm mensûbü.
liberaldık
1. = liberalizm; 2. liberalizm, hürriyetsever.
liberalizm
. r. hürriyetseverlik; çirlk liberalizm: çürük liberalizm.
libretto
r. libretto.
liga
r. cemiyet; uluttar ligası: milletler cemiyeti.
limon
r. limon.
lingvist
r. lisaniyatçı, dil bilgini.
lingvistika
r. dilbilim, lisaniyat, lengüistik.
lira
r. lir (meşhur musiki âleti)
lirik
r. hissî, lirik şiirler yazan.
lirika
. hissî, lirik şiirler.
litr
r. litre.
logika
r. mantık.
loja
r. loca.
lokaut
r. (ingilizce lock-out: patronun işçileri işsiz bırakması, M.).
lokşu-
mide bulantısı hissetme.
lokşut-
et. lokşu-`dan.
lokulda-
= löküldö-.
lokuy-
= lakıy-.
look
a. dn. levhimahfûz.
lotereya
. r. piyango.
lozung
r. şiar, devise, parola.
lök
ı. tek hörgüçlü erkek deve. ıı, bk. elek ıı.
löküldö-
sövüp-sayarak üzerine atılmak (şişman adam hakkında).
löküldöt-
et. löküldö-`den.
lölü
f. eş. kıpti, çingene.
lukulda-
zonklamak (ağrı hakkında); caram lukuldap turat: yaram zonklıyor.
lukuldat-
et. lukulda-`dan.
lüpüldö-
: cörük lüpüldöp soğuk turat: kalp çarpıntı yapıyor.
lüpüldöt-
et. lüpüldö-`den.
maa
bk. men ı.
maakul
= makul.
maal
a. vakit, ân; tüşkö maal: öğleye doğru; tañğa maal: tana doğru, şafağa yakın.
maala
a. 1. mahalle (şehrin, kasabanın bir kısmı); 2. (çin kırgızlarında) meskûn mahal.
maalım
a. malûm; attın sırı eesine maalım. kızdın sırı törkününö maalım ats. atın sırrı sahibine belli, kızın sırrı ise, hısım-akrabasına.
maalımat
a. malûmat, bilgi.
maalımda-
bildirmek, malûm kılmak, haber vermek, ilân etmek.
maalim
= maalım.
maalkat-
azamet satmak, nazlanmak; maalktıp turğan cok: nazlanmadı: yalvarmaya meydan bırakmadı; maalkatpay ele cürsöñçü: direnmeyi bırak, da gidelim.
maalkatuu
işs. maalkat-`tan.
maalumat
= maalımat.
maana
ı = maani. ıı, f. siper, himaye, sığnak; baş maana kılıp turğan üyüm mec.: meskenim; manaası cok saydan bez! ats.: korunacak yeri bulunmıyan dereden sakın! ııı, = maanay.
maanalı-
sığnak, hail, himaye aramak, sğınmak; taldı maanalap: söğüt altına sığınarak; atasın maanalap keldim: babasına iltica etmek için geldim.
maanalaş
müradif, sinonim.
maanay
: maanayım bas boldu: 1) hevesim söndü; 2) vaziyetim sarsıldı; maanayı cazıp: gevşek, sölpük (insan hakkında).
maanek
himaye.
maanekteş-
geçinmek, ittifak üzerine geçinmek, dostça yaşamak; kırgız arasında öskön, kırğız menen maanekteşip tiriçilik kılğan: kırgızlar arasında büyümüş, kırgızlarla dostça geçinmiş.
maani
a. mâna, mefhûm; maani printsipi: mantıkî prensip.
maanilüü
manali.
maara-
melemek.
maarak
sık-sık meleyen; eçki maarak: çulluk (kuş).
maarake
a. kök börü (bk. börü 1) de amaç, hedef.
maarama
1. meleyen; 2. kad. koyun.
maarat-
et. maara-`dan.
maarek
a. mukaddes, müabrek; ayt maarek bolsun!: dn. bayram mübarek olsun!
maası
mastı, a. mest (ayakkabı).
maaşır
memnun, tatmin edilmiş; sağa maaşır emesmin: seni görmek benim için pek o kadar hoş bir şey değildir, seninle bir arada bulunmak hoşuma gitmiyor.
maaşırka-
manzarayı veya yüzünü görmekle zevk almak.
maaşırkoo
işs. maaşırka-`dan.
mablizabayt
= mobilizatsiya; mablizabayt kılın-: mobilize edilmek, seferber haline konulmak; mabilizabayt kıl-: mobilize etmek, seferber etmek.
mablizatsya
= mobilizatsiya.
mabu
(mana+bu) : işte bu!
macbur
a. mecbur, muztar; mecbur kıl-: mecbur etmek; zorlamak.
macilis
a. meclis, celse.
macüröö
a. gevşek, sölpük, kuvvetsiz.
mada-
sokmak, tıkmak şiddetle ezmek; közün mandadı: nazarını dikti, gözünü dikti.
madal-
şiddetle ve derince sokulmuş, batırılmış olmak.
madanıy
a. medenî, kültürlü; madanıy kuruluş: medeni kuruluş; madanıy köpçülük çumuştarı: medenî ve kütevî hizmetler.
madanıyat
a. medeniyet, kültür; materyal madaniyatı: toprak kültürü, ağriculture.
madanıyatsız
medeniyetsiz, kültürsüz.
madanıyatsızdık
medeniyetsizlik.
madanıyattaş-
medenileştirmek; medeniyetin etkisine çarptırmak; medenî yapmak.
madanıyattaştırıl-
medenîleştirilmek.
madanıyattuu
medeniyetli, kültürlü.
madanıyatuuluk
medeniyetlilik, medenîlik.
madat-
et. mada-`dan.
madıl
yabani kedi.
madıra
: madıra baştar küç.: çoluk-çocuk, ağzı süt kokanlar.
magazin
r. mağaza.
magnat
r. macaristan ile lehistan`da asilzade ve rical sınıfına mensup kimse.
magnit
r. mıknatıs.
magnitsizdeştir-
mıknatısını çözmek.
magnitte-
1. mıknatıslaştırmak: 2. kendisine mıknatıs gibi çekmek.
mağa
mağan, bk. men ı.
mağdıra-
tam bir rahatlık içinde bulunmak, keyif çekmek, hoş bir uyuşukluk hissetmek, bir parça uyuklamak; cılkı mağdırap ele cuuşap kaldı: atlar sakin bir halde uyukluyorlar; mağdırap uykusu kelip: gevşedi ve uyumak istiyor.
mağdırat-
adamakıllı gevşetmek; kündün ısığı mağdırattı: güneş adamakıllı gevşetti.
mağızım
= maksım.
mahabbat
= makabbat.
makabbat
a. muhabbet.
makal
a. atalar sözü, mesel, vecize.
makala
a. makale; baş makala: başmakale.
makalay
= malakay.
makaldat-
: makaldatıp ayttı: atalar sözü karıştırarak anlattı (ata sözü kullanarak ima etti).
makalduu
benziyen.
maki
çakı.
makluk
= makuluk.
makmal
a. kadife.
makoo
gabi, anlayışsız, ahmak.
makooluk
anlayışsızlık, gabilik, ahmaklık.
makorke
r. bir nevi kaba tütün.
makröö
a. dn. şeriatın tasvip etmediği iş, mekrûh.
makröölük
makröö-`den mücerret isimdir (bk. mökröö).
maksat
a. gaye, niyet, arzu, maksat.
maksım
1. ezilmiş arpadan maltsız olarak yapılmış içki (alkolsüz); 2. = bozo.
maksimum
r. azamî, çoğay.
makta-
övmek, methetmek.
maktağansı-
över gibi gözükmek.
maktanıç
övüngenlik.
maktan-
övünmek, farfaralık etmek, caka satmak.
maktançaak
övüngen.
maktançılık
= maktanıç.
maktant-
et. maktan-`dan.
maktaş-
biri-birini övmek, hep beraber övmek.
maktat-
et. makta-`dan.
maktoo
övme, methetme.
makul
a. makûl, uygun, muvafık; makulsuñbu?: razı mısın?; al makul boldu: o muvafakat etti; maa makul boldu: benim hoşuma gitti; men makul kördüm: ben mıvafık buldum, ben onadım.
makulda-
tasvip etmek, onamak.
makuldanıl-
mut. makulda-`dan.
makuldant-
nasihat etmek; muvafakatını almaya çalışmak.
makuldaş-
biri-biriyle anlaşmak; hep beraber onamak, tasvip etmek.
maakuldat-
et. makulda-`dan.
makuldoo
tasvip etme, onama, tasdik eyleme.
makulduk
tasvip, muvafakat.
makuluk
a. mahlûk, yaratık; makuluk bolmok – ölmök bar ats.: mahlûk olmak, ölmek var (canlı mahlûklar fanidir).
maküröö
= makröö.
mal
ı. hayvan, emlâk; ala tuyak mal bk. tuyak; kara mal yahut bodo mal: (at, deve, sığır gibi) büyükbaş hayvanlar; töl mal: evde beslenmiş olan hayvan; mal asıroçuluk: davarcılık, elevage. ıı, (rad.) yorgun.
mal-
ııı, daldırmak, bandırmak; suuğa mal-: suya bandırmak; kaña kol mal- (destanda): eli kana bandırmak (andı pekitmek için).
mala
ı, f. tarla sürgüsü yerine kullanılan dikenli dallardan yahut çalı çırpıdan ibaret demet; temir mala; dişleri demirden olan tarla sürgüsü; mala tart = malala-. ıı, f. koyu kırmızı; mala kızıl: erguvanî rengine yakın olan; mala kök: koyu mavi.
malaam
a. (tükrük ile ezilmiş undan ibaret olan) merhem; maalam tart-: merhem sürmek.
malaçı
taürgüsü kullanan.
maladoc
. r. kon. gençlik (bir zümre olmak üzere).
malakay
erkek serpuşu.
malala-
sürgü sürmek.
malay
uşak, ırgat; bayğa malay bolup cürgön: bey yanında uşaklık etmiş.
malaloo
sürgüsürme.
malayçılık
= malaylık.
malaylık
ırgat vaziyeti, ırgatlık, uşaklık.
malçı
1. çoban (genel isim; karş. koyçu, cılkıçı); 2. hayvan besliyen, davarcı.
malçılık
davarcılık, hayvancılık.
maldan-
1. hayvan sahibi olmak (örn. bk. candan-); 2. tasarruf etmek: ele geçirmek; kırğızdın cersuusun maldañan coondor: kırgızların topraklarını zapteden zenginler.
maldaş
= mandaş ı, ıı.
maldır-
suya daldırmak (sepici ıstılahıdır).
malduu
hayvan sahibi; hayvanları çok olan.
malğun
a. 1. mel`un; 2. (destanda) tek gözlü dev.
malımat
= maalımat.
malın-
1. daldırmak, bandırılmış olmak; 2. kirlenmek, bulaştırılmak.
malınt-
1. batırmak, bandırmak; 2. kirletmek, bulaştırmak.
malış-
müş. mal- ııı`ten.
malkı-
bir şeyi bol olarak almak, eginge malkıp kalarbız: ekini (hububatı) bol alırız.
malkıt-
et. malkı-`dan, etti malkıta cuttu: eti büyük iştahla yuttu (büyük ve dolu tabaktan ve büyük lokmalar şeklinde).
malkor
k-f. hayvanları seven.
malma
deri serpilmek için maya, sepileme; malmağa salıp iylegen teri: sepilenmiş deri.
malök
alök sözünün tekidir; alökmalök kon. hernevi vergiler.
malsaak
malsar, hayvanlarla meşgul olan, uğraşan.
malsız
hayvansız; hayvanı olmıyan.
malsızdık
hayvansızlık.
malt
kesik, keskin ve beklenilmiyen hareketi ifade etmek için kullanılan sözdür, malt etip tüşüp kaldı: birden- bire düşüverdi.
malta
= malkı.
mama
yahut ak mama çoc.: meme.
mamık
kuş tüyü, mamık töşök: kuş tüyünden döşek; yatak.
mamırı
bir otun adıdır.
mamile
a. muamele, işe ait münasebetler; öz ara mamile: karşılıklı münasebetler; katuu mamile: yumuşak, nezaketli muamele.
mamilelüü
= mamili.
mamili
(r. “familniy”) siyah çayın aşağı cinsleri.
mamintip
= momintip.
mamleket
a. devlet.
mamlekettik
devlete ait, mensûp.
mampazi
(r. “monpas`ye”) bir nevi akide şekeri.
man
can sözünün tekidir; canı-manı kalbadı mec. 1) ödü patladı; 2) aşırı sevindi.
manak
r. rahip.
manap
tar. ağa, bey (kırgız feodal kabilelik üst tabakasının mümessili); cıncırluu manap: ırsî manap; coñ manap yahut ağa manap: yarı manap, büyük manapa tabi olan manap.
manasçı
“manas” destanını söyliyen.
manat
kırmızı çuha.
manattan-
açık kırmızı renge girmek.
mancara
= mancıra.
mancır
ancır sözünün tekidir; ancarmancır: çeşitli incir.
mança
f. yahut beş mança: pençe; bilek birge bolso da, mança başka ats.: akrabalık başka, hesap başka (harf.: eller beraber ise de, pençe ayrıdır).
mançıra
kelin başından akan irin ifrazatı.
mançırka-
kibirlenmek, azamet satmak.
mandalak
lâle çiçeği.
mandalın
kon. = mandolina.
mandam
( ârazından biri sidik tutulması olan bir at hastalığı).
mandaş
I, bağdaş (bir çeşit oturuş); mandaş kur (yahut ur- yahut urun- yahut tokun-) 1) bağdaş kurmak; 2) mec. kendini serbest, hür hissetmek, sıkılmamak.
mandaş-
II, bağdaşmak (bağdaş kurmak) (bk. mandaş I).
mandat
r. manda, vekâlet.
mandale
mandeli = mandali.
mandem
kusur, eksiklik; munun bir mandemi bar: tekin değil, bir şey var, bir şey saklıyor; bir mandemi bar at: (bu) atın bir kusuru var, pek mükemmel değil.
mandıpalam
r. bir çeşit patiska.
mandır
: mandıray: dolgun, tok haneli; danı mandıray buuday: taneleri iri ve tok olan buğday.
mandili
a. 1. mendil: kadın baş örtüsünün adıdır; 2. bir dokumanın adıdır.
mandolina
r. mandolin (bildiğimiz telli saz).
manevr
r. manevra.
mañ
I, köpek havlamasını taklit. II, f. 1. uyuşturucu madde; 2. şaşalıyan, apışık; mañ bol-: şaşalamak; mañ baş: mankafa; başım mañ boldu: şaşaladım, apıştım. III: mañı capız yahut mañı bas: gösterişsiz, çelimsiz (insan hakkında).
mañçılık
uyuşturucu madde tiryakiliği, narkotik müptelâlığı.
mañday
alın; teke mañdayda: tam karşıda; üydün tak teke mañdayında: tam evin karşısında; mañday-teskey: karşı-karşıya, vis-à-vis; biz bir cak, alar bir cak bolap, mañday-teskey oturabız: biz bir yanda, onlar bir yanda, karşı karşıya oturuyoruz; mañdayı carıldı: sevindi, memnundur; sevinçten yüzü güldü; cazı mañday yahut bosoğo mañday: geniş alın; taş mañday: katı alın, kalın kafa; mañdayına sızğan yahut mañdayına çiygen yahut mañdayına cazğan: ona mukadderdir, alnına yazılmıştır; mañdayına bütkönüüç koy: bütün nasibi, kısmeti-üç tane koyundur; bet mañday, bk. bet 2.
mañdayça
oba kapısının üst sögesi.
mañdayla-
: mañdaylap cür-: dağ eteği boyunca yürümek.
mañdaylaş-
karşılaşmak: karşı-karşıya gelmek; baatırlar mañdaylaşıp, çeçender tañdaylaşıp ats.: pehlivanlar alınlariyle, hatipler ise, damaklariyle çarpışıyorlar; teke mañdaylaş: tam biri-birinin karşısında bulunmak.
mañdayluu
alınlı; keñ mañdayluu: geniş alınlı.
mañgel
. 1. kaba saplı otları biçmek için kullanılan bir nevi orak; 2. bir çocuk oyunun adıdır; mañgel uruş: mañgel oynamak.
mañgıl
kırmızımsı.
mañgi
. I ebedî. II. f. 1. narkotikle sersemlemiş; narkotik tiryakisi; 2. mec. beceriksiz adam, sersemcesine hareket eden.
mañgilen
; narkotik ile sersemleşmek.
mañgilik
I, ebedîlik. II = mañçılık.
mañıray-
dikkatle ve korkarak bakmak; biz kirip barğanda, mañırayıp karap kalıştı: biz girdiğimizde (bize) şüphe ve korku ile gözlerini diktiler.
mañırayuu
işs. mañıray-’dan.
mañıroo
gabi, mahdut, saf.
mañırooluk
sersemlik, gabilik.
mañış
seyahatlerde başkasının binek hayvanını kullanmak (hayvan sahibine bunun mukabilinde muayyen bir ücret verilir).
mañız
I, mâna, muhteva, mahiyet; sözünün mañızı cok: sözünün manası yok; çöptü ubağında çappasa, çöptün mañızı keret: ot vakti zamanında biçilmezse, o, iyi evsafını kaybeder. II, 1. boş söz; 2. boş lâkırdılar söyliyen, çaçaron.
mañızdan-
1. mânalı ve özlü olmak, mânalı kalıba dökülmek; 2. kurulmak, caka satmak.
mañızduu
mânalı, özlü, mühim; mañızduu eç nerse aytpadı: özlü ve işe yarar hiç bir şey söylemedi.
mañka
1. sakağı, rüam hastalığı; baştı balta buzat, cılkını mañka buzat ats. başı balta kırıyor, at sürüsünü ise rüam hastalığı bozuyor; 2. hımhım.
mañkak
: mañkak-mañkak (yahut mañkañ-mañkañ) bas-: pek basmak ve geniş adımlar atmak (iri yarı atlar hakkında).
mañkalan-
hımhım konuşmak.
mañkañ
bk. mañkak.
mañkanda-
(at hakkında) başını yüksek kaldırarak, canlıca yürümek.
mañkaşka
at donlarından birinin adıdır.
mağkay
endamlı ve güzel olmak (mes., kadın, dağ ceylânı hakkında) ordodon çıktı mañkayıp, ak kulcaday dañkayıp folk.: o kadın güzelliğiyle parlayıp saraydan çıktı, o, bir ceylân gibi endamlı idi.
mañkıt
bir cins köpek adıdır.
mañke
I, kon. = bañke II. II, kon = bank.
mañküş
saf, toy, tecrübesiz.
mañoo
= mañıroo.
mañooluk
= mañırooluk.
manıker
bokmurun bahadıra ait atın lâkabıdır.
mansap
a. memuriyet, vazife, makam, mansıp.
mant
el çabukluğu, hile, kurnazlık; tülküçö mant beret: tilkice kurnazlık ediyor, tilkilik ediyor.
mantay-
bodur ve tıknaz olmak; mantayğan semiz bala: tıknaz, gürbüz çocuk.
mantayuu
işs. mantay-’dan.
mantık-
1. (hayvan yavruları hakkında), büyümek, kendi başına hareket edebilecek çağa gelmek; küçüktör mantığıp kaldı: enikler artık büyüdüler; 2. patlayıncaya kadar yemek.
mantıktır-
et. mantık-’dan.
mantuu
çin. mantı (buharda pişirilmiş).
mantuuçu
mantıcı, mantı pişiren,
manufaktıra
r. manifatura.
mapı
çin. (destanda) iki tekerlekli çin arabası.
mara
I, f. hedef, finish.
mara-
II, dikkatle bakmak, şöyle bir bakmak, gizlice bakmak.
maran-
etrafa bakınmak, her yana bakınmak.
marutuba
= martaba.
marcan
f. mercan.
marça
çorak yer (tuzlu toprak).
marçağay
kısa boylu ve şişman adam.
marçay-
alçak boylu ve şişman olmak.
mardek
f. (karş. soto) mısır koçanı (tanesiz.)
marı-
zevk almak, tatmin edilmek, keyf çekmek; kımız içip marıyt: kımız içerek zevk alıyor; akça alıp marığanım cok: para aldımsa da ondan zevki aldığım yok (yani istediğim kadar alamadım, yahut istediğim yere sarfedemedim).
marış-
müş. marı-’dan.
marışkır
karışkır sözünün tekidir; karışkır-marışkır cep koybosun: sakın kurt-murt yemesin!:
marıt-
zevk vermek, tatmin etmek.
mariy
dalgalı tüylü (kıvırcık olmıyan) kuzu derisi.
markisçil
= markisist.
markisçilik
= marksizm.
marka
1. = kence; 2. kad. kuzu; marka bala kad.: çocukların yaşça en küçüğü, «tekne kazıntısı»
markabat
markamat, a. merhamet, markabat kıl!: lûtfet!; markabatıñız tiyer beken?: lütfeder misiniz?
markadar
iyilik, nimet; markadar tap!: (iyi dilek): size her türlü iyiliği dilerim.
markum
a. merhûm, rahmetli (ölmüş).
marksist
r. Karl Marks felsefesine taraftar olan.
marş
r. 1. marş; 2. marş!: ileri!
marşal
r. mareşal.
mart
I, r. Mart ayı. II, f. 1. mert, cesûr; 2. cömert. III, kumar. IV, şart sözünün tekidir; şartmartıñdın kereği cok: hiç bir türlü şartların lüzumu yok.
martaba
a. mertebe, liyakat, otorite; martabası kötörüldü: derecesi yükseldi, nüfuzu arttı.
martçılık
cömertlik.
marten
r. Marten fırın.
martişke
r. maymun
martsın-
1. cesaret, bahadırlık taslamak; 2. cömertlik taslamak.
martsınış-
müş. martsın-’dan.
martuu
mit. cinnî bir varlıktır, ki gûya ondan gelecek olan asıl muhatara çocuk doğurmak üzere bulunan kadınları tehdit etmekteymiş; habis bir kuvvet; martuu baskır!: habis ruh bassın!; seni martuu basıptırbı?: habis ruh mu alıkodu-; nerede battın?
mas
f. sarhoş, mest; arak içken-toydo mas, akıllı cok-kündö mas ats.: sarhoş nihayet ayılır, aptal ise hiç bir zaman (harf.: rakı içen yalnız düğünde sarhoş olur, aptal ise, her gün sarhoştur); uykuğa mas: uykusu basmış; 2. sarhoş olma.
masayraş-
1. bir işi iyi başarmak, 2. mest olmak.
masçılık
sarhoşluk, mestlik hali.
maseke
şaka alay.
masele
a. mesele, problêm; mesele çeç-: mesele çözmek; cay masele mat.: adî mesele; çatış masele mat.: karışık prroblem.
maselen
a. meselâ.
ması
= maası.
masılat
= maslet.
masır
üzür kelimesinin tekidir.
masıykat
a. Kırgız melodilerinden birinin adıdır.
masilet
= maslet.
maskara
a. rezalet, kepaze olmaklık; alay etme; maskara kıl-: terzil etmek; maskara bol-: rezil olmak.
maskaraçılık
rezalet, kepazelik.
maskarala-
alay etmek. terzil etmek, kepaze etmek.
maske
r. maske.
maslet
a. nasihat, müşavere, iyi akıl, maslahat; maslet kıl-: müşavere etmek, istişare eylemek.
massa
r. kütle, kitle, kalabalık.
mastan
: mastan kempir mit.: 1. kocakarı kılığında olan, gûya insanın topuğundan kanını emen ecinniler soyundan bir varlıktır; 2. hilekârlıkla temeyyüz eden efsenevî bir kocakarı.
masten
= nastan.
master
r. usta
mastık
sarhoşluk, masıkka ceñdir, bk. ceñdir.
maş
I, f. zeytinî renkte olan ufak nohut. II, a. mahir, ihtisas edinmiş olan, işini bilen; cazuuğa maş: usta çabuk yazan; sözdü maşına keltirip ayttı: isabetli söz söyledi; tülküdöy maş: tilki gibi kurnaz; maş kıl-: temrin yapmak. III, (r. «mast» ) iskambil kâğıtlarının rengi.
maşa
f. I, 1. tetik; maşasın tartıp aldı deyt, pars dedirip saldı deyt folk.: tetiği çekti diyor, gürültü ile ateş etti diyor; 2. (tüfeğin) falya deliği. II f. bir nevi sinek.
maşak
başak.
maşakat
a. meşakkat, zahmet, azap; maşakat tart-: zahmete katlanmak; azaplanmak.
maşakattan-
azap çekmek, zahmete katlanmak.
maşakattuu
güç, zahmetli.
maşakta-
başak toplamak; buuday maşakta-: buğdayın yeşil başaklarını koparmak; apiyim maşakta-: haşhaşın kapsüllerini toplamak.
maşaktoo
işs. maşakta-’dan.
maşaktuu
başaklı.
maşar
= makşar.
maşat
pınar, kaynak.
maşayık
a. dn. veli, meşayıh.
maşığuu
temrin; el alışıklığı edinmek, gereği gibi alışmak, öğrenmek.
maşık
I = maş II.
maşık-
II, idman etmek, alışmak. meşketmek, meleke hasıl etmek, maşıkkan: tecrübeli, uzlaşmış; maşıkkan maşinistka: usta daktilo kadın; kolu işke maşıkkan: eli işe alışmış.
maşıktur-
alıştırmak; meşkettirmek, meleke hasıl ettirmek.
maşıktıruu
işs. maşıktır-’dan; maşıktıruusun arttıruu: meşkini, melekesini arttırma.
maşıktuu
tecrübeli, meşk etmiş.
maşina
r. makine; tigüü maşinası: dikiş makinesi; kol maşina: el makinesi; but maşinaı: ayak makinesi; maşina kuruuçu zavod: makine imal eden fabrika.
maşinacı
terzi.
maşinala-
dikiş makinesiyle dikmek.
maşinalaştır-
makineleştirmek.
maşinalaştıruu
makineleştirme.
maşinalat-
et. maşinala-’dan.
maşinist
r. makinist.
maşinistka
r. daktilo kadın.
maşinke
(r. «maşinka» ) yazı makinesi.
maşiyne
kon. = maşina.
maşiyneçi
kon. = maşinaçı.
maşke
tüfek avında kullanılan köpek.
maşta-
I, temrin yapmak, idman yapmak. II, bir kağıt üzerine koz alan kâğıdı almak.
maştaş-
1. öğrenmek, talim görmek; 2. gizlice anlaşmak, elbirliğiyle hareket etmek.
maştık
çeviklik, beceriklilik.
mat
I, at sözünün tekidir; at-matı menen çığıldı: atı-filânı ile düştü. II, a. şatranç oyununda mat olmak, yenilmek.
mata
I. a. evde dokulan pamuklu kumaş, mata.
mata-
II, 1. bükmek, kıvırmak, iğriltmek; cüktü bir çağına matabıraak tarttı: dengi öyle çekti, ki o, bir tarafa iğrildi; 2. pekitmek; bağlamak; töösün matap taşladı: (dizine takılan ipi boynuna geçirerek) devesini muhkem bağladı; 3. testerenin dişlerini açmak.
matal-
bükülmek, iğilmek.
matalt-
et. matal-`dan.
matat-
et. mata II-`den.
matçı
katçı sözünün tekidir; katçımatçı: şöyle-böyle bir yazıcı, kâtip.
materialist
r. maddiyatçı.
materializm
r. maddîcilik.
materiya
r. fel. cevher, heyûlâ.
material
r. madde, malzeme, matériel; materyal cıyna-: 1) madde, malzeme toplamak; 2) birisine karşı onu kabahatli çıkarmıya yarıyan mevat toplamak.
materyalda-
birisine karşı, onu suçlu çıkarmıya yarıyacak olan delâil ileri sürmek.
materyaldık
maddî; materyaldık cardan: maddî yardım.
materyal
kon. = materyal.
matoo
1. bükülüm, bükülme yeri, untkun matoosu: uuk`un (bk. uuk I) bükülen yeri (aşağı kısmı); kereginin matoosu: kerege`nin (bk.) bükülen yeri (üst kısmı); 2. uuk ile kerege`yi bükmek için kullanılan aygıt 3. bağ, ip.
mavzer
r. mavzer tüfeği.
may
I, 1. yağ; cebeseng da may cakşı, ats-: yemezsen dahi yağ iyi şeydir; karın may: iç yağı; sarı may: eritilmiş inek yağı; keresiyan may: gaz yağı; kara may: 1) katran; 2) tekerlek (makina) yağı; suu may; hardal yağı; sarı mayday sakta: itina ile sakla! göz bebeğin gibi koru!;mayın çığarıp süylöyt: rabıtalı bir tarzda söylüyor; oozuña may!: ağzına yağ! (övme); tamamına may töşöp süylöşöt: onunla saygı ile konuşuyor; may içme: (çocıuklarda) dizanteri (hastalık) ; kızıl may: 1) tüylerin ve kılların dökülmesinden ve ayakların dermansızlığından ibaret olan bir çeşit at hastalığı; 2) şiddetli yorgunluk, bitkilik, sürmenaj; til albağandarğa aytıp, kızıl may bolup emne kılam?: söze aldırış etmiyenlerin üzerine düşerek, lâf anlatmak için neden yorulayım?; may kötün bk. kötön; cürökkö mayday tiydi: bıkkınlık getirdi; 2. ücret; ot may: otlak ücreti; attın mayı: attan istifade etme ücreti (at kirası). II, r. Mayıs ayı.
maya
I = paya; maya şıpır: ekin biçildikten sonra tarlalarda kalan anız ve samanı toplamak. II: cel maya = celmayan: kıl maya, bk. kıl I.
mayak
r. deniz feneri, yol işareti (karlı, tipili hava için).
mayan
: cel mayan = celmayan.
mayana
f. kon. iş ücreti,aylık, maaş.
mayçıl
yağlı yemekleri seven kimse.
mayçukur
= may çukur (bk. çukur).
mayçukurla
= may çukurla (bk. çukurla-).
mayda
f. ufak; abdan mayda: gayet ufak; mayda barat kemçilikter: her nevi ufak eksiklikler; mayda-çuyda yahut mayda çayda: her türlü ufk-tefek şeyler.
maydabarat
= mayda barat (bk. mayda).
matdaçıl
1. ufak-tefek şeylere de ehemmiyet veren kimse; 2. âlimlik iddiasında bulunan, ukalâ, bilgiç taslağı.
maydaçıldık
1. ufak-tefek şeylere ehemmiyet vermek itiyadı; 2. ukalâlık.
maydalan-
ufalmak, ufalanmak. ufalamak, ufalanmak.
maydalat-
ufalamaya maruz kalmak, ufaltılmak. ufaltılmaya zorlamak.
maydan
f. 1. muharebe alanı, cephe; birimdik maydanı: tek cephe; maydan tart-: muharebe saffına dizilmek; 2. işlenmiş saha, işlenmiş toprak, tarla.
maydandaş-
cepheden hep beraber harekete geçmek; tek cephe olarak ortaya atılmak.
mayek
f. musahabe.
mayekteş-
musahabe etmek; öz ara mayekteşip söz kılışat: kendi aralarında sohbet ediyorlar, konuşuyorlar.
mayıp
a. 1. kusurlu, mayûb; 2. malûl.
mayış-
eğrilmek, ezilmek; cer mayışıp, kol kelet folk.: hesapsız çok asker geliyor.
mayışak
bükülgen, kolay bükülebilen.
mayışkıs
kolay bükülmiyen; mayışkıs kol: sert, kuvvetli el.
mayıştır-
bükmek, eğirmek.
maykan
f. 1. gereği gibi dövülmemiş ve tekrar dövülmesi icabeden başak; maykan üstündö maşak bar folk.: daha gereği gibi dövülmemiş olan hububat üzerinde başak vardır; 2. kanalı delip akan su; 3. (Rad,) atın kıçı.
maykana
f. (her bir) çocuk oyunu; maykana körböy, bala oñolboyt ats.: çocuk oyunlarını görüp-geçirmiyen bir çocuk, çocuk olmaz.
maykando-
(harman döverken) samanı ayırmak.
maykandaş-
müş. maykanda-`dan.
mayköl
bolluk; Elemandın eşikke mayköl, sütköl ornodu folk. Elemanın evine bolluk ve refah yerleşti.
mayla-
1. yağlamak; mal cetimin asırasañ, ooz maylar ats.: öksüz hayvan beslersen, ağzını yağ sürer; 2. (başlıca, binek hayvanı) kiralamak; maylap at mindim; 3. mec. kafese koymak, dolandırmak; 4. mec. kon. savmak; kapı dışarı etmek.
maylan-
. yağlanmak.
maylanış
müş. maylan-`dan.
maylat-
yağlatmak, yağ sürmeye zorlamak yahut bırakmak.
maylık
1. peçete; yemekten sonra el sürmek için kullanılan havlu: 2. ateş çıkarmak için aygıt.
mayluu
yağlı, yağda hazırlanmış; mayluu sorpo: yağlı çorba; mayluu et: yağlı et.
maymak
eğri bacak, eğri kol, hantal; maymak ayuu: eğri bacakayı.
maymaktık
eğri bacaklılık; hantallık.
maymañ
eğri bacaklılık; eğri bacak.
maymañda-
eğri bacaklının yürüyüşü ile yürümek.
maymañdat-
et. maymañda-`dan.
maymañkölöt-
uzun vadeye bırakmak, asmak, uzatmak, maymañ kölötpöy ele berçi: sallamadan (uzatmadan) versene!
maymıl
f. maymun.
maymılça
maymun yavrusu, küçük maymun; eki sarıdan maymılça tuuyt, eki karadan karğaça tuuyt ats. iki kızıl saçlıdan maymuncuk doğar iki esmerden ise, kargacık doğar.
mayna
f. mavî kuş.
maynap
f. tarladan akan su ile kaplanmış olan çayırlık; söndün maynabın tegi taba albadım: söylediklerini hiçbir türlü kavrıyamadım.
maynaptuu
makul yerinde; aytkanıñızdın baarı maynaptuu: söylediklerinizin hepsi esaslı, makuldur.
mayneke
: maynekenin taz katını boloyun! yahut mayneke boloyun! harf.: manekenin kel karısı olayım!.
maypañda-
= baypañda-.
maypar
sürçen (dağlarda yürüyen at hakkında).
mayram
1. bayram (mülkî); mayram emes kün: bayağı gün: iş günü; 2. bayram eden, şen.
mayramda-
bayram etmek.
mayramdık
bayramlık, bayrama ait; mağazinler mayramdık türün aldı: mağazalar bayram süsünü aldılar.
mayramdoo
bayram etme.
mayrık
1. yamık; ezik (ayakkabı hakkında); kepiçi mayrık: papuçları ezilmiştir; mayrık bas: ezik ayakkabı giymiş kimsenin yürüyüşüyle yürümek; 2. eğri bacak, baka mayrığın bilbeyt, cılandı ıyrı-iyri deyt ats.: kurbağa kendisinin eğri bacaklılığını sezmeyip, yılanı iğri-büğrü diye kınar.
mayrıy-
eğrilmek; mayrıyğan ötük: ökçesi eğrilmiş çizme; mayrıyğan kerebet: ayakları eğrilmiş karyola.
mayrıyt-
eğriltmek.
maytan
gayet kurnaz, şeytan.
maytar-
1. kıvırmak ( sivri ucunu): 2. sesi zorlayıp yormak; 3. mec. burnunu kırmak, kibrini gidermek; kıyla coonu maytarğan folk.: çok düşmanların burununu kırmıştır.
maytarıl-
pas. maytar-`dan; bıçaktın mizi maytarıldı: bıçağın ucu kıvrıldı.
maz
şen, memnun, sevinçli; maz bol-: keyf çekmek, haz almak; emnege maz bolduñ: neden bunca sevindin? bu kadar şevku heyecanın sebebi nedir?
maza
f. tad, zevk, meze; okuusun mazası cok: fena okuyor; iştin mazasın ketirdiñ: işin tadını giderdin, işi bozdun; mazamdı ketirdi: rahatımı kaçırdı, beni çileden çıkardı.
mazak
a. mizah, şaka, alay.
mazakta-
eğlenmek, maytaba almak.
mazar
a. 1. dn. mukaddes yer, ziyaret edilen mahal; 2. kabir, kabristan; 3. mec. anne.
mazarduu
= mazarduu cer = mezarlık 1.
mazarlık
1. mukaddesâtın ve evliya mezarlarının bulunduğu mezarlık.
mazap
a. mezhep, bir din şubesi.
mazmun
a. 1. mana, maâl, muhteva, öz, mazmûn; 2. fihrist.
me
nah! al!; meñiz!; nah, alınız.
mecirlik
kecirlik sözünün tekidir.
meçin
oniki yıllık hayvan devri takviminde dokuzuncu yılın adıdır (maymun yılı). folk. Şarkî Türkistan Kalmıklarında bir memur.
meçit
a. mescit.
meçkey
obur, doymaz.
medal
r. madalya.
medel
kon. = medal.
meder
a. umut, yardım, mesnet,medâr; meder kılar uulu cok: kendisine güvenebilecek oğlu yoktur.
medet
a. yardım, medet, imdat.
medil
teveccüh, temayül, hayırhahlık; çın medili menen alik aldı. selâma gayet nezaketle karşılık verdi.
medire-
: say medirep: inceden-inceye mufassalen, hiçbir şey saklamadan.
medirise
a. medrese (yüksek dinî müslüman mektebi).
meditsina
r. tıp.
medöö
umut, dayangaç, mesnet; men seni medöö kıldım: ben sana güvendim, sana umut bağladım.
medrese
= medirese.
mee
. beyin, dimağ; aş-eesi menen, baş-eesi menen ats.: ziyafet sahibiyle güzel olur, kelle ise-beyinle; eşektin meesin ceğen yahut meesi kögörgön: «eşeğin beynini yemiş, yahut beyni küflenmiş» (aptal, ahmak); meni kök meye kıldıñ: sen benim kafamı şişirdin!.
meele-
I (ete) beyin karıştırmak; meeleğen et: beyinle karıştırılmış et.
meelı-
II, nişan almak.
meeley
eldiven.
meclik
= kök meelik = kökmöölük.
meen-
lezzet, zevk duymak.
meenet
a. azap, mihnet; kelgen-döölöt. ketken-meenet ats.: gelen devlettir, giden (eskiden) – azaptır, felâkettir; 2. es. emek.
meenetkeç
a-f. es. emekçi, emevğiyle geçinen.
meenettüü
mihnetli, zahmetli, güç olan.
meeni-
hoş bir rehavet, uyuşukluk durumunda bulunmak.
meer
f. muhabbet, teveccüh, temayül; meeri tüşüp kaldı: sevdi, teveccüh gösterdi; meer çöp folk.: sevdirmek için büyü yapmaya yarayan ot.
meerim
= meer.
meerimdüü
hoş, nazik (nezaketli), sevimli.
meerimsiz
nâhoş, nezaketsiz, sevimsiz.
meerlüü
= meerimdüü.
megecin
= megilcin.
megezin
kon. = magazin.
megilcin
dişi domuz, yavruları olan domuz.
megin
egin sözünün tekidir; egin-megin: her nevi ekin.
mehanik
r. makinist, makinacı.
mehanika
r. mehanik.
mehanikalaştır-
makinakaştırma.
mehanikalık
I. makineye mensûp, ait, muteallik; 2. Mekanik usulüne taallûku olan.
mehanizm
r. = mekanizma.
mekçigiy
ince, yağsız, kuru vücutlü.
mekçiy-
incelmek, vücutça zayıflamak, kurumak; belim mekçiyip ketkende, közüm çekçiyip ketkende, karılık karşı kelgende folk.: belim inceldikte, gözlerim battıkta, ihtiyarlık geldikte.
meke
atların vücudunda kan belirmesi (ilk baharda yahut yazın atların kanaması).
mekeme
a. müessese, daire, kalem.
meken
a. sığnak, mesken; meken kıl- yahut et- (önce gelen akkuzatif ile) yerleşmek, ikamet etmek, yaşamak (herhangi bir yerde); ata meken: baba yurdu, vatan.
mekende-
ikamet etmek, yaşanacak bir yere mâlik olmak; bulunmak (her hangi bir yerde).
mekendöö
işs. mekende-`den.
mekir
fazla kıvrılmış, aşırı kamburlaşmış.
mekiren-
1. ağzını açmadan yavaşça melemek (anasının yanına varmak istiyen kuzu, dövüşmeye hazırlanmış olan koç hakkında); 2.mec.: ağzını açmadan, halinden memnun bir suretle, yavaşça gülmek.
mekirey-
1. fazla kıvrılmak; 2. = mekiren-.
mekirik
= makröö.
mekiyan
f. tavuk soyundan olan kuşların dişisi.
mektep
a. okul, mektep; orta mektep: orta tedrisat mektebi; tolu kemes orto mektep: tam olmıyan orta tedrisat mektebi; coğorku mektep: yüksek mektep; coğorku tehnika mektebi: ileri teknoloji mektebi; mektepke çeyinki: mektepten evvelki.
melci-
(kök, asman, obo sözleriyle bir arada): kök melcip uçkan kuş: en yükseklerde uçan yırtıcı kuş; kök melcigen biyik too: tepesi göklere çıkan yüksek dağ; obo melci-: yükselmek, tepesi göklere çıkmak.
meldeş-
I, 1. bahse girişme; 2. müsabaka, yarış; sotsialçıl meldeş: sosyalistik yarış. II, 1. bahse girişmek; 2. yarışmak, müsabaka etmek; 3. kararlaştırmak, sözleşmek.
meldeşkensi-
yarış yapar gibi gözükmek.
meldeşüü
işs. meldeş-`ten.
melimde
= melmilde.
melimilde-
sâkin, dağdağasız, hareketsiz bulunmak; melmildeğen kök teñiz: sâkin, dalgasız mavî deniz; too başı melmildeyt: dağın tepesi azametlice yükseliyor.
melin
kelin sözünün tekidir; kelin-melini menen keldi: gelinleriyle birlikte geldi.
meliorativ
r. (ziraatta) ıslâha, iyileştirmeye yarıyan, hizmet eden; ıslâh etme, iyileştirme.
melmire-
parlamak, yalabımak.
melt
: melt-melt et- yahut melt-melt bol-: yılıdıramak, yalabımak.
meltey
: kök meltey: aşırı dik kafa, inatçı.
meltide-
dolmak, gereği gibi doldurulmuş olmak, ağzına kadar dolmak (mayiler hakkında); meltildeğen çoñ suu: büyük ırmak.
meltildet-
et. meltilde-`den; meltildete kuy-: ağzına kadar dökmek.
meltire-
parlamak, yıldıramak, güzellikle hayran bırakmak; peri zattav miltireyt folk.: bir peri gibi güzelliğiyle insanı havran ediyor; meltiregen suluu: artistik bir eser gibi güzel.
meltiret
et. meltire-den.
melüün
1. sâkin, rahat, mutedil; melüün cüröt: mütevazi hareket ediyor; 2. ılık; melüün suu: ılık su; memiregen melüün tün: sâkin, ılık gece; 3. yavaş, ılık rüzgâr.
melüündö-
: uçtu zakımdar melüündöp: hava yavaşça harekete geldi (havanın sezilir-sezilmez olan hareketi).
memire
I, f. torun, nebire.
memire-
II, tam bir sükûnet içinde bulunmak, rahat bir durumda olmak; celsiz köldöy memireyt: telsiz gündeki göl gibi sâkin; memiregen uyku: rahat uyku; memiregen tanıçtık: tam sükûnet; memiregen tam-kıştak: güzel kışlak; memiregen tün; sâkin gece.
memireş-
müş. memire- II`den.
memiret-
et. memire- II`den.
memleket
= mamleket; uluu memleket: büyük devlet.
memlekettik
= mamlekettik.
men
I, ben (genitif: menin: benim; akkuzatif: meni: beni; datif: mağa, maa, mağan: bana); men-mençil = menmençil. II, = menen:
mençik
mülk, mülkiyet.
mençikte-
1. mülk saymak, benimsemek, mülk edinmek; 2. temellük etmek, tasarruf etmek.
mençitkel-
benimsenmiş olmak.
mençiktüü
birinin mülkünde olan, hususî mençiktüü mülk: hususî mülk; mençiktüü mal; tek bir şahsın malı olan hayvan sürüleri.
mençil
bk. men I.
mende
= bende.
mendeker
f.: mendeker köz: kabahatli gözler, rica eden bakış.
menen
son ektir 1) manaca rusçanın mef’ulü manasında (comitatif’i) uygun gelir; kol menen: el ile; bıçak menen: bıçak ile; meni menen: benimle; tünü menen: bütün gece; 2) (r-lǐ girundif ile) … ınca; olur-olmaz; çığarı menen: çıkar-çıkmaz; çıkınca, çıkmasiyle beraber; bir az ubakıt ötörü menen: bir parça zaman geçince, bir müddet sonra; plerum açıları menen: umumî toplantı açılınca; eñ aldı menen: her şeyden önce; 3) geçen zaman girundifi ve şahsî hitişik zamirler ile birlikte ilzamî (concesionel) – cümle teşkil eder; oşondoy bolğonu menen: böyle olmakla beraber; kün cıluu bolğonu menen, tünküsün ayaz: gerçi gündüzün sıcaktır, fakat geceleyin ayazdır; kelgeniñ menen : gerçi son geldin; gelmenle beraber; değen menen bk. de- I.
menenki
(menen+ki): erteñ menenki: sabahleyin; erteñ menenki çay: sabah çayı.
meñ
ben, hâl.
meñdubana
bañ otu (Hyosciamus niger).
meñgi
= mañgi I II
meniki
benim; bul at meniki; bu at benimdir; meniki akılsızdık: benim yaptığım ahmaklıktır
menmençil
övüngen.
menmençilik
övüngenlik.
menmensi-
övünmek, farfaralık etmek.
menşebek
kon. menşevik.
menşevik
r. Menşevik (Rus mutelil sosyal-demokrat) partisi mensûbu.
menşeviktik
= menşevizm.
menşevizm
r. Menşenik partisine intisap : menşeviklik.
merbet
f. inci, sedef.
merdek
= mardek.
merden-
f. mit.: çil merden: kırk gayip erenler; piri merden: Buharanın patronu olan Bahaeddin`in sıfatıdır, ki Destandaki bahadırlar sık-sık onun imdadına başvururlar (onlar Şahi Merdan`ının mededine de müracaat ederler).
merdiker
f. gündelikçi ırgat.
merdikerlik
gündelikçi ırgatlık
merdiyen
bir, bahadır atının lâkabıdır.
merek
kerek sözünün tekidir; kerek- mereği cok: lüzumu yok.
mereke
= bereke.
meres
= mıras.
merestel-
mmirasına konulmuş olmak.
mergen
1. tüfekle avlanan kimse, nilanci; alğanı bolot mergendin ats.: verenin eline bir şey geçer, avcının eline av geçer; 2. tüfekle avlanma; mergenge çıktı: avlanmıya çıktı.
mergerçi
= mergen 1.
mergençilik
. (tüfekle avlana kimsenin) avcılığı.
meridian
r. tul dairesi.
merinos
r. merinos; merinos koyu: merinos koyunu, İspanya koyunu .
merro
r. yeraltı demiryolu.
merset
f. çocuk, yavru.
mert
(bk. bert) 1. burkulma; 2. ölüm , ânî ölüm, helâk; mert bol-: ölmek, helâk olmak.
merte
= mertem.
mertebe
= mertem; eki mertebe: iki defa; iki kere,
mertem
a. defa; eçen mertem; kaç defa, birkaç defa; birinci mertem: ilk defa.
mertik-
burkulmak.
mertin-
burkulmak; küçtüü küçönsö- kücünö kelet, küçü cok küçönsö-beli mertinet ats.: kuvvetli adam ıkınırsa kuvveti artar, kuvvetsiz adam ıkınırsa, beli kırıkır.
merttik
helâk, ölüm.
mesel
a. benzeş, benzeme, bemzetme.
meseldet-
kinaye ile söylemek; lâfını atalar sözleriyle, tekerlemelerle, vecizelerle süsleyip söylemek.
meskey
(r. «miska» ) çorba tası.
mestey-
= misirey- 2.
mestkom
r. (rusça «mestnıy komitet» sözünün kısaltılmış şekilidir, ki bu da mahallî komite demektir; M.).
meş
I, (r. «peç» ) soba; temir meş: demir soba. II, 1. tulum kılığında çıkarılan keçi (teke) derisi; 2. bu gibi deriden yapılan tulum.
meşkey
= meçkey.
meşşan
(r. «meşçanin» ): şehirli, burjuva.
meşşanke
(r. «meşçanka» ) şehirli, kadın.
met
et I sözünün tekidir; et-metiñ barbı?: etin-filânın var mı?
metafizika
r. mêtafizik, tabiat ötesi.
metall
r. metal, maden; kara metall: siyah metal; cıltırak metall: renkli metal.
metalçı
metalci, metalurji sanayi amelesi.
meteorologiya
r. meteroloji; meteorologiya şartlaro: hava şartları.
meti
. değirmen çekici.
metis
r. melez.
metisteştir-
melezleştirmek.
metisteştirüü
melezleştirme.
metod
r. usul.
metodika
r. usul fenni.
metr
r. metre.
metrepoliten
r. metropoliten.
meyil
a. arzu, meyil, temayül; meylim tartpay turat: canım istemiyor; arzum yoktur; meyliñ bilsin yahut öz meyliñ bilsin: canın istersen öyle öyle yap; meylinçe cesin: istediği kadar yesin;çın meyli menen kirişti: ciddiyetle,özenle girişti; meyli !. peki, hepsi bir!: meyli at, meyli öğüz bolsun: isterse at, isterse öküz olsun-hepsi bir.
meyirman
f. merhametli, nezaketli, halîm, mihirban.
meyirmançılık
şefkat, nezaket, mülâyemet.
meyiz
f. kuru üzüm.
metkin
. ova, dün; kerilgen meykin tüz cayloo: geniş ve tamamiyle düz yayla; meykin talaa: düz sahra, step.
meyli
bk. meyil.
meylüün
= melüün.
meyman
f. misafir, konuk, mihman.
meymandos
f. misavirperver, konulsever, mihmandost.
meymankana
f. misafirhane, misafir odası.
meynet
= meenet.
meyrim
= meer.
meyrimsiz
= meerimsiz.
mezelen-
manalı ve özlü olmak.
mezgil
zaman, mevsim, ân; kışkı mezgil: kış mevsimi.
mezgilsiz
mevsimsiz, münasip zamanında olmıyan.
mıçğıla-
= mıçkı-.
mıçık-
1. kazımak; tırmalamak; 2. mıncıklamak, sıkmak.
mıçkı-
mıncıklamak (elle) sıkmak, (pençe ile) kapmak.
mıçlık-
pas. mıçkı-`dan.
mıdır
hareket, kımıldamak; mıdır et-: hareket etmek, kımıldamak; mıdır etüügö darmanı cok: kımıldamaya dermanı yok; mıdır etken can cok: kimseler yok.
mıdırsız
hareketsiz, kımıldamaz.
mık
f. çivi; bir üydüñ mık-çeğeri: evin büyüğü (bütün evin mesnedi olan, bütün eve kumanda eden kimse).
mıkaaçı
1. yamyam; 2. barbar.
mıkaçı
= mıkaaçı.
mıkçı
= mıçkı.
mıkçıl-
= mıçkıl.
mıkçıñda-
tırmanmak, ıkınmak, elinden gelmeyecek işi yapmak teebbüsünde bulunmak.
mıkçıñdat-
et. mıkçañda-`dan.
mıkçıy-
kamburunu çıkarmak, büzülmek büzülmüş ve boynunu içeriye çekmiş şekilde bulunmak, kısılmak (şişman ve kısa boylu adam hakkında); mıkçıyğan: kısa boylu adam şeklinde olan.
mıkın
yan, fileto.
mıkırakay
küçük ve tıknaz.
mıkıray-
küçük ve tıknaz şekilde bulunmak.
mıkıy
I, yahut mıkıy ükü: baykuş (Nyktala).
mıkıy-
II, büzülmek, kısılmak; colborostoy catat mıkıyıp folk.: kaplan gibi büzülüp yatıyor.
mıkıyt-
et. mıkıy-`dan.
mıkıyuu
işs. mıkıy-`dan.
mıkpaş
f.k bir şeye çivi tepesi şekli vermek için kullanılan aygıt.
mıkrız
hasis, cimri.
mıkta-
bir nesneyi sağlam ve dayanıklı olmak üzere yapmak; oyuñ mıktan oylo!: iyice ve sağlamca düşün!; mıktap toyup: adamakıllı doyarak; mıktap cep: gereği gibi yiyerek.
mıktı
1. kuvvetli, sağlam, dayanıklı; 2. mümtaz, ileri gelen; respublikabızdın mıtkı kişileri: Cumhuriyetimizin ileri gelen adamları; ayıldağı mıktıbız: köyümüzün en hatırı sayılır şahsiyeti.
mıktıla-
mıktılap: sağlamca, muhkemce, esaslıca.
mıktılan-
sağlamlaşmak, muhkemleşmek.
mıktılık
sağlamlık.
mıktısı-
(manaca) = mıktısın-.
mıktısın-
kendini kuvvetli saymak; kuvvetlilik taslamak.
mıktuulan-
sağlamlaşmak, kuvvetlenmek.
mılcı-
: gevezelik etmek.
mılcıma
= mılcıñ.
mılcıñ
boş sözler söyliyen, geveze.
mılcıñda-
gevezelik etmek; bıktırmak.
mılcıy-
gözünü yarı kapamak ve yüzünü buruşturmak; kündün közünö mılcıyıp bir karap koydu: gözlerini yarı kapatarak, güneşe bir baktı.
mılğı-
içeri batmak, saplanmak; attıñ tuyağı cerge mılğıdı: atın tırnağı yere battı.
mılğıt-
et. mılğı-`dan.
mılk
. taklitlik sözdür; nayza kirdi etip folk.: mızrak (yumşak bir nesneye) serbestçe girdi, battı; mıkını mılk etet, içi-kardı şılk etet folk.: yanları «mılk- mılk» ediyor, içi ise «şılk-şılk» ediyor.
mılmığıy
çekingen, mıymıntı.
mılmıy-
çekingen, mıymıntı olmak.
mıltık-
tüfek; mıltık at-: tüfekle ateş etmek; mıltık atılıdı: tüfekle ateş edildi.
mıltıkçı-
tüfekle avlanan kimes.
mıltıkta-
tüfekle ateş etmek; tüfekle öldürmek.
mıltıktuu-
tüfekle silâhlanmış olan.
mına-
işte,: mına bu: işte bu; ana-mına; öte-beri; özüldükü degende ana-mına işim bar ats.:kendi işin bahis konusu olursa, öküz kadar gücü var; eğer başkasının işi bahis konusu olursa benim öteberi (başka) işim var.
mınakey
işte.
mınala-
mına-mına demek (bk.)
mınça
o kadar, bunca.
mınçalık
o kadar.
mınçançı
mınça`dan tertibî şekildir.
mında
burada, işte burada; andamında: arada-sırada, şurada-burada, bazı yerlerde.
mından
buradan, bundan, bunun içinden, ondan; mından kiyin: bundan sonra.
mınday-
böyle, bu gibi; mındayın kaydan biz geldik? folk;bunun böyle olduğunu nerden bilelim?
mındayça
böylece, bu suretle; mındayça aytkanda: başka türlü söylersek, doğrusunu söylemek icab ederse, açıkçası.
mındayla-
mındaylap: böylece, bu suretle; mındalap aytkanda: başka türlü söylediğimizde, daha basit bir tarzda söylersek.
mıñ
(Rad, V.) = miñ..
mıñkıl
bk. küñkül.
mıñkılda-
hımhım konuşmak, mırıldanmak.
mıñkıldat-
et. mınkılda`dan.
mıntık
= mıltık.
mırakır
a-f. seyis (doğrusu ahulara bakan memur; M.)
mıramır
= mramor.
mıras
a. 1. miras: 2. (Destanda) ölmekte olanın yahut ona tevcih edilen) vedalaşma sözü.
mırık
kenarı kırık olan, gedikli, rahneli; mırık çükö: kenarı kırık aşık; mırık kişi: hımhım adam.
mırıñda-
hımhım konuşmak.
mırıñdoo
işs. mırıñda-`dan.
mırşap
= murşap.
mırtığıy
= bırtığıy.
mırtıy-
şişmanlamak, (başlıca yüz hakkında); mırtıyıp alıptır: şişmanladı; yağ bağladı; suratı şişti.
mırtıyuu
işs. mırtıy-`dan.
mırza
a-f. 1, cömert; 2, efendi. bay.
mırzalık
cömertlik.
mısalı
= misali (bk. misal).
mıskal
a. miskal.
mıskalda-
-: mıskalda: miskallayıp; batmandap kirgen ooru, mıskaldap çığat ats.: batmanla giren hastalık, miskalle çıkar.
mış
! I, pist! II: mış bol-: korkmak:, mış kıl-: korku salmak; took mışın debeyt, ats.: (bununla) tavuğu bile korkutamazsın; calpı barıñdı mış kılar folk.: hepinizi korkutur.
mışakat
= maşakat.
mışakattuu
= maşakattuu.
mışık
kedi; mışıkka oyun; çıçkaña ölüm ats,: kediye oyun, sıçana ölüm.
mıtaam
mıtayım = mitaam.
mıtan
mayasız aş hasta için mahsus yapılmış soğuk yemek; mıtan carma; tahammur etmemiş ve bozulmuş carma (bk. carma2) yahut boza.
mtıt-
kalçadan çimdiklemek.
mıtkı-
= mıçkı-,
mıy
çıy sözünün tekidir;
mıya
sarı çiçekli acı bir otun ismidir; kızıl mıya (lâtince adı Glyeyrrhiza olan ve kökü tatlı bulunan bir ottur, mayankökü, M.); ak mıya: lâtince adı Pimpilenna Saxifraga olan bir ot.
mıyat
= miyat.
mıyattık
= miyattık.
mıyba
= mömö.
mıyık
= murut II; mıyığınan küldü emi folk.: bıyık altından güldü.
mıyırban
= meyirman.
miyoloo-
miyavlamak.
mıyoo
miyavlama.
mıytıy-
minnacık olmak.
mıyzam
a. kanun, nizam; tüp mıyzam: anayasa, kanunu esasî; mıyzam cıynağı: kanun mecmuası, code; kılmış mıyzamı: ceza kanunu.
mıyzamçı
kanundan anlayan.
mizamduu
kanuna uygun, meşru.
mizamsız
kanunsuz, gayri meşru.
miyamsızdık
kanunsuzluk.
mif
efsane.
mikpob
r. mikrop.
milrofon
1. mikrofon.
mikroskop
r, mikroskop.
mil
bildiğimiz mesafe ölçüsü.
mildet
a. 1. vazife, ödev 2, taahhut; 3. görülen iş, fonksyon; mildet kat: taahhütname; başkaruu mildeti:idarî vazife.
mildetker
a.-f. mesul, mesuliyetli; cılkıga özüm mildetker: atlar için kendim mesulüm,
mildetten-
taahhüt etmek, üstüne almak.
mildettendir-
vazife olarak verme, taahhüt ettirmek; mağa mildettendirdi: o bana yülletti; beni taahhüt altına kodu.
mildettendiril-
taahhüt altına konulmak.
mildettendirüü
taahhüt altına koma; vazife olarak yükletme.
mildettenme
taahhüt; milddettenmelerin orundastı; taahhütlerini yerine getirdiler.
mildettenüü
işs. midetten-`den,
mildettüü
1. mecburî, vazife olarak yükletilmiş; mildettüü toktom: mecburî kararname; 2. medyum olan; bul baktıluu turmuş üçün coldoş Stalinge mildettüübüz: bu mes`ut hayatı biz yoldaş Stalin`e medyûnuz.
milimetr
r. milimetre.
militsiya
r. milis.
miliyan
= milliion.
miliyse
kon. 1. = militsiya; 2. polis memuru.
milliard
r. milyar.
million
milyon.
milte
1. fitil; miltıktın miltesi: tüfeğin fitili; 2. geniş yakalı ve gocukların dikiş yerlerine konulan kaytan, zırh.
miltelüü
fitilli; miltelüü miltık: fitilli tüfek.
min-
binmek, ata binerek gezmek; ögüz min-: öküze binip dolaşmak; at min- yahut atka min- bk. at I; cöö cürgönçö, töö minger cakşı ats.: yaya gezmektense, deveye binmek iyidir; kayık min-: kayığa binmek; terezesi cerge minip oturgan cer üy: penceresi tam yere bitişik olan toprak ev (zeminlik).
mineral
r. maden; minarel semirtkiç: madenî gübre.
mingiz-
bindirmek; at mingiz-: 1) ata bindirmek, 2) at hediye etmek; kayısı attı mingizebiz?: onu hangi ata bindireceğiz?
miñ
bin.
miñde-
: miñdeğen cılkı: binlerce at sürüsü; miñdep: binlerle:
minil-
mut. min-`den; minilbegen cılkı: üzerlerine eğer vurulmamış olan atlar.
ministr
r. vekil, nazır, bakan.
ministrlik
1. vekâlet, nezaret, bakanlık; 2. vekile mensûp ait, müteallik; ministrlik portfel: vekâlet çantası.
mint
= munet.
mintiş-
müş. mint-`ten.
minus
r. nakıs.
mis
If. bakır. II = miz.
misal
a. örnek, misal; misali: meselâ.
misirey-
1. şişkin, kabarık olmak; 2. dırenerek susmak.
misker
f. 1, bakırcı; 2. çilingir
miskerlik
1. bakırcılık zanaatı; 2. çiliñirlik sanaatı.
mispildirik
: mispildirik bol-: nam-nışan bırakmadan koybolmak; mispildirik kıl-: imha etmek.
missiya
r. ayrıca bir memuriyet (mission).
miste
f. fıstık (piste).
mistika
r. tasarruf.
miston
r. piston.
miş
= imiş.
mit
it sözünü tekidir; it-mit kaap albasın: köpek filân ısırmasın.
mitaam
a. dolandırıcı, açılgöz.
mitaamçılık
dolandırıcılık.
mitaamdık
= mitaamçılık.
mital
kon. = metall.
mitayım
= mitaam.
mite
1. mit. koncoloz, vampire (12-13 yaşındaki çocuk kılığında olan bir varlıktır); 2. tufeylî.
miteçilik
tufeylîlik.
mitep
kitep sözünün tekidir; kitep-mitep: kitap-filân.
mitiñ
r. miting.
mitiñke
mitiñge = kon. = miting
miyat
taraftar, müdafi; sen ağa mıyat bolbo: sen onun menfaatlerini müdafaa etmek.
miyaz
= piyaz.
miyiz
kiyiz sözünün tekidir; kiyiz-miyiz öñdöngön ğana bir demeklerdi kötörö kelgenbiz: keçe-filân gibi bazı şeyler getirmişiz.
miyna
f. mine; miyna tök- yahut miyne cögör: mine vurmak (başlıca süs olmak üzere).
miyri
iyri sözünün tekidir.
miysal
= misal.
miz
sivri uç; keskinbir aygıtın yüzü; mizin kayra: yüzünü bilemek; bıçaktın mizi kayttı: bıçak körleşti; mizi kayttı: sâkinleşti; mizin kaytar-: 1) körleştirmek; 2) burnunu kırmak, kibrini gidermek; 3) bir işten soğutmak, hevesini söndürmek, gayretini körleştirmek; düşmandın mizin kaytaruuğa dayar bolodu: düşmana karşı koymaya hazır bulunalım; kılıçtın mizin cala-: folk. kılıcın yüzünü yalamak (destanlarda bahadırların antlarını pekitmek şekillerinden biridir),
mizbildirik
= mispildirik.
mizde-
keskin bir aygıtın yüzünü bilemek.
mizdüü
keskin; eki mizdüü: iki yizli (her iki yanı keskin olan).
mizildet-
taklitlik sözdür: mitedey mizildetip sorup cattı: koncoloz gibi emdi.
mobilizatsiya
r. seferberlik.
mobu
= mabu.
mocu
I = bocu. II, çaydanlığı kaynatmak için sacayak.
mocula-
ata «tenbiye» (araba dizgini) takmak.
moda
r. moda.
moko-
körleşmek, kesmez olmak; orok mokosun!: orak körleşsin! (eli biçenler için iyi dilek); ak moko: nefret etmek; uruuçuluktan ak mokodu: kabile kavgaları onları bizar etti; men bara berip ak mokodum: ben tekrar-tekrar gitmekten biktım, usandım; kıraklılığı mokoğon: uyanıklığı körleşti.
mokoço
çoc. umacı hilkat garibesi; mokoço kele atat: umacı geliyor.
mokoğonduk
körleşmeklik, körleşme; kıraakılıktın mokoğonduğu: uyanıklığın körleşmesi.
mokok
1. kör (bıçak hakkında); 2. kalın kafa, balık beyinli.
mokoş
körleşme; kıraakılıktın mokoşu: ıyanıklığın körleşmesi.
mokot-
1. körletmek, kör yapmak; 2. korkutmakgöz dağı vermek; meni mokotup aytkan sözü: beni korkutmak maksadiyle söylediği lâfı.
mokotuu
işs. mokot-‘dan; kıraakılık mokotuu: tayakkuzu körletme.
mol
çok, bol, mebzûl; keñ mol: 1) gayet geniş, bol; 2) gayet mebzûl.
moldo
a. 1. es. okur-yazar kimse; 2. heyeti runaniyeden bir şahsiyet, molla imam; akırın baskan moldodan saktan, ala çapan kocodon saktan ats. : yavaş basan (yani alçak gönüllü gözüken) molladan sakın, alaca cübbeli seyid’den sakın; üköz moldo bk. üköz; ak moldo mec: votka, imam suyu.
moldoluk
mollalık mesleği yahut durumu.
moldok
bolluk.
molo
1. türbe, kabir; boordoş molosu: kardeşler kabri, müşterek kabir; 2. söv geberesi!
molok
yahut molok kulak (karş. çunak, muluk) : kesik kulaklı.
molotilka
r. harman makinesi.
moltoñ
: moltoñ moltoñ et- = moltoñdo-.
moltoñdo-
hareketlerinde güdüğe benzemek (diyelim, kolun kesik parçası, tüysüz çene, kılsız kuyruk hakkında) ; soltobay kelet soltoñdop, sakalı cok moltoñdop folk. : soltobay soltabayca ve sakalsız çenesini öne doğru çıkararak geliyor.
moltoy-
tomruk, kütük şeklinde bulunmak.
momintip
işte böyle, işte bu tarzda.
momo
çin. 1. mayasız (tuzsuz) olarak buğuda pişmiş ekmek; 2. momo toğolok: balçıktan yuvarlaklar (yapı malzemesi) ; momo toğoloktop salğan üy; balçık yuvarlaklarından yapılmış ev.
momoloy
bk. çıçkan 1.
momopozi
= mampazi.
momun
Ia. 1. kanaatkâr, sâkin, mütevazi; 2. müttaki, Allahtan korkan. II, r. karo (oyun kâğıdının rengi) .
momunduk
1. itidal, alçak gönüllülük; 2. takva, pehrizkârlık.
momura-
sâkin, sükûti, halîm olmak; momurağan: halîm, uysal; momurağan cumşak tün: sâkin ve yumşak gece.
mon
söykö (bk.) nün aşağı, geniş kısmı.
monarhiya
r. monarşi.
monarhist
r. monarşist.
monço
hamam.
monçoçu
hamamcı; hamam işleten.
monçok
boncuk; tamaktan ayağan monçok kurusun ats. : yememek- içmemek suretiyle satın alınıpda, taşına gerdanlık yok olsun! ; tamak monçuk, gerdanlık; çaç monçok: saç örgüsünün ucuna takılan ziynet; suu monçok 1) (kıymetli vwe ekseriya inciden olan) ufak taneler; 2) bu gibi tanelerden olan gerdanlık; monçoktoy: tıknaz ve endamlı, iri-yarı (insan hakkında).
monçokto-
bocuk taneleri görünüşünde bulunmak; közünön monçoktop caş ketti; gözünden iri iri gözyaşı döküldü.
monçoktot-
et. monçokto’dan.
monçoo
= monço.
monizm
r. (bütün alemi tek bir unsurla izah etmeyi hedef edinen sistem; m.)
montoñdo-
= moltoñdo-.
moolut
a. 1. keder; 2. arzu.
mookum
= mook; mookumum kandı: tam manasiyle tatmin edildim; mookumuñ basılbadıbı? : bir parça ferahladın mı? ; ıylap mookumum basıldı: ağlayıp bir parça içim açıldı; mookum bas-: teselli vermek.
mookun
= mook; mookunu kañança: tam tatmin edilinceye kadar, alabildiğine, bol bol.
mor
I, (karş. kariney 1) balçık veya tuğla baca; meştin moru: soba borusu. II, 1. yarı yanmış koyun tezeği (ki bununla ufak-tefek işler için değnekleri yumuşatıyorlar) ; 2. bir nevi koyu-kahve renginde olan boya.
moral
r. ahlâk (morale).
moralsız
ahlâka aykırı (amoral).
moralsızdan-
ahlâksızlanmak.
moralsızdanuu
ahlâksızlanma, demoralizayon.
moralsızdık
ahlâksızlık, ahlâk mefhumuna ehemmiyet vermemezlik.
mordo-
mor’a koymak suretiyle doğrultmak (bk. mor II, 1. ) iyri çığaç tüz bolot, tezge salıp mordoso folk. : iğri değnek doğruluyor, eğer doğrultma ayğıtına koyarak düzeltilirse.
morpo
sorpo sözünün tekidir.
mort
I, çort-mort dep sök, : şeytanı anarak sövmek. II, çabuk kırılan, tez kırılmaya müsait olan; köynöğüñ mort bolsun, canıñ bek bolsun! (yeni gömlek giyen çocuk için iyi dilek) : gömleğin yırtılsın, canın pek olsun!
moskool
sağlam yapılı (insan hakkında) .
mostoy-
somurtmak; karabaysıñ mostoyup, kadırıñ menden kalğanbı? : folk. : somurtuyorsun ve bakmıyorsun, yoksa bana hatırın mı kaldı?
mostoyt-
-et. mostoy-‘dan; közdörün mostoytup: surat asarak, somurtarak.
motoñdo-
= moltoñdo-.
motor
r. motör.
motorçu
= motorist.
motorist
r. motörist.
motoy-
= moltoy:
moturañda-
hareket etmek (tombul ve sevimli çocuklar hakkında) .
moturay-
tombul ve sevimli olmak (çocuk hakkında) ; ata! kağılayındardı körçü! moturayıp turuşkanın! : vay, şu sevimli oğlanlara baksana, ne kadar tombuldurlar!
moyloo
f. bıyık.
moymol
güzel kadın, dilber.
moymolcu-
güzel görünüşte bulunmak, güzelleşmek, güzellikle parlamak; moymolcuğan: güzel kadın, dilber; moymolcuğan köz: güzel gözler.
moymolcut-
et. moymolcu-‘dan.
moymoldo-
= moymolcu-; kara közü menen moymoldoy karap turat: güzel siyah gözleriyle bakıp duruyor.
moyno-
direnmek, inat güstermek, elden kaçmak, harınlamak; at moynop ketti: at harınlayıp, serkeşlik ediyor, bağlatmıyor (yakalanmış olmakla beraber durmuyor, kurtulmaya çalışıyor) ; moynop könböy kaldı: aksilik etti ve uzlaşmaya yanaşmadı.
moynok
1. devenin boyun derisi; tönönün moynboğu: devenin boynuna ve başına atılan bayramlık örtü; 2. ak boyun (sık- sık tesadüf edilen köpek lağabıdır) ; 3. köpek, erkek köpek; 4. dik geçit; it cübös moynok colu bar folk. : köpeğin bile geçemediği bir geçit yolu vardır.
moynook
boynuna kement atılırken durmıyan at.
moypoñdo-
: moypoñdo corğolo-: yorga yürümek; cüğörünün sabağın uy moypoñdop cakşı ceyt: mısırın sapını inek büyük bir iştahla yiyor.
moysapıt
f. aksaçlı, ihtiyar, muyu sefid.
moyso-
dövmek; moysop saldı: adamakıllı dövdü, patakladı.
moysoş-
müş. moyso-‘dan.
moytoñdo
= moltoñdo-.
moytoy-
= moltoy-.
moyul
salkım erik ağacı (prunus padus) , yabanî diken.
moyun
boyun; koluñ menen kılsañ, moynuñ menen kötörörsüñ ats. : elinle yaparsan boynunla kaldırırsın (mesuliyet hakk) ; moyuña al-: üzerine almak, kabul etmek; cañılıştarın moynuna aldı: kendi yanlışlarını kabul etti, itirafı kusur etti; moynum alam: üzerime alıyorum, kabul ediyorum, deruhte ediyorum; moyuña art-: (birisine) yükletmek, taahhüt altına koymak, vazife olarak vermek; moyunsun- = boysun-; moyun ber-:teslim olmak, yenilmek; moyun küçtükkö sal-: kuvvete güvenmek, kuvvete dayanmak; moynu toñ: inatçı, dik kafalı; moyun alış-: boyunlarını sarmak suretiyle kucaklaşmak; moyuña kur (yahut: boto-, yahut: çılbır) sal- (yahut salın-) es. : kendi boynuna kuşak (yahut: atkı, dizgin) atmak; mec. boyun eğmek, ran olmak, itaat etmek; moynum car berbeyt bk. car II.
moyunça
iki yaşına basmış ve meme emmeyi bırakmış olan buzağı, dana.
moyunda-
: at moyunda: kamçı ile atın boynuna vurmak ve bu suretle onu bir yana çevirmek (bu hareketiyle atlı protestosunu ifade ediyor ve çekilip gidiyor) ; keçeği sözün bugün boyundabay tanat: dünkü sözünübugün üzerine almayıp inkâr ediyor.
moyundaş-
biri-birinin boynuna sarılmak; eköö moyundaşpay koydu: ikiside kabahatini itiraf etmedi (yahut kendilerine karşı sürülen iddiayı üzerine almadı.)
moyunturuk
boyunduruk.
möbörö
= memire 1.
möç
köç sözünün tekidir; köç-möçü menen bütün göçü ile.
mögdö-
bacakları pek fazla yormak.
mögö
= mömö; mnögödöy salbıra folk. : tezellül ederek, yalvararak eğilmek.
mögöçüktö-
= mögdö.
mökü
bir çeşit ayakkabı.
möl
1. möl-möl = mölt-mölt (bk. mölt). II, f. çok yavaş; çok nemli; mlö otun: büsbütün yaş odun:
mölçör
tayin edilen nokya, muayyen hat, sınır.
möldür
= möltür.
mölt
: mölt-mölt et-: yıldırmak; mölt et: parlamak; közünön mölt etip caşı agıp ketti: gözlerinden parlayıp, yaşları akıverdi.
möltüldö-
parlamak, yalabılmak.
möltüldöt-
et. möltüldö-‘den.
möltür-
1. yalabıyan, parlayan; 2. temiz, şeffaf; möltür bulak: temiz pınar.
möltürö-
1. parıltı ile hafifçr titremek; sımap möltüröp turat: cıva yıldırıyor; cüzüm möltüröp turat: üzüm parlıyor; möltürögön kelinçek: güzel gelin, genç kadın; almaday möltürögön suluu kız: elma gibi parlak kız; 2. şeffaf, temiz olmak (başlıca, damla hakkında) ; möltürögön bir tamçı suu: şeffaf bir damla su.
mölüy-
yalvararak, rica ederek bakmak.
mölüyt-
et. mölüy-‘den.
mömö
ö-, f. meyva, yemiş; mömö çığaçtarı: meyva ağaçları.
mömö-
ö-, meyva vermek (bitki hak.)
mömölöş-
müş. mömölö-‘den.
möndü
(destanda) kalmuklar ve çinliler tarafından bir savaş parolası gibi kullanılan söz.
möndülö-
“möndü” diye bağırmak (bir savaş parolası olmak üzere)
möndür-
dolu.
möndürlöö-
(dolu) yağmak.
möngü
gağ cemûdiyesi, ebedî kar; möñgünün karınday: dağ cemûdiyesi karı gibi (ak).
möñgülüü
cümûdiyeler ve ebedî karlar ile (dağ hakk.) ; möñgülüü toolor: cümûdiyeli dağlar.
möñkü-
1. sıçramak; 2. gürlemek, çağlamak.
möñküt-
et. möñkü-‘den.
mönötay
r. şahit, yardımcı.
möntöğöy
küçük minnacık.
möntöy-
küçük görünüşte bulunmak.
möön
kırkbayır bağırsağı; möödüñ tuyuk uçu: kör bağırsak.
möönüt
a. vade, müddet, mühlet; kıska möönöt: kısa mühlet, kısa vadeli; möönötü uzatılğan karız: mahleti uzatılmış borç: möönöttön murda: vadesinden önce.
möönötsüz
müddetsiz, vadesiz; möönötsüzpasport: müddetsiz pasaoport.
möönöttüü
vadeli; ızak möönöttüü: uzun vadeli: kıska möönöttü: kısa vadeli.
möör
f. mühür, kendi aduı yazılı olan mühür; möör bas-: mühür basmak, mühürlemek.
möörö-
böğürmek.
möörök
çok böğüren inek yahut öküz.
mööröt
et. möörö-‘den.
möösül
tar. 1. kırgız memurlarının yahut kabile ulularının nezdinde usta atlı; 2. harp ganimetinin hanın yahut derebeyinin nefine ayrılan kısmı.
möp
mö hecesiyle başlıyan kelimelerin önüne takviye içi getirilir; möp- möldür; büsbütün şeffaf, tertemiz.
mörö-
= möörö-
möröy
1. kazanılan zaferin neticesi; zaferle tatmin edilmek (maddi neticeler olmıyabilir); 2. öndül, mükâfat; möröy al-: bahsi kazanmak, müsabakalarda yenmek; möröy aldır-: müsabakalarda kaybetmek, bahsi kaybetmek; möröyün aldırdı: müsabakada kaybetti; 3. = ordo 3; möröy at-: ordo oyunu oynamak.
möröylöş-
yarışmak (başlıca yaya ve at koşularında).
mramor
r. mermer
mubarek
= maarek
muda
kuda sözünün tekidir; kudamudalar: dünür-filânlar.
mudaa
= müdöö; mudaağa cet-: maksada, arzu edilen şeye ermek.
muğalim
a. muallim, öğretmen.
muğalimdik
muallimlik, öğretmenlik, muallimlik vazifesi yahut vaziyeti.
muhit
a. es. = okean.
mukaba
f. cilt, kitap cildi (‘)
mukabbat
= makabbat
mukam
a. makam, ahenk (rhytme), ahenklik; aytkan sözün mukamına cetkiret: rabıtalı ve ahenkli konuşuyor; mukam sözdüü: tatlı sözlü.
mukamduu
ahenkli, mevzun; mukamduu ün: ahenkli ses.
mukakta-
(manaca) = mukaktan-; mukaktap coop bere alğanı cok: rabıtalı bir cevap veremedi.
mukaktan-
kekelemek, duraklamak, söz bulamamak, şaşırmak; “ men… meni ” dep mukaktanıp kaldı: şaşalayıp “ ben… beni “ diye mırıldandı ve kekeledi.
muktac
a. muhtaç.
muktacdık
muhtaçlık, ihtiyaç; eldiñ muktacdığı cönünde partiya menen ökümöttün kamkorduğu: parti ile hükümetin ahalinin ihtiyaçlarını düşünmesi.
muktasar
a. şeriat hükümlerini içine alan bir kitabın adıdır (muhtasarul-vikaye; m.)
mukum
büsbütün, tamamiyle.
mukur
1. kör, körlenmiş (kesmez olan); mukur şibege: kısa (aşınmış) biz; ayağı mukur: topal; mukurmunduz: bir hastalıktır, bununla musap olanın bütün vücudü karhalarla kaplanır; 2. filorcin kuşu: fringilla montifringillia.
mukurañda-
: mukurañdap basalbay kaldı: aksayarak, ayağına basamadı.
mulcuy-
düm-düz olmak, pürüzleri kalmamak; sakal-murutu cok mulcuyğan abışka: sakalsız; bıyıksız ihtiyar.
multuñda-
= moltoñda.
multuy-
moltoy.
muluk
1. kesik, küt (diyelim, parmağın bir hayut birkaç tane boğumu kesik bulunduğunda); muluk kulak: kesik kulak; 2. çoc. küçük kızcağızın ferci.
muluke
= muluk 2.
mumuş
cumuş sözünün tekidir; cumuş- mumuş bolup kalsa: iş-filân olursa.
mun
munu, munuñ, bk. bul I.
munabu
= mabu.
munacat
a. yakarış, münacat (Allaha).
munar
I = munara. II, serap, karanlık, havanın hafifçe beyazımsılığı. III, (destanda) kocaman bir ağacın adıdır.
munara
a. kule, minare.
munardan-
hafif karanlıkta, hafif sisle örtülmek; keçinde munardanıp kün batkan: akşam güneş hafif sis içinde batıyordu; munardañan too: hafif sisle kaplanmış olan dağ.
munardaş-
(manaca) = munardan.
munarık
= munar II.
munarıkta-
= munardan-.
munayım
a. yumşak mülayim, nâzik, halim, sâkin; sakimday çüzüñ munayım folk. : yüzün serap gibi mülâyimdir.
munça
= mınça.
munçalık
. mınçalık.
munçu
(karş, sal I ) 1. sakat, (bir kolu yahut heriki kolu, bir bacağı yahut her iki bacağı olmıyan) ; 2. malûl, çalışma istidadını kaybeden; uruş muncusu: harp malûlü; emgek muncusu: emek malûlü (iş esnasında malûl olan).
munday
= mınday.
munduz
mukur sözünün tekidir.
munet-
mint-, münt- (munu+et) ; öyle yapmak; münetip yahut mintip yahut müntür: öyle, şöyle, bu suretle; munetpe yahut mintpe: öyle yapma, böyle hareket etme.
muñ
I, keder, can sıkıntısı gidermek; közdön muñ çeç-: can sıkıntısını gidermek; közdön muñ boldo: bir lâhzada gözden kayboldu.
muñ-
II = muñay-; muñbay: kederlenmeden, tasalanmadan.
muñay-
II kederlenmek, hasret çekmek, tasalanmak.
muñayıkı
bir parça kederli; muñayıkı tart-: tasalanmak; cüzü muñayınkı: yüzü kederli.
muñayım
keder, tasa; muñayım tart-: kederlenmek, somurtmak.
muñayt-
et. muñay-‘dan; köz muñayt-: hasretle bakmak, acıklı bir surette bakmak,.
muñda-
kederlenmek, merak etmek; kedeydin muñun muñdabadı: fakirlerin kaygılarını paylaşmadı, onları düşünmedi.
muñdan-
= muñday.
muñdant
kederlenmeyi mucip olmak.
muñdaş
keder ve tasayı paylaşan.
muñduk
dert, keder; kımızdan eki kese içken-muñduk, ayrandan eki kese içken-şumduk ats. : iki kâse kımız içmek derttendir, iki kâse ayran içmek hayâsızlıktandır.
muñdur-
kederlenmeti mucip olmak.
muñduu
kederli, dertli, kaygılı.
muñduula-
: muñdulup süylö: kederlenerek söylemek.
muñkan-
= muñay-; muñkangan ün: hazin ses; muñkanıp ıylat: acı-acı bağırıyor. muñkat- et. muñkan-‘dan; ırın muñkantıp brıp toktottu: kederli bir eda ile şarkı söyledi ve birden-bire şarkısını kesti.
mutn
(r. “bunt”) isyan (1916 yılında kırgız kıyamı); munt cılı: kıyam senesi (1916 yılı); munt cılı törölgön bala: 1916 yılında, yani kıyam senesi doğmuş olan çocuk.
muntur
tantır sözünün tekidir.
munu
munun, bk. bul I. muptu, a. müftü, fetva veren kanunşinans(bk. batıba)
mura
= murat.
murakır
= mırakır.
murap
I, f. köyde veya kasabada sulama tevzii işlerine bakan memur, mirâb. II = mıras.
muras
IImıras.
murat
a. gaye, arzu, murad; baylıkmurat emes, coktuk uyat emes ats. : zenginlik-gaye değil, fakirlik ayıp değil.
muraz
I = mıras. muraz II = murat; sen emne murazğa cettiñ? : sen ne muradına erdin? .
murç
f. siyah biber. (*)
murça
serbest zaman, boş vakit; murçam cok yahut murçam tiybeyt: vaktim yok meşgulüm.
murçu-
elden kaymak (aşık oyununda çelik hakkında) .
murçuy-
somurtmak; (memnuniyetsizlik ifade ederek) dudak bükmek; murçuyup kabağın tüyüp kuydu: dudak büktü ve kaşlarını çattı; ırancığan tüs menen murçuyup bir karap aldı: somurtarak ce muğber bir tarzda bir baktı; asımay tartkanda murçuyup kalat: enfiyeyi dil altına atarken dudakları iğritiyorlar.
murda
önce, daha evvel; mınadn murda körülbögön türdö: bundan önce görülmemiş şekilde; baarınan murda: her şeyden evvel; elden murda: 1) herkesten önce; 2) her şeyden önce; kün murda: vakti zamanında, önceden, münasip zamanında,; möönöttön murda: vadesinden önce, müddeti gelmeden. = murda.
mursdağı
eskideki, evvelki; murdağı künü: evvelki gün.
murdu
bk. murun I.
murşap
f. tar. (kokand hanlığında) bir polis memuru, miri şeb.
murun
I, 1. burun; murdu (bazan murunu) : burnu; it, murduna suu kirgende, süzöt ats. : köpek, burnuna su girdiğinde yüzüyor; eki kolubuzdu murdubuzga tığıp kala berdik: (iki elimizi burnumuza sokarak kaldık; murdun ceñine katıp, baş kötörö albayt; kuyruğunu kıstı, başını iğdi, kibiri gerildi (harf. : burnunu yenine saklayıp, başını kaldıramıyor) ; kündüñ murnu çıkkanda (yahut cayılganda soñ yahut cayıları menen) : tam güneş doğmaya başlarken, sabah erken; açuusu murdunun uçunda: çabuk kızıyor; it murun: yabanî gül ağacı; 2. burun deliği; eki murdu dardaktap folk. : burun delikleri kabarıyor. II, daha evvel, eskiden; kün murun: vakti zamanında; murunuraak: bir parça erkenden.
murundan-
(birisine. bir nesneye) burun hususunda benzemek; at baskan munundan: burnunu at çiğenim gibi basık.
murunduu
burunlu; kır murunduu, bk. kır I.
murunku
evvelki, eski.
muruntan
eskiden; öteden beri.
muruntuk
(develer, öküzler için) burunsalık.
muruntuka-
1. burunsalık geçirmek; 2. mec. gem vurmak, zaptetmek.
muruntuktat-
et. muruntukta-‘dan.
murut
I, a. mürid. II, bıyık; murut al-: bıyığı kırpmak; muz murat: bir çeşit kara kuştur, ki gagasının iki yanında bıyıkları olur; murutunan küldü: bıyık altından güldü.
muruttu
pala bıyık.
murza
= mırza.
musaapır
a. gezginci, yersiz-yurtsuz; musaapır gol-: aciz bir durumda bulunmak, yalnız ve ev-barksız bulunmak; musaapır tart: acizlik göstermek.
musaapırçılık
gezginci, garip kimsenin hali, yersiz-yurtsuzluk, acizlik.
musaldas
musallas, a. üzümden yapılan şarap, müselles (başlıca, evde imal edilen) .
musapır
= mussapır.
muskul
r. adale.
mustak
1. cumûdiye; 2. yüksek yazlık dağ merası, otlağı, yayla; mustakka tuuğan: yüksek dağ yaylasında doğmuş; 3. buz kesilmiş, soğuk.
mustapa
a. dn. seçilmiş (muhammed peygamber’in sıfatıdır) , mustafa.
mustaraf
a. mustarap kılba! sövme tabiridir.
musulman
a-f. musulman.
musulmançılık
bir müslümana lâyık olan hareketler ve işler.
musurman
= musulman.
muş
f. yahut muşt yahut muştu yahut muştum, 1. yumruk; muş tüy-: yumruk sıkmak; muştumday: yumruk gibi, küçük, küçüçük; kök muş: 1)pek fazla morarmış; 2) aşırı hiddetlenmiş, kudurmuş; suunu talaşıp, kök muş bolup caykan: su için adamakıllı çekiştirdiler; muştum cıttat-: yumruğu burun dibine yaklaştırmak, yumrukla burnuna vurmak; 2. kuvvet.
muşt
bk. muş.
muşta-
vurmak, dövmek, yumruklamak; bıçak menen muşta-: bıçakla vurmak, bıçak saplamak.
muştağıla-
it. muşta-‘dan; üstöldü muştağılap: yumruğiyle masaya vurarak.
muştat-
et. muşta-‘dan.
muştek
= muştuk.
muştu
bk. muş.
muştuk
alıcı kuşu elden koyuverme.
muştum
bk. muş.
muun
I, 1. boğum, mafsal; muunu cok yahut munu boş: kuvvetsiz gevşek; muun-cüün, bk. cüün; kırk muun: 1) bir otun adıdır; 2) bilek; 2. nesil; 3. gıram. hece; tuyuk muun: kapalı hece; açık muun: açık hece.
muun-
II, boğulmak, nefes alamamak; muunup öldü: asılıp öldü.
muuna-
1. (kesilmiş gövdesini parçalarken) kemiği kemikten ayırmak; 2. azaları biri-birinden ayırmak suretiyle dağıtmak.
muunak
1. mafsal, boğum yeri; 2. (bir nesnenin çevresindeki) çentik, oyun.
muunçul
gram. hece teşkil eden.
muundur-
boğmak.
muunduu
1. boğumlu, mafsallı; 2. gram. hecelerden teşekkül eden; eki muunduu: iki heceli (kelime) ; 3. (etrafında) çentiği olan.
muunt-
= muundur; cakasın muunta karmaştı: biri-birinin yakasına sarıldılar.
muuzda-
boğazını kesmek, boğazlamak.
muuzdal
pas. muuzda-‘dan.
muuzdoo
1. boğazlama; 2. boğazlama yeri (boğazlarken bıçağın geçeceği yer) .
muyru
iyri sözünün tekidir; iyri-muyru: eğri-büğrü, şaşı, yılankavî.
muyu-
1. inanmak, kanaat hasıl etmek; güvenmek; 2. ehemmiyet vermek; 3. peşinden takip etmek; 4. bir şeye, bir işe gönül bağlamak.
muyuş-
muyu-‘dan müş. ( = muyu) .
muz
buz; muz carğıç: buzkıran (gemi) ; cürögünö muz boldum folk. : “yüreğine buz oldum” : ben om da nâhoş hisler ve hâtıralar uyandırdım.
muzda-
buz kesilmek, donmak, pek fazla soğumak; cüröğüm muzdadı: hayal kırıklığına uğradım, soğudum, küstüm; muzdadı senden soğudum.
muzdak
buz gibi, soğuk, donmuş; muzdak suu: soğuk su, buz gibi su.
muzdat-
buza çevirmek, dondurmak; cürögömdü muzdattı.beni hayal kırıklığına uğrattı, soğumaklığıma sebeb oldu.
muzdoo
buvzlaşma, donma, pek fazla soğuma.
muzey
r. müze.
muzika
r. musiki.
muzikalaştır-
musikileştirmek.
muzikalık
musikiye mensûp, ait, müteallik; musikalık aspaptar: musiki âletleri.
muzoo
bir yaşında olan buzağı; muzoo tiş örülgön kamçı: hususî bir nakışla örülmüş kamçı.
muzoobaş
1. kök kurdu, halkalı; 2. zehirsiz büyük örümcek: phalangina.
muzooçu
buzağı çobanı.
muzoolo-
buzağılamak.
müçö
I, 1. bedenin bir kısmı, uzuv, organ, aza; anık müçö: hakikî aza; çetki müçö mat. : kenardaki had; okşoş müçö mat. : müşabih had; ortoñku müçö mat. : ortadaki had; söz müçösü gram. : aksamı kelâm; aytuu müçölörü db. : telaffuz uzuvları; süylöm müçölörü gram. : cümlenin uzuvları; süylöm düñ cay müçölörü gram. : cümlenin bayağı uzuvları; süylömdüñ kurama müçölörü gram. : cümlenin katmerli uzuvları; 2. es. ölünün evinde, cenaze merasimine gelen kabile mümessillerine verilen şey; elge müçö ber-: ölünün istirahatı ruhu için sadaka, hediye dağıtmak.
müçö-
II, hayvan devri takvimine göre, kendisinin doğduğu seneye ermek (bk. müçöl) .
müçöl
1. on iki senelik hayvan devri takvimi; 2. bu takvimin bir yılı; 3. doğum senesi (her oniki senede bir defa gelir: bu yılın başı insan için muhataralı sayılırdı) ; meniñ bugün üçüncü müçölöm: ben bugün otuzaltı yaşımı doldurdum; 4. yıldönümü; on cıldık müçöl: onuncu yıldönümü.
müçölö-
parçalnamk, uzuvları biri- birinden ayrılmak; car aar kaysı cerine müçölöp çıktı: yaralar her azasında peyda oldu; müçölöbös söz gram. = senek söz (bk. senek) .
müçölömö
1. taazzi eden, 2. gram: değişen; müçölömö söz: değişebilen söz.
müçölöt-
parçalamak, uzuvlara ayırmak.
müçölötüü
uzuvlara ayırmak.
müçöüü
: alp müçölüü: bahdır biçimli.
müçöö
= müçö I.
müçü-
muvaffak olmamak (maksada yaklaşıpta, ona mulaşmamak) ; müçüp karmay albay kaldım: yakalıyamadım (hâlbuki bu maksada çok yaklaşmıştım) :
müçülüş
kifayetsiz, az miktarda olan; akçam müçülüş bolup, palto alamadım: param yetişmediğinden, palto alamadım.
müçülüştö-
: müçülüştöp: azar; azacık, güç hal ile.
müçülüştük
kifayetsizlik; eksiklik; akçanın müçülüştügönön mıltık alalbaldım: paranın kıtlığından tüfek alamadım.
müdöö
a. arzu, gaye, menfaat; emine mündööñ bar? : ne istiyorsun?
müdür
a. es.müdür, direktör.
müdürüktö-
homurdanmak, mırıldanmak.
müdürül-
sürçmek.
müdürült
., et. müdürül-‘den; coldoş bolbo ayğakka, müdürültöt tayğakka ats. : koğucu ile yoldaş olma. o seni attan düşürür.
mük
cüz sözünün tekidir; cük-müğü menen: yükleri-filânları ile beraber.
mülcü
I, kolu-botu mülcü-şalkı: bacakları elleri gevşemiş.
mülcü-
II, kemirmek; kono catpay, kepke toyboyt; söök mülcüböy, etke toyboyt ats. : gecelemeden lâra doyulmaz, kemiğini kemirmeden ete doyulmaz.
mülcün-
müt. mülcü- II’den.
mülcüñdö-
dudaklara çiğnemek.
mâlcüñdöt-
et. mülcüñdö-‘den; ooz mülcüñdöt- = mülcüñdö-.
müldö
büsbütün, tamamiyle, genelce; müldö bezip ketti: büsbütün kayboldu, battı; müldö ködör üzdü: büsbütün umudunu kesti; müldö deyerlik: umumiyetle denildikte.
müldü
hep, hepsi (herkes) .
mülk
. , a. 1. mülk, emlâk (başlıca, kıymetli malü-mülk) 2. mal, servet; koom mülkü: cemiyetin malı.
mültüldö-
gizlice, sinsice hareket etmek; mültüldöböy, bul cergele süylöşsöng: fısıldamadan, açıkça konuşsun ne olur sanki?
mültüldök
1. yavaş-yavaş kendi işlerini beceren kimse; 2. şahsi rabıtalarından istifade ederek, gizlice hareket etmek suretiyle başkalarının işlerini takip een kimse.
mültüldöö
işs. mültüldö-‘den.
mültüldöş-
fısıldaşmak; başkalarından gizli olarak, müzakerelerde bulunmak; hep beraber ufak-tefek işleri becermek.
mültüldöşüü
işs. mültüldöş-‘den.
mültüldöt
et. mültüldö-‘den.
mültürö-
yıldıramak, parlamak.
mültüy-
: tilegim mültüyüp kalsın! : bütün arzularım mahvolsun! iyilik yüzü görmeyim!
mülük
I = mülk. II, dert, keder.
mülüsker
= münüskör.
mümkün
a. olabilen, caiz, yapılabilen, mümkün kabil.
mümküncülük
imkân, cevaz, yapılabilirlik.
mümkündük
= mümkünçülük.
mğmkünsüz
imkânsız, caiz olmayan, yapılabilmeyen.
mümkünsüzdük
imkânsızlık, caiz görülmezlik, yapılabilmezlik.
mün
kusur, sakatlık, eksiklik; eç bir münün tappadı: hiçbir kusurunu bulmadı.
müñkülöñ
müşkülât, içinden çıkılmaz duruma koymak.
müñkür
1. bacaklarını ve kollarını kaybeden; müñkür-şorduular: sakatlar ve zavallılar; 2. aciz ve içinden çıkılmaz vaziyette bulunan.
müñkürlük
1. bacaksız ve elsiz kalmaklık; 2. aciz, içinden çıkılmaz durum.
müñkürö-
gayet zor ve içinden çıkılmaz vaziyette bulunmak; acizlik göstermek.
müñküröt-
(birisine) gayet müşkül ve içinden çıkılmaz bir duruma sokmak.
münöt
(r. “minuta”) dakka.
münöz
yahut kulk-münöz: ahlâk, tabiat, seciye; münözü cakşı: iyi ahlâklı, tabiatı iyi: tap münözü: sınıfa mahsus karekter.
münözdö-
tasvir ve teşhis eylemek.
münözdöl-
rasvir ve tavsif eylemek.
münsüz
kusursuz, eksiksiz.
münt-
bk. munet-.
münüşkör
münüşker, f. doğancıbaşı (avcı kuşları çıkarma, onları talim etme ve onlarla avlanma mütehassısı) .
münüşkörlük
münüşkör (bk.) mesleği.
mür
ker II sözünün tekidir.
mürdö
I = mürzö.
mürdö-
II(bacaklar ağırdığı zaman) gevşek ve korka-korka basmak.
mürgü-
1. her iki ayakla basmak; kuvvetten düşmek; mürgüp bas-: ayakları güç hal ile sürüklemek; 2. mec. sık-sık ve küçülerek selâmlamak, iğilmek.
mürgüt-
et. mürgü-‘den.
mürök
mit. dirim suyu, âbı hayat; müröktün suusun içtiñbi? : âbı hayat mı içtin? (hiç ölmeyeçeğini mi sanıyorsun? )
mürt
ansızın ölüm; cığılğan cerde mürt ölüptür: düştüğü yerde ölmüş.
mürtöz
a. : kara mürtöz: muzır, gaddar, taş kalpli, amansız.
mürü
omuz mafsalının öne doğru çıkık duran kısmı, omuz.
mürüt
= murut I.
mürzö
f. medfen, kabir, mezarlık, kabristan.
mürzölük
mezarlık; mürzölük cer: kabir yeri.
müşkül
a. güç, ıstıraplı, üzüntülü, mişküldö kal-: güç durumda kalmak.
müşküldük
güçlük, ıstırap, üzüntü.
müşök
(r. “meşok” uzunca, rus biçiminde olan) çuval (krş. kap IV, 1.) .
müştök
(r. “mundştuk” ) ağızlık.
müyüz
boynuz, boynuzlar; koökor müyüz: 1) koç boynuzu şeklinde olan mimari tezyinat; müyüzü çıkpadı: muvaffak olmadı, teşebbüsünden hiçbir şey çıkmadı; müyüzüñ kança boldu? : tattın mı? bir şey kazandın mı?
müyüzdüü
boynuzlu; müyüzdüü iri mal: iri, boynuzlu hayvan: sığır hayvanı.
naabay
f. 1. fırıncı: ekmek pişiren; yufkacı; naabay ölüp atsa, koynunan nanı çığat ats. : yufkacı ölürken bile koynundan yufkaları dökülür; 2. yufka satan; 3. naabaykana.
naabayçı
= naabay 1. 2.
naabaykana
f. ekmekçi fırını.
naadan
f. cahil, nadan, ahmak.
naadandık
cehelet, hamakat.
naal
a. (çkçedeki) nalça.
naalat
a. 1. lânet; ataña naalat! : babana lânet! ; 2. mel’ûn.
naalı-
f. inlemek, ağlamak, şikây etmek.
naalış
I, inleme; inilti, alın yazısında şikâyet.
naalış-
II, müş. naalı-‘dan.
naam
f. 1. ad, nam, isim; 2. lâğap, unvan; soğuştuk naam: askerî unvan.
naamduu
namlı, müsemmâ.
naar
I, f. aş, yiyecek; naar al-: gıda almak, hafif tertip karın doyurmak; oozuna naar ala elek: henüz hiçbir şey yemedi, ağzına bir şey almadı. II, 1. derideki çizgiler, kabartma usuliyle yapılan tezyinat; koldun naar; (yahut sadece naar) parmakların içindeki ve el ayasındaki ufak çizgiler; bettin naari: yüzün rengi, yüzün güzelliği.
naarazı
f.-a. memnun olmıyan, narâzı; naarazı kıl-: memnuniyetsizliği mucip olmak; naarazı bol-: memnun olmamak.
naarazılık
memnuniyetsizlik, itiraz; naarazılık bildir-: memnuniyetsizliğini bildirmek, protesto etmek.
naardaş-
beslenmek.
naarduu
= naar II, 1.
naarlaş-
horozlamak; dövüşmek için birbirinin üzerine sıçramak.
nabak
= abak.
nabaktı
= abak.
nabat
a. nöbet şekeri; kristal halindeki şeker.
naçalnik
r. âmir, mafevk.
naçalniktik
âmirlik.
naçandik
naçalnik kon. = naçalnik.
naçar
f. zayıf, aciz, kötü.
naçardık
zaaf, kötü, durum.
naçarla-
(manaca) = naçarlan-.
naçarlan-
zayıf düşmek; kötüleşmek.
naçarlantuu
kötüleştirme; sapatın naçarlantuu: evsafını kötüleştirmek.
naçarlanuu
zayıf düşme, gevşeme, kötüleşme.
nadzor
r. nezaret, gözleme; prokurorduk nadzor: müddei umumilik nezareti, mürakabesi.
naesep
= nayınsap.
nagan
r. “nağan” sistemi tabanca.
nağıs
bükülmüş, kıvrılmış, batık.
nağız
hakikî, halis.
nak
I, nakta a. nakit; nakta akça (yahut sade nakta) : nakit para; naktay: nakit olarak, peşin para. II, ktam, noktası-noktasına; nakuşu mezgilde: tam zamanında; nak bugün: tam bugün.
nakaz
r. emir, talimat, direktif.
naker
(destanda) bir çeşit ayakkabı.
nakıl
a. srk. anlatma, hikâye, tahkiye.
nakış
= akış.
nakıştuu
= akıştuu.
nakta
bk. nak I.
naküştö
murabahacı; naküştödön karızdar bolbo, ooğan menen do bolbo! ats. : murabahacıya borçlanma, uluların uşağiyle dost olma.
nalı-
= naalı-.
naloğ
r. vergi; ceke naloğ tar. : sahsî vergi.
namakıram
f-a. es. yabancı, yad (kadınlar kısmına girmasine müsaade edilmeyen erkek; yabancı erkeğin bakmasına müsaade edilmeyen kadın) .
namaz
f. dua, namaz; namaz oku- :namaz kılmak.
namazköy
f. namaza devm eden, müttaki.
namıs
a. 1. namus, şöhret, iyi nam, soy şerefi; namısın kolğo alğan: şerefini, haysiyetini muhafaza ediyor; namıstı koldon taydırğan (yahut ketirgen ) : rezil olmuş, haysiyeti kayboldu; namıs ketir-: terzil etmek, kepaze eylemek; namıs ketpesin: başkalarının önünde mahcup olma! : namısına keldi: en hassas yerine dokundu; uruu namısı: kabile şerefi; 2. incitme; namısı kelse kerek: utanmış olsa gerektir.
namısçıl
alıngan, güçbeğenir; müşküklpesent.
namısköy
a-f. alıngan.
namısköylük
alınganlık, hırsı cah, izzetinefs.
namıstan-
1. utandırmak; 2. gücenmek, küsmek.
namıyan
a. para çantası, para kesesi.
namız
= namıs.
manızdan-
= namıstan-.
namirken
= amirken; namirken ötük: rugan çizme.
nan
I, f. ekmek, yufka; nan koy- es. ant içerken önüne ekmek koymak; seni nan urar! : seni ekmek çarpsın; nan kıl-: yufkaya döndürmek; yassılatmak, ezmek; mec. yok etmek, imha eylemek.
nan-
I = ınan-.
nañısız
inanılmayacak, muhtemel olmayan.
napaka
a. = aliment.
naps
napsi = apsi.
nar
tek hörgüçlü deve; nar kesken: iyi kılıç, çelik pala; usta menen dos bolsoñ, nat keskenin alarsıñ ats. : demirci ile dost olursan, çeilk pala alırsın.
narağırak
: narağırakta: bir parça ötede.
narat
kon. = naryad.
narazı
= naarazı.
narcak
= arcak.
naret
= naryad.
narı
= arı.
narık
= nark.
narın
1. üzerine çorba dökülmüş ve ufak doğranmış etten ibaret olan yemek; aşap alıp ketsin dep, narın tartıp koydurup folk. : yesinler diye onlara narın çekti; 2. = beş barmak 2 (bk. barmak ) .
nariste
= arısta.
nark
f. 1. paha, fiat, nerh; narkı kança? : fiatı nedir? ; oy özüñdö, nark koluñda ats. : senin arzuna tâbidir, harf. : fikir enin, fiat da se nin elindedir) ; 2. kıymet, değer, liyakat; bilbedi menin barkımdı, ötközdü menin narkımdı folk. : liyakatımı bilmedi, kıymetimi indirdi; 3. adet, itiyat; narkta cok (insan hakkında) : on para etmez; 4. örf hukuku; nark-şaraatta cok: hiçbir kanunda yok; 5. (rad.) soy; kabile.
narkı
= arkı.
narkomat
r. (rusça “narodnıy komissaritay” sözünün kısaltılmış şeklidir ki bu söz de halk komiserliği, yani vekâlet, nezaret, bakanlık demektir. m. )
narktuu
örfe dayanan hukuku (hukuku mütearifeyi) iyi bilen ve onlara riayet eden kimse.
narpos
f. nar meyvasını kabuğudur ki sarı baya yapmaya yarar.
naryad
r. ask. nöbet.
nasaat
= asaat.
nasıbay
çiğnemek suretiyle kullanılan tütün; nazıbayday sağındırdıñ: seni pek ziyade özledim (harf. : tütünü özler gibi özlemeye mecbur ettin) .
nasıl
a. menşe, cins, asıl.
nasıya
nasiya = asıya.
nasıyat
asaat; öğüt nasıyat bölümü tar. : “öğüt-nasihat şubesi” (teşvik ve propaganda şubesi) .
nasıyatçı
propagandacı.
nasıyatoo
propaganda yapma, öğüt verme.
nasip
a. kısmet, alı nyazısı, hısse; nasıp bolso: kısmet olursa;
naşa
naşaa, a. kenevirden imâl edilen uyuşturucu madde, haşiş, esrar.
naşacı
; esrar içen; esrar tiryakisi.
natıyca
a. netice, sonuç.
natıtcasız
neticesiz.
natıycasızdık
neticesizlik.
natura
natur, r. tabiat; natura akısı: aynî tediye.
natuura
f-k. doğru değil, kanuna uygun olmıyarak; natuura col menen: doğru olmıyan, gayri meşru yol ile.
navay
= naabay.
nay
f. 1. ney; cez nay: madenî ney; 2. (tütün içmeye mahsus) çubuk; kiçi nay yahut kiçik nay: tütün içmek için pipo.
nayça
f. küçük pipo; nayça bel (kadınlar hakkında) : ince belli, endamlı, zarif.
nayınsap
f-a. insafsız, namussuz, nâinsaf.
nayınsapsızdık
= nayınsaptık.
nayınsaptık
insafsızlık, mırdarlık.
nayluu
pipolu, çubuklu; cez nayluu çılım: bakır çubuklu nargile.
nayza
f. 1. kargı, mızrak, süngü; 2. (kâğıt oyununda) pagas.
nayzaçı
= nayzakar.
nayzağay
= çağılğan.
nayzaker
f. nizedar (kargı, mızrak ile silâhlanmış olan asker) .
nayzala-
mızrak, kargı ile iş görmek; mızrak, kargıyı saplamak.
nayzalaş-
mızrak ile dövüşmek.
naz
f. kırıtma, naz; kızı bardın nazı bar ats. : kızı olanın nazı da vardır.
nazar
a. bakış, nazar; nazar sal-: göz gezdirmek, dikkat etmek; er nazar tiygen: muvaffakiyetli; nazarı aç; ıymanduu kişi andan kaç zarı aç; ıymanduu kişi andan kaç ats. : zenginin oğlu aç gözlüdür. imanlı (namuslu) adam ondan kaçsın.
nazdan-
nazlanmak, kırıtmak.
nazdık
naz, kırıtma.
ne
= emine; keldik ne, kelbedik ne? : geldik, gelmedik ne ehemmiyeti var! : ne bara cok: her ihtimale karşı.
nebak
= ebak.
neçen
neçe, 1. kaç; bir neçen: birkaç; neçender: bir çokları; 2. (onlar, yüzler, binler ile bir arada oldukta) küsûr; otuz çene som: otuz küsûr ruble.
neet
a. 1. niyet, düşünce; neeti ak: namuslu, temiz kalbli; ak neet: temiz niyet; namusluluk; ak neet emgek: namuskârane emek; 2. güven, umut.
neettik
: ak neettik: namusluluk, fena niyet, fena düşünce.
neettüü
: ak neettüü: namuslu; kara neettüü: namussuz; kötü niyetli.
neettüülük
: ak neettüülük: namusluluk; ak neettüülük menen: namusluca, insaflıca.
neft
r. petrol.
negiz
temel, esas, prensip; neğizinde: esasında, esas itibariyle, esasına göre: nağiz kılıp al-: esas olarak almak, esasına vazeylemek; neğiz bol-: esas olmak, esas vazifesini görmek; tömönkü negiz mat. : aly kaide (mes. , üstüvanenin, menşurun)
negizde-
tesis etmek; tahkim eylemek, esasını kurmak.
negizdel-
tesis edeilmek, kurulmak, sağlamlaşmak.
negizdet-
et. negizde-‘den.
negizdöö
tesis etme; esaslandırma.
negizdööçü
tesis edici, müessis.
negizdüü
esas (sıfat olarak)
negizsiz
esassız, bir esasa dayanmıyan.
negizsizdik
esassızlık, bir esasa dayanmamaklık.
neme
ne; bir neme: bir şey; bir nesne; ütk neme: hiçbir şey; ar neme: her şey, her türlü eşya; ar nemeğe bir neme ats. : “teneke yuvarlandı kapağını buldu” (harf. : her şeyin kendine göre bir şeyi vardır) .
nemine
= emine; nemineden kapañ bar! folk. : kederin neden ileri geldi! .
nepada
f. rastgele, tesadüfen; nepada kelbey kalsa: tesadüfen gelmeden kalırsa; ya, beklememize rağmen gelmezse.
nepalam
= nepada.
nepir
ne? ne bir? ; nepir suluu güldör! : ne güzel güller! nepir şirin nandar! : ne tatlı bisküviler!
nepit
kon. = neft.
nepmen
r. ( “nep” ten istifade eden kimse; “nep” sözünün kısaltılmış şeklidir ki bu söz de yeni iktisadî politika demektir. bu, lenin hayatta iken sovyet hükûmetinin şahsî teşebbüsler, muvakkaten müsaade eden bir siyaseti olmuştur; m. ) .
nepti
= neft.
nerse
nesne, eşya.
nes
= ez I.
net-
(ne+ne), ne yapmak, nasıl hareket etmek; netesiñ? : nasıl hareket edeceksin? ne yapacaksın? sana niçin lâzım? ; mında turup neteli! : burada durup ne yapalım!
nez
= ez I; nez bol: şaşalamak, afalamak.
nığay-
kuvvetlenmek, sağlamlamak.
nığayt-
takviye etmek, sağlamlaştırmak.
nığır-
= ığır.
nığırıl-
= ığrıl-.
nık
I, = ık I; nık bas-: şiddetle basmak.
nık-
II = ık IV.
nıkı-
şiddetle basmak, tazyik etmek.
nıkta-
tahkim etmek, pekitmek.
nıktal-
tahkim edilmek, uzun yatıp sertleşmiş (mes. : kar hakkında) ; nıktalıp catkan kar: uzun yatıp sertleşmiş olan kar.
nıl
= ıl.
nıldat-
birparça pürüzlü yapmak (mes. , el kaymamak için bir şeyin sapını) .
nım
= ım I; nemli, nem.
nımda-
nemli etmek.
nımdal-
nemlenmek.
nımduu
yaş, nemli; nımduu kum: yaş kum.
nımduuluk
nemlilik.
nımsak
nemlice, nemli.
nıpas
bk. kayz.
nısap
= ınsap.
nıhyaz
f. 1. sadaka; 2. fazilet, erdem.
niçke
= içke.
niçker-
= içker-.
nidayimke
(r. “nedoimka” ) ; bekaya, ödenmeden kalan vergi.
nike
a. es. nikâh; nike kıy-: nikâh kıymak; nikesi buzula turğan ceri cok: “nikâhı bozulacak değil” ; bunda hiçbir zarar yok; bundan bir fenalık çıkmaz.
nikele-
es. nikâhlamak (dini merasim yaparak nikâh kıymak) .
nikelen-
nikâhlanmak.
nikelüü-
es. nikâhlı (nikâhı dini merasim icra eylemek suretiyle kıyılmış) .
nipta
= ıpta I.
nitroglitserin
nitrogliserin.
niyet-
= neet.
noko
= oko I.
nokot
a. nokta; sözdü nokotuna keltirip aytat: sözü rabıtalı ve dürüst söylüyor.
nokto
1. yular; 2. (rad.) çizme süsü.
noktolo-
yular geçirmek.
noktoluu
1. yularlı; 2. (rad.) süslü (çizme hakkında) ; noktoluu ötük (rad. , V) : nakışlı çizme.
nomur
r. numara; kiriş nomura: (vesikanın) varide numarası.
nomurda-
numaralamak.
nomurdoo
numaralama, numerotaj.
nomurduu
numaralı.
noo
f. oluk.
nooça
f. uzun boylu.
nookas
= ookas.
noolan
(rad. , V ) bir kumaşın adıdır.
nooruz
f. yeni senenin ilk günü (mart ayında) , nevruz; nooruz köcö: yeni yıl köcö’sü. (bk.) .
nootu
f. çuha.
norma
r. pay, norma, kaide, nisbet.
noşotur
a. nışadır (*) .
not
r. müz. nota.
noyabr
r. kasım ayı.
noyon
= oyon.
noyu-
zaaf göstermek, yenilmek.
nökör
(yalnız destanlarda) 1. uşak; 2. içoğlan.
nöl
r. sıfır.
nölök
= naloğ.
nöömöt
a. nöbet, sıra; nöömöt menen: sıra ile.
nöşör
= öşör.
nöşörlö-
= öşörlö-.
nuk
ırmağın yatağı, mecra.
nukum
= ukum II.
nukura
mutlak, saltık; nukura çın: tamamiyle hakikat; nukura çoñduk mat. : mutlak kemiyet.
nukus
a. = kusur.
nur
a. ışık, şua; betinin nuru kaçtı: benzi değişti, benzi uçtu, benzi soldu.
nurdan-
nurdal-, nur saçmak, nurlanmak.
nurdant-
et. nurdan-‘dan.
nurduu
al yanaklı, nurlu, nurduu ciğit: güzel delikanlı.
nurk
uruk, kabile, soy:
nurlan-
= nurdan-.
nurluu
= nurduu.
nuru
tezek (toprak için gübre) .
nuska
I, a. 1. örnek, nümune; 2. nüsha; 3. tab. basış miktarı, tiraj.
nuska-
II, göstermek, talimat vermek, işaret vermek, elle göstermek, kol menen nuska: elle göstermek.
nuskaluu
örnekli, nümune olacak kadar mükemmel; nuskaluu söz: öğüt sözü, kabîle âdetlerini anlatma suretiyle süslenmiş olan söz.
nuskaluuluk
misallik, örneklik.
nuskoo
yol gösterme; es. talimat, direktif.
nuskooçu
es. talimat veren, enstrüktör.
nükör
= naker.
nül
= nöl.
obaça
= oboço.
obdul-
1. gövdeyi öne doğru atarak kalkmak; 2. hiddetle üzerine atılmak.
obkom
r. (bu, rusça “oblastnoy komitet” sözünün kısaltılmış şeklidir ki bu da eyalet (vilâyet) komitesi demektir; m. ) .
obligatsiya
r. tahvilât.
oblus
= obulus.
oblustuk
= obulustuk.
obo
= aba II.
oboço
1. tümsek, tepe, höyük; 2. bir parça ilride, bir parça uzakta, başkalarından ayrı olarak; üydön oboço oturalı: keçe evden bir parça uzakta oturalım; oboçorok barıp: bir parça uzağa çekilerek.
obodoy
hırs, doymamazlık; obodoyuñ kuruğan it! vay seni, doymaz köpek.
obol
= obolu.
obolku
evvelki; oboldukay: eskisi gibi, evvelden olduğu gibi, başta olduğu gibi.
obolu
a. evvelce, daha önce, evvelâ; obolu özüñ iç, kiyin men içeyin: evvel kendin iç, sonra ben içeyim; eñ obolu: her şeyden önce.
obon
melodi, nağme; obon sal-: ırlamak, şarkı söylemek.
obonçu
şarkıcı.
oboo
a. beygir nezlesi,; oboo menen şıypañ dos ats. : tencere yuvarlandı, kapağını buldu (harf. at nezlesi şıypañla dostur; bk. şıypañ) .
oboz
f. 1. ses, vaaz; 2: kafiye:
obulus
(r. “oblast”) eyalet, vilâyet.
obulustuk
vilâyetlik.
obur
I, obur; obur uydan çobur muzoo tuuyt ats. : obur inekten bayağı (külüstür) buzağı doğar. II: obur-tobur: ayak patırtısı.
oburak
şöhret.
oburaktuu
meşhur, tanınmış.
obyekt
r. madde; bahis mevzuu olan, objet.
obyektiv
r. objektif, afâki.
obyektivdüü
afâkî; obyektivdüü sebep, afâkî sebep.
oç
(deveye bağırış) ; töö kıyadan ötköndön kiyin “oç! ” degeniñ kurusun ats. : dövüşten sonra yumruk sallamak harf. : deve bayırı geçtikten sonra senin “oç! “ demen yok olsun) .
oçiret
= oçurat.
oçoğor
bir çeşit eski zaman tüfeği.
oçoğoy
kocaman, muazzam.
oçok
(karş. kolomto) evdeki ocak (taşınmaz meskende) ; çer oçok: toprağı kazmak suretiyle yapılan ocak.
oçorul-
kalkamamak (mes. : bacağına yahut beline kurşun isabet eden yabanî hayvan, ve beli ve s.si aağrıyan insan hakkında) ; maldar oçoruluporundan tura albayt: bitkin bir halde bulunan hayvanlar yerlerinden kalkamıyorlar; tolorsuğu kırkılıp, oçorulup kaldı: topuk kemiği burkulup yerinden kımıldayamadı.
oçoy-
tümsek şeklinde çıkık durmak (hantal ve kalın nesne hakkında) ; oçoyğon kempir: (yerde oturan) şişman kocakarı.
oçoyt-
et. oçoy-‘dan; oçoytocazası berilsin: cezası adamakıllı verilsin.
oçoytuu
işs. oçoyt-‘dan.
oçoyuu
işs. oçoy-‘dan.
oçurat
r. kon. sıra, nöbet.
odoğoy
= odono.
odono
kabaca, nezaketsiz, parlak olmıyan, biçimsiz, bayağı; odono körün-: nâhoş intiba vermek, kaba, hantal gözükmek; odono cañılıştık: kaba yanlışlık, hata.
odonoluk
kabaca olmaklık, hantallık, adîlik.
odurakay
yüz çizgileri kaba olan, kaba; odyrakay taar: kabâ çuhâ.
odyrañda-
1. hareketlerinde, yüz çizgileri kaba olan adama benzemek; 2. kurulmak, caka satmak.
oduray-
kaba, nâhoş olmak (yüz hakkında) .
ofitser
r. subay, zabit.
oğdorul-
1. şiddetle ve kudururcasına şahlanmak, yükselmek (dalgalar hakkında) ; 2. hızla ileri yürümek (kuvvetli at hakkında) .
oğele
bk. oğo I.
oğo
I, gayet, pek; oğo ele cakşı yahut oğele cakşı: gayet iyi; oğo beter yahut oğo beterden yahut oğo tötön : ondan daha kuvvetli; daha fazla (daha iyi, daha kötü) . II( = ağa II ) : öona.
oğolo
(rad.) = oğele (bk. oğoI. ) .
ohranka
r. siyasi zabıta şubesi.
ok
I, onamama, kınam ifade eden bir nidadır; ok, oozuñ sıñır! ; vay, ağzın iğrilesi! II, dingil, mihver. III, ok, mermi; oktoy tüz: ok gibi düz; ok tiyir! : ok değsin! ; çağılğan oğu bk. çağılğan; okko uçup ketiptir: ok isabet ederek vurulmuştur. IV: ok-ele = eğele (bk. oğo I) . V, tahdid ekidir; bir ok: yalnız bir tane, ancak, fakat, bununla beraber; özüm ok: bizzat kendim, yalnız ben kendim.
okçontoy
okkabı, sadak.
okçun
ötede, ötede bulunan, uzak, ırakta bulunan, ayrıca; okçun col: yolun kenarı yan yol; okçun oturdum: ötede, başkalarından ayrı oturdum.
okean
r. okyanus.
okıya
= okuya.
oko
I, sırma. II( = okuya) : eç oko bolbos: hiçbir zarar olmaz, hiçbir şey vukua gelmez, korkulacak bir şey yoktur.
okop
r. siper (savaş meydanında) ; okoptor: siperler.
okoro
koşum takımlarının imalinde bir çeşit örtme tarzı; okoro tüygün ak tizgin folk. : yuarı okohro usuliyle örülmüştür.
okra
= okura.
okruğ
r. eyalet; soğuş okruğu: askerî eyalet (mıntıka) .
okşo-
benzemek; saa okşoyt: sana benziyor; kelgen okşoyt: gelmişe benziyor; bul okşoğon yahut uşul okşoğon: buna benziyen, buna benzer; cana oşoğo okşoğon: ve buna benzerleri.
okşokto-
= okşoy-.
okşoñdo-
= okşoy-.
okşoñkura-
bir parça benzemek; bir dereceye kadar andırmak.
okşoo
işs. okşo-‘dan.
okşoş
I, benziyen, misli, aynı.
okşoş-
II, birbirine benzemek, birbirine uygun olmak.
okşoştuk
benzeyiş, müşabehet.
okşoştur-
benzetmek, benzer hale koymak; okşoşturup ur: şiddetle vurmak dövmek.
okşotuu
benzetme.
okşoy-
somurtmak, surat asmak; aldırğan bürküttöy okşoyup oturat: avını kaçırmış karakuş gibi somurtmuş.
okşu
= lokşu; oozuna kelgenin okşuy beret: ağzına ne gelirse, şunu söylüyor (manasız şeyler söylüyor) .
okto
I, 1. = nokto; 2. (rad. ) düğüm.
okto-
II, silâh kurulmak; oktolğon mıltık: kurulmuş tüfek.
okkyol-
II, 1. sıçramak; caşında cigit oktolot, caşağanda toktolot ats. : gençlikte yiğit sıçrıyor, yaşayınca ağır başlı oluyor; 2. ileri atılmak; kıvrılmak (yılan hakkında) ; cılan oktolup cüröt: yılan kıvrılarak sürünüyor (kâh kalkarak, kâh inerek) .
oktoluu
= noktoluu.
oktoo
(tüfeği, topu) doldurma.
oktooluu
dolu (tüfek vs. hakk.)
oktorul-
dalgalanarak akmak (diyelim, taşlar üzerinden akan su hakkında) ; 2. mec. bütün vücudiyle öne doğru iğilerek bir çeyin üzerine atılmak.
oktos-
âni bir dönüş yapmak, birden bire bir yana sıçramak (mes. , ürkmüş at hakkında) .
oktot-
et. okto- II-‘den.
oktuk
ok, kurşun, gülle malzemesi; bir şeyin, ok, kurşun, gülle için zarurî olan miktarı.
oktyabr
r. ekim ayı.
oku-
1. okumak; kitep oku-: kitap okumak; namaz oku-: namaz kılmak; 2. öğrenmek (okumayı, yazmayı, ilimleri) ; mektepte okup cürgön: (o zaman) mektepte tahsilde idi.
okumal
= okumuştuu.
okumuştuu
okumuş (tahsilli) , âlim, bilgin (adam) .
okun-
: bala okun-: evlâtlığa almak, tebenni etmek.
okura
(sığır hayvanının derisi altında) oestridae denilen sineğin kurdu (ivizin sürfesi) .
okuran-
yavaşça kişnemek.
okus
tesadüf, beklenilmedik vakıa; ihtiyatsızlık, tedbirsizlik; okusunan öltürüp ketti: ihtiyatsızlıktan öldürdü; okus kılıp sala cazdadım: az kaldı bir aptallık yapacaktım, az kaldı işi bozacaktım; sen bir okus kılğanı oturasıñ: dikkat et, bir pot kırmaya hazırlanıyorsun; okus bolğon ekenmin: hata yapmışmışım, ihtiyatsız hareket etmişim; kabırğam okus bolup kalğan! kaburgam sakatlanmış.
okustat-
: butumdu okustatıp aldım: (onulmaya başlıyan) ayağımı yeniden sakatlandım.
okuş
I, 1. okuma; 2. tahsil, öğrenme.
okuş-
II, 1. hep birlikte okumak; 2. hep beraber tahsil etmek, öğrenmek (okumayı, yazmayı, ilimleri) .
okut-
1. okutmak; 2. öğretmek; atası okutpay koydu: babası okutmadı, okumaya müsaade etmedi.
okuttur-
et. okut-‘dan.
okutuu
öğretme (okumayı, yazmayı, ilimleri) .
okutuuçu
öğretmen, muallim.
okutuuçuluk
öğretmenlik. muallimlki.
okuu
1. okuma; okuu kitebi: okuma kitabı; 2. öğrenme; özünçö okuu: kendi kendine tahsil, hopcasız tahsil; okuu curtu: tahsil yurdu, mektep.
okuuçu
1. okuyan, okuyucu; 2. öğrenici, talebe.
okuya
a. vakıa, âdise, olay; bolğon iştin okuyasın söylöp ber: olup bitenleri anlat.
ol
o, şu.
olbok
(rad: , V ) = olpok:
olbuy
: olbuy-solbuy: kâh soldan kâh sağdan; olbuy-solbuy kamçılıp folk. : kâh sağdan, kâh soldan (atı) kamçılayarak.
olco
ganimet (savaşta, avda) .
olcolo-
ganimet almak, iğtinam etmek; ocolop alğan mal: ganimet olarak alınmış hayvan.
olcoloş
ganimete ortaklık eden, ganimetten hisse alan.
olçoğoy
kocaman, hantal.
olçoy-
kocaman, sırık gibi uzun olmak; olcoyğon: kos-koca, up-uzun.
oldo
olda, 1. esef haykırışı; oldo, boykuş; vay sevi miskin! ; oldo kokuy-ay! : ne yazık! ; 2. onama haykırışı; oldo, aynanayınım! : bravo canım’ 3. pişmanlık ve onama haykırışı; oldo, kurğur-ay! : vay kahrolası; oldo, kapır- ay! : vay kâfir!
oldokson
beceriksiz, biçimsiz, meharetsiz, hantal; oldokson til: kaba dil; oldokson tart-: kötüleşmek.
oldoksonduk
hantallık, kabalık.
olk
= solk.
olku
: olku-solku bol-: kâh sağa, kâh sola sallanmak; mec. devamsız, kararsız olmak, tereddüd etmek; turmuştun olku-solkusu: hayatın takallübatı, değişiklikleri.
olobo
süy ve yağla doldurulan koyun ciğerinden suda haşlanmak suretiyle yapılan yemek.
oloğoy
tek gözlü görünüşünde bulunmak.
olok
kad, tek gözlü.
oloñ
I, arka kolan (ki eğer başına takılır) ; oloñ baş: bu kolanın tokası; oloñ-cırım: her nevi koşum. II: oloñ arpa bk. arpa.
oloñdo-
I, arka kolanı sıkıştırmak. II, 1. tek gözlü şeklinde bulunmak; tek gözle yan bakmak; 2. mec. : hırslanmak (hiddetlenmek) .
oloñdo
arka kolanlı.
oloy-
1. yek gözlü olmak; oloyup kara-: tek gözlü kimsenin bakişiyle bakmak; 2. = oluray.
olpok
1. şilte, beşiğine serilen ve koyun yünü ile doldurulmuş olan küçük şilte (bu mânayla daha ziyade: balanın olpoğu denir) ; töşöğüm olpok bolup kalıptır: şiltem kalın ve yumuşaktır; 2. eski kötü kaftan; 3. sık ipekten yapılan ve savaş gömleği yerini tutan bir nevi giyimdir; ak olpoğun kiydi folk. : beyaz olpoğunu giydi; barañdıñ oğu batpağan üstümdöğü ak olpok folk. : üzerimde, okun delemediği beyaz olpok vardır.
olpoñ
tar. vergi, resi, baç.
olpu
oñoy sözünün tekidir; oñoyolpu iş emes folk. : bu, kolay yapılabilen iş değildir.
oltoñ
oñoy sözünün tekidir; oñoy- oltoñ: uygun, münasip, kolay başarılabilen.
oltur-
1. oturmak, yerleşmek; atka oltur: at üzerinde bulunmak (ata binmek değil) ; 2. bulunmak, ikamet etmek; 3. evde kalmak (gelinlik kız hakkında) ; olturğan kız orunalat ats. : “dayan kazak ataman olursun!” (harf. evde uzun kalan kız, yer bulur) ; 4. tardımcı fiil sıfatiyle işin sürekliliğini ifade eder; bir ğana ay kalıp oturat; yalnız bir ay kalmış; yubileyğe eñ sonun körsötküçtör menen kelip olturat: yıl dönümüne o, en mükemmel endekslerle yanaşıyor; erçilip olturup: kendi arkasından sürükliyerek; cürüp olturup, bir ayılğa kelip toktodu: yürüye-yürüye nihayet bir köye gelip durdu.
olturğuç
iskemle, sandelye.
olturğuz-
oturtmak, dikmek, oturmaya zorlamak.
olturt-
= olturğuz-.
olturul-
mut. oltur-‘dan; karacak berilip olturulat: boyuna masraflık para verilmektedir.
olturuş-
müş. oltur-‘dan; artta kalıp olturuşat: geri kalıyorlar.
oltuş
(rad. ) = otuz.
olu-
çekip almak, kapıp almak; közün olup aldı: gözünü çıkardı, oydu.
olurakay
1. tek gözlü; bir gözü kör olan; 2. mec. yan bakan, kızan.
olurañda-
= oluray.
oluray-
boynunu uzatarak, gözlerini geniş açarak, yan bakmak (meselâ, insan bir şeyi dikkatle dinlerken) , yan bakmak; hiddetle bakmak, göz belirtmek; sen meni karap emine olurayasıñ! : sen bana neden yan bakıyorsun!
olurayuu
işs. oluray-‘dan.
olut
1. yer, mahal, oturulacak yer, sandalya; menin olutuma catasıñbı! : sen benim yerime yatacak mısın! : olutu caman: rahat oturmayan; 2. (rad.) dağ yamacı, yar.
olutuu
1. çabuk kızan; her şeye takılan, dırlanan (kadınlar hakkında) ; 2. oluttuu caş: olgunluk çağı, orta yaş; oluttuu çaşka bañıca, barğan sayın calındayt folk. : orta yaşına gelmiş, hâlbuki o, (kadın) gittikçe güzelleşiyor; 3. ciddî, mühim; oluttuu mesele: ciddî mesele.
oluya
= ooluya.
oluyalık
= ooluyalık.
ombu
= ombul.
ombul
: ombul-dombul: 1) yamrı-yumru: 2) hızlı; 3 ) (rad.) tuynak patırdısı; ombul-dombul eştildi (rad.) : tırnak patırdısı işitildi.
omkor-
içini dışına çevirmek, alt-üst etmek, altından girip üstünden çıkmak, aktarmak, tahrip eylemek.
omok
: omoğo bar at (bk. omoktuu) .
omoktuu
: omoktuu at: gövdesinin ön kısmı kuvvetli ve yüksek olan at.
ompo
1. = oñko; 2. hacamat şişesi: ventouse (tp. ) ; ompo koy-: hacamat şişesi koymak.
omur
I: uyalğandan ceti omurum cerge kirdi: utanmaktan yerin dibine battı. II, kon. = nomur.
omur-
III, alüst etmek, yıkmak; tübönön omur-: kökün den koparmak.
omuroo
hayvan göğsü; omurooğo sal- 1) kuvvet kullanmak, 2) kesin bir ifede ile söz söylemek, gözdağı vermek; omuroo kaktı söz: gözdağı verme, tehdit etme.
omuroolo-
1. üzerine yürümek, göğüsle itmek, sıkıştırmak; 2. aşırı hiddetle üzeri ne atılmak.
omurooloş-
müş. omuruulo-‘dan.
omuroolot-
1. bindiği hayvanın göğsüyle dayamak; atı menen omuroolotup aldı: atnın göğsüyle dayadı; 2. söverek üzerine saldırmak (binek hayvan üstünde iken) .
om
urt-, et. omur- III-‘den.
omurtka
amudu fikarî, fıkra; bel omurtkalar: bel fıkraları.
omurul-
pas. omur- III-‘ten.
on
on (sayı) ; on başı: on kişinin başında duran.
onçoğoy
biçimsiz bir surette uzun; onçoğoy kuyruk küröñ at folk. : uzun kuyruklu konur (koyu al) at.
onduk
1. onluk; 2. onluk (iskambil kâğıdında) .
oñ
I, 1. sağ; oñ kol: sağ el; oñ araan: sağ cenah; oñ tüştük, bk. tüştük; ayı oñdon tuuğan yahut oñ közü tartat: onunu talihi var, muvaffak oluyor; atım onçğdon tuuğan: ahval bana müsait gidiyor, işlerim muvaffakiyetle yürüyor; tündö oñ kırıñan (yahut oñ canbaşıñan) catkansıñ 2) gece uyurken sağ yanın üzerine uyumuşsun; 2) mec. senin işlerin muvaffakiyetle yürüyor; oñdon-doldon: sağdan ve soldan; her yandan; oñdu-sol-: sağa- sola: her yerde; oylonup keler-keter oñdu-soldu: her şeyi düşünüyor, her hususu etraflıca düşünüyor; 2. münasip, uygun; iş oñ: işler iyi; işiñ oñbul: işler iyi gidiyor mu! ; oñ bolor ele: iyi olurdu (eğer.. ) ; zamandın oñuna tuş kelip: müsait ahvale rastgelerek; oñbu? : (doğum) normal gidiyor mu? ; barbağanıbız oñ boluptur: gitmediğimiz iyi olmuş.
oñ-
II, muvaffak olmak, muvaffakiyetli olmak, yoluna konulmak; kolğotüşkön koyondu koyo bergen oñbor bu? ats. : ele geçen tavşanı kaçıran kimseden hayır olur mu? : astı oñbo! : asla iyilik yüzü görme! ; oño turğan iş emes: hayırlı olacak bir iş değil; oñboğon: hiçbir işe yaramaz, beceriksiz, hayırsız adam; oñboğondoy: gayet, pek; oñboğondoy çoñ: gayet büyük, kocaman. III, solmak, renk atmak.
oñçul
sis. sağcı (sağceneh mensubu) .
oñçulduk
sis. sağcılık (sağ cenaha intisap) .
oñdo-
1. bir işi sağ taraftan, sağ elle ve s. yapmak; kamçını kötörüp, oñdop- soldop saldı: kamçıyı kaldırarak hem sağ yandan, hem sol yandan çaldı; 2. düzeltmek, yoluna koymak; arıktı oñdodo: arkı (kanalı) tamir etti: k3. ders vermek (terbiye etmek) ; seni oñdoybuz: seni yola koyarız.
oñdol-
1. = oñdon-: 2. sâkin kalmak, rahat oturmak.
oñdon-
düzelmek, kendine çekidüzen vermek, kendi üzerine olan şeyi düzeltmek; cooluğun oñdonup: başörtüsünü düzelterek.
oñdoñ
tahkik edilmeyen şayia; tahkik edilmemiş olan haberler.
oñdoo
düzeltme, tamir, tamirat.
oñdooçu
düzeltici, tamirci.
oñdot-
düzelttirmek; samoorumdu ustağa oñdottum: semaverimi ustaya tamir ettirdim.
oñdur-
muvaffakiyetle, işlerin iyi gitmesine sebep olmak; yoluna komak, muayyen bir istikamet vermek; oño turğan iş emes, oñdura turğan coo emes folk. : muvaffak olacak iş değil, hakkından gelinebilecek düşman değil.
oñgok
solan, çabuk renk atan.
oñgus
solmaz, silinmez.
oñko
dik konulan ışığın durumu; oñkosunan kuladı: tepe-taklak gitti; oñko-çoñko: tepe-taklak; oñko- çoñko at-: taklak atmak.
oñkogoy
uzun ve ince; oñkoğoy murun: büyük, ince burun.
oñkorok
(rad. ) öne çıkık duran.
oño-
= oñdo-.
oñol-
düzelmek, yoluna konulmak, onulmak; oorysunan cakşı oñolup kaldı: hastalıktan büsbütün iyileşti; cerinen ooğan cük oñolboyt ats. : yerinden oynamış olan yük (denk) artık düzelmez; ıntımak bolboy, iş oñolbos ats. : ittifak olmadan iş yürümez.
oñoo
düzelme, doğrulma; yoluna konulma.
oñot
iyi durum; oñotuña cetpey kal! folk. : iyilik yüzü görme!
oñoy
kolay kolay başarılabilen; aytuuğa oñoy, kıluuğa kıyın: söylemesi kolay, yapması güç; oñoyolpu bk. olpu.
oñoylo-
kolaylaşmak.
oñoylot-
et. oñoylo- ‘dan.
oñoyluk
kolaylık yapması kolay olmaklık; oñoyluk menen beryent: kolaylıkla vermiyor.
oñoysut-
basit, sade, kolay saymak.
oñtoy
fırsat, müsait ahval, oñtoyu kelse: münasip fırsatta;rast geldikte; sözdün oñtoyu kele salğanda: sözün sırası geldiği zaman, söz açıldığında.
oñtoylo-
kolaylaştırmak, kolay yapılabilir hale koymak.
oñtoylon-
: oñoylonup oltur: rahatça oturmak. et. oñtoyla- ‘danü oñtoyloyup koy! : bir yana topla! yerli- yerine koy ( taki bulunması alması kolay olsu devrilmesin ve s. ) .
oñtoyluu
rahat, kullanışlı, uygun. yapılması kolay.
oñura-
kendi- kendine konuşmak; özünön özü oñurayt:kendi kendile konuşuyor.
oñurañdoo
işs. oñurañda- ‘dan.
oñuray-
ap- açık durmak; oñurayıp ele közünün ordu kalğan: gözleri batmış bir çukur şeklinde duruyor.
oñurayt-
et. oñuray- ‘dan.
oñuş
müs. oñ- ıı,ııı- ten; ten; işi oñuştu: işleri yürüyor.
onto-
ıkınmak inlemek; oorubağan ontoboyt ats. : bir yeri ağrımayan inlemez.
ontolo-
ıkınmak , inleme , yavaşça melemek.
ontoo
işs. onto- ‘dan.
ontoş
müş. onto- ‘dann; uylar uyku aralaş ontoşot: inekler uyku arasında inliyorlar ( inleşiyorlar ) .
ontot-
et onto-‘dan.
onuktuu
: onuktuu orun al- : sağlam bir mevki alamk.
onunçu
onuncu
oo-
ı, ağmak, bir yana sarkmak, bir tarafa yatmak, eğik bir şekel girmek; ayrı betten oop kelgen mal: ( dağın ) öte yandan gelen sürü; beşim oop, kün batarğa cakındağanda: öğle zamanı geçerek, güneş batmaya yaklaştığında; tön oodu: gece yarısı geçti; tün carım ooğan kez: gece yarısından sonra; iş oñ cağına ooy turğan körnöt: iş iyileşeceğe benziyor; cığılğan ooğaña külöt ats. :düşen sarsılana gülüyor ; esi oodu: bayıldı, hissini kaybetti, şaşaladı aklını oynatmış; baş ooğan cakka: gözün baktığı tarafa. ıı: keçke cel ooysuñ bu? : bu akşama kadar aç mı kalacaksın?
ooba
! : evet! ( muvafakat) ;ooba-oo-ba! : evet- evet! doğru!
ooço
perde, siper; kuş avcısının pusu kurduğu mahal.
ooçu
= uuçu.
oodar-
1. devirmek; attan oodar: attan devirmek; oodara kara-:inceden inceye bakmak; 2. çevirmek,tercüme etmek(bir dilden başka dile)
oodarıl-
1. çevirilmek, devrilmek; attan oodarıl-: attan düşmek; 2. çevirilmek, tercüme edilmek (bir lisandan başka bir lisana).
oodarış
ı, 1. devirme 2. atlıların birbirini attan devirmek için yaptıkları müsabaka; cöö oodarış. aynı devirme müsabakasıdır, ancak atların yerini yaya insanlar tutarlar.
oodarış-ıı
hep beraber devirmek; attan oodarışıp oynodu: birbirini attan devirmekle eğlendiler.
oodarıştır-
et. oodarış ıı- den; kazanda et oodarıştır: kazandaki eti çevirmek; cılañaç etke cepken kygizip oodarıştırat: oodarış ( bk. odarış 1, 2. ) müsabakası tertip edilirken ) buna iştirak edenlerin ) çıplak vucuduna ceoken giydiriyorlar.
oodarışuu
işs. oodarış ıı- ‘den.
oodart-
et. oodar- ‘dan.
oodartuu
işs oodar-‘tan.
oodaruu
1. devirme; 2.terceme, çevirme ( bir lisandan diğer bir lisana. )
ooduk
yamık , yamık mail, yana sarkmış, br yana iğrilen; köñülü bir capına ooduk boldu: gönlü taraflardan birine yattı, meyletti ( taraflardan birini tercih etti ) ; akçabız bir- biribizdikinden. ooduk- kıydığı köp emes: birbirimizin paralarının miktarında büyük fark yoktur.
oodur-
et. oo- ı-‘den; oodura tartıp saldı: öyle çekti, ki bir yana meylettirdi.
ooğan
tar. yüksek makam sahibinin uşağı.
ookam
zaman, ân; bir ookamda: bir müddet sonra.
ookas
hasta.
ookastan-
hastalanmak.
ookat
a. 1. gıda, rızk, erzak; ookatı caşkı: bolluk içinde yaşıyor; ookatı naçar: fakir yaşıyor; ookat cok:fakirdir; ookat kıl- : yaşayış vasıtaları kazanmak; ookatka bışık cigit: ( işlerini çevirmek ve yaşama vasıtaları kazanmak huusunda) beerikli delikanlı; ookat cayı: maddi vaziyet;2. iyelik ( tarlalar, hayvanlar, av-bark ve s: ) ; ördüştön cakadapı ookatıma tüşüp keldim: yayladaki mer’adan dağ eteğindeki iğeliğime gidip geldim; 3 . münasebetler; ookatıñ ötpöyt biz menen: folk: bizimel geçinemiyorsun.
ookattan-
bolluk içinde yaşamaya başlamak; kiçinekey ookattana kalıptır: bir parça iyi yaşamağa başlamıştır.
ookattuu
zengin ; hali- vakti yerinde olan, bardık kolhozdordu bolşeviktik, bardık kolhozçulardı ookattuu kılalı: bütün kolhozcuları zengin yapalım; ookattuu turmuş: mreffeh hayat.
ookattuuluk
refâh, zenginlik.
ookun
= ookam; bir ookundan kiyin: bir müddet sonra.
oola-
= oo ı; bu toodan tiği tooğa oonlap ketti: bu dağdan öteki dağa geçtiler.
oolak
uzaktaki, uzak, uzakta; oolak otur!; oolak bol- : bir parça ötede bulunmak, uzak durmak; oolak co: yan yol, dolaşık yol.
oolakta-
uzaklaşmak bir yana çekilmek; oolaktap tur- : uzakta durmak.
oolaktat-
uzaklaştırmak.
oolaş-
değişmek, trampa yapmak.
oolaştır-
1. değiştirmek, müadele etmek; 2. karıştırmak, karma karışık etmek.
oolat-
et- . oola- ‘dan; bul caktan bizde dağı bir cakka oolatat: buradan bizi daha bir tarafa göçürecekler.
oolcu-
dalgalanmak, yavaşça sallanmak, ağır ve kurumlu hareketler yapmak, kurulmak, caka satmak; on beşteği kız bolup, oolcuy basıp bardı ele folk. : ( o kadın) , onbeş yaşında olan kız gibi, süzülerek, sallanarak yürüyüp gitti.
oolcuş-
müş. oolcu- ‘dan.
oolcut-
et. oolcudan; oozun oymaktoy oolcutup, murdun çürüyüp: ağzını yüksük gibi bükürek, burnunu buruşturarak.
oolduk-
1. inat etmek, direnmek; coluğup ketti: 1) inat etti; hiddetlenip direndi, en hassâs noktasına dokunuldu; 2) muayyen bir maksat gözlemeksizin hareket etti; ooluğup keldim; 2. gayri tabiî , anormal olmak.
oolukma
inat, zorbalık, terslik; oolukması karmak kalıptır: inatığı tutmuş.
oolukmaluu
inatçı, delicesine ters, zorba.
ooluya
a. 1. veli, aziz, evliya ( insan hakkında) ; 2. mukaddes, kutsal ( mahal, yer hakkında) .
ooluyalık
velilik, azizlik.
ooma
1. yana yatan, yamık; cüğü beri cağına ooma bolup kaldı: yükü beri tarafa iğrildi; 2 . kararsız, mütereddit.
oomaçıl
kararsız..
oomaçılık
oomaçıl’dan mücerret isim.
oomaluu
değişik, mütehavvil.
oomat
ı = nöömöt. ıı, f. nimet, hayır, iyi sıfat, saadet, muvaffakiyet.
oona-
ağnamak, dabalemek (eşek, et hakkında ) .
oonat-
oona- ‘dan.
oonattır-
et. oonat- ‘tan; at oonattır- , atı ağnatmaya zorlamak.
ooñkura-
bir parça yana yatmak; esi ooğkurap kalğan: hafif baygınlık geçirdi; hafif bir baygınlığa yakın durumdadır.
oopa
= oopaa.
oopasız
sebatsız, mütehavvil, hain, sinsi; oopasız düşman: hain düşman.
oopasızdık
sebatsızlık; vefasızlık, değişkenlik.
oopay
( insan hakkında ) 1. anormal ( aklı başında olmayan ), deli, kaçık; 2. iradesiz.
oopaz
oopos, f. enenmiş öküz.
oor
1. ağır; oor cük: ağır yük, hamule;2. güç, zor, oor cük: ağır yük, hamule; 2. güç, zor,oor iş: zor iş.
oorçuluk
güçlük, zorluk, zahmetler.
oorçun
çokluk, bolluk, çok, bol, müteaddit, toptan; oorçun köp: pek çok.
oordo-
güçleşmek, müşkülâtlı olmak; yuplar cüğün oordoboyt ats. : savaş atı yükünün ağırlığını sezmez.
oordu
bk. oorun.
oorduk
ağırlık, sıklet; oorduğu beş but: sıkleti beş puddur; 2. güçlük.
oorsok
buzağıyı emzirmeye ihtiyaç olmıyan ( sağmal hayvan hakkında ) ; oorsok uy: buzağıyı yanaştırmadan sağılabilen inek; oorsok koy: kuzuyu yanaştırmadan sağılabilen koyun; balasın emizip saayt, balası ölsö oorsok saayt: ( kırgızlar ) buzağıyı yanaştırarak sağıyorlar, eğer buzağı ölürse buzağısız sağıyorlar.
oorsun-
kendisi için ağır, güç olarak saymak.
ooru
ı ( karş. ılañ) hastalık ( insanda) ; sarı ooru: sarılık hastalığı; sarı ooru bol- : 1) sarılıkla hastalanmak; 2) mec. aşırı üzülmek; ayaldar oorusu: kadın hastalığı; içki oorular: dahili hastalıklar.
ooru-
ıı, (karş. ılañda -) hastalanmak ( insanlar hakkında) .
ooruk
1. artçı; çalğındı kalmak çalabı? oorukta çubak kalabı? folk. : kalmuklar öncü olarak gider mi? çubak artçı olarak kalır mı? ; 2. ordu çekirdeği, özeği.
oorukana
k- f:hastahane.
oorukçan
hastalıklı.
ooruksun-
ağrı duymak.
ooruluu
hasta, hissetmek; eti oorunup, eç bir ceri mayıp bolğonu cok: yalnız ağrı geçirdi, başkaca hiçbir türlü sakatlık- filân olmadı.
oorut-
ağrı vermek.
oorutuş-
müş. oorut- ‘tan.
ooruz
= nooruz.
oosur-
avm. yellenmek.
oosurak
avm. sık- sık yellenen kimse.
oosurt-
et. oosur- ‘dan.
ooş
ı: ooş- kılış: karşılıklı mübadele, karşıklı yardım; ooş- kılış kılıp ookat kıl- : birbirine yardım ederek geçinmek.
ooş-
ıı, mübadele etmek; koy ooşup ketpesin: sakın koyunlar karışmasın!
ooşmo
değişen, sebasız.
ooştur-
bir şeyi diğer bir şeyin yerine koymak.
ooşuu
mübadele, değiştirme; tebış ooşuu: ğram. seslerin değişimi( birbirinin yerlerinin tutmaları ) .
ootu
= nootu:
ooz
1. ağız; oymok ooz: bk. oymok; oozdan çıkınca: boğazdan çıkarcasına (yemek) ; oozdan çıkkança toyo cedik: boğazımıza gelinceye kadar yedik; ir oozdan: bir ağızdan; ittifakla; ooz biriktirip: sözleşerek, söz birliğiyle; ak ooz bol- : sövmelere, hakaretlere duçar olmak; oozuñdu appak kıldır sana adamakıllı sövüp saydı; oozuña alba! : ağzına alma! ağzını açıp anma! ; oozdon tüşürböyt: dilinden düşürmüyor; men bir üç ooz kep aytam: iki- üç kelime söyliyeceğm; eki oozun biri ele okuu boldu: ( söylediği ) iki sözün biri talim oldu ( yani talim hakkında çok konuştu ) ;oozuna kelgendi söylöy beret: aklına estiğğini söylüyor ( harfiyen ağzına ne gelirse onu söylüyor); bir ooz = kel = degende carabayt: bir = gel = kelimesini demeye bile yaramıyor ( buyurun! demesini bile bilmiyor) ; oozmo-ooz surayt: ( başka birisi vasıtasiyle değil de ) şahsan soruyor ; açık ooz bk. açık; kızıl ooz: kızıl dudaklı (at don alâmetlerinden ) ; oozdoruna taruu kuyup alğanday: = ağızlarına darı dökülmüş gibi = hiçbir şey söylemiyorlar. ( susuyorlar) ; ooz uçunan coop berdi: ağız ucundan (ehemmiyet vermiyerek) cevap verdi; ooz cıy-: ağzını toplamak, susmak; ooz aç- : ağız açmak (iftar etmek) ; oozdon öp- : ağzını öpmek;attın oozun koy: atın dizginini bırak attın oozun koyun carışıp folk.:atı doludizgin bırakarak ve yarışarak; caman ooz = bakanooz; 2.bir şeyin çıkacağı delik; mılıktın oozu: namlı ağzı; 3.menba,(kaynak) ; almantının oozunda folk.: almatı ırmağının menbaında; 4.büyük kapı (dervaza) ; altın ooz ordo folk.:altın kapılı saray; altın ooz şaar folk.:altın kapılı şehir.
oozan-
1. söylemek, demek; oozanzañanıbızga köp boldu: konuştuğumuzdan beri çok zaman geçti; 2. (rad.) ağza almak
oozandır-
ağzına vermek, ağzına sokmak, emdirmek.
oozdan-
ağız hususunda benzemek; açılğan kör oozdon: dişsiz ağza malik olmak (harfiyen: açılmış mezara benziyen ağza malik olmak); töö töö kuynuk çaynağan töö oozdoñon: ağzı kitre (astragalus)yemiş deve ağzına benziyor.
oozduk
ı, gem; oozduk tişte-: gemi azıya almak; oozduğu cok attay: gemsiz at gibi. ıı: açık oozduk, bk. açık.
oozdukta-
gem vurmak, yavaştırmak, zaptetmek, itaat altına almak.
oozeki
ağızdan, şifohen, şifahi.
oozku
methal deliği yanında, methalde bulunan; oozku üy: sofa, hol.
op
ı,nefes, soluk; op tart-: nefes almak, solumak. ıı: obun tappay(yahut opsuz, yahut obu cok) kerilet: ölçüsüz kuruluyor, aşırı derecede kırınıyor, nazlanıyor; obu cok(yahut opsuz) çoñ: gayet büyük, kocaman; obu cok ele süylöy berbe: manasız sözler söyleme; obuñ menen iş kıl!: düşünerek iş yap! ,
opa
= oopa.
opaa
a. sadakat, vefa, sadık;opaası cok = opaasız; ubadağa opası cok. vaadini tutmuyor,vefasızdır.
opaasız
= oopasız.
opat
a. vefat, ölüm, helâk.
opera
r. opera.
operatsiya-
r. operasyon, cerrahi ameliyat, askeri harekât, ticari muamele.
opkok
1, doymaz, obur; 2. az mugaddi: az besleyibi; carma opkok kelet: tirit az mugaddidir:
opkolçu-
opkoolçu-, meyus olmak, maneviyatı kırılmış bir durumda bulunmak, can sıkıntısı olmak.
opo
= opaa.
opoldomoçun
= poldomoçun.
opoloñ
. opoloñ-topoloñu tüştü: arbede koptu.
opoñ
: opoñ un: kepeği ayrılmış buğday unu.
oposuz
= oopasız.
opot
= opat.
opoyt-
kabarık, çıkık bir surette koymak (kocaman bir nesneyi); astıma çoñ tabak etti opoytup koydu: kocaman tabakla eti önüme koydu.
opportunisçil
= opportunist.
opportunisçildik
= oppotunizm.
opportunist
r. oportünist.
opportunistik
oportünizm’e ait.
oportunizm
r. ahval ve zamana göre, herkese anlaşma ve uzlaşma yolunu tutmaklık siyasi mesleği : opertünizm.
oppozitsiya
r. muhalefet,
oppozitsiyaçıl-
muhalif, muhalefetçi.
opsoloñ
cesur, mert.
opsuz
gayet, aşırı, ölçü dışı; opsuz köp: gayet çok;opsuz semiz:pek yağlı; çirkin bir surette semiz; opsuz küldü: yüksek sesle güldü (çok ve yersiz güldü).
opşu
(r. kon. = obşçiy) umumi, hep beraber, elbirliğiyle, cemiyet, topluluk, cemiyete ait; opşu ıraazı bolso: herkes muvafakat ederse; eğer umumi ittifak olursa.
obşustuba-
(r. kon. = obşçestvo = ) topluluk; cemiyet.
opton-
muziplik etmek,serkeşlik etmek,kendini zapdedememek;optonboy otur!rahat otur!
optuu
mazbut,,itinalı
opur
ı:opur-topur arbede,karışıklık. ıı,alt üst etmek,tahrip eylemek,havaya uçurmak,patlamak.
opurma
:koş ooz opurma:çift namlulu tüfek.
opurtalduu
1.korkunç;meş’um;opurtalduu tüş:korkunç rüya;2.çabuk kırılan,nadir
opurtmaluu
= opurtalduu
opurul-
alt üst edilmek,tahrip olunmak,patlatılmak
opurult-
et.opurul-‘dan
opus
ı = opuz ı
opusıı
= opuzıı
opusala-
= bopuzala-
oput
(r."opit") tecrübe.
opuz
ı.(r.kon."opis") 1:icra dairesi tarafından malü mülkün yazılması,haciz konması;opuz mal;icra tarafından yazılmış olan mülk;2.taharriyat,evde yapılan araştırma
opuzıı
:ormon opuz yohut ormaon opuzu:gösterişli ihtişam,gösterişli muhariplik.
opuza
= bopuza
opuzala-
korkutmak,göz dağı vermek.
or
ı,çukur,hendek
orıı
:or iyrek:cez tumşuk(bk.tumşuk) aksamından biridir.
or-ııı
ekini,otu biçmek
orçun
= oorçun
orden
r.nişan
ordendüü
nişan sahibi,kendisine mükafat olarak nişan verilen kimse.
order
r.1.ordino,2.tevkif müzekkeresi.
ordo
1. tar.hanın karargâhı belli-başlı bir adamın muhteşem obası;ak ordo:mükellef,beyaz oba;alaş ordo,bk.alaş;2.in;cılandın ordusu:yılan ini;3.kırgızların kumar mahiyetinde olan aşk oyunudur ki,bu oyun hanın karargâhını ele geçirmek için olan savaşı temsil eder;ordo atkanday:ordo oyunu gibi(zevkli ve safalı bir şey);4.ordo oynayanların daire teşkil ederek dizildikleri hat.
oordoluu
1.saraya malik olan;2.çok çoluk-çocuk sahibi olan;3.taraftarları çok olan kimse;ordoluu cılan:büyük yılan yığnağı içinde yaşıyan yılan,yılan yılınağı;ordoluu bay,bk.bay.
ordu
bk.orun.
ordun
kon = orden,
ordur
ı, kon.1. = order;2. = orden.
ordur-ıı
ekin, ot biçmeye zorlamak veya müsaade etmek.
organ
r. uzuv.
orğok
= orok.
orğu-
1. fışkırmak, galeyan etmek (su hakkında); cerden orğup çıkkan bulak: yerden fışkıran pınar; 2. şahlanmak, yükselmek, tümsekler teşkil etmek; orğup çıkkan şor: tümseklerle örtülmüş, çorak yer; 3. hoplamak; zıplamak; oynop-orğup: oynayıp sıçrayarak.
orğuçta
= orğu-.
orğuçtan-
mut. orğuçta-‘dan; kıyırı orğuçtandı: küplere bindi.
orğuşta
= orğuçta-
original
r: orijinal.
oskestr
r. orkestra.
orkıyal
k-a. kaba (tabiat hakkında).
orkoy-
kanbur şeklinde çıkık durmak, sivrilip çıkı durmak; omurtkası orkoyup: amudu fıkarîsi kanburlaşmış.
orlo-
hendek, çukur açmak; ak bökön kelip çığılat, aldın kazıp orloso folk. : eğer önüne hendek kazılırsa, beyaz karaca gelir ve düşer.
ormok
turp kömürünün bir çeşidi.
ormokoy
kalın ve biçimsiz burunlu adam.
ormon
srk. orman.
ormoñdo-
1. somutmak ve susmak; 2. öne doğru çıkık durmak (mse., burun hakkında).
ormoy-
1. somurtkan ve az konuşur olmak; 2. öne doğru çıkık durmak (mes. burun hakkında).
orno-
yeride pekleşmek, sokulup kalmak; belçesinsn batkaka ornop kaldı: beline kadar bataklığa battı, saplandı.
ornoo
işs. orno- ‘dan.
ornoştur-
1. yerleştirmek; 2. bir işe yerleştirmek.
ornot-
yerine pekitmek, koymak; mamı ornot-: at bağlama direğini çakmak, dikmek.
ornottur-
et. ornot’tan.
ornotuluu
dikilmiş; vazedilmiş.
ornotuu
işs. ornot’tan.
oro
ı, = oroo ıı.
oro-
ıı,dürek sarmak, dolamak.
oroçu
= orooçu.
orok
1. orak; bel orok: tırpan; orok baş (at hakkında): tırpan başlı; 2. hasat; orokton kiyin: hasatttan sonra; orok or-: ekin biçmek.
orokçu
ekin biçen, orakçı.
orol-
dürülmek, sarsılmak, çile şekline konulmak, karma karış olmak.
orolmo
burmalı, helezonî; orolmo sızık: helozonî hat.
orolo
ı, her yandan, etraflıca; orolo çaap cüröt: etrafte koşarak dönüyor.
orolo-
ıı = oroolo-.
orolpok
(Rad) kadınların başörtüsü..
orolt-
et. orol-‘dan; belinen orolto karmadı: (kızı) belinden sardı, kucakladı.
orom
sargı, dolam, bir şeyin etrafını sarmak veye dolamak için yetişecek miktar; bir orom cip: bir miktar iplik; talaada tabıksa, bir orom cip olco ats.: sahrada bulunursa, bir parça iplik dahi ganimet sayılır; içki orom: kadın "sargı" sının aksamından birinin adıdır (başta ufkî olarak uanarak şakaklar ve ense üzerinden geçen kumaş parçası) .
oromol
f. başörtüsü.
orompoy
tek ayak üzerinde zıplayarak yapılan kovalamaca oyunu; orompoy tep-: bu oyunu oynamak.
oron-
kendi üzerine sarmak, bürünmek; eleçek oron-: başına kadın "sarığı" sarmak; selde oron-: başına sarık sarmak.
oronçook
bürünmeyi seven.
orondu
sargı.
oroñdo-
= oñurañda-.
oroo
ı, sargı, pazıbent. ıı;es. hububat muhafaza etme için çukur, sarpun.
oroooçu
es. 1. sarpun kazıcı; 2. mec, çiftçi:
oroolo-
es. hububatı sarpuna gömmek (muhafaza etmek için)
oropara
f. karşı, karşıda bulunan, vis-â- vis.
oroso
= orozo.
oroşon
baştan-başa, hep; oroşon on ay bolğunça: bütün on ay; oroşon buurul at: hepsi benekli boz (kır) olan atlar.
oroy-
. ı, a. ruh; oroyum aktan caratılğan es.: ben nikâhlı rabıta neticesinde doğmuşum; benim doğuşumda hiçbir ayıplanacak şey yoltur.
oroy
ıı, 1. çabuk sinirlenen, çabul kızan, söz dinlemiyen; oroyucaman: siniri tutmuş, hırslanmış; kündün oroyu caman: hava berbat olacak; 2. kaba; oroy til: kaba, yontulmamış dil; oroy kata: kaba hata; 3.oroy yahut oroy çoku: baş tepesi; oroy çokuma kamçı menen tartıp ciberdi: tepeme kamçı çaldı; 4. müsavi, ayni; oroy köz çaray oturğanda yahut oroy köz çaray turğanda: herkesin huzurunda. ııı, f. yüz, ruy.
oroypo
kiriş, yay kirişi.
oroypok
= orolpok.
orozo
f. dn. oruç, ruze.
orsoğoy
= orsok.
orsok
üst dişleri çıkı duran kimse.
orsoñdo
hareketlerinde üst dişleri çıkı duran kimseye benzemek.
orsoy-
öne doğru çıkık durmak (mes., üst dişler hakkında; kayalar hakkında).
orsoyt-
et. orsoy-‘dan.
orto
1. orta; tün ortosu: gece yarısı; orto col: yarı yol; oktyabr ortolorunda: İlkteşrinin ortalarında; ortobuzda: müşterek istifademizde, hepimize aittir; orto ara yahut orto-aralık: mesafe; çüz sarcanday orto-arağa (yahut arlıkka) kelip; yüz sajen kadar mesafeye yaklaşarak; kap orto bk. kaporto; 2. orta halli.
ortoço
ortaca, orta (orta hacimde, orta büyüklükte, orta evsafta) ; ortoço döölöttüü: orta halli.
ortok
1. dost, arkadaş; ölüm ortok: samimî dost,ölünciye kadar ahbap;2. mahsulün bir kısmını alan, ortakçı; teñ ortok: mahsulün yarısını alan.
ortoktoş
ı, ortak, şerik.
ortoktoş-
ıı, hep beraber iştirak etmek, birleşmek.
orton
yahut orton kol: orta parmak.
orul-
pas. or-ııı’ten; buuday onuldu: buğday biçildi.
orum
hasat, kaldırma (hasat zamanında) ; baş orum bede: ilk kaldırma yoncası; orto orum: orta kaldırma; ayak orum: son kaldırış.
orun
1. yer, mahal; ordu (bazan ordu) : onun yeri; boş orun: münhal (açık) yer; orduna: yerine; onun yerine; tar orundar: dar yerler; cüz somdun ordu cok: yüz rublenin yeri gözükmüyor (vesikalara, hesaplara göre, nereye sarfolunduğu belli değil) ; aytkanı orun çıktı: söylediği yerinde imiş, doğru çıktı; orun söz; işe yarayan, makul söz; orundan çık bk. çık- ııı; orun basar: vekil, birinin yerine kalan; 2. yatak; orun sal-: yatak sermek.
orunçu
yatak; töşönçü-orunçu yahut töşök-orunçu: yatak takımı.
orunda-
1. yerleşmek; cürögü orundap kaldı: kalbi sükûnet kesbetti; 2. yerine getirmek, ifa etmek; aşığı menen orunda-: fazkasiyle yerine getirmek; 3. yerine getirilmek; tilek orundadı: arzu yerine getirildi.
orundal-
yoluna konulmak, yerine getirilmek, ifa edilmek; iş orundalğan cok: henüz iş (müsait bir surette) tamamlanmadı.
orundalış
yerine getirilme; başarılma.
orundaluu
yerine getirilme, başarılma; tapşırma orundaluuğa tiyiş: verilen vazife yerine getirilmelidir.
orundaş-
1. yerleşmek; 2. ifa edilmek; yerine getirilmek.
orundaştır-
et. orunda-‘dan; cerğe orundaştır-; toprağa yerleştirmek, yerleşik (mütemekki) durumuna geçirmek.
orundaştıruu
yerli-yerine yerleştirmek.
orundat-
ifa etmek, yerine getirmek, yoluna koymak; plandı toluk cana arbın oruntabız: plânı yerine getireceğiz, belki de fazlasiyle ifa edeceğiz,; iş orundat-: işi yerine getirmek ve yola koymak.
orundatıl-
ifa edilmek.
orundatuu
yerine yerleştirme.
orundoo
1. ifa etme, yerine getirme; aşıra (yahut aşığı menen) orundoo: fazlasiyle yerine getirme; 2.yerine yerleştirme.
orunduu
yerinde olan işe yarıyan, makul; orunduu söz: yerinde ve makul olan söz.
orunsuz
yerinde olmıyan.
oruntultuu
müsbet, sağlam, ciddî ( insan hakkında);ordo kütüp, han bolup, oruntuktuu can bolup folk.: saray edindi, han oldu ve ciddi adam oldu.
orusça
. rusça.
orusçala-
rusça konuşmak, bir şeyi rus usuliyle yapmak.
oruş-
hep beraber ekin, ot biçmek.
oruu
hasat; oruu-cıyuu: (ekinleri) biçme ve toplama.
osmo
meşin.
osmok
ima, tellmih.
osmokto-
kinayeler, imalar ile iş görmek.
osol
kötü, fena zayıf; osol tart-: kötüleşmek; osol tartıp kaldı; hastalığı fenalaştı; sözü osol: lâfı kaba; osol bol-: kepaze olmak; osol kıl-: terzil etmek, kepaze etmek.
osur-
= oosur.
osuyat
a. vaziyet.
okşur-
ışkırmak (at hakkında) ; atım oşkurup tura çaldı: atıp ışkırdı ( ürküp burnundan hırıltı çıkardı) ve birden bire durdu
oşo
(Datif: oşoğo; oşoğon, oşoo) öteki, şu oşonu menen katar: bumumla beraber; oşon üçün, o sebepten; oşo kündön uşu kün folk.: o zamandan beri, bu güne kadar.
oşoğon
bk. oşo.
oşol
= oşo.
oşon
bk. oşo.
oşonço
o kadar.
oşonçoluk
o kadar, şu kadar, o miktarda; el kançalık karañgi bolso, dinçildin oşonçoluk tülküsü tüştö uluyt: halk ne kadar cahil olursa, dinciler o kadar istifade ederler.
oşondo
orad, o zaman.
oşondon
oradan, ondan
oşondoy
o gibi, bu gibi.
oşonduktan
budan dolayı, onun için, bunun için, o (bu) sebepten.
oşontüp
bu suretle.
oşoo
bk. oşo.
oşton-
1. keyifli, neşeli olmak; sevinmek; enesi ( yahut katını) erkek tuuğanday oştonot: annesi (yahut karısı)erkek çocuk doğurmuş gibi aşırı seviniyor; 2. kırıtmak.
oşnot-
şen ve sevinçli kılık vermek; tezyin eylemek, süslemek.
oşur
a. tar. kin mahsulünün ruhaniler nefine ayrılan kısmı, âşar; ondalık.
ot
I, ateş; anı menen otum küyüşpöyt: = onunla ateşim tutuşmuyor = ( onunla geçinemiyorum) ; otton alıp suuğa, suudan alıp, otko: takatın fevkinde işler yükleterek ve alay ederek; albarıst otu yahut şeytan otu: bazı bataklıklarda gözüken alevli buhar; otko kirüü es.: ateşe girme ( düğünden birkaç gün sonra gelinin akrabalarının evinde icra edilen merasimdir, ki bundan sonr güvyi karısının akrabasından kaçmamaya başlar; otkkkko may sal- es.: ateşe yağ dökmek (gelinin güveyi evine geldiği ilk günde yapılan merasimdir). II, 1. ot; ot cer: iyi otlak, mer’a; otko koy-: yeme bırakmak, otlağa salıvermek; kızıl ot: grekçe Andropogo;2. bir ot çılkı: ayrı bir sürü at.
otkor-
= otkoz-.
otkoz-
otlatmak, ayakaltındaki yemle; yani otla beslemek, otlağa bırakmak; attı otkozup al: atı bir parça otlat!
oto-
zararlı otlardan ayıklamak; ottor köböyüp, çancıñ mokusun!: otları ayıklamakla uğraşannlar için iyi dilektir.
otoğuç
1. zaralı otları ayıklamaya yarıyan her hangi bir ayğıt; 2. = çancuu.
otoo
II, yaylağa aldıkları küçük, sefer obası (çadırı) ; otoo başı tar.: yaylakta bir grup obaların başı.
otooç
= toğuç.
otooçu
ekini zararlı otlardan ayıklayan.
otor
1. köyden uzakta bulunan mer’a, otlak; 2. uzak ülkeler; 3. müstemleke.
otorçul
es. müstemlekeci.
otorçulduk
es. müstemlekeleştire; otorçulduk siyaseti müstemleke politikas.
otorlo-
1. uzaktaki mer’aya göç etmek; 2. es. müstemlekeye muhaceret etmek: göçmek.
otorlot-
et. otorlo’dan.
otot-
zararlı otlardan ayıklatmak.
otryad
r. müfreze.
otto-
otlamak, ayakaltındaki yemle, yani otla beslenmek; oozuña kelkenin ottoboy otur! : saçmalamaksızın otur!
ottot-
otlatmak, mer’aya bırakmak.
ottuk
çakmak; ottuk taş; çakmak taşı; somoordun ottuğu: semaver borusunun alt kısmı.
ottuu
1. ateşli, ateşin, yakıcı; ottuu cel: yakıcı rüzgâr;2. cesûr.
otuk-
otla beslenmeye bbaşlamak ( sütten ota geçtiği zaman kuzu hakkında).
otun
odun, yakacak, mahrukat; otun al-: yakacak toplamak; otun-potun: ufak- tefek odunlar.
otur-
= oltur-.
oturğuç
= olturğuç.
oturğuz-
= olturğuz-.
oturuk
1. yerleşip oturulan yer, meskûn mahal; 2. yerleşi (göçebe olmıyan) .
oturuktaş-
yerleşip oturmak, yerleşik olmak (göçebeliği terketmek)
oturuktarış-
yerleik olmaya sebep olmak; göçebeden yerleşik yapmak.
oturuktaştıruu
göçebeden yerleşik yapma.
oturuktaşuu
yerleşme (göçebeliği bırakıp, yerleşik olma).
otururtuu
yerleşik, mütemekkin.
oturuu
oturma, yerleşme (göçebelikten vazgeçme).
otuz
otuz.
ovo
= aba II.
oy
I, 1. fikir, düşünce, meşgale, kaygı; oyuna emine kelse, oşunu kılat: aklına ne eserse, onu yapıyor; oyuma keldi: aklıma geldi; meniñ, oyumça: benim fikrime göre; oydoğuday: düşünüldüğü, arzu edildiği gibi; 2. karar, mahkeme kararı; biydin oyu tar.: = biy = in kararı. II, alçak yer, çukur, kazan şeklindeki vad, hufre. ! III, nida: of!, vay!
oy-
IV, oymak, kazmak, hakketmek; kaşık oy-: kaşık oymak; beçet oy-: mühür kazmak.
oyboy
! nida; oy-oy; ay-vay!.
oyçon
düşünceli, içli.
oydolo-
sekerek koşmak, sabırsızlıkla yürümek, hoppalık etmek, rahat oturmak; at oydolup turat: at oynuyor (kızışıyor).
oydolot-
et. oydolo-‘dan; kolun oydolotup cazat: hızlı yazıyor; (kzışmaya başlayan) atını teskin ederek, duruverdi.
oyduñ
alçak yer, ovalık.
oydur-
et. oy- IV-‘ten; beçet oydur-: mühür kazıtmak; moyloo oydur-: bıyığın ortasını (iki kısmın birleştiği yeri) kazıtmak.
oyğon-
uyanmak.
oyğoo
uyumayan, uyanık bulunan.
oyğor-
tasavvur etme, tasarlamak.
oyğorundu
tasar, zihnen karar.
oyğoruu
tasavvur, tahmin, fikir, zihnen karar; oyğorumça: düşünceme göre, fikrimce.
oyğot-
uyandırmak.
oyğuz-
= oydur-.
oyku
: oyku-kaykı: dalgalı, menevişli:
oykuçta-
= oydolo-.
oylo-
1. düşünmek, tefekkür etmek, taakkul eylemek, tevehhüm etmek; iş kılsañ, artıñ oylo!: iş yaparsan, sonunu düşün! ; oylop tap-: düşünerek bulmak; icat, ihtira etmek; ar kim özün er oyloyt ats. herkes kendini bahadır sanıyor; 2. karar çıkarmak; sot bütüm oylodu: mahkeme karar çıkardı; kun oylo-: tar,: kan pahasını, tazminatı tayin etmek.
oylomo
uydurma, mefhum; oylomo san mat. mevhum (imajiner) sayı.
oylon-
düşünceye dalmak, kendini düşünceye kaptırmak, yeniden düşünmek.
oylondur-
düşündürmek, düşünceler uyandırmak.
oylont-
= oylondur-.
oylonul-
düşünülmüş olmak, düşünülmek ; muruntan oylonulğan pikir: önceden düşünülmüş fikir.
oylonuu
işs: oylo-‘dan.
oyloo
tefekkür, muhakeme.
oyloş-
müş. oylo-‘dan.
oyluu
düşünce le sarılmış; eki oyluu: tereddüt içinde bulunan, neyekarar vermesini bilmeen.
oymo
1. oyulmuş, hakkedilmiş; 2. nakşedilmiş, süslenmiş; oymo-çiyme bolup cazılğan afişa: süslü, cicili-bicili olarak yazılmış afiş (duvar ilânı).
oymoçu
oymacı, hakkâk.
oymok
yüksük (yüzük şeklinde olur) ; tuyuk oymok: rus örneği yüksük ( ki bir tarafı kapalı olur); oozu oymoktoy: o kadının ağzı küçüktür (harf.: ağzı yüksük gibi) oymok baş sal-: çidik atmak (kıza).
oymoktuu
1. yüksüklü; 2. mec. kadın.
oymolo-
kazımak suretiyle yapılan süslere benzemek.
oymolot-
et. oymolo-‘dan.
oymul
oymalı, oymalarla kaplanmış; oymul taz uyuz illetinden başında deri izler kalan kimse.
oyno-
1. oynamak. eğlenmek, rahat durmamak, şaka etmek; at oynop ketti: at kendiiğinden (üzerinde kimse yokken) hızlıca koşup gitti; oynop ayt-: şakadan söylemek; oynop aytsa da, söylese de, düşündüğünü söylüyor; 2. aşk ve alâka münasebetlerinde bulunmak.
oyno
zıplama, şuhluk; oynok sal = oynokto-.
oynokto-
zıplamak, şuhluk etmek; közü oynoktoğon: çapkın gözlü.
oynotot-
et. oynokto’dan; köz oynoktot-: 1) göz oynatmak, şen gözlerle bakmak; 2) gözlere neşe vermek; at oynoktot-: atı kızıştırmak.
oynol-
oynanmak; cüz som oynolot: yüz ruble oynanıyor (oyun masasına konuluyor).
oynoloktot-
= oynoktot-.
oynoo
1. işs. oyno-‘dan; 2. oynak, şuh.
oynooçu
1. oynayıcı, oyuncu; 2. sahnede) bir rol alarak oynıyan şahıs.
oynook
1. sık-sık yerinden oynoyan (burkulmuş fakat tekrar yerine konmuş mafsal hakkında) ; barmağım oynook bolup kalıptır: çıkık ve düzeltilmiş parmağım yerinden oynuyor; 2. şuh; oynak.
oynoş
I, maşukka, metres; dost, maşuk.
oynoş-
II, 1. hep beraber oynamak; 2. aşk ve alâka münasebetlerinde bulunmak.
oynoşçul
aşk maceralarına temayülü olan, çapkınlık eden.
oynot-
et. oyno-‘dan; at oynot-: at üzerindehalkı çağırarak (elle) işaretler yapmak; baça oynot es.: baça oynatmak ( dansettirmak) (bk. baça).
oyon
(destanda) 1. bahadır; 2. asîl, efendi.
oyoz
= üyöz.
oyron
f. 1. harap, yıkık, viran, yok edilmiş, helâk olmuş, helâk; oyron kıl-: tahrip etmek, imha eylemek; 2. kuvvetli, müthiş, korkunç; oyro mıktı: gayet kvvetli, kudretli; 3. kadın ölen kocası için ağlarken, adet olduğu üzere, kocasını böyle adlamaktadır ( bu manayla daha ziyade: kül oyron) :
oyrondo-
tahrip edilmek, imha edilmek, helâk olunmak, yıkılmak, mahvolmak.
oyrot
(oynat) : oyrotto cok: benzeri yok, dengi yok; oyrokto düñü taradı: bütün cihanda maruf oldu; oyun, kızık, temaşa; oyrotto cok keb boldu folk,: oyunlar; eğlenceler şenlikler- bütün cihanda misli görülmemiş derecede oldu.
oysoñdo-
şuh olmak, oynak, canlı, çevik olmak (başlıca, genç kadın hakkında).
oysoñdot-
et. oysoñdo-‘dan.
oysul
; oysul ata: 1. mit. develer hâmisi; çımın tiygen töögö Oysul ata ne payda? ats. : sinek dokunmakla hastalanan deveye Oysul ata ne faydası dokunsun? ; 2. mec. deve.
oysura-
kurumak, tükenmek, iflâs etmek, fakir düşmek.
oysurat-
perişan etmek, fakir düşmesine sebebiyet vermek; ouşmuştu oysuratıp salğan: pek çok çalıştı, çok iş bitirdi.
oyt
: oyt dep çocuğan kişidey: pek fazla korkmuş adam gibi; oyt ber-: bir yana sapmak, kendini bir yana atmak.
oyu-
= noyu.
oyuk
1: oyuk, oyulmuş; 2. oyma, çukur.
oyul-
pas oy- IV’ten.
oyum
yahut oyum-çiyim: nakış, tezniyat, oymacılık; şırdaktın oyumu: şırddak’ın nakşı (bk. şırdak).
oyun
oyun, eğlence, şaka; oyundu koyup, çınıñdı ayt! : şakayı bırak da, ciddi söyle! ; at oyunu: cambazhane; 1) her iki cinsten gençliğin = tura = oyunu; 2) düğün oyunları; kız oynot-: kız oyunu tertip etmek; oyun- çından: yarı şaka olarak.
oyunçu
1. oyuncu (rakkas), dans eden; 2. artist, aktör, canbaz.
oyunçuk
oyuncak.
oyuñkarak
= oyunukarak.
oyunkarak
oynak, şakacı, lâtifeci,neşeli adam.
oyunpoz
k-f. şen, oyunlar ve eğlenceleri seven kimse.
oz-
öne geçmek, yetişerek geride bırakmak; kuup cetip ozup ket-: yetişmek ve geride bırakmak; üçtön on münöt ozuptur: üçü on geçiyor.
ozbur
haris, aç gözlü.
ozğun
öne geçen, öne geçmeye uğraşan; murun çıkkan kulaktan kiyin çıkkan müyüz ozğun ats. : önce çıkan boynuz geçer.
ozondo-
1. dinmeden ağlamak; bağıra bağıra ağlamak; 2. uzatarak ve yüksek sesle bağırmak.
ozondot-
et. ozondo-‘dan.
ozun-
öne atılmak, öne geçmek, yetişip geride bırakmak; ozunup süylö-: heyecanla ve küstahça konuşmak; ozuñan taz börk alat ats. : = hırsızın kalpağı yanıyor ( yani kabahatli olan kendini belli eder).
öbök
menet, dayangaç, destek, yardım, müzarehet; öböğüm cok boldu: desteğim kayboldu (yardımına güvendiği bir yakınını kaybeden kimse böyle söyler) ;taş öbök sal-: (atlı hakkında) eyerin ön kaşına iğilmek.
öböktö-
1. dayanmak; 2. başını iğmek; 3. asaya dayanarak, ölünün üzerine iğilmek; 4. mec. kanburlaşmak; pek fazla ihtiyarlamak.
öböktöö
işs. öböktö-‘den; öböktöökürüp folk. asaya dayanarak ve (ölü için) hıçkırıp ağlıyarak.
öbülgö
1. tölgö (bk.) için ücret; 2. hediye; mükâfat; 3. mütekaddim sebep.
öbüş-
öpüşmek, birbirini öpmek.
öbüşüü
işs. öbüş-‘ten.
öcör
her şeye, herkese takılan, inatçı, intikamcı.
öçörlön-
inat etmek,aşırı aksilik eylemek.
öç
I, kin, intikam, öç alma; öç al-: hıncını çıkarmak, intikam almak; öçümdü aldım: hıncımı çıkardım, intikam aldım; ekööbüz öçpüz: ikimiz kavgalıyız.
öç-
II, 1. sönmek; otöçtü: ateş söndü; ömürü öçtü: öldü; ıy öçtü: ağlama dindi; 2. silinmek, yok edilmek; kat öçtü: yazı silindi; atım öçsün…: ismin yok olsun ( eğer.,)
öçküs
1. sönmiyen, sönmez; 2. silinmiyen, yok edilmeyen.
öçmöndüü
= öçtüü.
öçmöntöy
kinli, kindar, intikamcı.
öçöğdö-
atlıların, tembel atı, hızlı yürümeye zorladıkları sırada yaptıklarına benzer hareketler yapmak.
öçöş-
kin beslemek, hırslanmak, kızmak.
öçöştük
kin, kindarlık.
öçştür-
et. öçöş-‘ten.
öçtö-
öçölmak.
öçtüü
intikamcı, kindar; söök öçtüü: kabile düşmanlığı besliyen; düşmanca, husumetkâr.
öçüğüş-
. müş. öçük-‘ten.
öçük-
intikam, kin beslemek.
öçül-
= öç II; cakkan çırak öçülböyt folk.: yakılan çıra (kandil) sönmez
öçür-
1. söndürmek; 2. (yazılanı) silmek; kaydını terkin etmek.
öçürgüç
. (semaverin) kapağı (baca kapağı); ört öçürgüç: 1) ateş söndürmek için kullanılan âlet; 2) itfayeci; 2. (yazıyı silmek için kullanılan) lâstik.
öçürgüs
1. sönmez; 2. silinmez.
öçürüü
işs. öçür-‘den.
öçürüüçü
söndürücü; ört öçrüüçü: itfayeci.
öğö-
(bir madeni) eğelemek, eğe ile bilemek
öğöl-
pas. ögö-‘den; bir birine öğölüpkalıptır: brbirine sürtünerek silinmiştir
öğöndü
eğe altından çıkan maden tozu, talaş.
öğöö
eğe.
öğöölö-
eğelemek, eğe ile bilemek.
öğöölöt-
et. öğöölö-‘den.
öğörök
( destanlarda tek kanatlı bir kuşun adıdır.)
öğöt-
et. öğö-‘den.
ögöy
övey; öğöy ata: öyev baba; ögöy uul: övey oğul; ögöy ene: övey anne; ögöy kız: övey kız; ögöy bala: övey çocuk; öz atañbı, ögöybü? folk.: öz baban mı? övey baba mı?
ögöylö-
övey muamelesi yapmak ( övey anne, övey baba, övey oğul, övey kız hakkında); tamak içimdi ögöylödü: yemek içimi öve gördü (bu yemek bana uygun gelmedi).
ögöylük
1. öveylik; 2. yabancılık.
ögönçörök
çoktan değil, daha yakınlarda.
ögünkü
bir müddet önceki, son günlerde vukua gelen, o günkü.
ögüntön
bk. kün 2.
ögünü
o gün, evvelki gün.
ögüz
öküz, boğa; kunan ögüz: üç yaşına basmış öküz; bışkı öğüz: dört yaşına basmış olan öküz; asıy ögüz: beşinci yaşına basmış olan öküz; koş öğüz: Yedigir( Dübbüekber) in sağ tarfında bulunan yıldıztopu.
ökçö
I, ökçe;: topuğun arkası.
ökçö-II
(aşık oynarken) vuracak aşığını alçı (bk.) üzerine düşecek tarzda atmak.
ökmöt
a. 1. hükûmet; 2. hâkmiyet.
ökmötçü
kon. 1. devlet memuru; 2. hükûmet başında bulunan, devlet mümessili
ökmötsüzdük
hükûmetsizlik, başsızlık
ökmöttöş-
dava açmak, şikâyetlerle hükûmet kapılarında dolaşmak.
ököö
= eköö.
ököz
o zaman, o defa, o sefer, bir müddet önce.
öksö-
ac-acı ağlamak, yüksek sesle ağlamak, hıçkırarak ağlamak.
öksöt-
. et. öksö-‘den.
öksü
I, zayıf, kifayetsiz; tokoçtan öksü bolğon cok: ekmeğe muhtaç olduğu yoktur.
öksü-
II, gevşemek, yetişmemek; alıñan ıkçamdık öksüböskö tiyiş: alınan tempo (hız) gevşememeli; ezeli kar öksüböğön biyik aşuu: ebedi karı eksilmeyen yüksek geçit.
öksük
eksiklik, bütçe açığı.
öksüt-
et. öksü- II –‘den; öksütkön eken balanı folk.:meğerse çocuğu cebretmiş imiş (onu muhtaç olduğu şeylerle temin etmemiş).
öktö
tatmin edilmemiş arzu, tatmin edilmeyiş, iddia; emine öktöñbar?: nen eksik? neyle tatmin edilmedin?; menin eç bir öktöm kalğan cok: benim hiçbir iddiam kalmadı, ben tamamiyle tatmin edilmişim, istihkakımı ve istediğim her şeyi almış bulunuyorum.
öktöbür
kon. = oktyabr.
öktölüü
tamamile tatmin edilmemiş, iddiası kalan.
öktöm
kuvvetli, cesûr.
ökül
a. vekil, mümessil, delege; toluk ukuktuu ökül : tam salâhiyetli mümessil; ökül ata: (düğünde) peder yerini tutan kimse , ökül kız: 1) (düğünde) kız yerini tutan; 2) bir oyunun adıdır.
öküldük
vekillik, mümessillik, delegelik.
öküm
I, a. hüküm, mahkeme kararı; mahkemede verilen hüküm; öküm süylö yahut öküm ayt: kararı ilân etmek; emretmek; ökümü cürüp turat: hükmü yürüyor, hüküm sürüyor; öküm sür: hâkimiyeti elinde tutmak, hüküm sürmek; öküm sürüü: hüküm sürme, hâkimiyet. II, kendini zaptedemiyen, çabuk kızan, acûl, ivegen, sabırsız; öküm at: hızlı giden, ateşin fakat dayanıksız at; öküm kişi: emrleriyle öne atılmayı seven kimse.
ökümdük
istical; ökümdük kılıp, işti buzup aldıñ: acele etmekle bütün işi bozdun.
ökümdüü
mahkûm, mahkemeye verilen, maznun
ökümöt
= ökmöt.
ökümsü-
âmirlik taslamak; kendini emirler vermye muktedir saymak.
ökümsür-
= öküm sürüü (bk. öküm I).
ökün-
pişman olmak, olup- biten hakkında esef etmek; ötköngö ökünüp, cetpesti kubba! at.: geçene pişman olma, el erimeyecek şeyin peşinde koşma!
ökünçü
= ökünüç.
ökünüç
pişmnlık, teessüf; ötkön ışke ökünüç cok ats.: geçen iş için pişmanlık yoktur.
ökür-
yaygara koparmak acı-acı ağlamak; ölgöngö ökürüp kelet: (ölü bulunan obaya yaklaşırken) yüksek sesle ağlıyor.
öküröñdö-
hızlı koşmak, sekmek (öküz, inek hakkında).
öküröñdöt-
et. öküröñdö-‘den; ögüzdü öpkögö tepkilep, öküröñdötüp kelet atat: ayaklariyle mahmuzlayarak, öküz üzerinde seğirterek geliyor.
ökürt-
et. ökür-‘den.
ökürük
böğürme, şikâyet, bağırış, hıçkırma, acı-acı ağlama (başlıca ölü bulunan yahut ölü çıkan akrabanın evine yaklaşırken) ; ökürük sal-: hıçkırarak ağlamak.
öküt
I, yerine getirilmeyen arzu, pişmanlık; öküttö kaldım: arzuma eremedim, bana pişman olmak düştü; öküttö kalba: sakın sonradan pişmanlığa düşme!
öküt-
II, teşvik etmek, kuşkurtmak.
öl
I, yaş,(nemli).
öl-
Iı, ölmek; ölgüçö yahut ölgünçö yahut ölgüçüktü: 1) ölinciye kadar, adamakıllı; 2) ölüm yerine, ölmektense; ölgüçö karmaşamın: kıyasıya tutuşacağım; catıp ölgüçö atıp öl ats,: yatıp ölmektense, atıp öl! ; ölö- tala yahut ölgön-talğanda yahut öldüm-taldım değende: güç hal ile.
ölçö-
ölçmek, prova yapmak, tartmak; otuz ölçöp, bir kes ats.: otuz defa ölç, bir defa biç!
ölçögüç
ölçme aygıtı; burç ölçögüç: usturlap.
ölçöm
ölçü, ölçek, hacim, miktar.
ölcönüü
buut, boyut; üç ölçönüü; mat.: üç boyut.
ölçöö
ölçme, ölçü; uruk ölçüsü: hububat ölçüsü; salmak ölçüsü: ticarî ağırlık ölçüsü; bet ölçöösü yahut cayıktık ölçöösü: satıh, yüzey ölçüsü; uzunduk ölçöösü: uzunluk ölçüsü; ölçöösü kurusun!: ölçüsü batsın! onu bir daha gözüm görmesin!
ölçöölü
ölçülü, muayyen, göz önünde tutulmuş; ölçöölü cer: 1) önceden tayin edilmiş yer, mahal; ölçöölüü cerge cet-: önceden tayin edilmiş yere uluşmak; 2) ölümü mucip olacak yer (vücutta öyle bir noktadır, ki oraya vurmak olümü mucip olabilir); ok ölçöölü cerge tiydi: kurşun ölümü mucip olacak yere isabet etti.
ölçöt-
et. ölçö-‘den.
ölgüçöktü
bk. öl- II.
ölkö
ülke, memleket.
ölkölük
es. = kraylık.
ölkön
: ölkönüñ össün! (başlıca, eski neslin dilinde): sana her iyiliği diliyorum, sana çok-çook teşekkürler, eksik olma!
ölmösök
= ölümsök.
ölöl
bk. öl- II.
ölöñ
I, nemçe saparması (ot). """ II, şarkı ( daha ziyade Kırgız şarkısıdır).
ölönçö
ırcı, hanende, şarkı söyleyici.
ölöñdüü
nemçe saparnası veya otu bol olan (mahal); ölöñdüü cerdi ögüz ceyt, ölümdüü cerdi ögüzmoldo ceyt: ats. otun çok bulundğu yerde öküz beslenir, ölüm çok bulunan yerde ise hoca beslenir.
ölörman
azgın, pek kızgın.
ölörmandık
azgınlık, aşırı kızgınlık; ölürmandık kıl-: her şeyi gözü almak ( ya ölmek, ya gayeye ermek!)
ölösölüü
yarı diri, canlı cenaze, şimdi ölmek üzere bulunan.
ölöt
kırgın, hayvanlara düşen salgın hastalık; ölöt aydağır! yahut ölöt alğır! 1) (sığır hayvanı hakkında) : geberesi!; 2)canı çıksın! ölüme mahkûm.
öltür-
öldürmek.
öltürt-
öldürtmek.
öltürül-
öldürülmek.
öltürülüş
işs. öltürül-‘den.
öltürüş
öldürüş, katil.
öltürüü
öldürme, katil.
öltürüüçü
öldürücü, kaatil.
ölük
ölü, naş; ölüğüñdü, (yahut ölük tirigiñdi) köröyün!: geberdiğini göreyim!.
ölüksüz
söv. geberesi.
ölüm
ölüm.
ölümsök
ölü gibi, dermansız, gevşek, gayertsiz; ölümsök söz: gevsek, ateşsiz söylev.
ölümsürö-
yarı ölü durumunda, zayıf, bitap olmak.
ölümtük
. ölü, meyyit; 2. leş, cife.
ölüñkü
cansız, zayıf; ölüñkü tooş: zayıf ses.
ölüsöök
çalışkan, işe haris.
ölüü
1. ölü; ölüü buyum: cansız demirbaş; 2. sulanan yara, lâhmı zait.
ömöl-
çok olmak, kütle halinde yürümek; kalıñ kol artınan ömölüp cürüp kaldı: peşinden hesapsız asker yürüyüp gitti.
ömür
a. hayat, ömür; ömürü uzun barbağan: uzun yaşamadı; en ömürdö bolboğon: hiç görülmemiş, ömürde olmamış; ömür bayanı: hal tercemesi, biografya.
ömürdük
= ömürlük.
ömürdüü
: uzun ömürdüü: uzun ömürlü; uzun ömürdüü bol!: ömrün uzun olsun!
ömürlöş
hayat arkadaşı (karı, koca) ; hayat refikası.
ömürlük
kaydı hayat şartiyle, ebedî olarak; ömürlük coldoş: hayatının sonuna kadar arkadaş; ömürlük ayrılıştı: ebediyen ayrıldılar.
ön-
1. bitmek, büyümek, neşvünema bulmak; önüpösüp: muvaffak olarak, gelşerek; uruk öndü: tohum filiz sürdü; 2. muvaffa olmak (mahkeme işi hakkında ) ; önbös (yahut önböy turgan) doo: kazanılmıyacak dava; 3. tediye edilmek ( borçlar hakkında).
öndürI
1. dere, vadi, havza; 2. hepsi tamamen, baş aşağı; öndür boyum: tepeden tırnağa kadar (ben); bütün ben, bütün varlığım.
öndür-
II, et. ön-‘den; tamırım öndürböy kurut: kökünden kurutmak; kökünden imha etmek.
öndürümdüü
verimli (emek hakkında).
örümdüülük
verimlilik; emgek öndürümdüüülügü: emeğin verimliliği.
öndürüş
üretim (istihsal), verimlilik, istihsal kuvveti; endüstri, sanayi; öndürüş kuralı: üretim âletleri; iri öndürüş: büyük istihsal (sanayi); emgek önödürüşü: emeğin verimliliği; öndürüş kötörüü: istihsali arttırma; koomdoşkon öndürüş: kollektifleştirilmiş istihsal; öndürüş köçtörü: istihsal kuvvetleri; aşıra öndürüş: lüzumundan fazla istihsal; öndürüş mamileleri: istihsal münasebetleri; öndürüş keñeşmesi: istihsal müşaveresi; oor öndürüş: ağır sanayi; öndürüş önör cayları: sanayi müesseseleri.
öndürüştük
istiale ait;öndürüştük küçtör: istihsal kuvvetleri.
öndürüştüü
üretime ait, müsmir; öndürüştüü emgek: verimli emek.
öndürüü
üretim, icra; aşıra öndürüü: gereğinden artık üretim, fazla istihsal.
öñ
I,uyanık durum, uykusuzluk zamanı; öngümbü; tüşümbül!: bunu rüyamda mı yahut uyanık durumda mı (görüyorum). II = öñköy I. III, yüz, çehre, beniz (yüz rengi), renk; öñü cıluu: çehresi sevimli; öñü buzuk: manzarası çirkin, görünüşü bir hayra delâlet etmiyor, bir fenalık saklıyor; öñünö kızıl cüğürüp kaldı: yüzünda allık peyda oldu; öñünön azğan cok: yüzünün rengini kaybetmedi; öñ ber-: renk vermek; koydu öngönön çığar: (kaybolan) koyunların renklerine göre ayırt etmek; öñünö karabastan: yüzlere bakmadan; öñ karamalık folk.: akraba kayırmaklık,tarafgirlik.
öñçöndö-
(külüstür atı) ağırça yermeğe bırakmak; (kötü at üzerinde kanburunu çıkararak) seğirderek gitmek.
öñçöy
öñçöñ = öñköy I.
öñdö-
deriye yapışan etten ve yağdan ayıklayıp (kürk yapmak için) koyun derisini sepilemek.
öñdön-
1. benzemek; bir şeyin benzeri olmak; benzetilmek; bul öndöñön: buna benziyen; bu gibi, Kırgızistan öñdöñön caylar: Kırgızistana benziyen yerler; taarıñan öñdönüp: daralmış gibi gözükerek; 2. tazeleşmek (beniz hakkında).
öñdöñönsü-
bir parça benzemek; açılğan öñdöngönsüyt: açılmışa benziyor.
öñdöş
I, renkçe (birbirine yahut bir şeye) benziyen, müşabih.
öñdöş-
II, 1. yüz tarafiyle yatmek; 2. birbirine benzemek.
öñdöştür
birbirine yüz tarafıyla bir şeyi istif etmek, koymak.
önödöt-
şu ve ya bu türlü renk veremek.
öñdüü
1. iyi görünüşte olan, iyi benize malik olan, sağlam, sıhhatli; mal kıştan öñdüü çıktı: hayvanlar kışı iyi (zayıflamaksızın) geçirdiler; 2. benziyen, misli olan; bul öñdüü: bu soyda, buna benzer, bunu gibi; cana başka uşul öñdüü: ve buna benzer başkaları.
öñgö
başka,özge,gayri, geriye kalan, ayrıca.
öñgöç
yahut kızıl öñgöç: yemek borusu; öñgöç tartıp ıyla-: hıçkıra hıçkıra ağlamak.
öñgöçö
bilhassa, hele.
öñgürö-
1. yüksek sesle böğürmek; 2.feryat etmek.
öñkeldikey
örnek, mostra, model, kalıp.
öñköndö-
iğilerek, bükülerek, gizlenerek yürümek.
öñköy
I, baştan-başa, istisnasız, münhasıran; bir öñköy: ayni, yeknesak.
öñköy-
II, öne doğru iğilmek; atka öñköyüp min-: ata öne doğru iyilerek binmek; öñköyüp kara-: iğilerek bakmak( derinliğe, aşağıya).
öñör
I, saba’ (bk. Saba) nın iç cidarında muhtî tortu; tildin öñörü: dildeki pas. II, birisini veye bir şeyi önde giden atın üzerinde götürmek; bir şeyi kendinin önüne eyere koyarak getirmek.
öñörlön-
pasla kaplanmak (mes., dil hakk.) .
öñörüü
işs. öñör-II’den.
öñü-
saklanarak; gizlenerek gitmek veye yanaşmak; mengençi elikti öñüp atat: avcı dağ tekesine saklanarak ateş ediyor.
öñür
1. kaftanın yahut paltonun eteğinin yan kısmı; öñürün kuuşura kiydi: (kaftanu, paltoyu) eteklerini kavuşturarak giydi; 2. kadın entarisinin göğsündeki işleme, sırma; 3. göğüsü işlemeli olan kadın enterisi.
öñüt
1. saklanarak yanaşma, izinden yürüme; 2. hücum etmek için elverişli yer; karışkırdın öñütü: kurdun, avını takip ederek, pusu kurduğu mahal.
öñüttüü
: öñüttüü cer: saklanmak, gizlenmek için elverişli olan kuytu yer.
önmök
1. mahsul; 2. netice; emgek azdan önmek az ats.: emek eksik olursa, netice de az olur.
önö
: önö boyum ter boldu: kan-ter içindeyim.
önögölüü
nümune olabilecek, örnek teşkil eden.
önök
1. oyun ortağı (çikit, ordo ve s. oyunlarından ayni takıma mensûp olan) ; 2. = önöktük; 3. sıra, nöbet (başlıca oyunlarda); önöğün caña berbeğen folk.: = sırasını kimseye vermiyen = kolay-kolay boyun eğmiyen, mısır, kendi hakkından vazgeçmiyen.
önököt
âdet, alışkanlık; önököt ooru: hayatta olağan, içtimaî hastalık; önöököt al-: alışmak, âdet edinmek.
önöktük
faaliyet, kampanya; egin aydoo önöktüğü: ekim faaliyeti.
önör
f. Zanaat, hüner; kol onörü: el emeği, zanaat; mayda önör: elle görülen iş: zanaat; önörkana: imalâthane; önör- kesip: meslek; önörkesip maalımatı: meslekîtahsil, ihtisas; 2. bilgi, ustalık; önör aldı-kızıl til ats.: en yüksek marifet belâgattir; 3. sanayi, endüstri; önör cayı: sınaî müessese.
önörçü
yahut kol önörçü: el sanatkârı, esnaf.
önörçül
1. zanaata temayülü olan; zanaat ve san’atlar heveskârı; 2. zanaatçı; kol önörçül: el işlerinde mahir olan.
önördüü
işini bilen, usta, mahir; önördüü örgö cürör ats.: hünerli yükselir.
önörman
f. = önörçü; kol önörmanı: el sanatkârı.
önörpoz
f. = önörçü; kol önörmanı: el sanatkârı. f. el işleriyle meşgul olan, usta, uz, sanatkâr.
öntö
1. hediye (delikanlıya kızdan); 2. kıymetli (makbule geçen) armağan; 3. bakım, ihtimam.
öntölö-
ihtimam etmek, bakmak.
önüğüü
intibah, canlanma, kalkınma, gelişim, inkişaf, ilerleme, terakki.
önüktür-
büyütmek.
önül-
tediye etdilmek (borçlar, vergiler hakkında); önülböy kalğan naloğ: toplanmamış vergi, tedahülde kalan vergi.
önüm
1. büyüme, neşvünema olma: 2. tediyat (vergiler hakk.).
önümdüü
verimli.
önümdüülük
verimlilik; emgektın önümdüülüğü: emeğin verimliliği.
öödü
= öydö; atakesi Eleman öödö bolboy, şal boldu: folk.: babası Eleman iyileşmeyip, takattan düştü.
öödösü-
1. daha yüksek yahut daha iyi gözükmiye çalışmak; 2. mec. Kurulmak, caka satmak.
öödösün-
(manaca) = öödösü-.
öök
hayvan derisinin karın kısmı (karın derisi kesildiği zaman bıçağın geçtiği hat); (hayvanın) göğsü; kulan öök: azacık beliren (fecir); tañ kulan öök saldı: şafak azacık sökmeye başladı.
ööktö-
karın derisinden kesilerek çıkarılan sırım.
ööktön-
mut. ööktö-‘den; tañ kulan ööktönüp: şafak azacık sökmiye başladığında.
öön
1. keçenin, derinin, kumaşın kesilmiş ufak (işe yaramıyan) parçaları, kesintileri; kiyizdin öönü: keçenin kırpıntıları; ar türdüü kurak cip,kiyimdin ööndörü: her türlü parçalar, iplikler, giyimin kırpıntıları: 2. eksiklik, kusur; öönü cok: kusursuz, mükemmel; eç bir öönü cok mında: bunda hiçbir fenalık yoktur; 3. cazip olmıyan, hoş olmıyan; 4. mutat olmayan, garip.
öönçül
alıngan.
öönö-
kenarlarını kırpmak.
öönöt-
et. öön-‘den.
ööp
öp – II’den gerundif.
öp
I: öp-çap: şöyle-böyle, ortaca, kötüce; öp-çap ele cedim: hafif tertip yedim.
öp-
II, öpmek; oozdon öp-: dudaklardan öpmek.
öpçap
= öp-çap (bk. Öp I).
öpçö-
: öpçöy-öpçöy (kuvvetsiz kimse hakkında) düşe-kalka, ileriye atılmaya çabalayıp.
öpkö
1. akciğer; öpkösün kalbır kıldı: göz yaşlarile yalvardı yakardı; kalbır öpkö (at hakkında) yorulmaz; öpkö cüröğün çaap calbarat: yana yakıla yalvarıyor; öpkösü öpkösünö batpay ıylayt: acı acı ağlıyor; öpkösü köbör: kızacak ,ayranı kabarır, alınır; öpkö cürögümdü çabayın: sevgilim, görüp doymadığım; öpkö kak-bk. kak- V; cel öpkö: övüngen, farfara; coon öpkö: caka satan; öpkösü içke-sıybadı folk.: 1) hıçkırarak ağlıyor; 2) fena surette daraldı; kara öpkö: 1) keçi salgın hastalığı; 2) keçilere tevcih edilen ilenç; süt öpkö = olobo; 2. (binek hayvanın) böğürleri; atın öpkögö teminip (atlı hakkında): atın büğürlerine ayaklariyle vurarak; 3. küskünlük, öfke; öpke kıl: küsmek, darılmak.
öpkölö-
darılmak, küsmek.
öpkölük
: cel öpkölük: övüngenlik, farfaralık.
öpköm
= obkom.
öpkülö-
birkaç defa öpmek.
öpöñ
: öpöñ-öpöñ: seğirtmeyi anlatmak için taklitlik sözdür.
öpttür-
öptürmek, öpmeye müsaade etmek.
ör
I, 1. üst; örgö cür-: yukarıya çıkmak; 2. yüksek göğüslü (at hakkında); örgöçü biyik ör kula: ensesi, ön kısmı yüksek olan kula at; ör cürök: kibirli, kurumlu (insan hakkında). II örmek; on ekiden örğön buldursun folk.: oniki sırımdan örülmüş olan kamçı, kırbaç. III = örü-.
örçü-
üremek; gelişmek, önüp-örçüp yahut ösüp-örçüp: büyüyüp gelişerek.
örçüş
büyüme, çoğalama, inkişaf, gelişim.
örçüt-
çoğaltmak, büyümek, inkişaf ettirmek.
örçütül-
pas. Örçüt-‘ten; mal çarbacılığı örçütülgön rayonodor: davarcılığın inkişaf etmiş bulunduğu bölgeler.
örçütüü
işs. örçüt-‘ten; mal örçütüü: davarcılığı geliştirme.
örçüü
çoğalma, büyüme, artma.
ördö
I, yukarıya; ördö süyrö-: yukarıya sürüklemek.
ördö-II
yukarıya doğru gitmek (başlıca ırmağın, çayın, kaynağına,dağ dersinin başına doğru) ; koktunu ördö: dere boyunca yukarıya doğru yürümek; kordun cünü ördöp kaldı: koyunun yünü değişmeye başladı; cünü ördöy elek koy: yünü henüz değişmeye başlamıyan koyun.
ördök
ördek; aram ördök: (bahrî denilen deniz ördeği, Mergidae ailesinden); kızılbaş ördök: kırmızı başlı ördek; kırmızı gagalı karabatak(Fuligula).
ördöş
dağ ırmağının yatağı, dere.
ördöt-
yukarıya çıkarmak; cılkını adırğa ördötüp saldı: at sürüsünü (hergeleyi) dağ yamacına sürdü.
ördür-
et. ör- II’den.
örgö
= örgöö.
örgöö
1. es. düğün odası (evi); yeni evliler için tahsis edilen oba; örgö kötör es.:düğün obası dikmek; örgöösün böldüm es.: (oğlumu) ayrı çıkardım; 2. yeni oba (ev).
örgü
I = örgüül:
örgü-
II, mola etmek; konak etmek; (bir gün istirahat için); colğo bir örgüp alğıla: yolda bir defa mola verin.
örgüül
mola; konak.
örgüz-
et. ör- II’den.
örköç
1. hörgüç (devede); ayrı örköç: çift hörgüçlü (deve); hayvan ensesi, yağır, cıdağı.
örköçtön-
1. kanburlaşmak; hörgüç şeklinde gözükmek; 2. tümsekler, dalgalar şeklinde yükselmek; suu örköçtönüp ağat: su dalgalanarak akıyor.
örköçtüü
hörgüçlü,cıdağası olan; örköçtüü at: cıdağısı yüksek olan at; örköçtüü tolkun; şahlanan dalga, aşrı yüksek dalga.
örköndö-
inkişaf etmek, gelişmek, terakki etmek.
örköndöl-
gelişmek.
örköndöö
inkişaf, gelişim, tekâmül.
örköndöt-
geliştirmek, inkişaf ettirmek, büyütmek.
örköndötüü
işs. örköndöt-‘ten.
örköştön-
= örköçtön-.
örmö
örme, örülmüş (mes. Kamçı).
örmöçü
örücü.
örmök
kırgız dokuma tezgâhı (ufkîdir); örmök kombinatı es.: mensucat kombinası (fabrikası); örmök önör cayları es.: mensucat imalâthaneleri.
örmökçü
1. çulha; 2. örümcek.
örmölö-
tırmanmak, emeklemek.
örnök
nümune, misal.
örnöktüü
nümunelik, örneklik.
örö
I: örö kiyiz: nakışsız düz keçe.
örö-
II: öröp- cöröp: şöyle- böyle, üstünkörü yaparak.
örön
= örön I.
öröö
1. atın ön ayağını art ayağına bağlamak için olan kötek ( sağ ayak sağ ayağa, sol ayak sol ayağa bağlanır); 2. böyle bir köstekle bağlanmak.
öröölö-
ön ayağı arka ayağa bağlamak; kayçı öröölö-: çapraşık bağlamak; sağ art ayağı sol ön ayağa bağlamak.
öröölöt-
et. öröölö-‘den.
öröölüü
köstekle bağlanmış (art ayak ön ayağa bağlandığı zaman),
öröön
I, 1: insan vucudunun (sağ ve sol olmak üzere) yarısı; öñ öröönüm büt boydun ooruyt: vucudunun bütün sağ yarısı ağrıyor; 2. eteğin yan kısmı;3. çoğ. dere. II = eröön.
öröpkü-
heyecana gelmek (kalp hakkında); öröpküy kalğan cüröğü emdiğiçe basılğan emes: oynamış yüreği (kalbi) henüz dinmedi; öröpküp turam: (yediğim, içtçğim) boğazıma geliyor; (mide aşırı dolu olduğunda) bulantı hissediyorum; öröpküp söylöy albay kaldı: tıkandı ve söyliyemedi.
öröpküt-
et. öröpkü-‘den.
ört
yangın.
örttö-
kundaklamak, yakmak,yangın çıkarmak, yangın tertip etmek; kamış örttö: saz yakmak; kazan örttö-: kazanı tavlamak.
örttöl-
yakılmak, kundaklanmış olmak.
örttön-
yanmak, tutuşmak.
örttönüü
işs. örttön-‘den.
örttöş-
karşılıklıca kızışmak.
örü-
emeklemek, (kütle halinde) yukarıya doğru çıkmak.
örük
erik.
örülük
= örüülük.
örüm
1. örme, örüş; örümgö çaçım cete elek folk.: saçım örgü yapılacak kadar büyümedi daha, mec. Ben henüz küçük kızım; 2. kamçının, kırbacın kayış olan kısmı.
örümçü
örme koşum takımları imal eden saraç.
örüş
avul yakınındaki otlak, mer’a; konuş alğıça örüş al ats.: konacak yer almaktansa, otlak seç: (daha doğrusu: konacak yer seçmeden önce otlağı seç! M.).
örüştöt
örüş ortağı (bk. örüş).
örüştüü
1. geniş göğüslü, yüksek boylu ( at hakkında); 2. öyle (bir hayvandır) ki, onunla uğraşmak boşuna gitmez; 3. hayvan otlatmak için elverişli (yer); konuş örüştüü bolsun!: konulan yer otlaklı olsun (iyi dilek).
örüü
istirahat, konak, mola; tört kün örüü kıldık: dört gün mola verdik; örüü kalğan at: (bir-iki gün için) dinlenmiye bırakılan at.
örüülük
eskiden gelip konmuş olanlar tarfından yeni göçüp gelenlere getirilenikram (yemek v. s.).
örüün
1. uzun (bir iki günlük) istirahat için inen (yolcu); 2. yolda dinlenme için duruş; mola; ceti kün örüün boldu ele: folk.: yedi günlük mola verdi.
ös-
büyümek.
öskör-
= östür-.
ösköy
= özgöy.
öskürüm
= öspürüm.
ösök
dedi-kodu, yerme, çekiştirme; adam ukpas bir dalay mağa aytpadıbı ösöktü? folk. İnsanın dinlemek bile istemediği bir yığın dedikodular söylemedi mi?
ösöörü-
= özöörü-.
öspürüm
yetişmiş genç (14-15 yaşında çocuk).
östön
doğrudan – doğruya nehirden ayrılmış olan sulama kanalı.
östür-
et. ös-‘ten, : çarbası eki ese ösüldü: ekonomisi iki misli büyüdü.
ösüm
büyüme, yetişme.
ösümdük
bitki, nebatat; tehnika ösümdüktörü yahut tehnikalık ösümdüktör: teknikte endüstride kullanılan bitkiler.
ösüş
= ösüü.
ösüü
büyüme, yetişme, neşvünema olma.
öş
! Sığır hayvanına haykırma.
öşönt-
öyle muamele, hareket etmek; öşöntüp: öyle, o suretle; öşöntö: öyle harakat ederek; öşöntsö da: buna rağmen, o takdirde dahi…
öşöşntüş
işs. öşönt-‘ten; öşöntüş kerek: öylr yapmalı, o suretle hareket etmeli.
öşör
a. yahut kara öşör: sağnak, birden dökülen yağmur; kara öşör kuyup turat: şiddetli yağmur yağıyor.
öşörlö-
( daha ziyade kara sözü ile bir arada); sağnak şeklinde yağmak; öşörlöp tökkön kara camğır tıyıldı: sağnak dindi.
öşörlöt-
et. öşörlö’den; camğır köz açırbay öşörlötöt: öyle yağmur yağıyor, ki göz açmanın imkânı yok.
öştö-
= öçtö-.
öştüü
= öçtüü.
öt
I1. öt (safra) ;2. çevik, becerikli.
öt-II
1. geçmek; uğramadan geçmek; köpüröödön öttü: köprüden geçti; beş cıl öttü: sene geçti; barıbızdın başıbızdan ötkön: hepimizin başından geçmiştir, bunu hepimiz yaşadık; aytıp öt-: söz arasında temas etmek; içi ötöt: içi sürüyor; ötkön çak gram. geçen zaman (mazi); 2. öne geçmek; 3. ölmek, göçmek; öttü yahut dünyödön öttü yahut aalamdan öttü: vefat etti, irtihal etti; 4. affetmek; 5. keskin olmak(keşen, delen nesneler hakkında); bul bıçak ötpöyt: bu bıçak kesmiyor; 6. sürümlü olmak (mal-meta hakkında)
ötkör-
geçirmek edemeye zorlamak yahut bırakmak; öttürüp al-: kabul etmek, teslim almak; öttürüp alauçu: teslim alan; öttürüp aluuçu: punktu: teslim alma yeri; merkezi; öttürüp bar-; teslim etmek; devretmek; kün ötkür-; gün geçirmek, yaşamak; ömür sürmek; baştan ötkür: baştan geçirmek;; bir hali yaşamak; cetimcilik kündörün başına ötkörgön; öksüzlük günlerini basından geçirmiş; iç ötkür-: içi sürmek; iç ötkörü turğan darı: mushil ilaç.
ötkörü
aşırı; daha iyi.
ötkörül-
mut. ötkör-‘den.
ötkörüş-
müş. Ötkör-‘den.
ötkörüü
geçirme, sürme(malı); devri teslim, nakil; kün ötkörüü: pamuk teslim etme; közden ötkörüü: gözden geçirme.
ötköz-
= ötkür-.
ötkün
çabuk geçen yağmur.
ötkür
1. keskin (kesen saçan); ötkür bıçak: keskin bıçak; 2. çevik, atılgan.
ötküs
ötküsüz, geçilmez.
ötmö
geçme, içinden geçilen; ötmö brigade: geçip giden brigad; ötmö katar yahut ötmö katardan: baştan başa; bir baştan o bir başa; ötmö katarıman suu öttü: sır-sıklam ıslandım.
ötmök
nehrin geçilecek yeri; geçit.
Ötmölük
= ötmök; ötmülükten ötkördü, keçmelikten keçirdi: folk. geçitten geçirdi, su geçidinden öteye çıkardı.
ötö
I, aşırı, son derecede; pek ziyade; ötö zarıl: son derece lâzım; ötö caman: geyat kötü; ötö arzan: pek ucuz; ötö cooptuu mildet: geyat mes’uliyetli vazife.
ötö-
II, ödemek; yerıne getirmek.
ötök-
dağ eteğindeki çukur.
ötöktö-
şiddetli akışla akmak; ötöktöp kara kan fışkırmış; içi ötöktöp kalıptır: şiddlice içi sürüyor.
ötöl-
ödenmek; yerine getirmek.
ötölgö-
: tazminat, tavizat.
ötölö-
: ötölöp urdu: aşırı dercede dövdü,patakladı.
ötöö
ödeme; yerine getirme.
ötööl
iğteti köprü, muvakat köprü, geçecek yol, geçit; ötööl door: intikal devri.
ötpös
1. kör (kesen yahut batan nesneler hakkında); 2.sürümsüz, geçmez (mal); 3. mütereddit, ödlek (adam).
ötük
çizme.
ötükçü
kunduracı.
ötükçülük
. kunduracılık.
ötül-
pas. öt- II’den; aytılıp ötülgön: söylenmişti, adı anılmıştı; cetimden aytkan bir sözü söögümdön ötüldü folk. öksüzün söylediği bir söz iliğime işledi (büyük tesir yaptı).
ötüm
: ötümü bar: cesur, atılgan.
ötümdüü
tesir yapmaya müstait; sözü ötümdüü mal: sürümlü mal.
ötün-
rica etmek.
ötünüç
ricak
ötünüü
işs. ötün-‘den.
ötürük
yalan (gerçek ve doğru almayan), yalan (asılsız söz ve iş: gerçeğin karşıtı).
ötüş
geçiş, geçme.
ötüü
1. geçme, yandan geçme; 2. ölme; ölüm; 3. af (geçirme).
öyüz
o cihet (yüz); öteki kıyı; köçönün öyüz-büyüzü: sokağın öteki ve biriki ciheti; suunun arkı öyüzü: nehrin öteki kıyısı; ayıl öyüz büyüz kondu: ırmağının hem beriki hem öteki kıyısına kondu; arkı öyüz: öteki taraf: öteki sahil; rakı öyüz menen berki övüzük: öteki taraf ile beriki taraf.
öyüzgü
öteki kıyıda. öte tarafta bulanan; öte yandaki.
öz
. kendi; özüm: kendim: özüñ: kendin: özü: kendisi; özülörü yahut özdürü: kendileri; öz-özünö: kendi kendine; öz ubağında: tam zamanında; vakti zamanında; özdörünçö (yahut özülöörünçö) kelişip aldı: kendi aralarında kararlaştırdılar; özümdükü: kendiminki; özdü-özü: kendiliğinde, haddi zatında, kendi aralarında; öz biylik: öz hakimiyet; özü bütöttük = özübütöttükk.
özdöş-
özleşmek, benimsemek.
özdüştür-
özleştirmek; benimsemek, kendisininki saymak, zapetmek; tehnikanı özdöştür-: tekniği benimsemek gereği gibi öğrenmek.
özdöştürüü
özleştirme; benimseme; çarba cağınan özdöştürüü: iktisaden benimseme.
özdöşüü
işs. özdeş-‘ten.
özgö
başka, gayrı; başkalarından mümtaz.
özgör-
değişmek.
özgörmö
değişik, değişen; devamsız; kararsız; değişiklik, değişim.
özgört-
değiştirmek, tadil etmek.
özgörtküç
: söz özgörtküç calkoo gram.: kelimeyi değiştiren ek; aftıxe.
özgörtül-
değiştirmek; değişime çarpmak.
özgörtülüü
işs. özgürtül-‘den.
özgürtüü
değiştirme.
özgürüş
1. değişme; 2. inkilâp manasında kullanılıyordu.
özgörüş-
II, müş. özgör-‘den.
özgörüşçül
inkilapçı manasında kullanılıyordu.
özgörüü
değişim; değişiklik.
özgöy
: kara özgöy: 1) tezviratlı davaları ve nizaları seven; 2) dedikodu, yalandan itham, iftira; kara özgöy bolboy, doo bolboyt: ats. dedikodu olmadan dava olmaz.
özök
1. öz, iç; sap; sâk; özök bayla-: sap uzatmak; 2. sidik yolu (benil macerası); 3. yemek borusu (onun boşluğu); özögüm oorup turat yahut özügüm karardı yahut özügüm karaydı: fena halde karnım acıktı; özök calğa-: birparça yemek: hafif tertip açliğı kessin eylemek; sarı özök: bir hastalığının adıdır.
özöktöş
en yakın akraba; özöktöşüñ bolboso, özöörüsöñ, düşman kayrılbayt: folk. yakın akrabanın bulunmazsa , acıktıtığın zaman düşman sana yardım etmez.
özöktüü
özlü, ilikli.
özölön-
feryat etmek; hıçkırarak ağlamak; ölüp ketsem kokustan, özölönör cok bolso folk: ölüverirsem, benim için ağlıyan kimse bulunmaz.
özölönüü
işs. özölön-‘ den.
özön
1. nehrin yatağı, mecra; özön başı aşuu bolot; ats. ırmağın menbaında geçit bulunuyor; yarın başlangıcında ise, su geçidi bulunuyor; özön bulak (bk. özöndüü); 2. havza: ısık-köl özönündöğü rayondur: ıssıkköl havzasındaki bölgeler.
özöndö-
nehir boyunca yürümek, gitmek.
özöndüü
: özöndüü bulak: bir çayın manbaını teşkil eden kaynak; özündüü suu: akar su, ırmak.
özöörü-
1. tam bir gevşeklik durumunda bulunmak;(karna , böğüre vurmak yüzünden) nefes kesilmek) 2. şiddetli açlık hissetmek; özöörüp öl-: açlıktan ölmek
özöörüt-
et. özöörü-‘den.
özübütöttük
sis. iş yerinden gizlice sıvışmak; iş yerini değiştirmek.
özümcölük
istiklâl.
özümçül
hodbin, hodkâm.
özümçüldük
hodbinlik, hotkâmlık.
özümdük
benimseme, alışma; özümdük kıl-: alışmak, benimsemek, kendine mal etmek.
paal
saal I sözünün tekidir.
paan
saan sözünün tekidir.
paana
= maana II.
paanala
= maanala-.
pabrik
= fabrika.
pacalista
r. kon. “pojaluysta”: lütfen, rice ederim.
paçke
r. “paçka”: paket, takım.
paçki
= baçiki.
pada
f. 1. inek; 2: boynuzlu hayvan.
padağa
sadağa sözünün tekidir, sadağa – mekkâre tutmak; 2. mec. (alkollü içki dolu) büyük kâse.
padışa
= badışa.
padışaçıl
= badışaçıl.
pahot
= pohod.
paket
r. paket.
pakta
f. pamuk.
paktaçı
pamuk yetiştiren, pamuk ekimi ile uğraşan .
paktaçılık
pamukçuluk.
pakti
= fakti.
pakultet
= fakultet.
palan
= balança; palan - pustan yahut palan - tükün: filân - fıstan; filân - festekis.
palança
= balançak.
palata
r. kamara.
palek
f. yaprak (kavun, hıyar yaprakları): palek ur-: yaprak açmak.
palet
= balit.
paliysa
= politsiya.
paloo
f. pilâv; paloo bas-: plâv pişirmek; paloo bastır-: plâv pişirtmek.
palto
r. palto.
pameşçik
= pomeşçik.
pamiliya
= familya.
pan
a. sırk. fen.
panar
r. fener.
panetika
= fonetika.
pañsat
f. tar. beşyüz kişinin başında duran (hanlık zamanında ve basmaçılarda bir memuriyettir).
panıslamçıldık
panislâmizm: islâm birliği tarafdarlığı.
panke
r. (bank)’ kağıtla oynanan kumar oyunu.: panke oyno: kâğıtla kumar oynamak.
pankeçilik
kumarbazlık (iskambil oynamak suretiyle).
pantürkçüldük
pantürkizm: türk birliği taraftarlığı.
papik
f. saçakçık.
papiros
r. cigara.
papka
r. dosya gömleği.
par
I, r. çift; eş, denk; al sağa parkelbeyt: o sana denk değildir. II, f. yelek, kuş tüyü; par cazdık: kuş tüyünden yastık.
para
= bara I.
paraboy
r. “paravoy”: buharla işliyen, buhar kuvvetile işleyen motör.
paraboz
r. “paravoz”: lokomotif.
paraçı
= barakor.
parad
r. resmi geçit.
paragraf
f. bent, paragraphe.
parakot
= parahod.
parallel
r. muvazi.
parallelizm
r. muavazat, tevazi.
parançı
= barançı.
paranda
f. kuş.
parasat
a. feraset, zihin uyanıklığı, çabuk kavrayış.
parasattuu
ferasetli, kavrayışlı, anlayışlı.
parda
f. perde, örtü.
parfümer
r. ıtrıyat, parmumerie.
parğa
arga sözünün tekidir.
parız
= barız.
park
r. park, garaj, traktor parkı, traktör garajı.
parla-
I, çift etmek, bir tekin eşini bulup çift yapmak: eki- ekinden parlap koy: ikişer ikişerden çift yaprak koy, çifte çifte koy. II, (gözyaşları hakkında): parlap parlap töktü caştı folk. bol bol göz yaşları döktü.
parlament
r. parlamento.
parlat-
et. parla-II’den; dalay caşın patlatkan bir hayli göz yaşını döktürmüş.
parmakçılık
= formalizm.
parman
f. ferman, emir, buyrultu.
parahod
r. vapur.
parsı
f. farisî, farsça; parsça: fars dilinde.
part
r. (rusça partiyniy sözünün kısaltılmış şeklidir, başka bazı sözlerin önüne konularak, onlarla tek bir teşkil eder: partkabinet gibi, bu, parti kabinesi demektir; m.).
parta
r. mektep sırası.
partbilet
r. (bu da “partiyniy bilet” sözünün kısaltılmış şeklidir, ki parti bileti, yani partiye intisap vesikası demektir; M.).
partiya
r. sis, 1. parti, fırka; 2. kon. parti azası, partiye mensup; partiye bol: partiye yazılmak, aza olmak; men partiyadamın yahut kon. partıyamın: ben partiye mensubum, parti azasındanım; men partiyada emesmin yahut partiyada cokmun: ben fırkada değilim, fırkasızım, bitarafım.
partiyalık
parti azasından olan.
partiyaluu
= partiyets.
partiyasız
partiye intisap etmiyen, bitaraf.
patiyets
(kon. partiys) r. partiye mensup olan kimse.
partizan
r. (bu rusça “partiyniy komitet” sözünün kısaltılmış şeklidir, ki bu da: parti komitesi demektir; M.).
partpel
= portfel.
pas
I. = has I. II, f. : bir pastan soñ: bir muddet sonra.
pasılke
r. “posılke”: posta kolisi.
pasıya
nasıya sözünün tekidir.
pasolke
r. kasaba, köy, (rusların yaşadığı) meskûn mahal.
pasport
r. pasaport.
passiv
r. faal olmıyan.
paş
: aş-paşka koyboy: bir lahzada; bir çırpıda.
paşıs
= faşist.
paşizim
= faşizim.
patefon
r. bir çeşit gramofon.
patent
r. patenta.
patentsız
patentasız.
patır
: tatır-patır: tüfek sesini taklit için kullanılan onomatopoê’dir.
patince
f. domates.
patoka
r. sun’î bal, bulama.
patpiske
r. “podpiska; imzalı makpuz, taahütname; patpiske ber-: imzalı senet vermek; taahüt altına girmek.
patron
. r. patron, çorbacı, mal sahibi.
patsifizm
r. sulhseverlik.
patşa
= badışa.
patşaçıl
= badışaçıl.
pay
r. pay, hisse. II: pay- pay- pay!: vay- vay- vay; (hayret yahut memnuniyetsizlik haykırışı).
paya
. f.: çırak paya: şamdan, çırakma; gozo paya: pamuk sâkı.
payçeki
f. at derisinden yapılan, arka tarafından kayış bağları bulunan ve mest üzerine giyilen bir çeşit ayakkabı (bk.maası).
payda
a fayda, kazanç, kâr.
paydakeç
a-f. haris, yalnız menfa atını düşünen.
paydalan-
faydalanmak, istifade etmek..
paydalanıl-
faydalanılmak, istifade edilmek.
paydalanıluu
işs. paydalanıl’-dan.
paydalanılış-
müs. paydalanıl’-dan.
paydalant-
faydalandırmak, istifade ettirmek.
paydalanuu
faydalanma, istifade etme.
paydaluu
faydalı.
paydaluuluk
faydalılık.
payema
═ poema.
payezie
= poeziye.
payseki
═ payçeki.
payton
= faeton.
pazetsiya
═ pozetsiya.
peç
f. hareke (sesli harfli eksik olan arap yazısında bazı harflerin ne türlü okunacağını gösteren satırüstü ve satır altı işaretler; M.).
pedagog
r. terbiyeci.
pedagogiya
r. pedagoji, terbiye ilmi.
pedagogika
r. terbiye usulü.
peese
═ pyesa.
pende
═ bende.
peñeş
keñeş I. sözünün tekidir.
pensiya
r. tekaüt maaşı.
pensioner
takaüt maaşı alan.
perevod
r. terceme.
perevodçik
r. ütercim, tercüman.
peri
. r. 1. peri; peri- zat: periden doğan; peri-zattay kız: peri gibi güzel kız; peri urğanday teñselet yahut peri tiygendey teñselet: (kadınlar hakkında) bir peri gibi süzülerek ve ve kırıtarak yürüyor; 2. şerir, cinnî varlık; dööperi: şerir ruhlar.
perkon
═ berkon.
perme
═ ferma.
perne
I, timsal, imaj; perne söz: timsalî tabir. II═ berene.
perspektiv
r. perspectiv.
pesir
═ besir.
peyil
═ beyil.
peyilden-
: aram peyilden-, bk. aram.
peyildik
: aram peyildik, bk aram.
pezelin
kon. ═ vazilen.
pılan
kon. ═ plan.
pıraksıya
kon. ═ fraktsiya.
pırğıram
kon. ═ programma.
pıront
pront kon. ═ front.
pırpıra
═ bırpıra-.
pış
═ bış I.
pışkırık
═ bışkırık.
pıy
çıy sözünün tekidir.
pıyadal
═ feodal.
pıyankeç
r. f. ayyaş.
pıyankeçtik
ayyaşlık.
pıyba
(r. “pıvo”) bira.
pibiral
kon. ═ fevral.
pikir
═ bikir.
pikirdeş
═ bikirdeş I.
pilenke
r. “plenka”: film (fotoğrafta).
pilenom
kon. ═ plenum.
pilimot
kon. pulemyot.
pilita
r. dökme mutfak ocağı.
pioner
r. pionier.
pir
f. dn. 1. ruhanî mürşit; bir tarikatın yahut onun bir dalının şeyhi; 2. aziz.
piramida
r. piramit.
pirigobar
prigöbör, r. kon. hüküm (cemiyetin çıkardığı karar).
pirkes
= birkez.
piroksilin
r. piroksilin.
pirökörör
kon. = prokuror.
pitir
a. fitre (bu manayla daha ziyade pitir-sadağa).
piyadal
kon. = feodal.
piyaz
f. soğan.
piyazi
f. deve yününden evde dokunan dokuma.
piyba
= pıyba.
piyener
= pioner.
plakat
r. lâvha.
pilan
r. pilân: pılandan tuş: pilân dışı.
planda-
plşn düzmek, plânlamak.
plandoo
plân düzme, plânlama.
plandooçu
plân düzen, plânlayan; plandooçuu orundar: plân düzmekle mesgul olan daireler.
planduu
plânlı; planduu irette: bir plân üsülünde.
planduuluk
plânlılık.
platforma
. r. platform, program, umde, esaslar.
plenum
. r. umumî heyet toplantısı, plenom.
plüs
r. zait.
poçta
r. posta, postane; kıdırma poçta: seferlerinde halka şeklınde bir yolu takibeden posta.
poçtaçı
1. posta dağıtan, müvezzi; 2. es. istasyon müdürü.
poçto
═ poçta.
poema
manzume, poêm.
poeziya
r. şiir, nazım.
pohod
r. sefer, askeri sefer, yürüyüş.
poldomoçun
poldomoçu, poldomoçunu, r. tam salâhiyetli murahhas. ve kil.
poliskey
═ pölüskö.
politbyure
r. (bu, rusça politiçeskoye büro sözünün kısaltılmış şeklidir, ki bu da “siyasi büro” demektir).
politehnikeleştir-
politieknikleştirmek.
politehnikeleştirüü
politeknikleştirme;; mektepterdi politehnikeleştirüü: mektepleri politeknikleştirme.
politehnizm
r. politekniklik.
politotdel
r. (rusça “politiçeşkiy otdel” sözünün kısaltılmış şeklidir, ki siyasi şube demektir; M.).
politsiya
r. polis dairesi, polis teşkilâtı, zabıta.
polk
r. alay (askeri terim).
polobay
: polobay-çolobayıñdı koy: işin içinden sıyrılmaya çalışma, kırın-mırın etme, insanın başına ağırtma.
pomeşçik
r. geniş arazi sahibi.
pondu
═ fondu.
pop
═ bop I.
popoloñ
r. “popolam” 1. boyuna yarılmış olan kalasın yarısı; 2. içinden çıkılmaz durum, karma karış oloan iş.
proportsiya
r. nisbet tenessup; esep proportsiyasi: mat. aretmetik orantısı (tenasıbi edediye); proportsiya çoñduğu: tenasübî bölünme.
protokol
r. mazbata, protokol.
protsent
r. faiz, yüzdelik.
proze
r. nesir.
publitsist
r. (publiciste) cemiyet işlerine dair yazılar yazan muharrir.
pul
. f. 1. para; çay pul es. 1) bahşiş; 2) simsar ücreti; 2. (cenubî kırgızlıkta) yarim kapik para; eki pul: bir kapik; segiz pul: dört kapik.
pulakat
kon ═ plakat.
pulan
kon. ═ plân.
pulemyot
mitralyoz, makineli tüfek.
pulemyotçu
mitralyozcu
punk
r. nokta, madde, toplama mahalli.
purğuram
kon. ═ programma.
pustak
(r. “pustiak”) ehemmiyetsiz, dağersiz şey.
pustan
palan sözünün tekidir.
püçülük
═ büçülük.
pülöö
tülöö sözünün tekidir.
pülüs
kon. ═ plüs.
pünküt
kon. ═ punkt.
püpök
(rad.) boncuk, atların boynuna takılan süs.
pürön
ürön sözünün tekidir.
pyesa
r. piyes.
raakat
═ ırakat.
rabfak
r. (rusça “raboçiy fakultet” sözünün kısaltılmış şeklidir, ki “amele fakültesi” demektir; M.)
radikal
r. radikal (köklük, köke mensup).
radikalizm
r. radikalizm (siyasette radikallerin sistemi; M.).
radio
r. radyo; radio stansiya: radyo merkezi; radio tüyünü: radyo düğümü, kavuşağı; radio utkuruu: radyo neşriyatı.
radius
r. nısıf kutur: yarıçap.
rakat
═ ırakat.
raket
(r. “raketa” ) hava fişeği.
rakım
═ ırayım.
rakımsız
═ ırayımsız.
ramazan
═ ıramazan; ca ramazan ═ caramazan.
ramke
r. çerçeve; pervaz.
ramkele-
çerçevelemek; pervazla çevirmek.
rapırt
═ raport.
rapız
(r. “reps”) bir nevi kumaş.
raport
r. rapor.
rasim
═ ırasım.
raspisaniye
r. tarife.
raspiske
(r. “raspiska”) imzalı makpuz.
ratsionaldaştır-
rasyonalize etmek.
ratsionaldaştıruu
rasyonalize etme.
ratsiyonalizm
r. rasyonalizm.
rayatkom
r. bölge icra komitesi.
raykom
r. (rusça “rayonnıy komitet” sözünün kısaltılmış şekli olup. “partinin bölge komitesi” manasında kulllanılmaktadır.
rayon
r. bölge.
rayondaştur-
bölgeleştirmek. Bölgelere ayırmak.
rayondaşturuu
bölgeleştirme, bölgelere ayırma.
rayonduk
bölgelik: bölgeye taalluku olan; rayonduk atkaruu komiteti: bölge icra komitesi.
rayzo
r. (rusça “rayonnıy zemelniy otdel” sözünün kısaltımış şeklidir , ki “bölge toprak işleri şubesi” demektir; M.).
razinke
═ rezinke.
razryad
razret, (r. “razriad”) sınıf, tabaka, makule, kategori.
razvedka
r. keşif (askeri terim).
recisor
═ rejissyor.
reç
r. nutuk, söylev.
redaktor
r. tahrir müdürü, baş muharrir; cooptuu redaktor: mes’ul tahrir müdürü.
redaktsiya
r. redasyon.
redaktisiyalık
redaksiyonluk; redaktsiyalık komissiya: redaksiyon komisyonu, tahrir komisyonu.
reduktsiya
r. réduction (kimya terimi).
reforma
r. islahat.
registratsiya
r. kayıt kaydetme.
reglament
r. nizamname.
rejissyor
rejisor.
reket
a. dn. rekât.
rekord
rekor.
rekordduk
rekorluk; rekordduk tüşüm: rekorluk mahsul.
relse
(. “relsi”) ray (demiryolunda).
remont
r. tamirat.
remnttol-
tamir edilmek.
remnottol-
tamir edilmek.
repköm
ken. ═ revkom
raportyor
r. muhabir rapörtör.
respublika
r. cumhuriyet.
respublikaçı
cumhuriyetçi.
respublikalık
: cumhuriyete mensûp; respublikalık uyumdur; cumhuriyet teşkilâtları.
restoran
r. lokanta, kazino, restaurant.
ret
═ iret.
rettöö
═ irettöö.
revkom
r. (rusça “revolütsiyonnıy komitet” sözünün kısaltılmış şeklidir ki “inkilap komitesi” demketir; M.).
revolyutsiya
r. inkilap, ıhtilâl.
revolyutsiyaçı
inkilâpçı.
revolyutsiyaçıl
inkilap taraftarı inkilâba mensûp.
rezerv
r. ihtiyat.
rezindent
(r. “rezinka”) lâstik.
rezolyutsiya
r. karar derkenar.
rıçag
r. manivelâ.
rifma
r. kafiye.
rıpormo
═ reforma.
rodina
r. vatan.
rol
r. rol; rol oyno: rol oynamak.
roman
r. roman.
romançı
═ romanist.
romantizm
r. romantizma.
rombu
r. main.
rota
r. bölük (askeri terim).
ruksat
═ urutsat.
rul
r. dümen.
saa
I. bk. sen I.
saa-
II, sağmak; kayıñ saa bk. kayıñ.
saada
═ zaada I, II.
saadak
1. sadak, okluk; çılbırı koldo on tolup, saadağında ok bulup: folk. dizgini eline on kere sarılmış, sadağında okları var; buurçaktıñ saadağı: nohudun kalbuğu; 2. bütün takımiyle birlikte yay.
saadır-
sağdırmak: sağamya zorlamak yahut bırakmak; koy saadırıp tursam: koyunu (tutarak) sağmaya yardım ettiğimde.
saak
söök sözünün tekidir.
saal
I, a. azıcık, bir parçacık, minnacık; saal toktoy tur: azıcık bekle, dur; saal- paal: azıcık, azkala; alı saal: fakir; ihtiyaç içinde olan.
saal-
II, pas. Saa- II’den.
saalık-
gevşek, ağır hareket etmek, yürüyüşü ağırlaştırmak, oyalanmak (gecikmek), geç kalmak.
saalıktır-
bekletmek, beklemekle üzmek; saalıktırıp oturğuzup koyuptur: uzun oturmaya ve beklemeye mecbur etti; bekletmekle üzdü, sıktı.
saalıt
- 1. bekletmekle üzmek, sıkmak; 2. yormak , gevşetmek, bitkin bir hale komak; 3. perişan etmek.
saam
1. sağma, sağım; bee saamı: kısrağı iki sağım arasında geçen zaman ( 1-1 ½ saat): beeni eki saamına deyre: 2-3 saat kadar; 2. defa; kere (başlıca, kâğıt oynarken); bol kartañdı. Eski saam oynop ciberli: çabuk iskambil kâğıdı verin. Ki bir iki parti oynayalım.
saamal-
henüz tahammur etmiyen taze kımız.
saamalık
1. yeni şey, senelik;2. siftah.
saamay
1. (bu manayla bazan. saamay çaç): kırparken şakakla da bırakılan saç (başlıca. 10-12 yaşında olan kız çocuklarda); kırk saamay mec. olgun kız; 2. ince kadın .
saamık-
═ saalık-.
saamıkat
═ saalıktır; ana-mina menen saamıktatip oturup, üşüküngö çeyin keldi: her türlü behanelerle savsaladı ve şimdiye kadar uzatt; alasamdı saamıktatpay ber: alacağımı sallamadan ver.
saamıktır-
═ saalıktır-.
saan
1. sağmal(hayvan); saan uy: sağmal inek; 2. sağma; uy saan boldu: ineği sağma zamanı geldi; 3. es. Bir hizmet mukabilinde sağmal hayvanı muvakkat vermek; saan-paan: sağmak için verilen hernevi hayvan.
saançı
sağıca kadın.
saadık
sağmal.
saar
═ zaar III.
saara
: saara kıl-: aptes bozmak.
saattama
a-f. Saat (zaman gösteren alet manasıyla).
saat
I. engel: caan saat kıldı: yağmur mani oldu; senin saatıñan: senin yüzünden; saat-sabır: engeller ve manialar. II, a. 1. saat (alet olarak; koñğurooluu saat: çalar saat; 2. saat (zaman olarak); saat beşte keldim; saat beşte geldim; beş saatte keldim: beş saat zarfında geldim (yolum beş saat sürdü).
saattuu
1. güç. ızdırap verici; 2. inatçı: al saattuu neme ğo saati karmap kelibey kalsa kerek: o, inatçı bir adamdır. İnadı tutup gelmeden kalmış olsa gerektir.
saba
1. içinde kımız yapılan büyük deri tulum: kergen saba: dört yıldızdan teşekkül eden yıldız burcu.
saba-
II, 1. dövmek, pataklamak, kamçı çalmak; kanat saba-: kanat çırpmak; sabağan boydon keldim: beyuna (atımı) kamçılayarak galdi; (buraya) koşturarak geldim; 2. yün atmak.
sabaa
═ saba I.
sabak
I, a. 1. ders; 2. beyit, mısra; eki sabak ır: iki mısra şiir; 3. bir alım sabak: çok, gereği gibi (miktar manasiyle); bir alım sabak ırtaşıp ciberçi: haydi bakalım, adamakıllı bir şarkı söylesene. II, sâk, sap; gül sabağı bot. çiçek sapı.
sabakta-
çubukları, yaprakları seçmek bir araya getirmek suretiyle yığmak, biriktirmek.
sabaktaş
ders sınıf arkadaşı.
sabal-
mut. Saba- II’den; sabalğan cün: atılmış yün.
sabala-
: el sabalap ele kelip atat: halk çar- çabuk gelmektedir; sabalap cönüştü: (atlılar) koşturarak gittiler; möndür sabalap turat: dolu kamçı çalar gibi yağıyor.
sabaş-
hep beraber dövmek, biri birine dövmek, dövüşmek.
sabaştır-
et. sabaş-‘tan.
sabat
I, a. okur yazarlık; kat sabat: alfabelik okur yazarlık; sayası sabat: siyasî okur yazarlık, siyasetten haberdarlık; çala sabat ═ çala sabattuu (bk. sabattuu).
sabat-
II, et. saba- II’den.
sabatsız
okur yazar olmıyan: cahil coyuu: cahilliği tasfiye.
sabıttır-
et. sabat- II’den.
sabatuu
okur tazar; çala sabattuu: okuması yazması noksan olan.
sabet
kon. ═ sovet.
sabıl-
I, yalvarmak, mutavaat ederek boyun eğmek. II, çok olmak, ardı-arası galmiyen bir kütle halinde yürümek; el sabılıp ele kelip atat: halk kütle halinde geliyor.
sabıla-
: sabılıp uçup ketti (rad., v): aşağıya doğru uçup gitti.
sabır
I, a. tahammül, sabır, kendine hakim olma; sabırı suz (yahutsus) maneviyatı kırıldı, neşesi kaçtı. II, saat I. sözünün tekidir.
sabırayna
kon. ═ sobraniye.
sabırdık
sabır, kendine hâkimlik.
sabırduu
sabırlı, kendine hâkim.
sabırka-
ıstırap çekmek, kederlenmek.
sabırkat-
et. sabırka’-dan.
sabırsız
sabırsız.
sabırsızdan-
sabırsızlanmak, sabırsızlık göstermek.
sabırsızdık
sabırsızlık; kendine hâkim olmamaklık.
sabiz
f. Havuç.
sabotaj
r. baltalama, fesatçılık, sabotaj.
sacda
a. dn. Secde.
saçır
kaçır sözünün tekidir; kaçır saçırıñdı bilbeymin: senin katırlarını bilmiyorum (hiç bir şeyi bilmek istemiyorum).
sadağa
a 1. sadaka; aşağıda getirilen bütün tabirler artık çoktan hakiki manalarını kaybetmiş olup , bügün yalnızca mecazî manalarda kullanılmaktadır:can sadağası: hayatı kurtarma sadakası; başım aman bolso, al canımdan sadağa: sağ kalırsam, malım başım için sadaka olsun; sadağa kak- yahut çap-: kurban kesmek ; sadağa çabıl-: kefaret sadakası olarak verilmek ; el- curtan alda kaçan sadağa çabılgan: onu adam yerine koymaktan çoktan vazgeçtiler; 2. okşama hitabıdır: sevgili, canım, sadağası yahut sadağañ keteyin (yahut boloyon): kurbanı olayım.
sadak
═ saadak.
sadakat
═ sadağa.
sağa
bk. sen I.
sağak
1. bir çift söyke’yi (bk. söykö 1) birleştiren gümüş köstek; 2. ═ saaldırık.
sağala-
göz atmak, gözetlemek.
sağalat-
et. sağala’-dan.
sağaldırık
çenenin altından geçen kayış (oynan’ın bir kısmı).
sağaloo
göz atma, gözetleme.
sağan
bk. sen.
sağana
aile türbesi, sanduka.
sağasa
═ çekende.
sağın-
özlemek.
sağındır-
et. sağın’-dan.ç
sağınt-
özletmek, düşündürmek.
sağınıç
özleme, hasret.
sağınıçtuu
ölemeye mücip olan, hasretli; sağınçtuu salamımdı ciberem: özleyerek, selamlarımı gönderiyorum.
sağınıl
mut. Sağın-‘dan.
sağınış-
müş. Küçük yaşta olan öksüz (bu, küçük manasına gelen “sagir” den bozulmuş olacaktır; M.)
sağız
sakız; sağız kuuray bk. kuuray.
sağızğan
saksağan (kuş).
sahna
a. sahne, sahnağa koy-: sahneye koymak, (bir piyesi) oynamak.
sak
I, tetkikte bulunan, uyanık; sak bolğula: ihtiyatlı olun. gözünüzü dört açın. sak kulak it. kulağı hassas olan köpek. II: bok-sak: çör çöp; döküntü. III. sak saktap uktabay karap oturduk: uyumadık ve dikkatla gözetledik.
saka
vuran aşık kemiği (ounda); sakaday: endemli (insan hakkında).
sakal
sakal; sakal koy-: sakal bırakmak; ak sakal ═ aksakal; kırkılıp kalsın sakalım! Folk.: sakalım kırpılsın. (ant içme şekillerinden biridir.)
sakalduu
sakallı, yaşlı adam, hurmete değer bir yaşta olan kimse; sakalduu- köküldüülöp bk. köküldüülö-.
sakanak
kerege(bk.)’ nin kısa değnekleri (bunlar her kanat’ta dörder tane olurlar; bk. kanat 1, 2).
sakay-
sağalmak; ooruñan sağaydıñbı?: hastalığından sagaldın mı?.
sakçı
bekçi, muhafız, muhafız takımı.
sakçılan-
═ saksılan.
sakım
═ zakım I.
sakına
═ sahna.
sakıp
a.: sakıp camal: dilber, güzel kadın, güzel erkek.
sakıt
I═ sak I. II. a.: moynuman sakıt kıldım: hesaplaştım, üzerimden attım, yakayı kurtardım.
sakoo
1. peltek, pepe, tili sakoo: dili tutuk olan, pepe. 2. sakağı (tay hastalığı).
saksak
═ saksağan.
saksakay
bekbekey (bk.) şarkısında kullanılan bir isimdir; saksakay -o-oy! sak kaytar! bekbekey -o-oy , bek kaytar! hey, saksakay, dikkatle gözetle. hey, bekbekey, dikkatle bekle!
saksağan
örpermiş, karışmış (tüy v. s. hakk.)
saksañda-
karışıp perişan bir hale gelmek (saç hakkında); yırtık, pırtık, darma dağınık, perişan bir kıyafetle bulunmak.
saksañdat-
et. saksañda-‘dan; çaçın saksañdatıp oturat-: karma karış olmuş saçla oturuyor.
saksay
I. kad. Kurt.
saksay-
II, tüy veya kılları karışık bir hale gelmek; sakalı saksayıp turat: sakalı perişan bir haldedir.
saksayt-
et. saksay- II’den.
saksayuu-
saksay II’den.
saksılan-
sakınmak, korkmak; saksılanbay ele koy: kuşkulanma, merak etme. (senin için korkulacak bir şey yok.).
saksın-
═ saksılan-.
sakta-
muhafaza etmek, korumak; sarı mayday sakta-: göz bebeği gibi korumak (harf.: eritilmiş tereyağı gibi saklamak); can sakta-: hayatı korumak. yiyecek içecek bulmak, ekmek parası kazanmak,
saktal-
muhafaza edilmek, korunmak.
saktaluu
işs. sakatal-‘dan.
saktan-
korunmak, kendini muhafaza etmek, saktansañ, soo kalarsıñ ats. korunursan, sağ kalırsın.
saktanuu
ihtiyat, uyanıklık, saktıkta korduk cok ats. ihtiyatta horluk yoktur; saktık kassası: tasarruf sandığı.
saktıyan
f. sahtiyan.
saktoo
korunma, muhafaza etme.
saktooçuu
koruyan, muhafız.
sal
I, 1. sal; 2. sal ile nakil; sal ağız (kütükleri) sal yaparak nakletmak. II: sal-manap: mumtaz gençler. III═ saal I.
sal-
IV, 1. salmak, komak; kapkasal-: çuvala komak; ımaret sal-: bina inşa etmek; prezidiumğa sal-: riyaset kurulunun kararına vazetmek (harf.: rıyaset kuruluna salmak); köpçülüktün aldına sal-: ekseriyetten hükmüne nırakmak, kütlenin mahakemesine komak, baştarın cerge salıp: başlarını iğerek (atlar hakkında); kişi sal-: (müzakereler, kız isteme, barışma için) adam yollamak; kuş sal-: alıcı kuşu salıvermek, alıcı kuşla avlanmak; solğo sal-: yola çıkarmak ; işin yoluna koymak; bazarga sal-: pazara, satılığa çıkarmak; bardık ünümö salıp: bütün sesimle; kol sal-: -bk. kol I; zındaña sal-: hapsa atmak; 2. çocukl düşürmek; bala sal-: çocuk düşürmek; kozu sal-: yavru düşürmek (koyun hakkında); koy arık bolsa. bat ele kozu salıp koyot: koyun zayıf olursa, çabukcak kuzu düşürür; kulun sal-: bk. kulun; 3. yapıştırmak, çalmak (şiddetle vurmak); kamçı menen bir saldı: kaçı ile bir defa çaldı: başka bir saldı: kafayı bir defa yapıştırdı; 4. hareket etmek, yönelmek;üydü küzdöy saldı: ev istikametinde yürüdü; attanıp aldı da, tömön karay salıp ketti: ata bindi ve aşağıya doğru gitti; Aksuunu közdöy ketken kara colğo saldım: Aksu istikametinde giden yol boyunca yürüdüm; 5. önceden tayin ve takdir eylemek; kudaydın salğanı folk. alın yazısı casağan salga: folk. kısmet olur sa; 6. (datif kılığındaki mış’lı şekille): yalandan göstermek, tecahül ve tegaful etmek; körmömüşkö salıp: görmemezlikten gelerek; 7. ala sal-: (uzunca nesne hakkında) bir yandan bir yana çevrilmek: dönmek; eki-üç ala salıp kettim: iki üç kere (yanımla) döndüm; 8. salğan cerden yahut salğandan: durup dururken, ansızın, ortada hiçbir esas ve sebep yokken; meni salğan cerden tildeyt: bana duruo dururken (birden işi tetkik etmeden) dil uzatıyor; salğandan könö koyboyt: bırden bire muvafakat etmiyor; 9. bir şeye güvenmek, bir şeyi tatbik etmek; köptügünö güvenerek; çeçendigine salıp ceñip ketti: belâğetini tatbik ederek yendi; küçünö salıp: kuvvetini tatbik ederek; 10. birinen sala biri: biri ardından biri; biri ötekisinin sözünü keserek; birinin sala biri çukuraşıp: biri birinin sözünü keserek mırıldandılar; 11. sala sal kıl-: başkasına yükletmek; işti biröögö sala sal kılbay, özüñ bütün: işi başkasına yükletmeyip, kendin bitir; 12. sala koymo ═ salağoymo; 13. yardımcı fi’l sıfatiyle hareketin bittiğini yahut aniliğini ifade eder ; alar eşik aldına kele saldı: onlar kapı önüne geliverdiler; sımıbızdı coon saña çeyin türüp salıp: şalvarlarımızı butlarımıza kadar sığınarak; caza salbastan murun: yazıvermezden önce; ayta saldı: söyliyiverdi, baklayı ağzından çıkardı; kızımdı bere salayın folk. kızımı (kocaya) verivereyim; kele sala gelir-gelmez; körö sala: görür görmez.
sala
═ salaa.
salaa
1. çukur, küçük çukur, yer yarığı, nehrin yatağı, dere, çay; 2. parmaklar arasındaki açıklık; parmaklar arsındaki zar.
salaala-
═ salala-.
salaalan-
═ salalan-.
salaaluu
═ salaluu.
salabat
a. 1. saretlik; salâbat, iğilmezlik; 2. azamet, liyakat. II, a. salevat.
salabattuu
1. salâbetli; 2. azametli, heybetli.
salağoymo
kadın “ sarıgı” nın uzun bir şerit halinde arkaya sarkan kısmı.
salak
tembel, pasaklı, sünüpe, perişan kıyafetli.
salaka
zararlı hareket, hileli iş, hasar, zarar; tap düşmandarının salakası: sınıf düşmanlarının şüpheli faliyetleri; salakası tiydi: zararı dokundu.
salakta-
sallanmak, sarkmak.
salaktat-
et. salakta-‘dan.
salakılık
itanısızlık, parişanlık, inzibatsızlık, ihmalcilik.
salala-
: salalap kuçakta-: ellerinin parmaklarını kavuşturmak suretiyle
salalan-
çukurları, dereleri mebzûl olmak; kucaklamak.salalañan kapçığay: çukurları, kazıntıları mebzûl olan dağ geçidi.
salaluu
çukurları, dereleri, kazıntıları çok olan mahal.
salam
a. selâm; kommunistik salam: komünistçe selâm; salam ber-: selâm vermek; salam ayt-: selâm söylemek; aleykima salam, aleykümselâm (verilen selâmın karşılığıdır.
salamat
a. sağ, sıhhatı yerinde olan, sağ ve selâmet (ziyan ve zarara uğramamış olan).
salamattan
iyileşmek, sıhhat kesbetmek.
salamattandır-
iyileştirmek, sıhhat kesbettirmek.
salamattandıruu
iyileştirme, sıhhat kesbettirme.
salamattık
sıhhat selâmet; salamattık saktoo bölümü: sıhhiye şubesi.
salamçı
rasgele ziyaretçi; salamçıdan berip ciberdi: rastgele bir yolcu ile gönderdi; 2. mec. tufeylî.
salamdaş-
selâmlaşmak.
salañ
ileñ sözünün tekidir.
salañda-
1. sallamak; 2. mec. kuvvetten düşmek.
salañdat-
et. salañda-dan; salañdatıp asıp koy-: bir nesneyi serbestçe sallanacak ve başka bir nesneyi dokunmıyacak tarzda asmak; kursak salañdat-: yağ bağlamak suretiyle karın sarkıtmak.
salañdoor
1. yuvarlak, küçük çıngıraklar; 2. madalyon.
salavat
═ salabat. II.
salbar
kocasının iltifatına ve itinasına mazhar olmıyan karı (zevce).
salbıra-
sarkmak, asılı durmak (diyelim, salkım söğüdü dalları hakkında); mögödöy salbıra bk. mögö.
salbırak
1. sarkan, sallanan; üstü başı sarkık; 2. (Rad. V.) ═ saadak.
saldar
fena tesir, kötü netice; eski turmuştun saldarı: eski hayatatın kalıntıları.
saldat
(r. “soldat”) asker, er.
saldır-
et. sal- IV’ten; zındaña sadır-: zindana attırmak.
salğıç
bir şeyi toplayıp koymak için aygıt; darı salgıç: barut kabı; tabak salgıç: kap kaçak için (keçe) raf.
salğıla-
1. mükereren, bir çok defa salmak; 2. tekrar tekrar vurmak.
salğılaş-
I. pataklama. : II, bir birini dövmek.
salğılaşuu
pataklama; muharebe.
salık
I. 1. vergi, haraç; salık sal: vergi tahretmek; öz ara salık: kendi aralarında vergi tarhetme; 2. emanet, vedia; amanat salık: itenildiği zaman alınmak şartıyla bırakılan emanet; salık kâğazı: depozito kâğıdı , senedi; 3. kırgızların kendileriyle birlikte yaylağa almayıp, oradan dönünceye kadar bıraktıkları keçe ev, ve ev eşyasının bir kısmı; salık sal-: yaylaya giderken, bal ev eşyasına denk yaparak bağlamak ve kitleyip , kışlakta bırakmak; 4. tar. Yoğaşları ve şenlikleri tertip eylemek için manapır tarafından ahaliye tarhedilen olağanüstü vergiler. II, sarkık, sallanan ; asılı duran; kardı salık: karnı sarkık, şişman karınlı; salık kursak: sarkık karınlı; kabağı salık: abûs somurtmuş; salık cüktü-: denki çok aşağı sarkıtarak yüklemek; kara salık: Triticum repans bitkisi.
salıkçı
para yatıran.
salım
: bir salım et: bir defa pişirilecek kadar et; bir salım bot. yabanî keten; kiyim-salım: her nevi elbise ve yatak gereçleri; alım salım: her nevi vergiler, resimler.
salın-
1. konulmak, vazedilmek; kol salıñan: hucuma çarpan; kol salıñan poyuz: hucuma maruz olan tiren; tıyuu salın-: menedıilmek; tıyuu salınbasa: menedilmazse; 2. koymak, kendi üzerine, altına komak; cooluk salın baş örtüyle örtünmek, baş örtüsü taşımak; köz aynek salın-: gözlük takmak; çapanın salındı: çapanın altına serdi; kim salındı çeniñdi, kim bildi senin epolitlerini, kim idare etti senin elini?
salındı
═ salbar.
salındır-
et. salın-‘dan; eginder calbıraktarın salındırıp, soluyt: ekinler yapraklarını sarkıtarak soluyorlar.
salıñkı
hafifçe sarkık; hafif tertip asılı duran; kabağı salıñkı: kaşları çatık, muteessirdir, kederlidir.
salınış
işs. salın-‘dan; tertipke salınış kerek: tanztm edilmesi lâzım.
salınuu
konulmuş, üzerine konulmuş; batunda kişen salınuu folk. ayaklarına bukaği, köstek vurulmuş.
salış
I, 1. hep beraber salmak; 2. biri birini dövmek; eki kişi salıştı: iki kişi dövüştüler; at salış-: 1) koşularda atları yarıştırmak; 2) mec. müsabakaya girişmek; corğo salış-: yorga atları yarışa çıkarmak.
salıştır-
1. karşılaştırmak; mukayese etmek; oorduğun salıştır-: ağırlık yonunden karşılaştımak; 2. müsabakaya icbar etmek; corğo salıştır-: yorgatları yarıştırmak, koşularda yorgaları koşturmak.
salıştırma
mukayeseli, nisbî; salıştırma çındık: nisbî hakikat; salıştırma anatomiya: mukayeseli anatomi.
salıştırı-
karşılaştırmak, karşılaştırma.
salışuu
dövüşme, tutuşma, muharebe.
salıt
(kaşr. Salt I), 1. nizam, adet,resim; mutunku salıt menen: eski usul ve adetler üzerine; 2. es. mihrin (ağırlığın) sıkı bir surette tayin tesbit edilen kısım.
salkı
ilki sözünün tekidir.
salkın
serinlik, serin; küzgü koñur salkın: sonbahardaki hafif serinlik; salkın köz menen kara-: ihtimamsız, dikkatsiz davranmak; işke salkın kara-: işe ehemmiyet vermemek, üstünkörü yapmak.
salkındık
1. serinlik; 2. dikkatsizlik, itinasızlık.
salmak
ağır çeken, ağır, davranan; salmak ölçümü: izafî sıklet; almak-salmak yahut almaktan-saklamak : munavebe ile; ekööbüz almak salmak iştedik: ikimiz munavebe ile çalıştık.
salmaksız
ağır olmıyan; hafif.
salmakta-
1. bir şeyin ağırlığını takriben oranlamak; 2. halsizlik hissetmek; bütkön boyum salmaktap turat: rahatsızım.
salmaktan
- 1. ağırlaşmak, ağır çekmek; 2. ağır, tembel davranmak.
salmaktaş-
1. (kuvvetçe, akılca ve s. ce) denk olmak, yarışmaya mustait olmak; 2. kapışmak, muharebe etmek.
salmaktat-
et. salmakta-‘dan.
salmaktuu
1. ağır çeken, ağır; iş salmaktuu bodu: iş ciddi (güç) bir şekle döküldü; 2. ciddi, musbet (adam).
salmaoor
sapan.
salooma
bk. saloomaleykim.
saloomaleykim
salooma aleykim, (müslümanca selâm): selâmun aleykim.: size barış olsun.
salpakta-
═ salpañda-.
salpaktat-
═ salpañdat-: terdigin salpaktatıp, bir at kaçıp bara atat: teğeltisini sallayıp, bir at kaçıp gidiyor.
salpañda-
1. didinmek, sallanmak; 2. biçimsizce yürümek.
salpañdat-
et. salpañda-,dan.
salpayak
sakat, acayip.
salpıda-
1. ağır ağır kışmak; salpıldap celip kele catkan arık saralanı kördü: ağır ağır koşan sarı benekli atı gördü; 2. sallanmak; eski tondun eteği salpıldayt: eski kürkün eteği sarkık dunuyor.
salpıdat-
et. salpılda-‘dan; arkan, cibin kancığasına boş baylanıp, salpıldatıp kele catat: urganını, ipini terkisine bağlayıp, sallandırıp gelmektedir.
salpıy-
1. sarkmak; erdi salpıyıp turat: dudağı sarkık duruyor; 2. gevşek ve sünepemsi olmak; salpıyğan: sünepe.
salpıyt-
et. salpıy-‘dan.
salt
(krş. salıt) 1. adet, itiyat, maişet, yaşayış; ata saltı: ata saltı menen: dedelerin adetlerine göre; salt sanaa: ideoloji; cakelik mülk salt sanaası: hususî mülkiyet ideolojisi; salt sanaalaş bk. sanaalaş; 2. ehemniyet, kurum, güzellik, parlaklık, şa’şaa, 3. mâna; sözüñdün saltın karağın: sözünün manasına dikkat et. II, yüksüz, ağırlıksız (atlı hakkında).
saltanat
a. 1. liyakat, itibar; 2. şa’şaa; debdebe.
saltanattuu
dabdebeli, parlak, tantanalı; saltanattuu çoguluş (ciynalış): mutantan toplantı.
saluu
I, işs. sal- IV’ten; kol saluu, bk. kol I; bala saluu bk. II: oozunun saluusu bar: yemek hususunda çok hassastır (her ziyaretinde ziyafete tesadüf eden adam hakkınada söylerler).
saluuluu
konulmuş, sokulmuş, serilmiş; kilem saluuluu töşek: serilmiş yatak.
sayut
r. selâm topu, tüfek selâm atışı.
sama-
şiddetle arzu etmek; samağanınday boldu: arzu ettiğini aldı; istediği yerine geldi.
saman
saman.
samık
r. (“zamok”) top kaması, tüfek sürgüsü.
samın
sabun; samın çöp: çöven, çöğen (ot); samın taş: suyun aşındırmış olduğu taş.
samınçı
sabunçu.
samınçılık
sabunculuk, sabuncu sanaatı.
samınnda-
: sabunlama, sabun sürmek.
samındal-
sabunlanmak; sabun sürülmek.
samından-
kendi kendine sabunlanmak, kendi kenine sabun sürmek.
samındat
et. samında-‘dan.
samındoo
sabunlama.
samolyot
samolöt, r.tayyare, uçak.
samoor
r. 1. semaver; 2. çayhane.
samoorçu
1. çayhane işleten; 2. çayhaneye bakan.
sampağay
pasaklı, sünepe.
sampalañda-
ağır, biçimsizce hareket etmek (diyelim, puhunun uçuşu hakkında).
sampañda-
hereket etmek (fakirce giyinmiş, yırtık-pırtık esvap giymiş kimse hakkında).
samparla-
═ anadaalı; samparlap kar tüşüp turat: lapa lapa kar yağıyor,
sampay-
gevşek ve muattal bulunmak; her şeye lâkayit kalmak.
sampır
yırtık pırtık esvap giymiş olan adam; perişan kıyafette olan.
samsa
f. bir nevi börek: samsa.
samsaala-
aşağıya doğru sarkarak sallanmak.
samsaalat-
et. samsaala-‘dan; etek samsaalat-: yırtık etekleri sallayıp (yürümek.)
samsala-
═ samsaala-.
samsı-
kesilmeyen bir akıntı halinde yürümek; bir dalga şeklinde yığılaşmak; uşu coldon samsıp ele kişi üzülböyt: bu yolda geçenlerin arkası gelmiyor (her zaman çok halk geçiyor); arkasında samsıp köp el bara cattı: peşinden kalabalık halk gidiyordu.
samsıt-
yormak; takattan düşürmek.
samtır
: samtır sumtur: yırtık pırtık, pare pare olmuş; üstü başı samtır: üstü başı yırtık pırtık.
samtıra-
pare pare olmak, yırtılıp parça parça olmak; samtırağan: 1. yırtılmış, yırtılıp pare pare olmuş; 2. perişan kıyuafetli: yırtık pırtık esvep giymiş olan.
san
I, but, kalça; şimdi coon saña çeyin türüp: şalvarı kalın butlara kadar sıvayarak; serke san yahut kuuray san: 1) incecik bacak; 2) incecik bacaklı; altı sanım aman bolso: sağ esen olusam. II, 1. sayı, miktar, hesap; sayda sanı, kumda izi çok yahut sayda sanı, kumda kunu çok: hiçbir belirtisi yok, iz bırakmadan kayboldu; san cana sapat cağınan: kemmiyet ve keyfiyet yönünde; sanda cok caman yahut saña koşulbağan caman: hiçbir işe yaramıyan (adam); tirüü dese, sanda cok, ölük dese, kördü cok folk. diri desen, hesapta yok (diri insanlar arasında sayılmaz), ölü dersen, mezarda yok; kılğan iştin sanı cok: yapılan iş görünmüyor, işin hiçbir neticesi yok; bütün san: mat. adedi sahıh, tam sayı; tak san: mat. tek adet, sayı; karama karşı san: mat. mukabil, zıt sayı; cay attuu san: mat. basit mütecanis sayı; çamaa san: mat. takribi sayı; eerçime san: mat. muteakip sayı; oñ san: mat. musbet adet (pozitif sayı); teris san: mat. menfi adet (negatif sayı); başkı san: mat. iptidaî adet; atuu san: mat. mutecanis sayı; bir tamğaluu san: tek haneli sayı; köp tamğaluu san: çok heneli sayı; belgisiz san: mat. meçhûl adet; bölçöktüü attu san: mat. mütecanis kesir; tügöl bölünüüçü san mat. misil; oylonmo san: mat. mevhum sayı; izdelgen san: mat. aranan meçhul sayı; belirgen san: mat. verilmiş mâlum sayı; cekelik san: gram. teklik (müfret); köptük san: gram. çokluk (cemi); iret san: gram. rütbı adet ismi; cay san: gram. aslî adet ismi; 2. hesapsız çok; (bazan da) on bin. III: sandı saa kim berdi?: nasıl cesaret ettin ? bu hakkı sana kim verdi?
sana-
1. saymak; münöt sanap: dakika sayarak (her dakika); cıl sanap: her sene; cıl sanap ösüp kele catat: seneden seneye büyüyör; 2. düşünmek, tefekkür etmek,tasarlamak; kara sana ═ karasana; kamsanaba: merak etme. kederlenme!; 3. özlemek, canı sıkılmak; cerin sanap: memleketini özleyerek.
sanaa
1. çuur, fikir, düşünce; 2. keder tasa, meşgale; sanaam bölö aldı boldu: çok merak ediyorum; sarı sanaa: keder, kaygı; sanaa tartpay kün çıktı: derken güneş de doğdu.
sanaadar
k-f. kederlenmiş olan, kaygılı olan.
sanaalan-
1. düşünceye dalmak; 2. özlemek, tsalanmak.
sanaalaş
yahut saltasanalaş: fikirdeş: fikir ortağı.
sanaaluu
1. düşünen; 2. meşgul olan, uğraşan.
sanaarka-
düşünmek, düşünceye dalmak, tasalanmak.
sanaasız
ahmak, düşüncesiz.
sanaasızdık
hamakat, düşüncesizlik.
sanak
hesap, sayım; sanak başkarması: istatistik idaresi; sanaktan ötkür: saymak, hesabını almak.
sanalaş
═ sanaalaş.
sanaluu
sayılmış, sayılı, hesaplı.
sanaş-
hep beraber saymak, hesaba katmak, hesaplasmak; künsanşıp köböy-; günden güne büyümek, artmak; 2. hep birlikte düşünmek; aynı şeyi düşünmek.
sanaşuu
et. sanaş-‘tan
sanat
I, 1. nasihat, ibret, misal, örnek nümune olacak şey; sen bir sanatı kılğalı turasiñ: sen bir kötülük yapmayı düşünüyorsun; sağa kalbağan sanatı kılayın: sana öyle bir şey yaparım, ki çok uzun zaman unutamazsın; 2. bir yığın kıyafeli vecizelerden düzülmüş olan şarkı; şarkı kalıbına dökülen tekerleme. II, 1. hesap, sayı; sanatcetkis yahut sanatı sandan ötüptür: hesapsız çok: sanattan ötkör-: hesabını almak; saymak 2. gram. es. adet ismi.
sanat-
III, et. sana- I’den; naktay sanıp al-: nakten almak.
sanatay
: kara sanatay ═ karasanatay.
sanatçı
hesaplıyan saaat, sayaç.
sanatıluu
sayılmış, tam okadar; sanatıluu altı ay folk. tam altı ay.
sanatsız
hesapsız çok.
sancıra
a. şecere, soy sop.
sancıraçı
şecereler uzmanı.
sancırğa
1. süs (başlıca, göç zamanında yük hayvanlarına takılan süsler); 2. alıcı kuş için eğere takılan köstek.
sancırğaluu
1. süslenmiş; sancırğaluu köç: yük hayvanları süslenmiş 2. köstekli ( alıcı kuşar hakkında).
sanda
I: anda-sanda: şurada-burada bazı yerlerde, bazan, zaman zaman (nâdiren).
sanda-
II, pek çok olmak, hesapsız bulunmak; sandağan: bihesap.
sandaala-
═ andaala-
sandal
I. mangal. II, r. sandal denilen ayakkabı.
sandal-
III, avare dolaşmak, maksatsız gezinmek; sandalıp ele cüröt: maksatsız aare dolaşıyor.
sandalt-
et. sandal- III’ten.
sandat-
et. sanda- III’den; sandatıp türdüü cılkını, aydabay turğan cer beken?: orası hesapsız çok hergeleyi sürmeye elverişli yer değil midir?
sandık
sandık.
sandıkça
1. küçük sandık; 2. mat. es. küp, mikâp; sandıkça metr: mikâp metre.
sandıra-
═ sandırakta-.
sandırak
1. boş sözler söyliyen geveze; 2. boş söz, herze, yave.
sandırakı
: sandırakı söz: boş yere çene çalma, lâklâkiyet.
sandıraktı-
: oozune kelgenin sandıraktay beret: ağzına ne gelirse, onu söylüyor; manasız ve faydasız şeyler söylüyor; sandırakta bay otur.: boş lâflar söylemeden otur.
sandırğa
═ sancırğa.
sandırğaluu
═ sancırğaluu; sandırğaluu cigit: temiz giyinmiş olan delikanlı.
sañoor
kanadın büklümündeki yelekler.
sañsañ
bir parça büyümüş olan kuzunun derisi, (krş, körpö); sañsañ tebetey: sañsañdan yapılan kalpak.
sanitar
r. hasta bakıcı.
sanitariya
hasta bakıcılık, sıhhiye.
sanoo
zihnî hesap.
sandoluu
sayılmış; malûm bir şekle konmuş.
sansan
: sansan bolup ket: hiçbir türlü haberi bilmeksizin kaybolmak, yok olmak; çapanı sansan bolup cırtılğan: paltosu yırtılıp pare pare olmuş.
sansı-
pek çok, hesapsız bulunmak; sansığan: hesapsız çok; sansığan bay: serveti hesapsız olan zengin; sansığan koy: hesapsız çok koyun.
sansız
sayısız.
sansızdık
sayılsızlık.
sap
I. sap; baltanın sabı: balta sapı. IIa. 1. sıra, sakol (askerî); sap tart-: sıraya dizilmek; 2. ═ sabak I, 2.
sapaa
═ sapat; sanı bar, sapaası cok ats. kemmiyeti var, keyfiyeti yok.
sapalak
çok tüylü; sapalak kuyruk: çok tüylü kuyruk.
sapar
a. yolculuk, seyahat, sefer; sapart tart- yahut sapar çek-: yola, seyahata çıkmak; kelbes sapar tart- mec. “dönülmez yolculuğa çıkmak” (ölmek).
sapat
a. sıfat, keyfiyet, iyi vasıf.
sapattan-
avsafça iyileşmek
sapattandır
evsafla iyillştirmek.
sapattandıruu
işs. sapattandır-‘dan.
sapattuu
iyi evsaflı; sapattuu kurç: iyi evsaflı çelik.
sapattuuluk
iyi evsaflılık; iyi neviden olmaklık; coğuru sapattuuluk: iyi nviden olmaklık.
sapkoz
. kon. ═ sovhoz.
sapsalğa
. 1. hayvan iğdiş edilirken kullanılan tahta kıskaç; 2. çiy (bk. çiy I) saplarında yapılan kıskaçtır, ki çocukları sünnet ederkan kullanılır.
sapsay-
═ apsay.
sapsım
r. kon (“sovsem”) büsbütün, tamamiyle.
sapsıy-
büyük ve karışmış olmak (sakal hakkında).
sapsıyt
et. sapsıy-‘dan.
sapta-
I, arzu etmek; talep ve iddiada bulunmak. II, saplamak; balta sapta-: baltaya sap geçirmek; iyne sapta: iğne gözüne iplik geçirmek.
saptaş-
müş. Sapta- II’den.
saptat-
et. sapta- I’den.
saptoo
sap geçirme.
saptuu
saplı, sap geçirilmiş.
sapır-
1. bir mayii kepçe ile yahut başka bir şeyle tekrar- tekrar alarak, aynı kaba yeniden dökmek, çarpmak; kımızdı sapır-: kımızdı çarpmak, yani küçük bir kapla alarak, büyük kaba yeniden dökmek. 2. savurmak.
sapırğıç
savurğuç (kalbur makinası):
sapırıl
mut. Sapır-‘dan.
sapırılış-
müş, sapırıl-‘dan.
sapırılt-
et. sapır-‘dan.
sapıruu
1. savurma; 2. külünü savurma: şuraya buraya dağıtma; 3. kımız sapıruu: kımızı çarpma.
sapıruuçu
savurucu; sapıruuçu maşina: savurma makinesi (kalbur makinası).
sara
seçme, mumtaz, en iyi, en üstün; otundun sarası: seçme, en alâ odun,
saramcal
f. 1. teçhizat, alet-edevat, muhimmat, iğelik (ekonomi); saramcalın şaylatıp: teçhizatın yolunu koyarak; 2. uğraşma; saramcal ce-: meşgul olmak, uğraşmak.
saramcalduu
her işle bizzat meşgul olmayı seven, mezbut kimse.
sarañ
hasis, cimri; sözgö sarañ, özünün kereginen artık unçukpayt: söz için hasistir; kendisine lâzım olandan fazla tek bir kelimeyi söylemez; kesken cerinen kan çıkpağan sarañ: kesilen yerinden kan çıkmıyan hasis; daha ör. bk. beren.
sarañdık
hasislik, hırs.
sarap
a. sarraf.
saratan
f. 1. yazın aşırı sıcaklığı; caydın saratan künü: sıcak yaz günleri; 2. mayıs böceği.
saray
1. han; srayğa tüşöm: hana ineceğim; 2. saray (hükümdarın yaşadığı ev); saray törölörü: saray heyet ve erkânı.
sarayçı
han işleten, hanc
sarbañda-
arbañda- sözünün tekidir.
sarbar
f. hâmil, koruyucu.
sarbaşıl
═ sardar.
sardar
f. (destanda): âmir, serdar.
sarğar
sararmak; sarğara cortsoñ, kızara börtörsüñ ats.: sararıp koşarsan, kızaraıp şişersin; al cumaşka sarğara kirişti: işe özenle, olunca gayretiyle girişti.
sarğart
I, (krş. kart I) bir hastalığın adıdır, ki bu hastalıkla musap olan adamın yüzü karhalarla örtülür; betine sarğart tüşüptür: yüzü karhalarla kaplandı.
sarğart-
II, et. sarğar-‘dan.
sarğaruu
sararma.
sarğay-
═ sarğar-.
sarğayıñkı
sarımtırak; hafifçe sararmış oaln; sañayıñkı tart-: bırparça sararmak.
sarğıç
═ sarğılt; öñü sarğıç: yüzü sarı, sarı yüzlü.
sarğıl
: ak sarğıl 1) sarışın; beyaz yüzlü 2) taze, pembe (yüz rengi, beniz hakkında).
sarğılt
sarımtırak, sarıya çalan.
sargılttan-
hafifçe sararmak, bir parça sarı olmak.
sarhana
f. (Cenubî Kırgızlıktan) nargilenin tütün konulan ucu.
sarı
I, sarı, kızıl, kumral; sarı başıl: sarı başlı; ak sarı başıl koy: sarı başlı beyaz koyun; sarı ala: 1) sarı alaca: 2) karakuş nevilerinden biri; sarı kır ═ sarığır; sarı talaa: 1) sararmış sahra, step; 2) sonbahardaki kır; sarı ooruu: 1) sarılık hastalığı; 2) mec. büyük keder; mbüyük meşgale; sarı taman ═ sarı taman; sarı soygok bk. soyğok 1; uzun sarı: ilk baharın ilk günleri; azun sıraga sakta-: kara gün için saklamak; sarıu celke: rekek dağ kuzusu; sarı izine çöp sal- bk. çöp; sarı ubayım bk. ubayım. II, bu söz bazı yırtıcı kuş isimlerinin bir parçası oluyor: ak sarı ═ aksarı; koy sarı ═ koy sarı ═ koysarı; caman sarı: aladoğan (archibuteo); erke sarı: kırgız kabilelerinden birinin adıdır.
sarığıç
═ sarğılt.
sarığır
(uzunca biçimde olan) tınaz, kuru ot yığını; üyüp koyğansarığır çöptör: tınaz halinde yığılmış kucu otlar.
sarığırla-
biri üstüne biri atmak süretiyle yığmak; kocaman bir tepe peyda olacakl şekilde biriktirmek.
sarık-
damlamak, akıp çıkmak, (arta kalan mayi hakkında).
sarıkır
═ sarığır.
sarıkırla-
═ sarığırla-.
sarıktır-
damlatmak; damlasına kadar akıtmak.
sarımsak
sarımsak.
sarnıçı
(destanda) birnevi bol, ve geniş yakalı kürk.
sarıp
a. masraf, harç; sarıp kıl-: sarfetmek; sarıp kılın-: sarfedilmek, harcanmak.
sarkelde
f. (destanda) serdar, sergerde.
sarkındı
bir kapta mayiin kalıntısı, büğütten akan küçük su sızıntısı: kulaktardın sarkındısı: ağaların bakiyesi.
sarkıt
yemek ve içecek kalıntısı.
sarlan
f. bir deve cinsinin adıdır.
sarna
mide kaynama, safra çoğalma.
sarp
═ sarıp.
sarpay
f. (destanda) mükellef erkek çapanı (kaftanı.)
sarpeñke
(r. “sarpinka”) iyi cinsli renkli bez.
sarpooşto-
(atı) kilim çurla örtmek; atka sarpooştop alıp keldi tar. (göye diri gibi, ölüyü) ata bindirerek götürdiler.
sarsanaa
═ sarı sanaa (bk. sanaa 2).
sartaman
(sarı taman) kuvvetinde; kuvvetinin gelişimi çağında; olgun zamanda (iyi at hakkında).
saruula-
sararmak; solmak (beniz hakkında); korkuu belgisi bayda bolup, öñü saruulayt, muundarı kaltırayt: korku belirtileri peyda oldu: benz. attı; mafsalları titriyor.
sasay
═ sazay
sası-
pis kokmak.
sasık
pis kokan, fena koku dağıtan, pis koku; sasık üpü: hüdhüt kuşu; sasık oy: pis fikir; sasık bay, bk. bay.
sasımay
bir çeşit aşık oyununun adıdır.
sasıt-
et. sası-‘dan.
sastap
═ sostav.
sat
satmak; alıp sat-: aksata ile meşgul olmak; alıp satar: aksatacı, simsar, tellâl; satıp al-: satın almak; satıp aluuçuluk şığı: satınalma istidadı: at sat-:başkasının adından istifade etmek.
satarman
satıcı; satarman bolsoñ, sat.: satacaksan, sat (durma).
satık
═ sattık; sooda-sattık: ticaret, alış veriş.
satıl-
satılmak; satılığa çıkarılmak.
satılış
satış, satılma.
satıluu
işs. satıl-‘dan.
satındı
satılmış; satı- alım yolu ile ele geçirilmiş.
satış
I. satış.
satış-
II, müs. Sat-‘tan.
satin
r. saten (kumaş).
satsıyal
═ sotsial.
satsıyalçıl
═ sotsialçıl.
satsiyalçılık
═ sotsialistik.
sattık
satış; sooda-sattık: ticaret, alış veriş.
sattır-
satmıya bırakmakveya zorlamak; kimden sattırdıñ?: kime sattırdın?: sattırıp aldım: satın aldırdım (emrettim, ve benim için satın aldılar).
sattıruu
işs. sattır-‘dan.
satuu
satış ticaret.
say
I(koşu atı hakkında): mümtaz, fevkalâde, marûf; say külük yahut say tulpar yahut say buudan: marûf koşu atı; say kaşka bk. kaşka. II, 1. nehrin yatağı; kirgen suular toktolup, say kağırap kaldı: dökülen salar kesildi ve ırmağın yatağı kurudu; suu tügönüp, say bolup: folk. su tükendi ve yalnız kuru yatak kaldı; daha ör. bk. kuy III, 2; 2. yiv (tüfekte, vidada). III: sayda sanı, kumda izi cok bk. san II. IV, söök sözünün tekidir. V: ayağı say tappağan: öteye beriye koşan, rahat durmıyan; ayağı say tappayt: boyuna koşmaktadır; say medire bk. medire. VI, 1. sançmak; saplamak, batırmak (sivri şeyi); azuu say-: azıdişi atmak, bırakmak; şişke sayar eti cok “şişsa dizilecek kadar eti yok” (gayet zayıf); üy say: çadır kurmak; 2. dikmek (ağaçları), sapiyle dikmek; bak say-: bahçe dikmek, bahçe yapmak; 3. dikmek; işlemek (iğne ile nakşetmek); candap say-: iğne ardı dikmek; tençip say-: teyel yapmak, dikmek; sayma say- (yahut yalnız: say-) :işlemek (nakşetmek); 4. oyun sırasında ortaya para koymak, bahse tutuşurken ortaya para koymak; atıñdı sayısıñbı?: atmı (oyuna, bahse) koyacak mısın? baygege say-: koşular esnasında ikramiye, mukâfat olarak koymak; 5. mec. yenmek (başlıca, seçimlerde).
saya
f, gölge, saye.
sayaban
f. fena havadan ve güneşten korunmak için yapılan gölgelik (sayeben); tente (arabada); sayaban araba: kapalı furgon; kapalı araba
sayak
1. tek başına dolaşan, serseri; sayak menen sağızğaña ubal cok: ats. serseri ile saksağan için mesuliyet yoktur; sel = sayak: serseriliğe yatgın, barınacak yeri bulunmıyan, yabancı ellerde serserice dolaşan; 2. Kırgız kabilelerinden birinin adıdır.
sayala-
gölgelenmek, gölge altında oturmak.
sayaluu
gölgeli, gölgelenmiş.
sayapker
= zayapker
sayasat
a. siyaset, politik; ulut sayasatı: millî siyaset, ulusal politika.
sayasatçı
siyasetçi.,
sayasatçıl
1. siyaset adamı; 2. politikacı.
sayası
a. siyasî; sayası bölüm: siyasî kısım, şube.
sayatçı
a-f. alıcı kuşları avlıyan avcı (ağla avlar).
saydır-
et. say- VI’dan ; butun tikenekke saydırdı: bacaklarını dikenle yaraladı; saydırıp koysom oşoğo , bala da bolso, bağınam: folk. eğer o (mızrakla mübarezede) beni yenerse , çocuk olsa dahi ona boyun iğeceğim.
sayğak
oestridae soyundan öküz sineği.
sayğakta-
sineklerden yakayı kurtarmak için şuraya buraya koşmak sığır hayvanları hakkında).
sayğaktat-
et. saygakta-‘ dan.
sayğaktoo
hayvanın öküz sineğinden kurtulmak için şuraya buraya koşması ve büğürmesi.
sayğaşka
= say kaşka (bk. kaşka 4).
sayğıç
saplamıya, sançmıya müstait olan; nayza sayğıç: usta mızrakçı, mızrakla ustalıkla iş gören.
sayğıla-
saplamak, sançmak, batırınak; tiken menen sayğılağanday: diken batırılmış gibi.
sayğılaş-
müş. sagıla-‘ dan.
saygız-
saplatmak.
sayıl-
1. saplanmış batırılmış olmak; 2. dikilmek (iğne ile), işlenmek (nakışedilmek); 3. bahse tutuşurken öndül olarak koymak, koşular sırasında ikramiye olmak üzere komak; ör. bk. bayge 2.
sayılt-
saplamak; batırmak.
sayım
: nayza sayım = nayza sayğıç (bk. sayğıç).
sayın
I, (postposition): barğan sayın; her gittikçe; cıl sayın: hersene, seneden seneye; cıl ötkün sayın: sene gittikçe; çoğuluş bolğon sayın: her toplantıda; an sayın: her an; tük bütkön sayın kaltırayt: ats. zenginleştikçe hasisleşiyor (harf: tüy bittikçe titriyor); kün sayınkı: hergünkü.
sayın-
II, batırılmak; takınmak; kazkırasın sayınıp: folk. (kalpağını) turna yeleğiyle süsliyerek.
sayınkı
bk. sayın I.
sayış
I, mızraklar ile mübazere.
sayış-
II, müş. say- VI’ dan; eçe somdon sayışasıñ? kaç rubleden bahse girişiyorsun?
sayıştır-
et. sayış- II’ den.
sayışuu
işs. sayış- II’ den; er sayışuu tar. mızrak müsabakası (mızrağın madeni demreni bulunmazdı).
saykaşka
= say kaşk (bak. kaşka 4).
sayluu
yivli (silâh hakkında); sayluu mıltık: yivli tüfek.
sayma
1. işleme (nakışlı); tañdaylaşkan sayma bk. tañdaylaş-; 2. dikilmiş (ağaçlar hakkında); sayma ciğaç: dikilmiş ağaç (yabanîden farklı olarak).
saylama-
nakışlarla bezemek.
saymalan-
mut. saymala-‘ dan.
saymaluu
işlemeli; nakışlı.
sayra-
1. ötmek (kuşlar hakkında); 2. mec: çok söylemek.
sayrağıç
öten (kuş hakkında).
sayran
f. 1. gezinti; 2. genişlik, bolluk; sayran cer: vasi va rahat yerler; sayran talaa: geniş ve engin sahra; sayran kün: bolluk içinde geçen rahat hayat; 3. zevk; sayran kur: zevk almak keyf çekmek.
sayranda-
1. gezinti yapmak; 2. keyf çekmek.
sayraş-
müş. sayra-‘ dan.
sayrat-
et. sayra-‘ dan.
sayroo
işs. sayra-‘ dan.
sayroon
nehrin sığ yeri.
sayroondo-
sığ yerini bularak geçmek (ırmağı); suudan sayroondop keçtim: nehri (düz çizgi boyunca değil de) sığ yerini bularak geçtim.
sayuz
kon. = soyuz.
sayuzdaş-
= soyuzdaş-.
sayuzduk
= soyuzduk.
saz
I, bataklık; saz öñdüü: (zayıflıktan) yüzü sararmış (adam). II, f. iyi, hoş, yoluna konmuş; az bolso da saz bolsun ats. az olsa da, öz olsun.
sazan
sazan balığı (cyprinus carpia).
sazar-
1. sararmak; öñü sazarğan: benzi sararmış; 2. mec. kin beslemek.
sazay
f. 1. tar.şeriata karşı olan bir hareket için rüsvay etmek suretiyle umumun önünde ceza verme; 2. hakkından gelme, gereği gibi cezalandırma; sazayın koluna berip koy: hakkından gel; onun adamakıllı tedip edilmek, cezalandırmak; sazayın tartat: cezasını görecek; sazayımdı okuttu: beni tekdir etti, gereği gibi haşladı.
sazayla-
cezalandırmak.
sazayloo
cezalandırma, hakkından gelme.
sazdak
bataklık, bataklı yer.
sazdık
bataklı mahal.
saszdıktuu
bataklı.
saszduu
bataklı.
sçot
r. hesap puslası, fatura.
sçotovod
r. muhasebeci.
sebeele-
sepelemek, çiğsemek (yağmur hakkında); kün sebeelep caap turat: yağmur sepeliyor.
sebeelet-
et. sebele-‘ den.
sebep
I, a. sebep; emine sebepten: ne sebepten, neden; sebep bağınıñkı gram. sebep halini gösteren mütemmim cümle. II, yahut edep – sebep: bir devanın adıdır.
sebepker
müsebbip, âmil; sebepker bol-: sebep olmak, sebebiyet vermek.
sebeptüü
sebepli, neticesinde; mıltığım cok sebeptüü: tüfeğim olmadığından dolayı; ooruğan sebeptüü: hastalık yüzünden.
sebildüü
(destanda) süslü, bezikli.
sebin-
kendi üzerine serpmek, püskürmek; atır sebin: kendi kendine ıtır sürmek.
sebüü
serpme, saçma.
sebüüçü
ekici; sebüüçü maşina: tohum ekme makinası.
sedep
a. sedef.
seelik-
: eelikkenden seelikti: aşırı derecede heyecana geldi.
seep
sep- III’ ten gerundif.
seer
I, 1. Çin Türkistanında çıñ’ ın (bk. çıñ I) 1/16 ine muadil olan ağırlık ölçüsü; 2. sar, sara; Çin Türkistanında bir sikkedir (gümüş sar takriben 1 ruble 60 kopik veya 1 ruble 70 kapik kıymetinde oluyordu). II = sıykır.
seerçi
= sıykırçı.
segiz
sekiz.
segizdik
sekizlik.
segizinçi
sekizinci.
segment
r. mat. kıt’ ai daire.
seh
= tseh.
sekekte-
= sekeñde-.
sekelek
kız çocukların alnındaki perçem, kâkül; sekelek kız: kız çocuk, genç kız.
sekeñde-
1. titremek, silkinmek mes. atın perçemi yahut insanın uzun saçı hakkında); 2. saçlarını oynatarak sıçramak, sekmek.
sekeñdet-
et. sekeñde-‘ den; kamçısın sekeñdetip: kamçısını sallıyarak.
seket
a. 1. = zeket; 2. aziz, sevgili, mahbup, seket yahut seketiñ boloyun yahut seketiñ keteyin:: azizim, sevgilim, (hem erkek, hem kadın için).
seketbay
sevgili (kadın); kıymetli azizim (kadına hitaben); seketbay boloyun = seket keteyin (bk. seket).
seki
dağ eteğindeki küçük çıkıntı.
sekiçek
= tekçe.
sekir
sıçramak, atlamak.
sekiratar
sekilatar kon. = sekretar.
sekirik
sıçrayış, atlayış.
sekirt-
et. sekir-‘ den. (ör. bk. kekirtek).
sekirtme
dönme (salgın koyun hastalığı); sekirtme aşuu: zor geçilen çıkıntıları, uçurumları çok bulunan dağ geçidi.
sekirtmelüü
çıkıntılı, uçurumlu; sekirtmelüü col: tümsekleri, çukurları çok bulunan yol (bu yoldan giderken sıçramak mecburiyeti hasıl olur).
sekizçek
kadın tuvaletinin bir kısmını teşkil eden, işlemeli murabba kadife parçasıdır.
sekretar
r. kâtip, sekreter.
sekretariat
r. sekreterlik dairesi.
seksegey
saçları ürpermiş, kabarmış olan.
seksen
seksen.
sekseñde-
1. silkinmek, sallanmak, dalgalanmak (saçlar hakkında); sekseñdep cügürüp kele atat: perişan saçlarını dalgalandırarak koşup geliyor; 2. mec. hırslanmak (kızmak), hiddetle üzerine atılmak.
sekseñdet-
et. sekseñde-‘ den.
seksey
= sekseñde-.
seksiye
kon. = sektsiya.
sekta
r. mezhep, tarik.
sektant
r. aykırı bir mezhebe mensup olan.
sektançılık
mezhepçilik.
sektor
r. bölge, kıtâi daire.
sektsiya
r. şube, bölme.
sekunda
r. saniye.
sel
I: sel sayak = selsayak. II, a. sel; yağmurdan hasıl olup şiddetle ve köpürerek akan su.
selbi-
I, sadaka vermek; fıkraya bir şey vermek. II, kuruluşunu tamamlamak; üyümdü selbip aldım: evimin kuruluşunu tamamladım, obamı gereği gibi tanzim ettim.
selbik
fakirlik dolayısıyla alınan bir şey; sadaka.
selde
I, f. sarık; selde oron-: sarık sarmak, sarık taşımak; selde cip bk. cip; seldesine çok tüşkön moldo: "sarığına kor düşmüş hoca": kurnaz, kalleş hoca; kızıl selde al. kırmızı sarık.
selde-
II, eksilmek, dinmek (yağmur hakkında); sükünet bulmak, rahat etmek; kün seldedi: yağmur bir parça dindi; akıl oylop seldedim: bir parça düşündüm ve sükûn buldum. III: seldep ak-: köpürerek ve dalgalanarak akmak, köpürerek ve bol bir şekilde akmak; seldep akkan köz caşı: sel gibi akan gözyaşı.
seldelüü
sarıklı, sarık taşıyan.
selden-
sel halinde akıtmak.
seldet-
et. selde- III’ den.
seldey-
1. baygın bir halde bulunmak, şuurunu kaybetmek, dona kalmak; 2. hayrete düşmek; şaşalamak; 3. hiç bir şeye ehemmiyet vermez bir halde bulunmak.
seldeyt-
et. seldey-‘ den.
selek
: can selek = can serek (bk. serek).
seleñ
: eleñ – seleñ: korkarak.
seleniya
( r. "seleniye") meskûn mahal.
seley-
= seldey-.
seleyt-
et. seley-‘ den.
seliskey
r. kon. 1. (rusça "selskiystarosta" sözünden kısaltma) köy muhtarı; 2. köy sovyeti reisi.
selk
: selk et-: 1) silkinmek; 2) irkilmek; 3) gizlice sıvışmak.
selki
olgun kız, güzel kız, dilber.
selkilde-
salanmak,deprenmek, silkinmek.
selkildet-
et. selkilde-‘ den.
selkin-
silkinmek; at selkindi: at silkindi.
selkinçek
salıncak; selkinçek tep: salıncakta sallanmak.
selpey-
çirkin, fakir, örselenmiş kıyafette bulunmak; 2. direnmek, karşı komak, muvafakat etmemek.
selsayak
serseri.
selsebet
kon. = selsovet.
selsovet
r. (bu rusça, "selskiy sovet" sözünün kısaltılmış şeklidir, ki bu da köy sovyeti demektir; M).
selt
işin aniliğini ifade eden bir taklitlik sözdür; selt et: irkilmek; selt etip tura kaldı: (korkudan) irkildi ve birden bire durdu; selt etıp, oyğonup ketip: irkildi ve uyanıverdi; selt ettir-: irkitmek; selt etip da koyboyt: aslâ aldırış etmiyor.
selteñ
: selteñ et-: çehresiyle, vücudunun bütün hareketleriyle korku veya hayret ifade etmek (mesç birisinin üzerine bağırdığı sırada).
seltey-
= seldey-.
sement
r. çimento.
sementte-
çimento ile tutturmak.
seminar
r. 1. seminer; 2. orta tahsil ruhanî mektep.
semir-
semirmek, tavlamak; cel semirgen = cel semiz (bk. semiz); daha ör. bk. kaygısız.
semirt-
1. beslemek; 2. gübrelemek; cer semirt-: toprağı gübrelemek.
semirtikiç
gübreleme; mineralduu semirtkiç: sun’î gübre.
semirtüü
1. besleme; 2. gübreleme; cer semirtüü: toprağı gübreleme.
semirtüüçü
. 1. besleyici; 2. gübreleyici; cer semritüüçü nerseler: toprağı besleyici maddeler (gübre vazifesini gören nesneler).
semişke
r. ayçiçeği tohumu.
semiz
yağlı, tavlı cel semiz: kofsemiz (insan ve hayvan hakkında).
semizde-
yağ bağlamanın ağırlığını hissetmek; semizdep cürböy kaldı: semizlikten yürüyemez oldu.
semizdik
semizlik, şişmanlık.
sen
I, 1. sen; senin (genitif): senin; seni: seni; sağa (yahut saa yahut sağan) sana: seni menen: senin ile; seni: vay seni; sensiñbi? bu sen misin? 2. bazan siz manasiyle de kullanıldığı vardır; ağalarım, seni izdelp, atamdı taştap çıkkamın folk: ağalar, sizi (hraf. seni) arayıp, babamı bırakıp gitmişim.
sen-
II, donmak, kemik haline gelmek; ölüp, katıp senip kalıptır: ölüp katılaşmış, donmuştur.
sençile-
: sençilep: senince, senin gibi; mında sençilep beker cürgön kişi cok: burada senin gibi işsiz dolaşan kimse yoktur; katın- balaluu kişi sençilep cüröbü?: aile sahibi olan kimse senin gibi hareket eder mi?
sendel-
1. çok ağır yürümek, yorgunca gitmek; sendele basıp kele atat: çok ağır yürüyüp gelmektedir; 2. mec. çile çekmek.
sendelt-
et. sendel-‘ den.
sendik
(karş. bizdik) senin; sendik ğana tamak kaldı: yalnız senin için, senin hissen, senin tayının olan yiyecek kaldı; sendik bolup söylödü: senin namına (senin lehine) söyledi; neyeti durus, sendik bolot: niyeti doğrudur, o seninki (senin tarafında) olacaktır; sendik bolo albasam (yahut bolbosom): senin hakkından gelmezsem, (ben, ben olmayım)! her halde ben senin hakkından geleceğim!
sendirekte-
adımlarını zor atarak yürümek (mes. ağır hastalıktan yeni kalkmış adam hakkında).
senek
1. sertleşmiş, kabalaşmış, kaba; senektey bolup katıp kalıptır: aşırı derecede sertleşmiştir; 2. kandan beslenemeyüp kurumuş olan, (uzuv hakk.) dumura uğramış, muattal; kolu senek: elleri dumura uğramış; 3. iki dişli yaba; 4. senek sözdör gram: 1) sonekler (ahenk kaidesine boyun iğmiyen yardımcı sözler); 2) iğilmiyen sözler.
seney-
sertleşmek, kemik kesilmek.
señir
dağ eteği; dağ burunu.
señsel-
dalgalanmak (saçlar hakkında), señselgen suusar tebetey: tüyleri kabarık zerdeva kürkünden kalpak.
señselt-
et. señsel-‘ den; çaç señselt-: saçları ürpertmek, kabartmak.
señseñ
: kançığaluu kara señseñ: karakuş nevilerinden biridir.
seni
bk. sen I.
seniki
seninki.
senin
bk. sen I.
senke
I, (r. "seyanka") birinci nevi un. II, r. yahut kök senke çivit.
sentabr
= sentyabr.
sentner
= tsentner.
sentr
= tsentr.
sentralizm
= tsentralizm.
sentyabr
r. Eylûl.
senzura
= tsenzura.
sep
I, 1. çeyiz (giyim, süs, ev eşyası, ancak hayvan değil); 2. ilâve; baka siyse, kölgö sep ats. kurbağa işerse, göle bir ilâvedir; 3. sükunet bulma, dinlenme; canın sep aldırğısı kelet: dinlenmek istiyor; canım sep albay ele, keçke iştedim: dinlenmeden akşama kadar çalıştım; sep bolbodu: yardım etmedi. II, se hecesiyle başlıyan kelimelere takviye için katılır; sep – semiz: çok semiz.
sep-
III, sepmek, dökmek (hububatı). saçmak, ekmek (tohumu), püskürmek; dökmek (mayii).
separator
r. sütten kaymağı ayıran makine.
sepil
sur, kale duvaraı; tabya, bastiyon.
sepkiç
: tohum ekme makinesi.
sepkil
ciltteki çil; sepki cüzdüü: yüzü çilli olan.
sepkilden-
çille örtülmek, çillenmek.
sepkildüü
çilli.
septe-
düzeltmek, yoluna koymak; eptep septep: türlü çareler ve usullerle hareket etmek, her türlü çarelere başvurarak; eptep septep ookat kılğan: zor geçiniyor.
septeş-
biri birine yardım etmek, ihtiyaç zamanında mevcudu aralarında paylaşmak.
septir-
et. sep III’ ten.
septöö
düzeltme; yoluna koma.
septööçü
düzeltici, tamirci; septööçü ustakana: tamir atelyesi.
septüü
çeyizli (kız hakkında); saptüü kız: çeyizli kız.
ser
I, 1. = seer; 2. = sıykır. II, f. (Cenubî Kırgızlıkta) bol, mebzûl; ser sakal: kabasakal, kabarık ve büyük sakallı; ser dımak folk. aç gözlü.
serbaa
f. kıymetli.
serbegey
sivrilip, dik duran.
serbeñde-
hareket etmek, kımıldamak, koşmak (herhangi bir küçücük şey hakkında).
serbeñdet-
et. serbeñde-‘ den; koldorun serbeñdetip: (sıska) kollarını sallıyarak.
serbey-
çok küçük veya, güç görünür olmak, zor gözükmek (herhangi bir küçücük nesne hakkında); tört çömölö çöp kepenin üstündö serbeyip turat: samanlığın üstünde dört tane kuru ot yığını sivrilip duruyor.
serbeyt-
et. serbey-‘ den. serçi = sıykırçı.
serdımak
= ser dımak (bk. ser II).
sere
I, 1. çardak, üstü örtülü hangar, ahır çatısı; 2. kunut (keş) kurutmak için hasırdan saçak, küçük çardak. II, araları bir parça açılmış olan dört parmağın genişliği (uzunluk ölçüsü). III: tañdıñ ere – seresinde: henüz şafak sökerken.
seregey
tek başına sivrilip duran.
serek
: can serek: bayılma, baygınlık; kök serek: mec. bahçe bekliyen köpek; capan kök serek: mec. kurt (yırtıcı hayvan).
serele-
araları hafifçe açılmış olan dört parmakla ölçmek (karş. sere II).
sereñde-
1. hareket etmek (küçücük şey hakkında: çocuk, tavşan gibi); 2. sivrilip durmak (herhangi bir küçük nesne hakkında).
sereñdet-
et. sereñde-‘ den; kulakçındın eki kulağın sereñdetip koyo ciberip: kulakıl kalpağın iki kulağını boş bırakarak.
serep
: serep sal- = serepçile.
serepçile-
elayasını gözlerine yaklaştırarak yahut dürbünle dikkatle bakmak.
serey-
tek başına sivrilip durmak.
sereyt
et. serey-‘ den; soyul menen sereyte çaap iydi: sopa ile şiddetle vurdu.
sergek
1. canlı, uyanık; sergek: neşeli, canlı; 2. ihtiyatlı, basiretli, hassas, müteyakkiz, tetikte bulunmak.
sergektik
1. canlılık; 2. uyanık, hassasiyet, tetikte bulunmaklık, ihtiyatkârlık, dikkatlilik.
sergi-
1. havalanmak, tazelenmek, (güneşte, havada) kurumak et veya balık hakk.); kir sergisin-: bırak çamaşır bir parça havalansın ve kurusun; kün sergidi: hava bir parça açıldı; köönüm sergidi: bir parça rahat ettim; kendimi iyi hissediyorum. 2. bir şeyin içinden düşmek; kurtulmak.
sergigensi-
hafifçe havalanmak, bir parça kurumak.
sergit-
dinlendirmek, tazelendirmek, rahatlandırmak; at sergitip al-: atları bir parça dinlendirmek.
sergüü
işs. sergi-‘ den.
serik
= tsirk.
serin
birin sözünün tekidir.
serinde-
birinde sözünün tekidir.
seriya
r. seri.
serke
1. iki yaşına basan teke; 2. mec. kösemen.
serkülör
kon. = tsirkulyar.
serme-
sallamak, kapmak maksadiyle eli şiddetle uzatmak; kanat serme-: kanat çırpmak; kol serme-: 1) kasdetmek, tasaddi eylemek; 2) zaptetmeye çalışmak; kalem serme- mec. yazmak.
sermegile-
et. serme-‘ den; kanattarın sermegilep: kanatlarını çırparak.
sermel-
mut. serme-‘ den; bugünkü kün 16 ğa sermelding: bugün 16- ncı yaşına bastın; abanı karay sermeldi: o havalandı, yükseklere doğru uçtu; tañ sermeldi: şafak söktü.
serp-
sallanmak, anî bir hareket yapmak, bir yana atmak (mes. av köpeği tilkiyi); (güreşte) öteki pehlivanı çelme atılmakla bir yana fırlatmak; serperimde balıktı, çayan kelip suğundu folk. (oltaya takılan) balığı çekip çıkarayım derken, yayın balığı yanaştı ve o balığı yutuverdi; murut serp-: bıyığı kırpmak; kaş serp-: (kırıtarak) kaş oynatmak.
serpil-
yeltenmek, silkinmek; tuman serpildi: sis dağıldı.
serpilt-
et. serpil-‘ den.
serpim
kolların alabildiğine açılışı.
serpindi
serpinti; tolkundun serpindi kırları: dalgaların tepeleri; örttöngön oşo kazandın serpindisi tiybesin: folk. alevdeki kazanın kıvılcımları dokumasın.
serpindüü
şiddetli, sert; serpindüü cel: sert, şiddetli rüzgâr.
serpiş
I, kapışma.
serpiş-
II, biri birine yapışmak ve çekmek; kapışmak, tutuşmak.
serpişüü
muharebe, kapışma.
serptir-
et. serp-‘ ten; murut serptir: bıyıkların ortasını kesmek; kaş serptir-: kaşı kesmek suretiyle inceltmek.
sert
f. nâhoş, berbat; öñü sert: çirkin (yüz hakkında); közümö sert uçuradı (yahut köründü): bana fena intiba bıraktı; o hoşuma gitmedi.
serüün
mutedil sıcaklık, serin, tazelik veren; serüün cel: hafif, lâtif esinti.
serüündö-
serinleşmek, serüündöp cür-: soğuğa da, sıcağa da katlanmadan, mutedil havada gezmek.
serüündöt-
serinletmek, soğutmak.
ses
tehdit, gözdağı; ses kılbay ele koy: tehdidini bırak; sesi bar = sestüü.
sessiya
r. celse.
seste-
tehdit etmek; gözdağı vermek; korku salmak.
sestey-
afallamak; (korkudan) donakalmak; korkarak durmak.
sestüü
tesir edici veya korkunç çehreli (insan hakkında).
seyil
f. 1. gezinti; 2. küçük çümbüş.
seyildik
1. mesire, gezinti yeri; gezinti; 2. küçük çümbüş.
seyilke
r. tohum ekme makinesi.
seyindey
1. zayıflamış, bitkin bir hale gelmiş; bezgek bolğon kişi seyindey bolot: sıtmadan ıstırap çeken adam bitkin oluyor; 2. kara kuru, kuru adam, incelmiş (mes. at); atın seyindey kılıp caratıp alğan: atını iyi idman ettirdi.
seyit
a. srk. peygamber Muhammedin zürriyetinden olan kimse.
seyrek
. 1. tek tük; nadir tesadüf edilen; 2. seyrek (sık değil); seyrek cal: seyrek yele.
seyrektel-
seyrekleşmek, seyrek ve nadir tesadüf edilir olmak.
sez
I, 1. his; sezi ketip kaldı: hissiz kaldı; düşmandın sezin kıyratıp: folk. düşmana korku salarak, 2. gazap; sez kıl: gazaba gelmek, hiddetlenmek. II = ses.
sez-
III, sezmek, duymak, farkına varmak, önceden hissetmek.
sezden-
hiddetlenmek.
sezdir
hissettirmek, sezdirmek.
sezdirüü
işs. sezdir-‘ den.
sezgen-
iltihap yapmak; aldınan sezgenen kişi: belsoğukluğu veya diğer bir zührevî hastalıkla musap olan adam; kabırğadan sezgen-: zaturriye ile hastalanmak.
sezgenme
: sezgenme oorular: 1) zührevî hastalıklar; 2) iltihaplar doğuran hastalıklar.
sezgenüü
iltihap; aldınan sezgenüü: belsoğukluğu, zührevî hastalık: kabırğadan sezgenüü: zaturriye:
sergi
. sezi.
sezgiç
kavrayışlı, sezişli, anlayışlı, tetikte bulunan, basiretli, hassas.
sezgiçtik
kablevuku his, kavrayış, feraset, hassasiyet.
sezikten-
hissedilmek, sezilmek.
seziktüü
şüphesi olan, her şeyden şüphelenen.
sezim
his, kavrayış, anlayışlılık; sokur sezim: sevki tabiî, insiyak.
sezimdüü
hassas, kavrayışlı, anlayışlı, şuurlu.
seziş-
müş. sez- III’ ten.
sezon
r. mevsim.
sezonçu
mevsimci (muayyen bir mevsimde çalışan işçi).
sezüü
idrak, his; sezüü müçölörü: his uzuvları, organları; sezüü kanattarı: levahiki lâmise.
shema
r. taslak, şema, kroki.
shemalık
tasak kabilinden; shemalık karta: taslak kabilinden olan harita.
sıda
mızrağın günderi.
sıdır-
kazımak.
sıdıra
: sıdıra basık: emin ve sert adım.
sıdırğı
deriyi sırım veya kayış şeklinde kesmek için kullanılan bir aygıt (7-9 santim uzunluğunda ve bir tarafında hafifçe oyuğu bulunan bir tahtadan ibarettir).
sıdırım
hafif ve serin yel, esin, sabah esini, lâtif rüzgâr, nesim; sıdırım suuk: hafif rüzgârlı soğuk; tündün sıdırım suuk celi: gecenin serin yeli.
sıdırımda-
hafif surette esmek (rüzgâr hakkında); soğuk yapmak, hafifçe ayaz olmak.
sığan
r. çingene, kıptı.
sığıl-
sıkılmak, kısılmak, ezilmek.
sık-
sıkmak; kir sık-: çamaşırı sıkmak; bit sık-: bitleri ezmek.
sıkım
cimri, hasis.
sıkma
sıkmaktan hasıl olan şey, sıkma maylar: tüplerdeki kosmetik yağlar.
sıkta-
acı-acı ağlamak, tasalanmak; ıylap - sıktap yahut ıylay – sıktay: acı – acı ağlıyarak; oonup – sıktap kaldıbı? hastalandı mı yoksa?.
sıktat-
et. sıkta-‘ dan.
sıktır-
et. sık-‘ tan.
sıktoo
işs. sıkta-‘ dan.
sıla-
1. sıvamak, sıvazlamak, okşamak; sılap – sıypap asıradım: üzerine titriyerek besledim; 2. sılay cüktö-: tam denki derli toplu yükletmek.
sılağıla-
sıvazlamak; sakalın sılağılap: sakalını sıvazlıyarak.
sılama
= sılankoroz.
sılan-
kendi kendini sıvazlamak; taranıp sılanıp: kendine çeki düzen vererek.
sılankoroz
zarif, şık kimse.
sılañda-
kırıtmak.
sılañkoroz
= sılankoroz.
sılanma
= sılankoroz.
sılık
1. düz, pürüzsüz; 2. kırıtkan, kırılgan; 3. nâzik, nezaketli, zarif.
sılıktık
1. çıt kırıldımlık; 2. nezaket, zerafet, incelik.
sıltı-
hafifçe aksamak; sıltıp basıp cüröt: hafifçe aksayarak geziyor; at bir butun sıltıp kalıptır: at bir ayağı ile hfifçe aksıyor.
sıltık
hafifçe aksayan.
sım
f. tel.
sımak
benzeyişi ifade eden sözdür; akıl sımak azırak sır aytayın: nasihatımsı bir parça söz söyleyim; kişi sımağı cok: insana bile benzemiyor.
sımap
cıva, simap; kükürök sımap kim: mercure fulminant.
sımbat
endamlılık, biçimlilik, güzellik.
sımbattuu
endamlı, boylu poslu, güzel.
sımçı
arazi ölçen mühendis, kadastro mühendisi.
sımpat
= sımbat.
sımpay-
sımpıy-, endamlı olmak.
sımsız
telsiz; sımsız telgraf: telsiz telgraf.
sın
I, 1. imtihan, uzmanlar vasıtasiyle yapılan muayene (expertise); tenkit; sın cana öz özün sınoo: tenkit ve kendine tenkit (autocritique); sın tak-: tenkit etmek; sın cukpayt yahut sın tayğılat yahut sın takkıs yahut sın tağar ceri cok: tenkit edecek yeri yok, tenkide bir behana yok; her tenkitten üstün; 2. iç vasıf karakter, seciye; 3. sın atooç gram sıfat ismi, adjectif. II: sınım tutaşıp turat: bütün vücudumda bir ağırlık hissediyorum; (ağrıdan) arkamı bile doğrultamıyorum; sın sööğü kalğan: yalnız kemiği kalmış, aşırı zayıflamış; kurumuş.
sın-
III, 1. kırılmak; 2. iflâs etmek.
sına-
müşahede etmek, denemek, sınamak, tadını bakmak, tenkit etmek.
sınak
deneme, sınav, tecrübe; sınak hat: şehadetname.
sınakı
denenmiş, tetkik edilmiş; sınakı at: vasıfları mâlum olan at.
sınal
I = sın I, 1.
sınal-
II, tecrübe edilmek, denenmek, sınalmak; sınalğan colbaşçılık: denenmiş rehberlik.
sınalış
kendi kendini tenkit.
sınaluu
işs. sınal- II’ den kendi kendini tenkit.
sınamal
denenmiş; özümö sınamal bolğon at: vasıfları ve tabiatı kendime belli olan at.
sınaş-
müş. sına-‘ dan.
sınaşuu
karşılıklı tenkit, karşılıklı deneme; öz ara sınaşuu: kendi kendilerini tenkit.
sınat-
et. sına-‘ dan.
sınç
iskelet, kafes (carcasse).
sınçı
1. insanların savaşlık hassalarını, atların yürüklük sıfatlarını anlıyan uzman; caynap catkan san koldu, sınçılarğa sınatıp, çubatuuğa saldı emi folk: binlerce kişiden ibaret olan orduyu teftiş etti ve uzmanlara o ordunun savaşlık evsafını tayin ettirdi; kayrattuu cigit, külük at – munun kadırın biler sınçısı folk: cesur yiğit ve yürük atın evsafını sınçı bilir; 2. at tanıyan kimse; 3. tenkitçi; ehlihibre, esper; adabıyat sınçsı: edebiyat tenkitçisi.
sınçılık
sınçı (bk.) mesleği yahut vaziyeti.
sında-
= sına-; calğanın çının sındaymın folk: yalanın, doğrulığun neresinde olduğunu meydana çıkaracağım.
sındal-
= sınla- II.
sındaş-
evsafça denk olan.
sındat-
= sınat-.
sındır-
1. kırmak, yırtma; 2. iflâsa kadar götürmek.
sındırım
: bir sındırım nan: bie dilim ekmek, bir parçacık pide.
sındırt-
et. sındır-‘ dan.
sınduu
1. güzel, endamlı, iyi evsafa malik olan; sınduu cigit: yakışıklı delikanlı; 2. gibi, benziyen; çoyun sınduu: çöygen gibi ( dökme demir misilli).
sıñar
çiftin teki, yalnız, birlik (vâhit), egizdin sıñarı: ikiz çocukların biri; sıñar ötük: çizmenin teki; sıñar tizelep otur-: bir ayağını altına alarak oturmak (nitekim nişancı diz çökerek attığında böyle yapıyor); oşonun sıñarı: onun gibi.
sınık
I, kırık, kırılmış. II, terbiyeli, nezaketli, nazik, mütevazi, kendi halinde olan; sınık cigit: nezaketli, terbiyeli delikanlı; sınık söz: nezaketle hitap.
sınış
1. kırık, kırılma, dönüm noktası; 2. iflâs.
sınoo
işs. sına-‘ dan; özün özü (yahut öz özün) sınoo: kendi kendini tenkit.
sınooçu
deneyici; sınooçu – uçkuç: tecrübe pilotu.
sınsız
tenkit haricinde; sınsız köp: gayet çok.
sıntabr
kon. = sentyabr.
sıp
sı hecesiyle başlıyan sözlere takviye için katılır: sıp – sınık: çok nezaketli, çok mütevazi, gayet terbiyeli.
sıpaa
= sıpayı.
sıpakerlik
= sıpayılık.
sıpat
= sapat.
sıpatta-
1. tasvir etmek, tavsif eylemek; 2. aşırı derecede övmek, göklere çıkarmak.
sıpayçılık
= sıpayılık.
sıpayı
sıpaa f. nezaketli,zarif, nâzik, terbiyeli; "sen" degen sıpayığa ölüm ats. : nezaketli adama "sen" diye hitap etmek ölümdür; spayı söz: nezaketli söz; sıpayı toñbos, kaltırar ats.: sıpayı üşümez ama titrer.
sıpayıker
f. = sıpayı.
sıpayılık
nezaket, incelik, zerafet; terbiyelik.
sıpçı
(r. "şçiptsı") kerpeten.
sıpılda-
= zıpılda-.
sıpır
ıpır sözünün tekidir.
sıpıra
defa, sefer; bir sıpıra: bir defa, bir sefer; bir sıpırası: bir kısmı.
sıpıratır
kon. = separator.
sıpra
= sıpıra.
sır
I, boya, cilâ; sır sırda-: boyamak, boya sürmek. II, a. sır, mahrem; oo sırın coo bilet ats.: düşmanın sırrını düşman bilir; sır ber-: bir sırrı ifşa etmek, ağızdan kaçırmak; ak sır: mukaddes sır.
sıra
1. herhangi bir zaman, genelce; sıra körgönüñ barbı? herhangi bir vakit gördün mü? 2. (menfi cümlede): büsbütün, tamamiyle katiyen; sıra oşonun işi oñbos: bunun işi hiçbir zaman, asla yoluna konmaz.
sırak
: sırak – sırak et- = sırakta-.
sırakta-
çifte atmak, kıç atmak.
sırañke
= sirañke.
sırastı
bir efsanevî yılanın adıdır.
sıray-
kütleden ayrı bulunmak, tek başına kalmak.
sırçı
boyacı.
sırda-
boyamak, boya sürmek, cilâlamak.
sırdal-
boynmak; cilâlanmak.
sırdana
a – f. malûm, etraflıça tetkik edilmiş olan; sırdana at: bütün adetleri ve tabiatı gereği gibi bilinmiş ve tetkik edilmiş olan at.
sırdaş
I, sırdaş, sır arkadaşı.
sırdaş-
II, biri birine sırlarını söylemek.
sırdaştır-
et. sırdaş-‘ den.
sırdat-
et. sırda-‘ dan.
sırdığaç
sırdığaş, kaşı boyalı olan (eyer hakkında).
sırduu
1. boyalı; cilâlı; 2. bir sırduu: ayrıca bir hususiyete malik olan.
sırga
= sırğak; kulağına sırğa kılabız mec.: kendisini malûmattar ediyoruz, kulağında küpe. olsun (harfiyen: kulağına küpe takıyoruz).
sırğak
küpe.
sırgana-
kaymak.
sırğanakta-
= sırğana-.
sırkoo
1. hastalık; 2. hasta.
sırkoola-
hastalanmak.
sırkooluu
hastalıklı.
sırmak
önceden suda ıslatılmaksızın kabuğundan ayıklanmış olan darı.
sırt-
1. dış taraf, dış görünüş; sırttan okutuu yahut sırttan okuu: muhabere ile tedris; sırttan kes-: gıyaben hükmetmek: sırttan kesil-: gıyaben mahkûm olmak; sırt sal-: hasmane ve beğenmiyerek muamele etmek, surat asmak, küsmek; sen mağa emne sırtıñdı salıp kalgansıñ?: sen bana neden küstün!; at kuyruğun sırtına salıp (yahut basıp) oynoktop ketti: at kuyruğunu dikerek ve kıç atarak gitti; 2. sırt (bıçağın, palanın); bıçaktın sırtı: üzerindeki düz ova, yayla.
sırtkı
haricî, dıştaki; sırtkı körünüş; haricî görünüş; sırtkı okuu yahut sırtkı okutuu: muhabere ile tedris.
sırttan
1. mit. köpekler hükümdarı azgınlık ve uyanıklık ile temeyyüz eden bie efsanevî köpektir); 2. mec. cesur, pervasızlı, mert-
sırttandık
cesaret, pervasızlık,mertlik.
sıy
I, 1. hediye, mükâfat, ikramiye; 2. hürmet, izaz, ikram; sıy kör-: hürmete ve takdire mazhar olmak; sıyğa al- = sıyla-; üyünö çakırıp, sıyğa aldı: evine çağırarak, ikram etti; sıyıñ menen ber: iyilikle ver; saltanattuu sıy es. ziyaret. II, ( krş. sın II) Kırgız dilinde kaybolmuş sı- ("kırmak") fiilinden şimdiki zaman sıla siygasıdır: kolumdu sıy çaap taştadı: kolumu kırdı; arka moynun sıy koydu: sırtının kemiklerini kırdı.
sıy-
III, sığmak; cerge sıyar iş emes: yere sığacak iş değil (havsalanın almadığı bir iş); oozğo sıyar kep aytsañçı: "ağıza sığacak söz söylesene" (adamakıllı ve işe ait söz söylesene).
sıya
f. mürekkep (yazı yazmağa mahsus boya terkibi).
sıyak
1. yüz, çehre, surat (insanın); sıyağına karasa, közü eskirgen oroodoy folk.: suratına bakarsan, gözleri eski hububat sarponu gibi (batmış); 2. misil, benzeyiş, müşabehet.
sıyaktan-
benzemek, andırmak; çoñ kişi sıyaktanıp: büyük adama benziyerek, büyüklük taslıyarak; mağa kereksiz sıyaktanat: bana luzümsüz gibi gözüküyor.
sıyaktanış-
müş. sıyaktan-‘ dan.
sıyaktaş
mümasil, misli olan.
sıyaktaştık
benzeyiş, müşabehet, ayniyet.
sıyaktat-
benzetmek; benzer hale komak; özünün ömür bayanı sıyaktatıp: kendi tercemei haline benzeterek.
sıyaktuu
müşabih, benziyen, mimasil; cok sıyaktuuday: yok gibi, mevcut olmadığına benziyor.
sıyaz
kon. = syezd.
sıyda
düz, pürüzsüz; sıyda otun: budaksız odun, dalları etrafa dağınık bie surette durmıyan yakacak; sıyda sakal: küçücük ve derli – toplu sakal; sıyda cal; düz yele.
sıydı-
et. III’ ten.
sıygız
= sıydır.
sıyıl
sığnak.
sıyım
hürmet, itibar.
sıyın-
1. hürmetle iğilmek; 2. himayeye sığınmak; atasına sıyındı: babasının himayesine iltica etti: sığındı; kert başına sıyınat: yalnız kendine güveniyor; küçünö sıyınıp: kuvvetine güvenerek.
sıyınış-
müş. sıyın-‘ dan.
sıyınt
1. siper, sığınak; 2. istiap.
sıyınt-
II. 1. hürmetle iğilmeye zorlamak; 2. himate aratmak; üyünö sıyınttım: evinde saklanmıya mecbur ettim, ben onu evine sığındırdım.
sıyınuu-
hürmetle iğilme.
sıyır-
sıyırmak, kabuğunu soymak; üy sıyır-.: keçe evin örtüsünü kaldırmak.
sıyırıl-
sıyrılmak, kabuğu soyulmak; üy sıyrıldı: keçe evin örtüsü kaldırıldı.
sıyırımta
: körsö – barımta, körbösösıyırımta, barıp alıp kel ats.: görürlerse – barımta (bk.) görmezlerse – sıyırımta git ve (ne pahasına olursa olsun) al, getir.
sıyırış-
hep beraber sıyırmak.
sıyırt-
et. sıyır-‘ dan.
sıyırtmak
ilmik.
sıyırtmakta-
ilmik yapmak; moynuna sıyırtmaktap arkan saldı: boynuna ilmik yaparak kement geçirdi.
sıyış-
mut. sıy- III’ ten; sıyışıp tura albayt: bir biriyle geçinemiyorlar.
sıyıt
(krş. sıy I) uyat sözünün tekidir; uyat – sıyıtka karabağan yahut uyat – sıyıttı bilbeğen: vicdansız, ahlâksız.
sıykı
gûya, anlaşılan; sıykı sizdi taanıy turğan körünöt: galiba o sizi tanıyor.
sıykır
a. 1. sihir, sihirbazlık; sıykır oku: afsunlamak, sihirlemek; canıña kelgen adamdı, sıykır okup uktatıp, buzğan kempir sensiñbi? folk.: yanına gelenleri sihirli sözler söyleyip uyutan ve bozan kocakarı sen misin? 2. es. hipnoz.
sıykırçı
1. sihirci, sihirbaz; 2. es. hipnoz yapan.
sıykırda-
1. büyülemek, sihirlemek; 2. es. hipnoz yapmak.
sıykırduu
sihirli, esrarngiz, sihirliyen, müsahher eden.
sıykırla-
= sıykırda-.
sıyla-
hürmet ve takdir göstermek, ikram etmek, ağırlamak; seni emine menen sıyladı?: seni ne ile ağırladı.
sıylan-
mut. sıyla-‘ dan; orden menen sıylañan: nişanla mükâfatlandırılmış.
sıylaş-
II müş. sıyla-‘ dan.
sıylat-
et. sıyla-‘ dan.
sıylığış-
biri birine sıkışmak, yaklaşmak; biri birine sıkışık oturmak.
sıylığışuu
işs. sıylığış-‘ tan.
sıylık
I, ikramiye.
sıylı-
II, yerinden oynamak, kımıldamak.
sıylıktır-
et. sıylık- II’ den.
sıyluu
muhterem, sayılan.
sıymık
1. talih, muvaffakiyet; sıñanı cok düşmandan, sıymığı bar başımda folk.: düşmandan yenildiği yoktur, başında talihi vardır; sıymık kuşu başında folk.: başında devlet kuşu vardır, sıymık koñon kişi: cemiyette itibar sahibi olan kimse, cemiyette ileri mevkiî bulunan kimse; 2. mafharet; bizdin ölkönün sıymığı: memleketimizin mafhareti (kendisiyle iftihar edilen adamı).
sıymıktan-
iftihar etmek; biz süyünöbüz cana sıymıktanabız: biz seviniyoruz ve iftihar ediyoruz.
sıymıktı
iftiharı mucip olan.
sıynat
= zıynat.
sıypa-
sıvazlamak, okşamak; upa sıypa-: pudra sürmek, ak düzgün sürmek.
sıypal-
kaybolmak, yok olmak, yerin dibine batmak, kökünden kaldırmak; körkünön sıypaldı: cemalinden mahrum oldu.
sıypala-
sıvazlamak, elle yoklamak, araştırmak, el yordamiyle harekette bulunmak; toppasañ, sıypalap kal: farkına vardın, tam hedefe isabet ettin.
sıypalat-
et. sıypala-‘ dan.
sıypat-
et. sıypa’ dan.
sıypır
(r. "tsıfra") rakam.
sıypırla-
rakamlar koymak, sıra numarası koymak.
sıyra
defa, kere; bir sıyra: bir kere; eki sıyra kiyim: iki takım giyim; keseler törtünçü sıyrasın kıdırıp cetken soñ: kâseler dördüncü defa dolaştıktan sonra.
sıyralat-
: üç – tört sıyralatıp cutup: üç dört defa yutarak.
sıyrık
kabuğu soyulmuş; sıyrık bet: derisi soyulmuş yüz.
sız
I, (sıhhî olmıyan) rutubet; sız cer: rutubetli yer; sızğa oturğuz mec.: kafese koymak, iğfal etmek, dolandırmak.
sız-
II, 1. çizmek, çizgi geçirmek; sızıp uç-: süzülerek uçmak; asmanda corular sızıp kele catat: gökte akbaba kuşları süzülerek uçup geliyorlar; 2. dokumak (kordeleyi); sızmasız bk. sızma 2, 3. teraşşuh etmek, sızmak; may sızıp çıktı: (daracık delikten) yağ sızdı; atadan sızbay kalsamçı: folk. keşke doğmamış olsaydım!; 4. sıvışmak; sızsam dep turam: bir yolunu bulup sıvışmayı düşünüyorum; 5. keçeten bei daam (yahut tamak) sızğanım cok: dünden beri hiçbir şey yemedim; içimden sızdım: sabır edip kendimi tuttum.
sızda-
sızlamak (ağrımak); zonklamak; sızdap ıyla-: acı acı (fakat sesle değil) ağlamak.
sızdaş-
müş. sızda-‘ dan.
sızdat-
şiddetli ağrıyı mucib olmak.
sızdır-
1. çizdirmek; 2. atıhızlıca koşturmak.
sızğıç
1. çizmek için cetvel; 2. plânlar çizen, ressam.
sızğır
(yağı) eritmek, sızırmak.
sızğırıl-
mut. sızğır-‘ dan.
sızğırılt-
et. sızğırıl-‘ dan.
sızğırt-
et. sızğır-‘ dan.
sızğıruu
işs. sızğır-‘ dan.
sızık
I, çizgi, hat; tüz sızık: düz çizgi; orolmo sızık: helezonî çizgi; çalır sızık: iğri çizgi; tolkuma sısız: dalgalı çizgi; çekit sızık: noktalarla yapılan çizgi; çırpına sızık: paralel çizgi; tik sızık. şakülî, çizgi; cantık sızık: eğik (maîl) çizgi; içine alıñan sızık: ihtiva edilen çizgi; içine aluuçu sızık: ihtiva eden çizgi; gorizont sızığı: ufkî çizgi (yatay). II, kıkırdak (kuyruk yağı eridikten sonra kalan).
sızıkça
çizgi, tire.
sızıl-
I = sızda-; armandarı ar tamırda sızılğan: tâ ruhunun derinliklerine kadar küsmüştü (harfiyen; bütün daarlarında küsme sızıyı mucib olmuştu). II, 1. çizilmek (çizgi hakkında), bir hat gibi uzamak; 2. sızılıp uç-: kanatlarını gerip kımıldatmadan uçmak; 3. sızıla – sızıla karayt: ciddiyetle, vekarla (aynı zaanda güzel) bakıyor; 4. sızmak, akmak; biz atanın belinen sızılıp, ene kursağınan cay alğan kezibizde ele: bu, daha biz doğmamışken olmuştu (harfiyen; daha bir baba belinden akarak, ana karnında yer tuttuğumuz zaman).
sızılt-
et. sızıl II’ den; sızıltıp cönöp kaldı: (atlı) dolu dizgin koşturdu.
sızma
1. çizilmiş, grafik; 2. kuskun, kolan ve s. için kullanılan dar, dokuma şeritler; sızma sız-: bu gibi şeritleri dokumak.
sızmalluu
çizgiler, hatlar grafiklerle mücehhez olan; sızmaluu körsötmö şayman: grafikli öğretim araçları.
siber
(Sibirya) tar. kürek cezası; sibirge ayda-: sibiryaya kürek cezasına sürmek.
sibirlet-
tar. Sibirya’ ya kürek cezasına sürmek.
signal
r. işaret.
sikünt
= sekunda.
siler
sizler (çoklara hitaptır; karş. siz); siler kimsiñer?: sizler kimsiniz? siler taraptan: sizin tarafından.
silindr
= tsilindr.
silk-
titremek.
silkin-
silkilmek.
silkinüü
işs. silkin-‘ den.
silkiş-
hep beraber silkmek.
silluloyid
r. selüloyt.
silos
r. silo.
simmetriya
r. tenazur, simetri.
simvol
r. timsal, sembol.
sindikat
r. sendika.
siñ-
simek, kökleşmek, hazmedil- mlk (mideye geçen yiyecek hakkında); sööğünö siñgen: "kemiğine sinmiş" eti ve kanına girip kökleşmiş.
siñdi
küçük kız kardeş (büyük kız kardeşe nisbeten olup, erkek kardeşe nisbeten değildir; karş. karındaş I).
siñimdüü
kolay hazmedilen; hazmı kabil olan.
siñimtalduu
besleyici, mugaddi; hazmı kabil olan (yiyecek hakkında).
siñir-
1. sindirmek, benimsemek, hazmetmek (yemeği); emgek siñir-: emek vermek, zahmet etmek; emgek siñirgen artist: emekli, emektar artist; 2. mec. benimsemek, kendine alıkomak.
siñirt-
et. siñir-‘ den; emgek siñirt-: emek verdirmek, istismar etmek.
siñirüü
benimseme; tamak siñirüü: yemeği hazmetmek, sindirmek; emgek siñirüü: emek vermek.
siñiş-
müş. siñ-‘ den.
siñiştir-
temessül ettirmek.
siñiştirüü
temesül etme.
sintabir
= sentyabr.
sintakisis
r. nahiv, sentaks.
sintez
r. terkip, sentez.
siren
r. leylak.
sireñke
r. kibrit.
sireş
katılaşmak, kısılmak; bütkön boyu sireşken: bütün vücudu büzülmüş.
sirk
= tsrik.
sirke
I, bit yumurtası, sirge; birin eki kılıp, bitin sirke kılıp ats. habbeyi kubbe ederek (harf.: biri iki yaparak, biti sirke yaparak); sirkedey da: sirge kadar bile, hiç; sirkedey da özgörgön cop: zerre kadar bile değişmemiş. II, sirke; sirkesi suu kötörböyt: şakayı kaldırmıyor, derhal alınıyor, (sirkesi su kaldırmıyor).
sirkekte-
kendini keyifsiz hissetmek (çocuk hakkında).
sirkekten-
= isirkekten-.
sirkele-
sirkelenmek, sirke ile kaplamak.
sirkelüü
sirkesi çok olan kimse.
sirkul
= tsirkul.
sirkular
= tsirkulyar.
sirpilde-
= zirkilde-.
sistem
r. usul.
sistemdeş-
bir sisteme girmek, sistemleşmek.
sistemdeştir-
sisteme komak; sistemleştirmek.
sistemdeştiril-
sisteme konulmak; sistemleştirilmek.
sistemdeştirüü
sisteme koyma; sistemleştirme.
sistemdüü
sistemli.
sitat
= tsitata.
sitatta-
= tsitatta-.
siy-
işemek; tuzğa siy- bk. tuz.
siydik-
sidik, idrar; kara ayğırdın siydiginen bolğon kulun: kara aygırdan doğan tay; siydiydir, catını başka: babları bir, anaları başka olan (çocuklar); aram siydik: piç; Azizkandın Almambet- aran siydik uulu eken folk. Almam- bet, Azizkanın gayri meşru oğlu imiş.
siydikteş
(karş. kindikteş) bir babadan, muhtelif annelerden olan çocuklar yahut yavrular.
siydir-
et. siy-‘ den; atıñdı siydirip al: atını işet; tuzğa siydir- bk. tuz.
siygelekte-
1. tekrar tekrar, sık sık işemek; 2. mec. aşırı derecede hiddetlenmek, acı acı bağırarak sövmek.
siygiz-
= siydir-.
siypa-
= sıyha-.
siz
siz (bir şahsa hitap ederken nezaket şeklidir); sizderge: sizlere (her şahsa ayrı ayrı "siz" diye hitap edildikte).
skameyka
r. iskemle, sıra; sot skameykası: suçlular sandalyası; sot skameykasına olturğuzulğan: suçlular iskemlesine oturtulmuş.
skektik
r. septik, reybî.
sklat
r. anbar, depo.
slesar
r. çiliñir.
slesarlık
çilingirlik.
slovar
r. sözlük, lûgat kitabı.
slöt
= slyot.
slyot
r. birlikte uçan kuşlar sürüsü; her memleketten gelerek bir arada toplanan insanlar yığını.
smena
r. münavebe.
smeta
r. keşifname.
snaryad
r. gülle, mermi.
sobogöy
f. kehanet eden; önceden haber veren.
sobol
a. sual; sobol ber-: sual sormak.
sobolo
= zobolo.
sobraniye
r. sis. içtima, toplantı.
sobur
: kıbır, sobur: gürültü patırtı.
soğon
yabanî soğan.
soğonçok
topuk, pençe (hayvan ayağı); soğonçoğu kanabağan ayal: harf.: topuğu kanamamış olan kadın); soğonçoğun kanabay, körhödüm perzent balanı: folk. topuğum kamadı, ve çocuk doğurmadım.
soğono
: soğono bolgun teke: (iğdiş edildikten sonra) husya torbası şişmiş olan teke.
soğol-
çarpmak, vurulmak; çülündöy tütün soğulat: şerit gibi duman kıvrıla kıvrıla yükseliyor.
soğum
1. güzün hayvan kesimi; 2. kış için ihzar edilen et.
soğuş
I, 1. çarpma; cürök soğuşu: kalp çarpması; 2. harp, muharebe; basıp aluuçu soğuş: baskın harbi istilâ savaşı.
soğuş-
II, dövüşmek; muharebe etmek.
soğuşçul
1. harpçı; 2. es. asker.
soğuştuk
askere ait; soğuştuk naam: askerî unvan.
soğuştur-
et. soguş- II’ den.
soğuu
vuruş. darbe, dövme, çekiçle dövme.
sok-
1. vurmak, dövmek, çarpmak (kalp, nabız hakkında); cetkire sok-: gereği gibi vurmak; tamırı soğot: nabzı tepiyor; 2. demiri dövmek; temirdi kızığanda sok.: demiri tavında dövmeli; örmök sok: cul dokumak; 3. örmek; meley sok-: eldiven örmek.
sokbilek
havaneli.
sokku
defetme, darbe; tap duşmandarğa sokku berildi: sınfî düşmanlara darbe indirildi.
sokmo
: sokmo col: toprak yol (taş v.s. döşenmemiş araba yolu) sokmo dubal: balçıktan örülmüş olan duvar.
sokmok
I, patika, keçiyolu. II, 1. darbe, vuruş; 2. ağırlık.
soko
pulluk, saban.
sokolo-
pullukla sürmek, yer sürmek; soko sokolop cürgön dıykan: çift sürmekle meşgul olan çiftci.
sokoo
= soko.
sokoolo-
= sokolo-.
soksoğoy
(bir kuru ot yığını şeklinde) kabarık saçlı olan.
soksokto-
seke seke koşmak; uylar kaçat soksoktop: folk. inekler sıçrıya sıçrıya koşuyorlar; ceti baştuu al kempir sokusuna minip, soksoktop: folk. yedi başlı öteki kocakarı havanına binmiş ve sıçrıyor.
soksoñdo-
kabarık, örperik olmak; bir kuru ot yığını gibi durmak (saçlar hakkında).
soksoñdoo
işs. soksoñdo-‘ dan.
soksoñdot-
kabartmak, örpertmek; bir kuru ot yığını gibi yükseltmek (saçları).
soksoñdotuu
kabartma, örpertmek; bir kuru ot yığını gibi yükseltme (saçları).
soksoy-
sivrilip durmak, öne doğru çıkık durmak; cılanbaş soksoyup olturat: açık başını öne doğru çıkararak oturuyor.
soksuy-
= soksoy-.
soktuk-
takılmak (kusur aramak) takılgan olmak; bir şeye çarpmak, çatışmak; coldo coldoşuma soktuğa ötkün: geçerken arkadaşıma söyle bir uğra.
soktukkuç
takılgan, muzip.
soktuktur-
et. soktuk-‘ tan.
soku
havan; soku bilek = sokbilek; soku baltır: kalın baldır; soku kant: kelle şeker.
sokula-
havanda dövmek.
sokulat-
havanda dövdürmek.
sokulatuu
işs. sokulat-‘ tan.
sokuloo
havanda dövme.
sokur
kör; sokur tıyın bk. tıyın II; sokurğa tayak karmatkanday boldu: (bu), köre değenek tutturulmuş gibi oldu (yani bu artık işe vuzuh, katiyet ve emniyet verdi; sokur sezim bk. sezim.
sokuray-
kör olmak; kör gibi gözükmek.
sokurayt
et. sokuray-‘ dan.
sokurduk
sokurluk, körlük; sayası sokurluk: siyasî körlük.
sokuy-
sivrilip durmak; sokuyup oltur-: biçimsizce oturmak (açık baş ile); başı sokuyğan: başı sivrıdir; emne sokuyasıñ, barsañ bolboydu?: ne (burada) diklip duruyorsun, gitsen olmaz mı?
sokuyt-
et. sokuy-‘ dan.
sol
I, 1. sol; sol kol: sol el; 2. sol cenah (orduda); oñ sol: sağ ve sol cenahlar (orduda), yanlar; 3. (bu manayla sık sık: sol tüştük cak) kuzey, şimalî; sol celkelik cak; kuzey doğu; 4. yanlış, kötü; kılğan işi sol: yaptığı iş hata, fena hareket etti. II, 1. biçilen ot yerinde açılan yol; sol sol kılıp çapat: tırpanla geniş yol açarak biçiyor; 2. haşhaş tarlasında, orada çalışan kimsenin geçmesine yarıyan dar yol; 3. bu gibi iki yolun arasında bulunan uzunca tarla kısmı; başkalar bir sol otoğonço, Abdiş bir carım soldon otodu: başkaları birer parçadaki zararlı otları ayıklamışken, Abdiş bir buçuk parçanın zaralı otlarını ayıkladı.
solbu-
: at butun solbup turat: at kâh bir ayağına, kâh öteki ayağına basıp duruyor.
solbuy
olbuy sözünün tekidir.
solçul
sis. sol cenah mensûbu, solcu.
soldoy-
1. gevşemek, sölpümek; sol doyup catıp kaldı: uzandı, yattı (bacaklarını ve kollarını ne topladı, ne de uzattı); soldoyup oozdu açıp karap curöt: gevşek ve ağzı açık geziniyor; soldoyğon: hareketsiz ve çolpa; 2. uzun yahut yüksek ve biçimsiz olmak; soldoyğon neme anı kantip kötöröm? hantal bir şeydir onu nasıl kaldırayım?
solğun
1. gevşek; işke solğun karadı: işe lâkayit baktı; 2. sukut, tedenni.
solk
: solk et-: esnemek, sallanmak, elâstiki olmak; cüröğü solk etti: kalbi oynadı; cüröğüm üzülördöy solk – solk kaktı: kalbim yerinden koparcasına gayet şiddetlice çarptı; asker solk etti: ordu şaşırdı; solk etpey catıp: kımıldamadan yatarak.
solku
1. soldaki; 2. olku kelimesiyle bir arada kullanılır; 3. solktu at: mukavemetsiz at.
solkulda-
1. esnemek (uzayıp kısalmak), sallanmak; solkuldağan çıbık: bükülgen çubuk; solkudapıyla-: hıçkırarak ve vücuduyle sarsırarak ağlamak; 2. tam tazeleik çağında bulunmak; sokuldağan ciğit: terü taze delikanlı; solkuldap turğan caş ösümdük: taze ve usareli bitki.
solkuldak
esnek, sallanan; solkuldak araba: yaylı araba.
solkuldat-
et. solkulda-‘ dan.
solkuluk
sallanma.
solo-
1. (hapse) kapatmak; 2. tıka basa doldurmak, tıkmak.
soloğoy
solak.
soloğoylon-
sol elle iş görmek (solak hakkında).
solok
: solok en, bk. en II.
solot-
et. solo-‘ dan.
solu-
1. solmak; 2. = solukta-; solup solup: sık sık soluyarak.
solukta-
1. solumak, şiddetle ve sık sık nefes almak (sıcaktan, yorgunluktan, nefes darlığından); 2. hıçkırıkla ağlamak.
soluktat-
et. soluta-‘ dan.
solut
et. solu-‘ dan.
som
1. ruble; 2. kalıp; 3. maden külçesi; som balka: balyoz; som temir: büyük demir parçası; som tuyak: kalın tuynaklı (hayvan), som cigit: sağlam, tıknaz delikanlı, hantal; som et: bir gövde et.
somdo-
kalıp yapmak, ihzarî bir şekil vermek, eer somdo-: eyer kaltağı yapmak.
somdol-
pas. somdo-‘ dan.
somdot-
et. somdo-‘ dan.
somduk
bir rublelik; beş somduk: beş ruble kıymetinde olan.
somke
(r. "sumka") çanta; kol somkesi: kadın çantası.
somo
I: somodoy: sağlam, iri yarı; somsodoy cigit: sağlam, iri yarı delikanlı. II, r. yekûn.
somolo-
takriben, umumî olarak tayin eylemek; yekûnunu hesaplamak.
somoo
= somo II.
somoolo-
= somolo-.
soñ
ondan sonra, arkasından; birdin soñu: ikinci; soñuñdan: senden sonra, senin peşinden; andan soñ: ondan sonra, sonra; kelgen soñ, berüü kerek: geldikten sonra vermek lâzım; bul sözdü ukkan soñ: bu sözü işittikten sonra; beş münit ubakıt ötkön soñ: beş dakika geçtikten sonra.
soñku
son, sonuncu, sonra gelen; soñku eki cıl içinde: son iki sene içinde; bizden soñkular: bizden sonrakiler, gelecek nesil.
sono
I, at sineği. II, yeşil baş ördek.
sonor
ilk kar; sonor kar menen: ilk karla.
sonun
1. iyi, ala; sonun körünöt: 1) iyi görünüyor, 2) eğlenceli, zevkli görünüyor; 2. dilber (güzel kadın); 3. nahoş hal, felâket; başıma sandıñ sonundu: folk. başıma felaket getirdin; kör gözüpsüñ közümö adam körbös sonundu: folk. sen benim başıma kimsenin uğramadığı işi çıkardın.
sonundat-
bir işi iyi yapmak.
sonurka-
taaccup etmek; şaşmak; bir şeyi olağanüstü, tuhaf ve acaip saymak; bir şeye kapılmak, candan verilmek; sonurgabay turğan keppi?: taaccube değer söz değil midir?
sonurkoo
1. hayret; taacup; 2. kapılma, merak, heyecan.
soo
sağ, esen; deni soo: vücudu sağ; esen.
sooda
f. ticaret; mamleket soodası: devletlik ticaret; sırkı sooda: harici ticaret; içki sooda: dahili ticaret; mayda sooda: es. bakkaliye ticareti; kolmo – kol sooda: parası peşin verilmek üzere yapılan ticaret; sooda kıl: ticaret yapmak.
soodaçı
= soodager.
soodager
f. tüccar, tacir.
soodagerçilik
1. ticaret; 2. alış verişte yalnız menfaati düşünme.
soodala-
1. bir şeyi satmak gayesiyle hareket etmek; 2. (Acc. ile) satmak.
soodalanuu
pazarlık; soodalanuuğa kirişti: pazarlık etmeye başladılar.
soodalaş-
pazarlık etmek.
sooğa
harpta yahut avda elde edilen şikârdan hediye; tolup catkan kiyikten bizge sooğa beriñiz: folk. gyet çok avladığınız geyiklerden bize de hediye veriniz; can sooğa: cana kıyma; kurtar; galibin merhametine teslim oluyorum; can sooga, can sooğa: can kurtaran yokmu.(öldürülme tehlikesine çarpan adam böyle bağırır).
sooğala-
: can sooğala-: hayatını kurtarmak, aman istemek.
sooğat
= sooğa.
sook
= zook.
sool-
tükenmek. kuruma; kaynap atıp soolup kaldı: kaynayıp tükendi, yalnız dibinde kaldı; köz dörü kirip soolğondoy: gözleri büsbütün batmıştır.
soolo-
soola-, teşkin etmek, teselli vermek; aldap soolop: her türlü öğütlerle, tatlı sözlere avutarak, tatlı sözlerle igfal ederek.
soolot-
soolat-, teskin eylemek; teselli etmek.
soolt-
yok etmek, kökünden kaldırmak, helâl etmek, kurutmak.
sooltul-
yok edilmek, kökünden kaldırılmak.
sooltuluu
işs. sooltul-‘ dan.
sooltuu
imha etmek, kökünden kaldırma.
sooluk
I, sağlık, sıhhat; den sooluk: beden sağlığı; den sooluk- çoñ baylık ats. sıhhat- büyük zenginliktir. II, beş yaşına basan koyun.
sooluk-
III, sükunet bulma, susmak, dinmek, gevşemek.
sooluu
1. tükenme; kuruma; 2. zamanı geçme.
soop
a. dn. sevap, sevaplı iş, soop boluptur: hakketmiş (-sin, -ler –siz).
soopker
a- f. dn. sevaplı iş yapan, bu gibi bir işe sebep olan kimse; bilseñ er, menmin soopker, soop- ko cakın men bir er folk.: eğer bilmek isterseniz, sevaplı işi yapan benim; zaten ben sevaplı işlere yakın duruyorum.
sooron-
sükunet bulma, teselli bulmak, avunmak.
sooronuu
sükun; teselli.
soorop-
teskin eylemek; teselli vermek; cakşı- sözü menen soorotot, caman- tokmoğu menen ıylatat: ats. iyi adam sözü ile teselli verir, kötü adam ise tokmağiyle ağlatır.
soorotkuç
teskin edici, teselli verici çare.
soorotuu
teskin etme, tesliye.
sooru
1. sağrı; kapkan sooru: dik sağrılı; may sooru: oturak yeri; 2. sağrı derisi; sooru ötük: sağrı derisinden yapılan çizme; 3. bir çeşit ayakkabı; 4. cerdin soorusu "yerin sağrısı": en iyi (en mümbit) toprak.
soorula-
1. sağrıya vurma; 2. sağrıyı ısırmak (aygır hakkında).
soorulat-
(manaca) = soorula-.
soot
zırh, cebe.
sop
I, r. (öküzleri yürütmek için kullanılan nida); sop kamçı: uzun kırbaç. II, so hecesiyle başlıyan sözleretakviye için katılır; sop- soo: sapa sağlam.
sopok
uzunca, söbe; sopok kuyruk: kılsız, tüysüz (yolunmuş yahut yenmiş) kuyruk.
sopol
= sopok; sopol kuyruk koy: sivri kuyrulu koyun.
sopul
a.dn 1. sofu (mystigue – pantheiste), mutasavvıf; 2. zahit müttaki; 3. müezzin; 4. tesbihte en büyük tane; sopusu altın şuru tespe: folk. en büyük tanesi altın olan mercan tesbih.
sopusun-
sofuluk taslamak; sopusuñan moldonun üyünön ceti kamandın başı çağıptır ats. "hacı çıktı" (harf.: sofuluk taslıyan hocanın evinden yedi yaban domuzunun kafası çıkmış).
sopusunuu
işs. sopusun-‘ dan.
sor
emmek; çekirt kenin alın kör da, kanın sor: ats. çekirgenin halini gör de, kanını em.
soratnik
r. silah arkadaşı.
sordur-
et. sor-‘ dan.
sordurt-
et. sordu-‘ dan.
sorğop
obur, doymaz.
sorğuç
: kan sorğuç: kan emici, kan içici (humhar).
sorğuz-
et. sor-‘ dan.
sormo
dibine çeken bataklık.
soroğoy
sivrilip, dikilip duran, uzun boylu ve ince olan.
sorok
çıkık duran; sivrilip duran; sorok et-: çıkık durmak, suyun altından çıkıvermek.
sorokko-
= soroñdo-.
soroktoş-
= soroñdoş-.
soroñ
: soroñ et-: ansızın dışarıya çıkmak, sarkmak.
soroñdo-
1. sivrilip durmak; yukarıya doğru çıkı durmak; 2. kütlenin içinden temeyyüz etmek (başlıca, menfi sıfatlarla).
soroñdoo
işs. soroñdo-‘ dan.
soroñdoş-
müş. soroñdo-‘ dan.
soroñdot-
1. yukarıya doğru sivrilmek; 2. kütlenin arasından temeyyüz ettirmek (başlıca, memfi sıfatlarla).
soroñdotuu
işs. soroñdot-‘ tan.
soroy-
= soroñdo-; tam üydün töbösünön soroyup çıkkan kermey: ev çatısından sivrilip çıkan baca.
soroyt-
et. soroy-‘ dan.
sorpo
çorba, et suyu; emine sonumsorpo bar?: ne var, ne yok? anlat, bakalım; sorp - morpo: çorba morba; sorponun teskeyinen tep kılat: 1) eski azametiyle övünüyor; 2) hep asıl meselenin dışında konuşuyor, kök sorpo: yavan, yağsız çorba.
sort
r. nevi; taza sort: temiz soydan.
sortto-
tasnif etmek, çeşitlere ayırmak.
sorttol-
tasnif edilmek, çeşitlere ayrılmak.
sortto
tasnif, çeşitlere ayırma.
sortot-
et. sortto- ‘ dan.
sorttuu
seçme; sorttuu dan: seçme tane (hububat).
soruk-
bir parça kurumak.
sorul-
emilmek.
sorun
I, aç- gözlü, haris, kazanç düşkünü.
sorun-
II, emmek temayülüne malik olmak, boyuna yemek istemek, yemeğe düşkün olmak; soruñan: yemeğe düşkün.
sorunduk
aç gözlülük, kazanca düşkün olmaklık.
soruş
müş. sor-‘ dan.
sostav
r. 1) terekküp; 2) heyet, kadro.
sot
. (r. "sud" mahkeme; hakim; açık sot: açık mahkeme; ibretli mahkeme; başkı sot: baş mahkeme: kıdırma sot: bir yere muayyen bir zaman için gelen mahkeme; coğorku sot yahut uluu sot: yüksek mahkeme.
sotke
= sötkö.
soto
(krş. mardek) mısır başağı; kiyimden sotodoy bolduk: giyimden mısır başağı gibi olduk (giyimle biz tamamiyle temin edildik; bol bol elbisemiz vardır).
sotsial
r. sosyal; sotsial – demokrat: sosyal – demokrat; sotsial kelişkiç: uzlaşıcı sosyalist.
sotsialçıl
es. = sotsialistik.
sotsialdık
1. sosyal; sotsialdık kamsızdandıruu: içtimaî teminat; 2. = sotsialistik; sotsialdık koom: sosyalist cemiyet: topluluk.
sotsialistik
sosyalistliğe ait; Sovettik Sotsialistik Respublikalar Soyuzu: Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği; sotsialistik melde (bazan: (carış) sosyalist yarış; sotsialistik koom: sosyalist cemiyet, topluluk; sotsialistik revolyutsiya: sosyalist inkilâp.
sotsializm
r. sosyalizm.
sotsiologiya
r. sosyoloji, içtimaiyat.
sotto-
mahkemeye vermek.
sottol-
mahkemeye verilmek.
sottoluu
işs. sottol-‘ dan.
sottoluuçu
mahkemeye verilen sanık, maznun.
sottoş-
(birisiyle) mahkemede duruşmak, davalaşmak.
sottoştur-
mahkemede duruşturmak; mahkemeye başvurmıya sebep olmak.
sottoşturuu
(üçüncü şahısları) mahkemeye kadar götürmek; dava açılmıya sebebiyet vermek.
sottoşuu
dâva; mahkemelerde dolaşma.
sottuu
tahkikat altında bulunan; zan altına alınan; sottuu kıl-: kon. mahkemeye çekmek.
sovet
r. sovyet; sovetter ökömötü: Sovyet hükümeti; SSSR- dın Coğorku Soveti: S.S.C. Birliği Yüksek Sovyeti.
sovhoz
(r. "sovetskoye hozyaystvo") sovyet ekonomisi.
sovnarkom
halk komiserleri heyeti.
soy
I, toy sözünün tekidir.
soy-
II. deri yüzmek; kesmek (hayvanı); soyup kaptağanday: burnundan düşmüş gibi, tıpkısı; balası atasına soyup kaptağanday: oğlu babasının burnundan düşmüş.
soya
r. alakarga.
soydur-
et. soy- II’ den; cer soydurup kelişet: folk. gayet çokolarak geliyorlar.
soyğok
1. kaydırıcı; sarı soyğok: güzün sık bitmiş, yatmış ve saramış olan ot; çöp sarı soyğok boluptur: ot saramış ve yatmıştır (yaz başında dağlardaki otlaklarda); 2. yassı uçlu değnek ( deriden yağı ayıklamak, kürkü tıkamış ottan temizlemek ve s. için yarar).
soyğolokto-
yukarıdan aşağıya doğru kaymak.
soyğuz-
= soydur-.
soylo-
sürünmek (yılan hakkında), karnı üzerinde sürünmek (insan hakkında), içeriye süzülerek girmek, içeriye çekilmek; cılan çeptün arası menen soylodu: yılan otların arasında süzüldü.
soylok
: karasoylok: yabanî yulaf (Bromus secalinus).
soylokto-
= soymoñdo-.
soylot-
et. soylo-‘ dan; biröön soylotuu: onlardan birini öldürdü.
soymoñdo-
kıvrılmak.
soymoñdot-
et. soymoñdo-‘ dan; tıl soymoñdot-: dilini çıkarmak (yılan hakkında).
soyo
: soyodoy: dikili olarak, dikili duran; soyodoy ele bolup kaçıp berdi: arkasına bakmadan sıvıştı.
soyolon-
şiddetle ileri atılmak (kütle hakkında).
soyul-
sopa; duşmandın soyulun soktu: düşman tarafından muharebe etti, düşmanın menfaatlarını müdafa etti; kök soyulun kötörüp çıktı: sopasını kaldırarak ortaya çıktı; mec. kudurmuşçasına karşı çıktı (muhalefet gösterdi). II, pas. soy- II’ den.
soyulda-
sopa ile dövmek.
soyuldaş
I, mec. müşterek menfaatları müdafaa etmek.
soyuldaş-
II, biri birini sopa ile dövmek; sopa ile dövüşmek.
soyult-
et. soyul- II’ den; cer soyult = cer soydur – (bk. soydur-).
soyuş
I, 1. kesilmek üzere hediye edilen hayvan (eve veriliyor); 2. tar; memurun sofrası takdim edilmek için ehaliden toplanan beleş koyun ve s.
soyuş-
II, müş. soy- II’ den.
soyut
kesilmek için ayrılan hayvan.
soyuz
r. birlik, ittihat; kesipçiler soyuzu: meslekdaşlar birliği daha ör bk. sotsialistik.
soyuzdaş-
ittifak akdetmek.
soyuzduk
müttefik; bütkül soyuzduk yahut calpı soyuzduk: bütün ittihada ait; soyuzduk respublika: ittihada giren cumhuriyet, birlik cumhuriyeti.
soz-
uzatmak, çekmek.
sozduk-
uzamak uzun sürmek; ün sozduğup uğulup turdu: ses uzayıp işitilip durdu; iş sozduğup ketti: iş uzadı.
sozduktur-
et. sozduk- ‘ tan.
sozdur-
et. soz-‘ dan; tizgin cayıp ciberip, atının arışın sozdurup ciberdi: atını dolu dizgin bırakarak, onun adımlarını hızlattı.
sozğula-
it. soz-‘ dan.
sozğunçuk
uzatma, sürünceme.
sozğunda-
bir parça uzamak, sürüncemede kalmak; iştin ayağı sozğundadı: işin sonu uzadı.
sozmo
1. uzamış, çekilmiş; 2. sallama (müddeti geçiktirme).
sozolon-
çekilmek, uzamak, uzayıp gitmek, tütün sozolonot: duman uzuyor; sozolonup ırda-: monoton ve uzatarak ırlamak, şarkı söylemek.
sozolont-
et. sozolon-‘ dan.
sozol
I: sozul- sıpaa = sıpaa.
sozul-
II, uzayıp çekilmek, uzamak; sozulup ele olturat: rahat ve sesiz oturuyor.
sozulma
çekilmiş, uzun, süren, uzayıp kısalan; sozulma ündüü gram. uzun vokal.
sozulmaluu
uzama istidadınalik olan; elâstikı uzatma; sozulmaluu un düü = sozulma ündüü (bk. sozulma).
sozult-
et. sozul- II’ den.
sozuluñku
hafifçe uzamış; sozuluñku ün: uzun ses.
sozuu
uzatma, çekme, geciktirme, sürünceme.
sögöl
: çöl sögölü: en kuvvetli karakuş.
söğül-
sökülmek (dikiş yeri hakkında); tigişinen sögüldü: dikiş yerinden söküldü; tañ sögüldü: şafak söktü.
sögün-
sövüp – saymak.
sögüş
I, tevbih; tekdir; katuu sögüş: şiddetli tevbih; sögüş al-: tekdire uğramak; katuu sögüş carıya kılanat: şiddetli tekdir ilan ediliyor; mırza sögüş: iğneli söz.
sögüş-
II, müş. sök- II’ den. III, biri birini sövmek; sövüp saymak.
sök
I, sövmek, azarlamak; sögüp- sağıp Manastı folk: Manası sövüp sayarak.
sök-
II, sökmek; (dikiş yerinden) ayırmak.
sököt
. 1. tevbihe uğramış, tasvip edilmemiş, kötü; 2. kusur; noksan; 3. sövüş; köñülü çögöt bolor dep, köp sököt bizge koyor dep folk. muber olur ve bize sövüp sayar diye düşünerek.
söksööl
saksavul (latince adı Haloxylon ammodendron olan bir ağaç).
söl
1. yaralardan çıkan irin; plazma; 2. kad. kan.
sölböt
manzara, şekil.
sölbürö-
çelimsiz, yoluk, nahif olmak.
söldöy-
biçimsiz olmak (arık ve uzun boylu adam hakkında).
söldöyt-
et. söldöy-‘ den.
sölköbay
r. 1, bir ruble ve elli kapil kıymetinde olan gümüş para; 2. bu gibi paralardan yapılan kadı ziyneti.
sölököt
şekil, dış görünüş; sölökötünö karasam, Manaska okşoş emessiñ folk. görünüşçe sen Manas’ a benzemiyorsun; attaş sölököt mat. adaş şekiiller; dene sölököt mat. cismanî şekil; calpak sölököt mat. yassı şekil; san sölökötü mat. adedî şekil.
sölököttön-
kurulmak, nazlanmak, kırıtmak; attan tüşür dep, sölököttönüp turbadı: nazlanmadı ve attan indirsinler diye bekleyip durmadı.
sölpöñdö-
atı yeldirerek gelmek (kötü giyinmiş ve ata binmiş adam hakkında).
sölpör
1. topuz kabilinden bir silah, 2. çok mor’ un (bk.) sapı.
sölpöt
= sölböt.
sölpöy-
= sölpüy-.
sölpü
pürüzlü olan (yuvarlaklık hususunda: çarpık çanak, bozuk şekilde olan kafa ve s.).
sölpük
pürüzlü, yamrı yumru olan.
sölpüy-
sölpük olmak, sölpümek.
sölpüyt-
et. sölpüy-‘ den.
söltük
: sözgö söltük bolobuz: folk. bizim sözümüze inanılmaz.
söñgök
1. uzun ve ince; 2. bot. sapsak.
söödürö
= döödürö.
söök
1. kemik; söök ağart: toplamak (şişmanlamak); söök – saak kemikler; söök – saağı coon yahut söök – saaktuu: geniş kemikli; söök – saağı içke: çelimsiz bünyeli söök saağım oorup turat: kemiklerim ağrıyor;say sööktön ötkön suuk: iliğeişliyen soğuk; söökkö cet-: iliklerine kadar işlemek, tedip etmek; say – söögüm sızladı: 1)bütün kemiklerim sızladı; 2) gayet müteessirim; say – söögümdü sızdattı: beni gayet incitti; ak söök: beyaz kemik, asilzade; ak sööktör: aristograsi;ırğıtkan söök başına tiybeyt: mec. perişan olmuş, iflas etmiş olan; 2. dünür, evlenme yoliyle akraba olan; kuda söök: dünür; 3. na’ş, ölü, ceset; söögü kömüldü: ölüsü defnedildi;söök çığar-: ölüyü evden çıkarmak.
söökçülük
akrabalık; kabiledaşların biri birine karşı olan tutumları.
sööktö-
: sööktöp ooruyt: kemiğine kadar ağrıyor ( ağrı kemiğe işliyor).
sööktöş
I, akraba, hısım.
sööktöş-
II, dünür olmak nikah yoliyle akraba olmak.
sööktöşüü
işs. Sööktöş-‘ ten.
sööl
1. siyil; 2. nasır
söölcan
toprak solucanı.
söölöt
1. kurum (kuruluş), vekar; 2. teşrifat.
söölöttön-
ciddi, vakur bir tavır takınmak.
söölöttönt-
ciddi, azametli bir tavır takınmak.
söölöttü
vakur, heybetli.
sööm
( krş. Karış I, ukum II ) açılmış şehadet parmağiyle başparmağın uçları arasındaki mesafeden ibaret olan uzunluk ölçüsü.
söömöy
şahadet parmağı; söömöy menen sayı: parmağiyle göstermek, dürtmek.
söömöt
a. sohbet.
söön-
= süyön-.
söpöt
: söögüm söpöt bolğuça: son nefesime kadar, son damla kanıma kadar.
sörö
= sürö II.
söröy
( mustakil kullanılmaz ) gibi, benzer; kiyim söröy kiyinip;elbise gibi bir şey giyerek; erkek söröy: erkeklik taslıyarak; erkeğe benzemiye özenerek; al mağa ağa söröy: o bana ağa yerine; ata söröy: baba kılığında; baba yerine.
sötkö
( r. " sutki ") gece – gündüz: 24 saat
söykö-
I, büyük küpeler mahrut şekilnde olup, kulağa takılır, gerdana ve göğse sarkar. II, sürtmek; sürüştürmek;söyköy- söyköy söz aytat: sözle dokunuyor, dokunaklı söz söylüyor.
söykön-
sürtünmek.
söykönüş-
müş. söykön’ den; sen mağa söykönüşpö: sen bana takılma, ilişme.
söylö-
= süylö-.
söylömpoz
; konuşkan iyi söz söyliyen, beliğ.
söyülcan
= söölcan.
söz
kelime, kelam, konuşma; cel söz: (" yek söz") boş sözler; kara söz: mukaddime, önsöz; sözünen tındı: sustu; attıñ sözün kılat: at hakkında konuşuyor, at hakkında anlatıyor; sözdön çık-: emirleri yerine getirmemek; sözünön çıkpaymın: onun dediği gibi yapıyorum; sözdön kal-: dilden kalmak,dilsiz olmak; söz baylaş-: "söz bağışlamak", sözleşmek, karşılıkça söz vermek;cok söz: yok söz, manasız söz; koysoñçu cok sözdü: bırak şu yok sözü.;sözmö – söz: kelimesi kelimesine,harfiyen; söz cügürtüp catat: müzakere ediliyor;sözüm söz: benim sözüm sağlamdır,ciddi vadediyorum; sözgö ak-: değerli, dikkataalınabilir saymak ( insan hakkında); sözüm eki bolboyt: sözümü değiştirmiyorum; sözünö kibre: onun sözüne kulak asma, dediklerine kapılma; söz tiygiz-: paylamak, azarlamak; keler keter söz: yahut kelgen söz: söylenilmesi gerekli, lazım olan söz; keler söz kelin aytat ats.: lüzümlu sözü gelin bile söyliyebilir; sözgö caraşa söz aytpasa, sözdün atası ölöt ats.: söze karşı münasip sözle cevap vermezse, sözün babası ölür (sözün hatırı kalır); müçölömö söz: gram. başarıcı kelime; başarıluuçu söz: gram. değişebilen söz; başkaruuçu söz: gram. başarılan söz; başarıluuçu söz: gram. başarılan söz; kömök söz: gram. yardımcı kelime; karatma söz: gram.hitap; toluk söz: gram. tam yahut müstakil manalı kelime; tuurandı söz: gram. taklitlik kelime; manalaş söz: gram. müradif; söz özgörtküç calğoo: gram. kelimeyi değiştiren ek; 2. davayı halletmek, hüküm vermek hakkı; aydınlığa kelgen böz arzan, astıña kelgen söz arzan: ats. Ayağına gelen bez ucuz, söylenmesine müsaade edilen söz kolaydır.
sözdö-
= süylö-.
sözdük
sözlük, luğat kitabı.
sözdü
: eki sözdü: sözünde durmıyan, yalancı; eki södüü oñubu? folk.:iki sözlü (yalancı) hayır görür mü hiç?
sözmör
söz ustası, beliğ.
sözsüz
itirazsız.
sımartakiata
r. sparta oyunları (olimpiyat gibi).
spetsialist
r uzman.
spırapke
kon. = spravka.
spirt
r. spirto
spiska
(r. "spisok") liste, müfreda cetveli.
sport
r. Spor.
sportsmen
. r. sporcu.
spravka
r. malümat, ilmühaber.
stacı
= staj; kandidat satıcısı: namzetlik staj.
stahanovçu
; (rusça"stahanovets sözünün kırgızcalaştırılmış şeklidir; bu rusça söz ise ,özenle, aşırı gayretle calışmakla aleksiy sahanow adlı bir amelenin izinden yürüyen işçi demektir ;M); stahanovcular kıymılı = stahanovduk kıymılı
stahanovçul
= stahanovduk.
stahanovduk
stahano’a mensup stahanovduk kıyımlı: stahanov hareketi; stahanovduk metod: stahanov usülü.
staj
r. staj.
stakan
r. bardak.
stal
r. çelik
stan
r. 1) ordugah, 2) mec. saflar.
stanok
r. tezgah.
stansa
= stansiya.
stansiya
. r. istasyon.
starancik
r tar. birnevi jandarma rusca şekli " starajnik" tir; M.)
starşi
r. üst (rütbe itibariyle), amir; starşi komandir: en kıdemli komutan; starşi leytenant: üsteğmen
start
r. start (spor terimi.
statya
r. madde, bent (bk.)makale (ed.).
stipendiya
r. burs (mektepte talebeye verilen harçlık).
stapa
r. kağıt topu.
sterelke
(r. "sterelka") saat sterelkesi: saat akrebi.
student
r. talebe ( yüksek tedrisat).
studiya
r. atelye
subağay
müstatil, söbü, uzunca.
subay
yavrusuz ( hayvanlar hakkında); subay cılkı ( yahut subaylar): içinde taylar yavrular bulunmıyan hergele (sürü); subay saltañ barabız: biz büyükler çocukları almadan gideceğiz.
subyekt
r. şahis
suflyor
r. suflör
suğalak
haris,doymaz, obur.
suğaktan-
haris olmak (yemek hususunda).
suğar
1. içirmek, sulamak; 2. tavlama demiri, çeliği); kumğa suğar-: kuma batırarak tavlamak.
suğarıl-
iska ve irva edilmek
suğarıluu
işs. Suğarıl-‘dan
suğarma
sulanmış (ıska ve irva edilmiş); sugarma cer: sulanan, iska ve irva edilen toprak.
suğart-
sulamıya bırakmak yahut zorlamak.
suğaruu
1. sulama, su verme; 2. tavlama (demiri, çeliği).
suğat
1. hayvanlara su içirilen yer; 2. sulama ,iska ve irva; suğat malı: sulama zamanı; 3. tavlama ( kızgın madeni suya batırarak soğutma).
suğatçı
sulayan.
suğum
1. koyu ormanla örtülen (ve mutat olduğu üzere otlak vazifesini gören) dağdaki basık mahal; 2.mec. kon. bir suğum et miktarı ( bir parçayahut bir avuç).
suğun-
büyük yiyecek parçasını ağzına koymak; yutmak; suğunup iy-: büyük bir parçayı birden yutuvermek.
suğunuu
işs. Suğun-‘dan.
suk
1. kıskanç; hasetçi; 2. kıskançlık, haset.
sukan
f.: sukanı uçup kalıptır: ölüm halindedir.
sukar
(r. "suhari") gevrek, peksimet.
sukna
= süknö.
suksur
1. aras tadorna denilen ördek (kara ördeği); 2. mergus mergenser denilen iri ördek.
suktan-
imrenerek bakmak; hırs ve haset uyandırmak.
suktandır-
= suktant-.
suktant-
imrendirmek, haset uyandırmak.
suktanuu
haset, imrenme, hayranlık.
suktuk
hırs, haset.
sula-
1. uzamak, uzanmak, uzanmak, uzanıp yatmak. yan gelmek, yayılmak; 2. mec. takattan düşmek, kuvvetten düşmek; 3. mec. hareketten kalmak, ölmek.
sulat
1. devirmek, yere sermek, yaymak, 2. mec. bitap düşürmek; 3.mec öldürmek.
sulk
: sulk cat-: büsbütün hareketsiz yatmak; çağan atar sulk catat: yorulmuş atlar hareketsiz yatıyorlar.
sulkuy-
:sulkuyup cat- = sulk cat-(bk. sulk).
sulp
halis, mahlut olmıyan; sulp et: lop (kemiksiz) et.
sultan
a. hükümdar, sultan.
sulu
I, yulaf; kara sulu: yabani yulaf. II, güzel; sulu sulu emes, süygön sulu ats.: güzel görünür.
suluula-
bezemek, süslemek, güzelleştirmek.
suluulan
bezenmek.
suluulat-
et. Suluula-‘dan.
sululuk
güzellik.
sumbat
= sımbat.
sumbattuu
= sımbattuu.
sumsay-
ciddi.vakur bir tavır takınmak; sumsayğan sulu: vakur dilber.
sumsayuu
işs. Sumsay-‘dan.
sumtur-
samtır sözünün tekidir.
sun-
uzatmak sunmak; kol sun-: el uzatmak.
sunal-
1. uzanmak, suanlıp cat-: yan gelip yatmak, serilmek (yatmak) yayılıp yatmak; 2. uzun boylu ve endamlı olmak.
sunalıñkı
bir parça çekilmiş hafifçe uzamış.
sunaly-
uzatmak (diyelim, ayakları) sunaltıp ayaklarını uzatarak.
sundak-
uzamak, ( uzun olmak), uzun sürmek; oorosu sundağıp ketti: hastalığı uzadı.
sundur-
öne doğru uzatmak; bir hedefi gözlemek.
sundurğuç
: moyun sundurğuç: boyun iğmiş, muti.
sunduy-
kas katın olmak (uzamış çekilmiş durumda).
sunduyt-
et. Sunduy-‘dan; betine bir ak nemeni caap, sunduytup, mınday alıp koyuptur: (ölünün) yüzünü beyaz bir şeyle örterek, kas katı olmuş halde bir yana çekti
suñula-
it. sun-‘dan.
sunul-
uzatılmak, sunulmak.
sunuñkura-
bir parça çekmek; hafifçe uzatmak.
sunuş
I, teklif, sunma.
sunuş-
II, müş. sun-‘dan.
sunuu
uzatma; sunma.
sunuuçu
teklif edici, sunucu.
sunuuluu
sunulmuş; sunuuluu kol: uzatılmış el.
sup
I, = surp. II, bu hecesiyle başlıyan kelimelere takviye için katılır;sup sur: büsbütün boz; suluu: çok güzel.
supa
a. tañ supası: şafak; tañ supası bilingende: şafak sökerken; tañ supası carıktay: şafak ziyası gibi.
supat
a. sıfat, hassa; işi supatı cok onda) insan sıfatı yok.
supra
= supura.
supsak
mayasız (tuzsuz) , tatsız; supsak carma: tatsız tutsuz carma(bk.); sözü supsak: sözü tatsız. rabıtasız.
supu
a: supu sandık a. = tañ supası (bk. supa).
supura
a. hamur için sergi ( ki, sepilenmiş olan koyun ve keçi derisinden yapılır).
sur
I1. gök kır (at donu); sur at: gök kır at; sur kulak bk. kulak I, 1; 2. kır; sur bulut: kurşuni renkli bulutlar; sur kişi: benizi toprak renginde olan adam; kara sur: kara yağız (insan hakkında). II: sur, sal-: mağrurca ve hasmane bakmak;surun salıp turat: mağrur bakışla bakyorı. III, ruh, can; suru kaçtı: ödü koptu: korktu; suru kaçıp kubarıp: folk. Korktu ve benzi attı.
sura-
1. sormak; rica ermek; 2. hükmünü yürütmek, idare etmek.
suraançak
suraak, sırnaşık.
suraba
(destanda) pala, kılıç; murundarın karasañ, murasanın kabınday: folk. burunlarına bakarsan, kılıcın kını gibidir.
surak
sorgu, tahkikat.
surakçı
1. sorgucu, sorgu hakimi; 2. hükümdar, hüküm farma; 3. dn. munkir nekir.
surakkana
k-f. mahkeme, sorgu yeri.
sural-
sorulmak,sorguya çekilmek, rica edilmek.
suralış-
müş.sural’dan.
suarluu
işs. sural-‘dan.
suraaluuçu
sorguya çekilen, soruşturulan, suçlu.
surama
: surama kat: post restant.
suramcalda-
= suramcıl-.
suramçı
I, sorgu.
suramçı-
II, soruşturmak.
suramçıla-
soruşturmak; bir çok yerlerde ricalarda bulunmak.
suran-
ricada bulunmak, müsaade istemek, inceden inceye sormak, dilenmek; dem alışka suranat: mezuniyet almak için ricada bulunuyor.
surançı
: surançı sakal: bataklıkta çürümüş ot köklerinden bir çeşididir.
surañ
karañ sözünün kekidir.
suranıç
rica.
suranıl-
sorulmak; tömönkü adres menen bildirüülörü suranıtat: aşağıdaki adrese haber verilmesi rica olunuyor.
suranuu
rica, iltimas, şefaat, uğraşma.
suraş-
biri birini soruşturmak, biri birinin sıhhatini sormak.
suraştır-
soruşturmak.
surat-
et. sura-‘dan; suratpay ayttı:sordurmadan kendiliğinden söyledi; at suratı ciberdi: at rica ederek gönderdi.
surayıl
hilkat garibesi, korkunç şey.
surça
kül rengi (at donu).
surdan-
korkunç bir çehre göstermek, tehevvüre gelmek, (hiddetten) yüzü sararmak.
surdant-
et. Surdan-‘dan.
surğult
bozumtrak kır rengine çalan; surğult tart-: boza çalmak.
surlan-
= surdan-.
surma
1. sürme; surma tart-: sürme çekmek; 2. atın suratına, yakmak suretiyle, vurulan damga (karş. bışañ II, tamğa) ; 3.üst göz tabağındaki güzel bükümler.
surmanluu
1. sürmeli; surmaluu köz:1) sürme çekilmiş göz; 2)ü üst göz tabağında güzel bükümleri bulunan göz; 2. suratında yakmak suretiyle vurulan damgası bulunan; surmaluu at: bu gibi bir damgası bulunan at.
surnay
f. zurna,flavta, flüt.
surnayçı
flavtacı.
surnayla-
flavta çalmak.
surnaylat-
et. Surnayla-‘dan.
suroçnıy
(r. "suroçnıy") müstacel, acele.
suroo
soruştuma, sorgu ,sorma, talep; suroo sal-: soruşturmak; çiyki buyum suroosu: ham maddeler talebi.
surooluu
sualli, istifhamlı; suroolu süylöm: gram. İstifham cümlesi.
surp
f. kaba kalikot (kumaş).
sus
f. sukuti, abus, akşi yüzlü, kapalı tabiatlı, muzlim, sus çöl: muzlim sahra, çöl; ireñi sus kişi: muzlim çehreli adam; sus tarta tüştü: kaşlarını çattı, somurttu; sabırı sus bk. sabır I.
sustay-
düşünceli, somurtkan ve sukuti olmak; sustayıp kara-: hazin ve somurtarak bakmak.
sutka
= sötkö.
suu
I, 1. su, nehir; cemiş suusu: meyva suyu; kaşka suu: duru, beraak su; kara suu: yer altı sulariyle beslenen çay; sarı suu: 1) süt kesildikten sonra kalan suyu; 2) pisliklere karıştırılan su; cügörünün sarı suusun aldı: (" yüreğinin sarı suyunu aldı") fena surette korkuttu; sudan kal: sulanmadan kalmak; pakta bir suudan kalıp oturat: pamuk bir defa sulanmadan kaldı; buuday eki suu içti: buğday iki kere sulandı; suu alğan: su basmış, su götürmüş; suuğa al-: (ölüyü) yıkamak; bir suunun eli: bir ırmak vadisinin halkı; aynı çayın kıyısında yaşıyan ahali;meni suu kıldı: o bana çektirdi (bitap bıraktı); suu boldum: canım çıktı (ıstıraptan bitkin hale geldim); oozunan kara suu keldi: fena halde acıktı; suu cürök: yüreksiz, korkak; kıtay tilin suuday bılet: çin dilini su gibi biliyor; suu salık: su vergisi; bel suu: meni; 2. yaş, nemli; suu ciğaç: (yaş) yeşil ağaç; suu kir: ıslak çamaşır; 3. tav; temirdin tasuusun bilgen usta: demirin tavından anlıyan usta: mahir demirci.
suu-
II, soğumak; kızuu iştin ayağı suuğança: ihtiraslar sükun bulunca, gerginlik kalkınca.
suuçu
1. sulayıcı; 2,iska ve irva işleriyle uğraşan; 3. = murap I.
sunçul
1. iyi yüzen, yüzücü, suda yüzen (kuş hakkında); suuçul kara yahut suuçul çımçık: karabatak (ördek): 2.geçit yeri arayan kılavuz; karoolu dürbü salbasın, suçuldar keçüü çalbasın: folk. Nöbetçiler dürbünle bakmasınlar, kılavuzlar su geçidi aramasınlar.
suuğarek
gözleri açık duran kör.
suuk
1. soğuk; suuk ce-: soğuğa katlanmak; kün suuk: hava soğuk turmuştun ısık suuğun tatkan suuk: dehşetli ayaz. soğuk; turmuştun ısık suuğun tatkan: hayatın acısını, rahatını görmüş geçirmiş, hayatın değişikliklerine katlanmış; apiyim uu bolot; mında tamaklı küçtöp içpese, kişi suuğuna tegerenip cığılıp kalat: afyon zehirlidir; eğer burada (haşhaş toplarken) insan karnını iyice doyurmazsa, başı dönerek yere seriliyor; 2. çirkin; nahoş; suuk söz: nahoş haber; türü suuk: çehresi nahoş;öngü suuk; yüzü çirkin; suuk kol:pis (temiz olmıyan) el; elge suuk körsöt: halka birisini fena göstermek; birisine karşı nefretini tahrik eylemek; 3. bk.ısılık 2.
suuktuk
1. soğuluk; 2. bk. ısılık 2.
suula-
ıslatmak.
suulan-
ıslanmak.
suulaş
aynı nehir kıyılarında bulunan (köyler) ; ottoş-suulaş: aynı jöyün ahalisi.
suulat-
et. Suula-‘dan.
suuluk
1. gem; 2. havlı; 3.yağmurluk (giyim).
suuluu
sulanan; iska ve irva edilebilen; suulu cer: sulanan toprak;suuluu buuday: sulanan buğday.
suun-
soğumak; denesi bir ısıp, birsuunat: vucudu kah kızıyor, kah soğuyor.
suur
I, dağ sıçanı.
suur-
II,çekip çıkarmak, yolmak, sürükleyip çıkarmak.
suuray
kuuray sözünün tekidir.
suurma
1. çekip çıkarılabilen; 2. kad. bıçak
suurt-
st. Suur- II den.
suurul-
sürükleyip çıkarılmak; kökünden koparılmak; suurulğan yahut koldon suurulğan: çevik, atik, ele avuca sığmıyan: çattan suurulğan at: ateşin at.
suusa-
susmak.
suusağıç
sık sık susayan ve çok içen.
sunsar
zardava.
suusat-
susatmak.
suusun
1. susama; 2. = susunduk.
suusunduk
içecek (harareti teskin etmeye mahsus olan nesne).
suuş-
biri birinden soğumak; biri birini sevmez olmak.
suut
I, soğutma, dinlendirme (atı).
suut-
II, soğutmak; at suut-: atı idman ettirmek, koşulara hazırlamak için atı inceltmek; izin suutpay: izini soğutmadan.
suy
: suy cığıl-: pek fazla yorulmak, kuvvetten düşmek, bitap düşmek, bitkin bir hale gelmek; suy cık-: kuvvetten düşürmek, bitkin bir hale komak.
suyambu
çin, bir nevi bez.
suykay-
1. kırıtmak, nazlanmak; 2.süzülerek yürümek; 3. ciddi, vakur bir tavır takınmak.
suysal
I, saç örgüsünü uzatmak için ona karıştırarak, siyah yünden örülen şeritler.
suysal-
II, kırıtarak yürümek; suysala bas-: işve yaparak yürümek.
suysalma
= suysal I.
suyuk
1, sıyık mayi; 2. seyrek ( koyu değil); suyuk sakal: (kadın hakkında) hafif meşrep, (at hakkında) başı boş dolaşan; eteği suyuk (Rad.) = ayağı suyuk.
suyul-
1. cıvıklanmak; 2. seyrekleşmek (kuyuluğu bitmek); ak sakalı suyulğan folk. beyaz sakalı seyrekleşmiş.
suz
I. = sus; sabırsız bk. sabır I. çekmek, kepçelemek.;kırman suz-: harman yerinden savrulmuş, ayıklanmış hububatı toplamak
suzdan-
somurtmak, surat asmak.
suzğu
büyük tahta kepçe.
sübö
= süböö.
süböö
yalancı kaburga;sübööñdü kötör: bir parça canlan, şenlen.
süknö
(r. "sukno") çuha.
sükünt
= sekunda.
süküt
a.sükut, susma, sözsüzlük.
süldör
cisim, ten, beden.
süldörsüz
cismani olmıyan.
sülgü
(yüz) havlusu.
sülküldö-
mevzun ve seri hareketler yapmak; süzülerek gitmek (iyi yorga hakkında) ; sülkükdöğön corğo: mevzun ve yumşak yürüyüşle yürüyen yorga; 2. bazı azalarını güzel ve kırıtarak oynatmak.
sülküldöt-
et. sülküldö-‘den.
sülöñkü
( rad.,V) nahif, ince.
sülöösün
vaşak.
sülük
sülük.
sümbö
harbi ( çakmaklı ve kapsüllü tüfeğin ağızdan doldurup fişeği bastırmaya yarayan demir çubuk; M.).
sümbölö-
harbi ile doldurmak.
sümbölöö
harbi ile doldurma.
süñgü-
saplanmak; ayza süñgüdü: mızrak saplandı; şaardı közdöy süñgüdü: şehre doğru istikamet aldı.
süñgüt-
et. süñgü-‘den.
sünnöt
a. dn. hitan, sünnet.
sür
I. heybet; heybwetli ve kurumlu görünüş, azamet, kurum, kurulma; sürü bar kişi: heybetli ve kendisine karşı başkalarının ihtiramını telkin eden çehreye malik olan adam. II. açık havada kurutulmuş (et. balık); sür et: açık havada kurutulmuş et.
sür-
III. 1. sürtmek, rendelemek (rende, planya ile), kazılmak; 2.ileri hareket ettirmek; hüküm sürmek; dooron sür-: yahut door sür,: hüküm sürmek; tañ sürgöndö: şafak sökerken; ömür sürmek, var olmak, yaşamak.
sürdö-
sıkılmak,mahcup olmak, şaşırmak, afallamak.
sürdön-
(manaca) = sürdö-.
sürdönt-
et. sürdö-‘den.
sürdöön
kütlevi hareket. akın (bir kütlenin boşanıp akyığı zaman).
sürdük-
sürçmek ( ayakları sürüklerken); sürdügüp barıp, cığıldı: ayağı sürçtü ( ve bir müddet sürüklendikten sonra) düştü; at sürdügüp barıp uzununan tüştü; at sürdügüp barıp uzununan tüştü: atın ayağı sürçtü ve düşerek yere serildi.
sürdür-
et. sür III’ten.
sürdüü
1. heybetli; korkunç; 2. kurumlu, azametli.
sürgü
rende.
sürgüç
= sürgü.
sürgülö-
et. sürgülö-‘den.
sürgün
1. sürme, sürgün körsöt-: nefiy etme; sürgün körsöt-: sürmek; sürgün kör-: şürülmek, memleketten çıkarılmak; 2. iyi damızlık (erkek hayvanlar hakkında).
sürmö
sürme; oğma sürme darı : sürmek, oğmak için kullanılan ilaç, vücudun dış yanından kullanılan ilaç.
sürnöt
= sünnöt; sürnöttöy bolğon: suratsız.
sürnöttö-
= sünnöttö-.
sürö
I, a. dn. sure ( kurandan bir fasıl ). II, koşu atlarının koşarken varıp duracakları yer, finiş. III, 1. koşu atını finişe doğru çekmek; 2. = sürömölö-.
sürök
I, işs. sürömölö-‘den
sürön
harp narası; sürön sal-: harp narası atmak, harbe davet etmek.
süröö
1.işs. sürö III’ten; çalpı süröö yahut köpçülük süröösü: umumi römörkör; 2. hipodrom (at meydanı); 3. = süröön.
süröön
( koşan ata bir yardım olmak üzere) koşularda yabancı bir atı katmak.
süröönçü
1. koşanatın finş’e varması yardım eden: 2."kahve dövene hınk diyen", bağırmalar çağırmalarla teşvik eden ve kuvvet vermeye çalışan.
süröt
I, a. resim, tasvir, portre, tablo, timsal; tez süröttö; çabucak hızlıca, tezelden; aktivdüü süröttö: aktif tarzda; süröt tart-: tersim etmek, resim çıkarmak.
sürot
II, et. sürö III’den.
sürotçu
ressam; fotğrafçı.
süröttö-
tasvir etlemek, tersim etmek, resimlerle bezemek.
süröttöl-
tersim, tasvir edilmek, resimlerle donatmak.
süröttöö
tersim, tasvir.
süröttür-
et. süröt- II,’den.
süröttüü
resimli.
süröttü
işs. süröt- II’den.
sürsü-
1. açık havada kurutulmak(et,balık hakkında); 2. mec. uzun zaman yatıp kalmak.
sürsüt-
1. açık havada kurutmak (eti, balığı); 2. mec.uzun zaman yatmaya bırakmak.
sürsütül-
açık havada kurulmak (et, balık hakkında).
sürt-
sürtmek közgö sürtörgö cok: göze sürmek için bile yok (aşırı kıt).
sürtül-
pas. sürt-‘ten; közö sürtülgöndöy boldu: göze sürülecek gibi (kıt) oldu.
sürük
= sürök I.
sürül-
pas. sür.- III’ ten; tañ sürüldü: şafak söktü.
sürült-
et. sürül-‘den.
sürün-
memleketten sürülmek; sürgünde sürünmek.
sürüş-
müş. sür, III’ten.
sürüü
memleketten çıkarma; nefiy etme.
süsönök
= süzöögön.
süt
. süt; süt teep ketti: memeleri şişti ( çocuk emziren kadının); ene sütü: ana sütü; emçegim sütün ak kılam: mememin sütü seni affetmez ( anne nankör oğluna böyle söyler); ene sütübüz oozubuzğa tatıdı: burnumuzdan geldi; bışkan süttöy caktırat: gayet seviyor (harf.: sıcak süt gibi seviyor); süttön ak: gayet ak: hiçbir kusursuz; ay süttöy carık: ay süt gibi aydın.
sütçülük
süt ekonomisi, sütçülük.
sütker
sütkör, k-f (Cenubi Kırgızlıkta) sütlü (hayvan hakkında); sütkör uy: sütlü (cok süt veren) inek.
sütkor
a-f. muharabacı.
sütkorçuluk
= sütkorduk.
sütkoduk
muharabacılık.
sütköl
bolluk, feyiz, bereket (ör. bk. mayköl).
süttükön
sütlüğen (euphorbia).
süttüü
sütlü (hayvan).
süy-
I, 1. sevmek; 2. öpmek; betten süy-: yanaktan öpmek; 3. okşamak; karğa süyöt balasın " appağım" dep ats. : karğa dahi yavrusunu "bem beyezım" diye sever. II, toplayıp bağlamak (atın kuyrugunu, yelesini, perçemini).
süydür-
et. süy- I, II’ den.
süygöndük
: özün süygöndük: kendini beğenmiş: hotkâm, hotbin.
süygünçük
sempati.
süygünçüktüü
= sevimli, şirin, güzel, sempatik, sevilen.
süygünçülüktüü
= süygünçüktüü.
sükö-
sürmek, sürtmek; baldı naña süyködü: ekmeğe bal sürdü.
süykön-
1. sürtünmek, ilişmek; 2. kendine sürmek, bir şey sürünmek, pudra sürmek.
süykönüü
işs. süykön-‘den.
süykümdüü
hoş; süykümdüü cel: hoş rüzgâr.
süykümsüz
çirkin, sevimsiz, görünüşü hâhoş.
süykümsüzdük
süykümsüz’ den mücerret isimdir.
süylö-
söylemek.
süylöm
gram. cümle; bolumduu süylöm: olumlu cümle; birikme süylöm: katışık cümle; koşmo süylöm: katmerli cümle; baş süylöm: baş cümle; bağınıñkı süylöm: mütemmim cümle; atooç süylöm: isimleri içine alan cümle; etiş süylöm: fiiliye cümle; coktuk cümle: menfi cümle; öksük süylöm: eksik süylöm: faili (suje’si) bulunan cümle; süylömdün bir türdüü müçölörü: cümlenin aynı cinsten öğeleri.
süylön-
1. paylamak, azarlamak; almağa süylöndü: o, beni payladı: 2. sayıklamak, kendi kendine söylenmek; özünün özü süylönö berdi: kendi kendine söylendi.
süylönt-
et. süylön-‘den.
süylönül-
pas. süylön-‘den.
süylönüü
. işs. süylön’den.
süylöö
. söyleme, söz, söylev.
süylöök
çok söyliyen, geveze.
süylöş-
konuşmak, sohbet etmek.
süylöştür-
et. süylöş-‘ten.
süylöşüü
1. konuşma; sohbet; 2.müzakereler, görüşmeler.
süylöt-
söylemeye bırakmak yahut zorlamak.
süymölçök
cevfi sadır kemiklerinden birinin adıdır.
süyö-
dayanmak, desteklemek, tutmak (müzaheret etmek).
süyömöldö-
yardım etmek (tutmak); müzaheret, muavenet etmek.
süyömöldöö
işs. süyömöldö-‘den.
süyön-
dayanmak, söykenmek, yaslanmak.
süyönç
dayangaç, destek.
süyöö
dayama, muzaheret.
süyöölüü
dayanmış olan, desteklenmiş olan.
süyrö-
sürüklemek, yerde çekerek götürmek.
süyröl-
sürüklenmek, yerde çekilmek.
süyrölmö
sürüklenen.
süyrölt-
et. süyröl-‘den; etegin süyröltüp: eteklerini (yerde) sürükliyerek.
süyröndü
sürünen (gayet yavaş yürüyen), geri kalan.
süyröñ
sürüklenen, süyröñ çapan: uzun etekli kaftan.
süyröñdö-
eteklerini sürükliyerek yürümek.
süyröñdöt-
et. süyröñdö-‘den; kağazga süyröñdötüp bir demeni cazıp koydu: kağıt üzerine bir şeyler karaladı.
süyröö
işs. süyrö-‘den.
süyröt-
sürükletmek.
süyrötkü
1. bir taşıt (pulluk için); 2. mec. (insan hakkında) hiçbir işe yaramıyan, elinden hiçbir iş gelmiyen.
süyröttür-
et. süyröt-‘den.
süyrötül-
sürükletilmek.
süyrötüñkürö-
hafifçe sürüklemek.
süyrü
uzunca, müstatil, mahruti; syrü caak: uzun yüzlü.
süyrülö-
uzunca, mustatil, mahrutî yapmak; uzunca, mahrutî şekil vermek.
süyrülöö
uzunca, mahrutî şekil verme.
süyrülöt-
et. süyrülö-‘den.
süyül-I
. sevilmek.
süyül-II
pas. süy II’den ; cal-kuyruğu süyülüp çubatuudan ötkön bayge atı: yelesi – kuyruğu toplanıp bağlanmış ve çubatuu boyunca geçirilmiş (bk. çubatuu) koşu atı.
süyült-
et. süyül- II’den.
süyün-
sevinmek.
süyünçü
sevinçli haber getirene verilen hediye, müjde, muştuluk.
süyüngöndük
sevinmelik; süyüngöndüktön: sevinçten, sevinmeklikten.
süyünt-
sevindirmek; sürögümdü süyüntüü: kalbimi sevindirdi.
süyünüç
sevinç.
süyünüçtüü
sevinçli, sevinç getiren; süyünüçtüü kabar: sevinçli haber.
süyüş-
sevişmek.
süyüü
sevme, muhabbet.
süz-
1. süsmek, tos vurmak: 2. yüzmek; suudan süzüp ketti: suda yüzüp gitti; 3.süzmek: sözgeçten geçirmek; 4.sepetle balık avlamak; 5. köz süz-: kırıtarak, umut vererek gözü yarı kapamak; kunacın közün sözsö, buka cibin üzöt ats.: dana göziyle süzerse, boğa ipini koparıyor.
süzdür-
et. süz-‘den; at menen suuğa süzdürdüm: atı suda yüzdürerek geçtim; muzoo kezeginen süzdürüp, korkup kalıptır: gençliğinden beri korkutulmuş ve şimdi de hep korkuyor.
süzgüç
1. (karş. tarak) iki yanından sık olan tarak; 2. balık avlama ağı.
süzmö
I, at koşumundaki yassı, uzunca,madenî süsler. II, peynir.
süzök
yahut süzök ooruu: sürekli (müzmin) hastalık.
süzöktö-
müzmin hastalıktan ıstırap çekmek; köptön beri süzöktöp cüröt: coktan beri rahatsızdır.
süzöögön
tos vurmayı sven (hayvan).
süzül-
I, delik – deşik olmak. II,güzel ve sâkin bir çehreli olmak (insanın gülmediği ve ağzını açmadığı zaman); süzülüp uktap catat: sâkin bir halde uyuyor.
süzüş-
müş. süz-‘den.
süzüştür-
et. süzüş-‘ten.
süzüü
işs. süz-‘den; süzüü kanattarı: balık kanatları.
svarşik
r. tek. kaynakçı.
svodka
r. hulâsa, icmal.
syezd
r. kongre.
şaa
I, f.şah ; şaa müyüz: büyük boynuzlar; kızıl kaşka şaa müyüz ögüz: akıtmalı ve büyük boynuzlu al öküz. II: şaası kelbey kaldı: gücü yetmedi, muvaffak olmadı.
şaabat
a. srk. meni.
şaabay
: şaabayı suudu: maneviyatı kırıldı, ruhu söndü; gayreti eksildi, gevşedi.
şaala-
kışkırtmak
şaalar
(karş. şaa I) : döö şaalar: tanınmış şahsiyetler, ileri gelenler.
şaan
söököt sözünün tekidir.
şaani
: şaanisine keltirip kıldı: ustalıkla, iyice yaptı.
şaar
f. şehir; şaarça: şehirli, şehirlice, şaarça bıçak es. şehir bıçağı (el işi, evde yapılmış olmayan); şaar tegeregindegi: şehir civarındaki.
şaarat
= işarat.
şaarça
kücük şehir, kasaba; cumuşçular şaarçası: işçiler kasabası.
şaardık
: şehirli; şaardık sovet: şehir sovyeti (şurası).
şabdalı
f. şeftali.
şabır
1. hışırtı, hışıltı; 2. bataklIk yerlerde biten ufak kamş, saz; 3. kad. kamış.
şabıra-
hışırdamak, takırdamak.
şabırat-
et. şabıra – ‘dan.
şabırluu
ufak kamışlar biten yer.
şabinis
= şovinist.
şadı
( daha fazla: koldun şadısı): elin parmakları.
şadıluu
( ek hakkında) uzun parmaklı.
şagalak
= şakmar.
şagıl
1. moloz, kırma taş; şagıl bolboy, zoo bolboyt ats. molozsuz kaya olamaz; 2. kad. taş.
şağıra-
çınlmak; tınlamak; şağırağan akça: çınlayan sikke, akçe, madenî para.
şağırak-
çınlıyan, tınlıyan (maden hakkında).
şağrat-
et. şağıra – ‘dan; tişterin şağırata kağıp: dişlerini şiddetle gıcırdatarak.
şagom
bk. arş.
şahmat
r. satranç.
şahmatçı
satranççı.
şahta
r. maden kuyusu.
şahtyor
r. maden kuyusunda çalışan işçi.
şak
I, f. dal, kücük dal; karagayşak: ağaçlar; duşmandıñ şağı sındı: düşmanın maneviyatı kırıldı, gayreti söndü; balanın şağın sındırıp koyduñ: ( üzerinde kabaca bağırmakla). II, boza yapmak için kullanılan dövülmüş darı. III: başına şak dey tüştü: başına " şak" ederek, bir nesne düştü; oyuma şak etti: birden – bire aklıma geldi; alakanın şak koydu (hayret, esef, keder beldeği olmak üzere) eleyelarını birbirine vurdu:, şak şak: şaklamayı taklit ve hikâyesidir. IV = şaa I.
şaka
baka III sözünün tekididir.
şakap
f. suyu bir yana çekmek için açılan ark (kanal).
şakar
1. nebatat külünden çıkarılan alkali; 2. güherçile, potas; şordu şakarday kaynatıp taştayt: son dereceye kadar kızdırıyor (hırslanıdırıyor), kendinden geçecek hale koyuyor.
şakek
halka.
şakel
1. = kaşek 1; 2.tuzduñ şakeli: tuz mahlûlünün kirli posası.
şakelde-
1. (at hakkında) yemi seçerek ve artıklar bırakarak yemek; 2. (insan hakkında) bir lokmayı kapmak ve onu yiyip bitirmeden atmak ve başka bir lokmayı almak.
şakılda-
1. çağlamak, cuşu huruşa gelmek, kaynamak; şakıldap kayna - : fıkır fıkır kaynamak; tişi şakıldayt: dişi gıcırdıyor; eşik şakıldadı: kapıya vuruldu; şakıldagan bala: çabuk iş gören çoçuk; 2. gevezelik etmek, çok söylemek; şakıldağan katındı kız bergende körörmün ats.: gevezelik eden karıyı kızını kocaya verdiğinde görürüz.
şakıldak
1. (değirmen) çakıldağı; 2. kara şakıldak: Aqila melanaetus denilen kartal.
şakıldat-
et. şakılda-‘ dan; tiş şakıldat-: dişleri gıcırdatmak; şakıldatıp saba": dövmek, pataklamak.
şakıldatuu
işs. şakıldat-‘dan.
şakıy
baş ağrısı, yarım baş ağrısı (migraine) ; şakıyı karmap oturat: baş ağrısı tutmuş.
şakirt
f. es. çırak (başlıca zanaat sasahasında) , şakirt.
şakmar
koyunun kuyruğu altında pislikten uyuşan yün.
şakmarla-
çamur parçalariyle örtülmek (başlıca, hayvanlar hakkında).
şakşak
1. cebire (kırık kemikleri yahut alıcı kuşun kırılmış yeleklerini tutturmaya mahsus sargı tahtası); 2, (kösteği gagalanmasına mani olmak için alıcı kuşun boynuna giydirilen) çubuk saçak; 3.koldun şakşağı: parmakların boğumları.
şakşakta-
çamur parçalariyle örtülmek; idiş şakşaktap kir boluptur: kap kaçak üzerinde çamur parçaları kurumuş.
şaktı
= şahta.
şaktor
= şahtyor.
şal
I, f. 1. felç,mefluç; 2. aciz; gevşek; 3. erkeklik gücü olmayan, impotent. II: şal tögün: saf yalan, tam bir masal; köl şal tüşüp (yahut bolup) terdedi: kan-ter içinde kaldı.
şala
I, bitkin; aylıñ ala bolso, eki atıñ şala ats.: köyünde kavga, niza olursa iki atın kuvvetten düşer; şala kulak: kulakları sallanan (at).
şala-
II, bir işi çabuk, özenle ve verimli bir tarzda yapmak.
şalaakı
= şalakı
şalak
= şalakı.
şalakı
sünepe, pasaklı, avare.
şalakılık
avarelik, pasaklılık.
şalakta-
1. hızlıca ve canlıca koşmak; 2. boşta gezmek.
şalaktık
= şalakılık.
şalañ
1. (öküz eğerinde) kuskun; 2.paldım; 3.mec. mıymıntı.
şalañda-
(öküze) kuskun geçirmek.
şalañtay
burunun iki deliği arasındaki ince kemik (vomer).
şalay-
takattan düşerek sallanmak (mes. kırılmış aza hakkında); eki köz ketti alayıp, eki but ketti şalayıp folk. gözler karardı, bacaklar takattan düşüp sallanıyor.
şalbaa
bataklı çayır; otun yüksek ve sık bittiği rutubetli mahal.
şalbırt
: ala şalbırt: yer yer karın erimesinden hasıl olan açıklık; ala şalbırt : yer yer karın erimesinden hasıl olan açıkların peydah olduğu mevsim, ilkbaharın başlangıcı.
şalça
halıdan teğelti, çul (keçeden astarı olmayan); halı.
şaldaakı
f. (kadınlar hakkında): beceriksiz,iş bilmez, hiçbir şeye yaramaz.
şaldap
f.: kök şaldap: mestlerin ökçesine konulan yeşil deri parçası.
şalday-
bitkin bir halde bulunmak, gevşemek, kuvvetten düşmek.
şaldayt-
kuvvetten düşürmek, felce uğratmak.
şaldaytuu
işs. şalday-‘dan.
şaldır
: şaldır- küldür: çıngırdayan, gürültü yapan; patırtı.
şaldırak
çocuk kamçısı; şaldırak çöp: ıtır çiçeği (pelargonium).
şaldırçak
çıngırdayan, çıngırakları bulunan.
şalı
I, f. kabuklu pirinç çeltik. II: kök şalı: çizme başlarındaki nakışlar. III, f. şalı cooluk: kadınların omuzlarına attıkları örtü: şal.
şalıla-
:kök şalıla tüşüp terdedi: adamakıllı terledi: kan-ter içinde kaldı.
şalka
: akla- şalıla-: çizme başına nakışlar yapmak.
şalkay-
gevşemek; gayreti sönmek.
şalkı
boş (gevşek), gevşek doldurulmuş; şalkı buuma bk. buuma; kök şalkı: küçük bir kuş adı; aklı " şalkı: büsbütün, gevşemiş olan ; aklı- şalkı mas közü: bulanmış mest gözleri.
şakılda
gevşemek.
şalp
: ıslak yere, suya basmaktan hasıl olan sesi taklittir; şalp et-: suya basmaktan "şalp" sesi çıkarmak.
şalpañ
sarkık, sallanan, şalpañ kulak:1) sarkık kulaklı; 2) (Destanda) bir nevi tüfek; 3) = kulakçın.
şalpar
(rusça adı "kumaç" olan bir kırmızı pamuklu kumaş: M.).
şalpay-
sallanmak, sarkmak; kulağı şalpayıp turat: kulağı sarkıyor.
şalpayt-
et. şalpay-‘dan; kulak şal payt": kulakları sarkıtmak.
şalpaytış-
müş. şalpaty-‘tan.
şalpı
I: şalpısı boş yahut şalpısı boşop kalıptır: sölpük, gevşek, gayretsiz.
şalpı-
II sövüş sözleri kullanarak, patavatsız konuşmak; oozuna kelkendi şalpıy beret: 1) ağzına ne gelirse, onu söylüyor; saçma sapan söylemekten çekinmiyor; 2) edebe aykırı sözler söylüyor.
şalpılda-
1. sallanmak, çırpınmak; 2. çamura veya suya basıldığında "şap" diye ses çıkmak.
şalpıldama
(basıldığ zaman "şap" diye bir ses çıkarmaya müsait olan).
şalpın
: şalpınıp turat: at kulağını sarkıtarak, başını ara-sıra sallıyor.
şalpıy-
sölpümek.
şalpıyt-
gevşemek; bitap bir hale komak; eegin şalpıytıp ürgülöp turdu: (at) alt dudağını sarkıtıp, uyuklayıp durdu.
şalpıytuu
işs. şalpıyt-‘tan.
şaltak
kir,pislik.
şaltakta-
pisletmek, kirletmek.
şaltaktat-
et. şaltakta-‘dan.
şaltaktoo
pisletme,kirletme.
şaltay
baltay I sözünün tekidir.
şalturuk
avanak, mıymıntı.
şam
I, a. lamba, mum; şam kulak: sivri kulaklı (at hakkında). II: şam-şum et-: hafif tertip yemek yemek. III: emine şamı kaldı: büsbütün rezil oldu. IV, a.: şam namazı yahut namazı şam: akşam namazı (dır, ki sayıca günlük namazların dördüncüsüdür).
şamal
a. ruzgâr, yel.
şamala
= şamana; kulağı şamaladay = şam kulak (bk. şam I).
şamalda-
havalanmak, hava almak , ruzgârda kalmak. (bu manayla «şam» kelimesi, müellifin dediği gibi, arağça değil’ farsçadır (mütercim)
şamaldat-
havalandırmak, ruzgâra tutmak; şamaldatıp kel- mec. olmadık şeyler, masal anlatmak.
şamana
a-f. kandil, mum, meş’ale,
şamdagay
çevik, haraketlerinde sür’atli olan, atik.
şamdagaylık
sür’at’ atiklik, çeviklik.
şamdak
: şamdaktay bol-: tam hazır bir durumda bulunmak.
şamıyan
f. çırpı, şiş (boyonduruğun bir parçası).
şamşar
f. pala kılıç, şimşir; altı kulaç ak şamşar folk. altı kulaçlık beyaz kılıç.
şamşarduu
pala ile silâhlanmış olan.
şamsay-
yıkık ve yamık manzara arzetmek.
şamsum
= şam-şum (bk. şam II).
şañ
çin. 1. azamet, ihtişam,methü sena; şañ berdi: övdü; şañga ayt:olmayan şeyle övünmek; şañ sal bağırmak (karakuş hakkında); ; 2. kılık, karaltı; eles- bulas şañ körüp folk: müphem bir karaltı görerek; 3. serap.
şañdan-
şanlı olmak, önemli, muhteşem bir şekle girmek.
şañduu
muhteşem, şanlı, önemli, azametli, meşhur; tuuğan ceribizdiñ şañduu şumkarları: yurdumuzun şanlı doğanları.
şañıya
çin. nahiye müdürü: aksakal (şarkî Türkistan’ın müslüman ahali ile meskûn olan mahallerinde)
şañk
: şañk etip kül-: etrafı çınlayarak gülmek; şañk-şañk: karakuşun bağırması; şañk- şañk: gürültü, patırtı, yaygara.
şağnkılda-
= şañsı-; şañkıldağan ün: acı ses.
şañkıra-
çınlamak, şıngırdamak.
şañkırat-
et. şañkıra-‘dan.
şañsı-
1. ötmek (ilkbaharda karakuş hakkında; karş. kilekte-); 2. mec şañşıp süylö-: güzel ve mevzun konuşmak.
şankr
r. frengi yarası, şankr,:cumşak şankr: yumuşak frengi yarası.
şansı
r. şans.
şsp
I, f. piyade kasaturası.
şap
II, kağıt oynarken nakdî ceza şlkillerinden biridir; şap ketti: 1) oyuna başlama işareti; 2) " ben pas" ( oyun adıdır); şap al - : parmaklarla ele vurmak (ceza işareti); elge şap şap bolup ketpesin: halka yayılmasın! III: şap etip: ansızın, şıp diye, dakkasında; şap ete tüştü: ansızın düştü; şap diye düştü.
şapa
f.: şapa- şup yahut şapa-şupa: çabucak; çeviklikle; şapa şup işke kirdi: çabucak işe girişti, gelir gelmez hemen işe başladı.
şapalak
1. el çırpma, alkışlama:, 2. şapalak kamçı bk. kamçı; 3. çifte (iki namlılı tüfek).
şapalakta-
ıslak yere yahut irkilip duran suya "şap" ederek basmak.
şapar
: şapar teep cat: haz duymak, zevk almak
şapat
= şapkat; şaytan şapatına ketti: cehennem oldu- gitti; onu habis ruhlar bilmem nereye götürdü; şaytan şapatı bolso: çapanoğlu çıkmazsa.
şapılda-
çene çalmak ( çok ve boşuna konuşmak).
şapıldak
geveze, çenesi düşük.
şapıldat-
et. şapılda-‘dan.
şapkat
a. şafkat, merhamry, iyilik.
şapke
r. kalpak, kasket.
şapşap
= şap-şap (bk. şap II).
şapşı-
alt- üst etmek, karıştırmak.
şar
I, r. küre, top: cer şarı: yer küresi; carım şar: yarım küre. II, 1. hızlı, çağlayan akıntı; suu şar ağıp atat: su ( bir engelle karşılaşmadan) hızlıca akıyor; suununşarı menen talaşıp: suyun şiddetli akıntısiyle mücadele ederek; eldin şarı menen men de kirip kettim. kalabalığa uyarak ben de giriverdim; şar kuyup ciber: birden; birdenbire,: 2. gürleme (nehrin çağlaması); 3. engelsiz duraklamadan, maniasız; attangan colum şar folk. yolum muvaffakiyetli olursa;şar cürdük: duraklamadan yürüdük; şar kişi mec. açık sözlü, doğru adam; 4.iş yerinden müsaaade almaksızın sıvışma.
şara
: şara tilik: koyunun kulağında uzunca bir yarık şeklindeki damga: im, mim.
şaraat
a. dn. şariat.
şarat
çatırdı ve patlamayı taklittir; şarak şarak yahut şarak şurak: patlama, gürleme, patırtı, takırtı.
şarakta-
çatırdatmak, patlatmak, gürletmek; şakardatıp kılıç asıñan:şakırtatarak kılıç kuşandılar.
şaraktatuu
çatırdatma, gürletme.
şaraktoo
çatırdama, gürleme.
şarap
a. şarap, alkollü içki,: arak-şarap: 1) hernevi alkollü içkiler; 2) mec. ayyaşlık.
şarapat
a. esalet, şerafet.
şaraptatuu
1. asîl; 2. mukaddes.
şardaan
= şar II.
şardan
I = şar II; eldin kur şardanında gana cürüp kalğan: halkın birden akın etmesi yüzünden ancak hareket etti; yalnız başlarına uyarak harekete geçti.
şardan-
II, azim ve cesaretle hareket etmek.
şardana
f.: bu kılganın elge şardana bolup keliptir: senin bu yaptığın halk arasında faş olmuş.
şardanuu
işs. şardan – II’den.
şarıda-
1. çağlamak, kaynayarak akmak; şarıldap suu turat: su şarıl şarıl akıyor; 2. mec. tanılmak, şöhreti her tarafta işitilmek.
şarıldat-
et. şarılda-‘dan.
şarlıdatuu
işs. şarıldat"’dan.
şarıldoo
şarıldama; hızlı akıntı.
şarıp
a. mukaddes, şerif; kelem şarıp bk. kalem.
şarıyat
= şaraat.
şark
burk sözünün tekidir.
şarkan
burkan sözünün tekidir.
şarkılda-
= şarılda-.
şakırama
1. çağlayan; 2. kad. su.
şakırarak
çağlama (diyelim, bir şelâlenin yahut dalgalı nehrin çağlaması).
şarkıratma
şelâle.
şarp
I, aphte denilen hayvan hastalığı. II, şiddetli ve keskin vuruşu taklittir,: şarp-şarp etip kelip, köl tolkunu carğa soğulat: gölün dalgaları siddetle sarp kıyıya çarpıyordu.
şarpılda-
şiddetle vıcık-vıcık etmek su hakkında); şiddetle hışırdamak sık bitmiş ot hakkında).
şarpıldak
1. deriden cebe; 2.eyer tepindirikleri; 3. ağaçtan kocakarı pabucu; 4. dalgaların şiddetle çarptığı yer; şapıldak köl: dalgalı göl ( dür, ki orada dalgalar kıyılara şiddetle çarpıyor).
şarpıldat-
et. şarpıda"’dan.
şarpıldatuu
işs. şarpıldat-‘tan.
şarpıldoo
1. suyun şiddetle ses çıkarması; 2.sık bitmiş otun şiddetle hışıltı yapması.
şart
I, a. şart; şart belgiler: bir manayı ifade eden alâmetler,: şart bağınıñkı gram.: tabi şartı cümle. II, keskin hareketli taklittir; şart-:tüy-: sıkı bağlamak, düğümlemek; şart ur:- şiddetle vurmak, çalmak,: şart tura kaldı:sur’atla ayağa kalktı; şart-şart çert": kuvvetle fiske vurmak; tlllere kuvvetle vurmak.
şarta
f.: şarta-şurt çabucak, acelelikle.
şartılda-
1. çatırdamak; 2. bir kişi çabuk ve çevikliklikle yapmak; atka şartıldap min-: ata çabucak ve hızla binmek.
şartıldat-
et. şartılda"’dan.
şarttandır-
: şart koşmak.
şarttandrruu
: şart koşma.
şarttuu
: şartlı, maşrut; şartuu süylöm gram.: cümleyi şartiye.
şaş-
1. ivmek, acele etmek; 2.şaşmak afallamak,: akıldan şaş-: şaşalamak afallamak; şaşırmak; şaşıp" buşup yahut şaşıp- şuşup: 1) acelikle; 2) şaşırarak.
şaşılış
1. acelelik; şaşılış buyruk: müstacel emir,: 2. apışma, şaşalayış.
şaşılıştık
. acelelik’
şaşır
bir odun adıdır.
şaşike
= şaşke.
şaşkalakta-
1. telaş etmek; 2. afallamak.
şaşkalaktat-
et. şaşkalakta-‘dan.
şaşkalaktoo
1. acele; 2.şaşkınlık, telâş.
şaşkalan-
= şaşkalakta".
şaşkalañ
1. acele telâş; 2. şaşkınlık, velvele.
şaşkalañduu
1. eceleli, teleşlı; 2. dalgalı; şaşkalañduu kün bolso folk.: dalgalı, rahatsız zamanlar hulûl ederse.
şaşandık
1. acelelik; 2.şaşkınlık;şaşkandıktan: şaşkınlık yüzünden.
şaşke
f. sabahın geç zamanı; uluu şaşke yahut çoñ şaşke: öğleden biraz evvelki vakit.
şaşkelik
güneş doğduğu dakikadan şeşke (bk.) ye kadar kadar olan zamanda yürütülecek mesafe.
şaşma
sabırsız, aceleci.
şaşmala-
acele etmek,: teleş etmek.
şaştı
: şaştısı ketti: telaş etmek. şaştıñ kelet: insan sıkılıyor, şaşkınlık geliyor.
şaştır-
1. acele ettirmek; 2. şaşırtmak.
şaştıruu
işs. şaş-‘tan.
şaşuu
1. acele etme; 2. şaşalama.
şat
f. sevinmiş, şen, halinden memnun; kapası cok, şat cüröt: tasası yok, memnun geziyor.
şatala
= şatrak.
şatı
1. el merdiveni; 2.havutta, ( deve semerinde enine olan ağaç) ; 3. çiyne (bk.)’nin okları.
şatıbar
balçık, beyaz çamur (!).
şatır
şatır " şutur: çatırtı, patırtı.
şatıra
I: şatıra- şatman kül-: şen bir gülüşle gülmek
şatıra-
II: çatırdamak.
şatıraş-
müş. şatıra, II’den; şatıraşıp külüp ciberişti: kahkaha veşenlikle gülüştüler.
şatırat-
et. şatıra- II’dln; kün şatıratıp caap turat: yağmur oldukça şiddetli yağıyor.
şatman
f. sevinmiş, şadman, şen,: şatıra- şatman, bk. şatıra I.
şatmandık
sevinç, şenlik.
şatrak
sıvık pislik (gait), ishal.
şatrakta-
ishali olmak.
şattan-
sevinmek.
şattandır-
sevindirmek.
şattandıruu
işs. şattandır-‘dan.
şattık
sevinç.
şattuu
sevinçli.
şay
1. pekiyi, muhteşem,: 2.kuvvet; kudret,: şayı boşodu: pek kuvvetten düştü; ölüm halinde; kaçuuğa şayım kelbedi: kaçamadım, kaçmaay kuvvetim yetişmedi; şay mandar şayı: tesisat hazırdır, muntazındır; şayı çok cigit: gevşek, kuvvetsiz, hiçbir işe yaramaayan delikalı; şayma-şay: 1) kuvvetçe denk, kuvvete karşı kuvvet, 2) tam intizam içinde, herşey yerinde; şayı ketip, karğan çal folk.: kuvvetten düşmüş olan ihtiyar; şayımdı caman ketirdi folk..: o, bana büyük bir rahatsızlık getirdi.
şaybır
: şaybır corğo = col corğo (bk. corğo).
şaydoot
1. (göç esnasında) sırtına hafif yükletilmiş olan ve başkalarının önünde giden yük hayvanı; şaydoot küç: tam bir intizam içinde yürüyen göç (kafile); 2. faal, aktif; şaydoot top es.faal zümre, hücum kolu.
şaydootton-
kendine çeki- düzen vermek, gayrete gemek.
şaydoottuk
faaliyt, aktiflik, gayret; şaydoottuk menen: büyük gayretle.
şayı
f. (rusça "kanaus" sözile anlatılan ve yapıln bir nevi kumaş; M.)
şayık
a. şeyh, ruhanî şahsiyet.
şayır
şen ve şatır, neşeli, canlı; şayir bolboy, er bolboyt ats.: şen olmayan yiğit olmaz.
şayırlan-
şen-şatır ve canlı olmak.
şayırlanuu
işs. şayıran-’dan.
şayırlık
şen ve şatırlık, canlılık.
şayke
(r. "şayka") güruh, şebek, çete.
şaykeleñ
muzip, muzur, rahat durmaz.
şaykeleñden-
muziplik etmek, çapkınlık etmek.
şaykeş
f. mütenasip, mütenazır, yoluna konmuş, iyi tsanzim ldilmiş, uygun.
şayla-
seçmek, intihap etmek.
şaylaluu
tam hazır ve muntazam durumda bulunan.
şaylan-
seçilmek, intihap edilmek; konferentsiyağa saylañan delegattar: konferansa seçilmiş olan murahhassar; tört şaylañan azamat: dört seçme yiğit.
şaylanma
seçme, slçilmiş.
şaylanmalık
seçmelik.
şaylanuu
işs. şayan-‘dan.
şaylaş-
hep beraber seçmek.
şaylat-
et. şayla-‘dan.
şayloo
seçimler.: şayloo komissiyası: seçim komisyonu; kayra şayloo: yeniden seçim; calpı, teñ cana tike şayloo: genel, denk ve vasıtasız seçim.
şayluu
her şeyle temin edilmiş ve her şeyi muntazam olan kimse.
şayman
tesisat teçhidat, lavazım, malzeme,: öndürüş şaymandarı: istihsal üretim tesisatı; bodu yahut şaymanı ketti: kuvvetten düştü; kaçuuğa şaymanı kelgen cok: kaçmak elinden gelmedi (kaçamadı.
şaymanda-
1. tesis etmek; 2. süslemek (bezemek, donatmak).
şaymandan-
teçhiz edilmek; silâhlandırılmak.
şaymandat-
et. şaymanda-‘dan.
şaymandoo
tesisat kurma, teçhisat tedarik etmek; süs ve ziynet gereçlerile teçhiz etmeç
şaytan
a. şeytan, cin; şaytan bassın!: cin vursun!; men kagamın şaytanın! folk. ben onun cininikovarım.
şaytanda-
taşkınlık etmek.
şaytandık
şeytanet, kurnazlık, sokulganlık.
şaytanduu
huzuru yahut hareketi başkalarına felâket getiren adam.
şeer
(rad., V). askerî müfreze.
şeetay
çin. şarkî Türkistanda Çin memurlarından biri.
şef
r. önder şef.
şlftik
şeflik.
şek
a. yahut şek-şıba 1.şüphe, şüphelenme; şek cok: şüphe yok, şüphesiz; meniñ şegim senden: senden senden şüphe ediyorum; şek ur-: şüphe etmek; al senden şek şurat: o senden şüphe ediyor; şek urbay cep aldım: şüphelenmeden yedim; şek keltir- yahut şek al-: şüphelenmek; sözünön şek albadı: sözlerinden süphe etmedi; şek al"dır- yahut şek bilgiz-: şüphe uyandırmak; şek aldırbasan süylöyt: şüphe uyandırmaksızın söylüyor,: oşondon şek kılgan cerim bir: bundan şüpheleniyorum; şekşıbasın bilgen kişi barbı!: şüphesi olan kimse varmıdır!; 2. mec. karındaki çocuk (yalnız bu manayla şek denir).
şeker
a. şeker; kum şeker: toz şeker.
şekildi
= şekildüü.
şekildüü
(kendi başına kullanılmaz) gibi, müşabih,: ay şekildüü: 1) ay gibi; 2)mec. dilber.
şekirt
= şakirt.
şeksi-
şüphe etmek,şüphe ile muamele etmek, tereddüt etmek.
şeksiz
şüphesiz.
şekşi-
= şeksi-.
şekten-
şyphelenmek; şüphe etmek.
şektendir-
şüphe uyandırma.
şektenüü
şüphe, şüphelenme.
şektüü
şüpheli (kendisinden şüphe edilwen kimse), meşkûk; şektüü kişi: şüpheli adam.
şen-
= işen-.
şep
= şeftik.
şer
f. 1. tatlı bir içeçek, şerbet; şeker- şerbet: tatlılar; 2. alkollü içkiler.
şerden-
köpürmek (aşırı hiddetlenmek), korkunç, kudurmuş bir şekil almak.
şerdent-
et. şerden-den.
şereñke
= şiriñke.
şerik
a. ortak, şerik.
şerikteş
I, bir şirkette hissedar.
şerikteş-
II, şirket kurarak bireşmek, bir işi ortaklık temeli üzerine yapmak; şerikteşip işte-: şirket halinde iş görmek.
şeriktik
şirket; karız şeriktiği: kredi şirketi; öndürüş şeriktiği: üretim veya istihsal şirketi.
şerine
= şerne.
şermende
f. mahcup edilmiş, rezil olunmuş, hayasız, utanmaz; şermende kıl-: terzil etmek.
şermendeçilik
rezalet kepazelik.
şerne
bir birliktir, ki üveylerindenher biri sıra ile ötekilerine ziyafet çeker (ziyafetin kendisi de şerne tesmiye olunur); üy şerne: bu da aynı şekilde olan bir birliktir, fakat buna iştirak edenlerden her biri eti evine götürür; şerne ce-:şernede yemek.
şert
a.1. = şart I; 2. ant.
şertte-
şart koşmak bir şeyi mecburî kılmak.
şertteş-
sözleşmek, bir şart üzerine mutabık kalmak.
şertteşüü
işs. şertteş-‘ten.
şerttöö
şart koşma.
şerttüü
şarıltı, şarta bağlı oan.
şeyit
a. dn. şehit.
şeyşembi
. f. salı; kara şeyşmbi: betbaht meş’um gün. kara gün
şeyşep
f. yatak çarşafı; şeyşep can ğırt": 1) yatak çarşafını yenilemek; 2) mec. tekrar evlenmek; şeyşebi bekidi: idrarı tutuldu.
şıba
I, a. = şıpa II. II, a. şek sözünün tekidir.
ştıba-
III, sürmek, sıvamak.
şıbağa
hisse, pay (herhangi bir şeyde).
şıbağaluu
hisseli, hisseye malik olan.
şıbak
I, kır pelini (ot). II, sıva; şıbak şıba": sıva yapmak.
şıbakçı
sıvacı.
şıban-
sıvanılmak.
şıbat-
et. şıba-, III’ten.
şıbır
fısıltı, fısıldama, hışıltı; şıbır şıbırcel soğulat: ruzgâr hışıltı yapıyor; kulağıña şıbır aytayın: senin kulağına fısıldayım; kübür-şıbır yahut şıbır- kübür: fısıldaşma, fiskos.
şıbıra-
1. fısıldamak, kulaktan kulağa konuşmak; 2. hışıldamak.
şıbıraş-
1. fısıldamak; 2. hışıldamak.
şıbırat-
et. şıbıra-‘dan.
şırçı
1. fis-kosu seven; 2. es. suflör (tiyatroda).
şıbırğa-
fısıldamak, kısık sesle konuşmak.
şıbırğak
1. hışıldayan,: 2.sepeleyen (yağışlar, başlıca yağmur ve bulgur hakkında) ; şıbırğak öşörgö aylandı: sepeleyen yağmur sağanağa çevirdi.
şıbırğakta-
1. hışıldamak; 2. sepelemek; kün şıbırğaktap caap turat: yağmur sepeliyor.
şıbırğaktat-
et. şıbırğakta-‘dan.
şıbırla-
= şıbıra-.
şıbırlat
= şıbırat-.
şıbırsız
gürültüsüz, hışırtısız, sessizce.
şıbırtta-
hışırdatmak. hışıldamak.
şıbış
fısıltı; şıbış ber-: fısildeyivermek; şırp etken şıbış cok: çıt yok, hiçbir ses- seda yok.
şıboo
ayaktan gelen ter kokusu.
şıdır
şıdıra-, doğruca; sağa-sola sapmadan; engelsz ve duraklamadan; şıdır ele ötüp kettim: engelsiz geçip gittim; şıdır oku-: duraklamak" sızın okuma; şıdır col: doğru ve düz yol; kele sala şıdır kirip ketüügö batalbadı: gelince hemen hemen girmiye cesaret edemedi; burulbay şıdıra keldim: hiçbir yere sapmadan ve duraklamadan geldim.
şırğay
: kara şırğay, sarı şığay: turp kömürü nevileri.
şığır
a. 1. şiir; 2.harp seferi şarkısı.
şık
I, 1. talih, saadet, muvaffakiyet; 2.teyamül; 3.istidat. kabiliyet; eldin satı aluuçuluk şığı: halkın satınalma kabiliyeti. II: şık-şık: öküzü. ineği, buzağıyı keskin için kullanılan nida.
şıka-
sıkıştırmak, sım-sıkı tıkmak; tamakka şıka: tıka-basa yemek; köp şıkabasañçı, cegençe ceyt: fazla zorlama, yiyebildiği kadar yesin; şıkay toldu: ağzına kadar doldu; tepeleme doldu; aşuuğa şıkay (yahut şıkap) barıp konduk: tam geçidin üzerine varıp geceledik.
şıkaala-
gizlice bakmak, kenardan bakmak, göz koymak, hedef edinmek.
şıkaalat-
et. şıkaala-‘dan.
şıkaaloo
gizlice bakmak, göz ucile bakmak.
şıkal-
şıkışmak. sım-sıkı doldurulmak; el üygö şıkalıp kaldı: halk eve tepeleme doldu.
şıkıbal
1. itibar. hürmet; 2.saadet, talih.
şıkıbalduu
1.nüfuzlu. muteber, muhterem; 2.mes’ut.
şıkılduu
gibi.
şıkılıkta-
kıs-kıs gülmek ( kızlar hakkında).
şıkıra-
tepeleme dolu olmak, pek çok olmak.
şıkıray-
argın- yorgun, cansız ve meraksız bir bakışla bakmak.
şıkıt
sol elle tutulan aşık; şıkıtım köönümçö: "tördön tamay" oymarken söylenilen bir cümle (bk. tör); şıkıt bolo albayt: (başkasınınkinden) hayır çıkmaz.
şıkoo
: anı bay manaptadın şıkoo boyunça kılğan: bunu bayların ve manapların baskısı altında yapmıştır.
şıkşıloor
şakak kemiğinin kualğa yakın kısmı.
şıktan-
heyecana gelmek, canlanmak.
şıktandır-
heyecana getirmek. canlandırmak.
şıktandırıl-
heyecana getirilmek; canlandırılmak.
şıktandıruu
işs. şıktandır-‘dan.
şıktandıruuçu
ilham verici, canlandırıcı.
şıktanuu
heyecana gelme, canlanma.
şıktuu
1.yatgın hevesli; 2.kabiliyetli.
şıktuuluk
1. yatkınlık, teyamül; 2.istidat, kabiliyet.
şıldıñ
: şaka, alay; şıldıñ bol-: alaya duçar olamak, maskara olamak; şıldıñ kıl = şıldıñda.
şıldıñçıl
şakacı ,alaycı.
şıldıñda-
alaya almak.
şıldıñdaş-
müş. şıldıñda’-dan.
şıldıñdoo
alay etme, eğlenme.
şıldıñkor
k-f. alaycı, şakacı güldürücü şeyler söyliyen
şıldıñkorok
= şıldıñkor.
şıldır
1. şarıldama, hışıldama şarıldayan, hışıldayan; şıldır-şıldır: şarıl-şarıl; şıldır içeği: midenin hazmetmeyişi; şıldır sorpo: al. yavan çorba; 2. kad. demirci.
şıldıra-
şarıldamak, hışıldamak, hışırdamak;: arıktağı suu şıldırayt: arktaki su şarıldıyor.
şıldırak
çıngırak.
şıldırama
1. şarıldayan, hışıldayan; 2.komuz’la çalınan bir melodinin adıdır (bk. komuz).
şıldırat-
et. şıldıra-‘dan.
şıldırkan
tütün kutusunun alt kısmındaki bir küçük halkadır, ki aly tıpayı açmaya yarar.
şılğan-
çeşitlere ayrılmış, seçilmiş; tefrik, tetkik edilmiş olmak.
şılı-
1. yüzmek, soymak, kemiklerden eti ayırmak,: 2. çaprazlamasına kesmek.
şılın-
müş. şılı"’dan; eki iyni şılıñanday salıñkı emes, ança da dığdayıp kötürülüp turbay: omuzları iğıi değil. ancak o kadar kalkık da değildir.
şılk
oynayan, sallanan.: sılk etip tüştü: beklenilmeksizin ve hızlıca düştü; şılk etme tar. bir silahın adı.
şılkılda-
1. aynamak, sallanmak (diyelnm, iyi çakılmamış olan at na’lı hakkında); uzun şıkıldagan kerebet: uzun, gevşemiş karyola; 2.gevşemek, sölpümek.: şılkıldap uykusu kelip olturat: fena halde uykusu gelmiş oturuyor.
şılkıldak
boşamış, gevşemiş; sabı şılkıldak mokok kerki: sapı oynanayan kör keser.
şılkıldat-
et. şılkılda"’dan.
şılkıy-
gayet gevşemiş bir durumda bulunmak: cesaretini kaybetmek; şılkayıp cat-: serilerek yatmak.
şılp
:şılp et": bütün ağırlığile düşmek; ıslak bir yere, su birikintisine basmak.
şılpılda-
“şıl-şılp” gibi bir ses çıkarmak (diyelim, çizme içine geçen su hakkında).
şılpıldak
şılp"şılp gibi bir ses çıkaran.
şılta-
bahane bulmak, baştan savmaya çalışmak,: başıña şıltaba!: başağrısını bahane etme!
şıltaş-
müş. şılta-‘dan.
şıltoo
bahane, sebep,vesile, taallül (yalandan bahanelerle bir işten kaçınma); şıltoosu menen: bahanesiyle.
şıltoolo-
bahaneler bulmak ve taallül etmek; birbirine şıltoolop catışat: (kabahatı, işi) birbirine yükletiyorlar.
şıltoosuz
taallül etmeden, savsalamadan.
şıluun
. 1. çevik atik (başlıca, hayvan gövdesini çabucak parçalayan kimse hakkında; 2. başkalarının sırtından geçinen.
şım
pantolon, şalvar.
şimal
a. srk. şimal, kuzey.
şımalan-
1. kolları sıvamak; 2. mec. ciddiyetle, azimle girişmek; şımalana katış: faal bir surette iştirak etmek.
şamalant-
et. şamalan-, dan.
şımalanuu
işs. şamalan-‘dan.
şıman-
= şımalan-.
şımant-
= şımalant-.
şımdakçan-
gömleğinin eteği pantalona sokulmuş olduğu halde.
şımdan-
gömleği pantalona sokmak.
şınaa
kama (takoz).
şınaala-
kama çakmak.
şınaalat-
et.sınaala-‘dan.
şınaalo
işs. şınaala-‘dan.
şınaarda-
= şınaarla-.
şınaarla-
1. yanaşmak, peşini bırakmadan takip etmek; 2.sokulmak.
şıñır
: şıñğır et-: çınlamak; madenî ses çıkarmak, tınlamak.
şıñk
: şıñk-şınk kül-: kahkaha ile gülmek.
şıñkıldaş-
müş. şıñkılda-‘dan.
şıñkıy-
ince, endamlı, yiğit tavırlı olmak; şınökıyğan ciğit: yiğit tavırlı delikanlı (ince ve zayıf olmak şartiyle).
şıp
çeviklikle,: hızlıca; kolun şıp etip tartıp aldı: elini çabucak çekip aldı; şıp koyup çığıp ketti: derhal çıktı-gitti; kelgender attarınan şıp-şıp tüşö kalıştı: gelenler çabıçak atlarından indiler.
şıpa
1 = şıp; ordunanşıp turdu: yerindren sıçrayıp kalktı. II, a. şifa; şıpa tap-: şifa bulmak; hastalıktan iyi olmak.
şıpılda-
1. ıslık sesi çıkarmak (diyelim, siddetli havada oynatılan çubuk hakkında); 2. hızlıca ve çevik hareket etmek, sür’atle hareket etmek iş görmek; şıpıldap uç-: hızlı uçmak; şıpıldap bas-: ayaklarını sürükliyerek basmak; sıpıldap süylö-: homurdanarak söylemek.
şıpıldak
hamarat, titiz.
şıpıldat-
et. şıpılda-‘dan; şıpıldatıp saba-: şiddetle dövmek (diyelim, yaş çubuklarla).
şıpınış-
müş. şıpışın-‘dan.
şıpır
I, yalancı.
şıpır-
II, 1. süpürmek, küremek, temizlemek, oğmak; 2.kabuğunu soymak; eyer şıpırıp taşta- (at üzerinden) eğerini almak.
şıpırğı
yapraklı dallardan yapılan süpürge.
şıpırğıç
süpürücü.
şıpırğıla-
süpürüp çıkarmak.
şıpırıl-
1. süpürülmek, temizlenmek; 2.kabuğu soyulmak, yüzülmek,: 3.şıpırılğan: çaresâz, kurnaz; sokulgan, girgin.
şıpırındı
süprüntü, çörçöp.
şıpırt-
et. şıpır-‘dan; atımdın başınan cügönün şpırtıp ciberdim: atımın başından oyanını çaldırdım; kalıptı şıpırt-: yalan söylemek, masal anlatmak, olmadık şeyler söylemek.
şıpıruu
süpürme.
şıpka-
1. dibine kadar içmek; 2. şıpkayı: dibine kadar, tas-tamam; şıpkay baarın kıramın folk.: hiç birini bırakmadan yok edeceğim.
şıpşın-
dudaklarını şapırdatmak ( sık-sık hayret,memnuniyetsizlik beğenmeme teessüf alâmetli olmak üzere
şıptay
sıkışmış (dar giyim içinde).
şır
: şır ayda-: çabuk ve doğruca sürmek.
şıraalçın
aremisiadracunculus denilen pelin.
şıralğa
avcının avladığı şeylerden veıdiği hediye; şıralğa, baatır!: av ola, babayiğit! (avdan dönmekte olana verilen selâmdır ve aynı zamanda hediyeye de telmih vardır.)
şırañkana
. f. bir şey satanın tarafından verilen hediye, bahşiş.
şırbık
cılız, sıska.
şırbıñda-
hareketlerile kuru, zayıf adamı andırmak.
şırbıy-
kuru ve arık bir görünüşte bulunmak.
şırda-
bir kenarı diğer bir kenarla birleştirerek nakış yapmak.
şırdak
“tekimat” denilen ve nakışlarla bezenmiş olan keçe.
şıdamal
= şırdak.
şırğalañ
buzla karıştırılan mayi (bu mayiin kendisi de donmaya başladığı zaman); şırğalañ suu: buzlu su.
şırğıy
budaksız, ince ve taze çam; ince, uzun ve kuru küknar.
şırı-
teyellemek, katlayıp dikmek.
şırık
= şırğıy.
şırıkta-
I, şakırdamak. II1.tütsülemek (sahte tabib tedavi usüllerinden),: 2. mec. burnunu kırmak, kibirini gidermek.
şırıl-
pas.şırı-‘dan.
şırılda
çatırdamak, hışırdamak, şarıldamak.
şırıldañ
at çobanlarının şarkısı.
şırp
: şırp etken can cok cok: hiçbir hayat eseri yok; şırp etken tobuş cok: tam bir sükûn, çıt yok.
şırpıda-
1. “şırp-şırp” gibi bir ses çıkarmak (su hakkında) .:2.hışırdamak (sık ot hakkında).
şırt
. hışırdamayı taklittir; şırt etken şıbış cok: çıt yok.
şırtılda-
hışırdamak; şırtıldap ötüp ketti: hızla geçip gitti.
şırtıldat-
et. şırtılda-‘dan.
şıruu
işs. şırı-‘dan.
şıtır
kıtırtı, hışıltı.
şıtıra-
kıtırdamak, hışıldamak.
şıtırat-
et. şıtıra-‘dan.
şıybılçak
1. çift tırnaklı hayvanlar ayağının bakay (bk.) ile arasındaki kısmı; 2.çift hayvan tırnağının teki.
şıyğar-
kendisine tevdi edilen bir işi başkasına tevdi eylemek: bu işti sağa şıyğardık: (bize tevdi edilmiş olan) işi biz sana devrettik.
şıyk
şekil kıyafet, görünüş (yalnız menfi anlamda) ; şıykı ketip kalıptır: insan kılığı kalmamış; 16-ncı cılı zamandın şıykı caman bolğon: 1916 senesinde zamanlar çok ağır olmuştu; şıykı buzuk: 1) kurnaz, kalleş 2) bir fenalık düşünüyor.
şıykı
= şıykı; şıykısı kaçıp kalıptır,: çehresi fenadır.
şıykır
= sıykır.
şıykurduu
= sıykırduu.
şıykırlık
menftuniyet; sihre çarpma; şıykırlıktın kayırmağına ilingendey : “sihir oltasına takılmış gibi”: sihirlenmiş, büyülenmiş gibi.
şıymılçak
= şıbılçak.
şıypalakta-
kuyruk sallamak.
şıypalañtat-
et. şıypalakta –‘ dan; kuyruk sallamak.
şıypalañda-
= şıypalakta-.
şıypalañdat-
= şıpalaktat-.
şıypan-
kuyruğunu sallamak (sinekleri kovan at hakkında); kuyruğun şıypanıp: kuyruğunu sallayıp.
şıypançaak
sık-sık kuyruğunu sallayan.
şıypañ
böcekleri kovmak için at kuyruğundan yapılan yelpaze.
şıypant-
et. şıypan-‘dan; kuyruğun şıypantıp: kuyruğunu sallayarak.
şıypır
= sıypır.
şıypırla
= sıypırla-.
şıyrak
1. baldır, baldırın çift kemiklerinin büyüğü (tibia) ; mıltıktın şıyrağı: tüfek desteği, sehpası; 2. es. gûya koyunları kurtlardan koruyan ve duman deliğine takılan muska.
şıyraktuu
(tüfek hakkında): sehpalı, desteğe konmuş olan.
şibege
bız (kunduracı aleti); buka şibege: bir çeşit bız.
şibeñde-
1. çevik ve canlı olmak (hayvanlar hakkında; 2. sokulgan olmak (insan hakkında).
şiber
1. herhangi bir yüksek, sık ot; 2.delice buğday.
şibiş
= şvits.
şiktir
sokak kadını, hafif meşrep ka- dın.
şilbi
hanımeli (loniceral).
şile-
yerinde oynatmak, küremek; tebeteydi çekeğe şilep koyup: kal- pağı alnına indirerek; arcakka şi- lep taştaçı: (bütün bunları) bir parça ileriye at!; akçanı şilep ele alıp atat: parayı adeta kürekle alı- yor çok kazanıyor); karağa-şilep: sövüp sayarak
şileen
arifane uısuliyle yapılan ziya- feterden bir çeşididir, şölen; şile. en ce-: bu gibi bir ziyafette ikram edilmek yahut ona iştirak etmek.
şilekey
salya; şilekey çuurult: salya akıtmak; şilekey alış-: ebedî dostluk hakkında anlaşmak (harfiyen.: salya mübadele etmek); uy şilekey: deniz üzümü ağacı, ephedra vulgaris.
şilekeyle-
tükürüklemek, tükürük sürmek.
şilekeylet-
et. şikeyle-, den.
şilemey
= şilekey.
şilmeyle
. = şilekeyle-.
şilen-
şile-'den; şilenip berildi: büyük miktarda verildi.
silendi
rüzgârın tesiriyle peyda olan toprak yığını, suların getirdiği top. rak yığını, sulann getirdiği toprak birikintisi.
şili
boyun damarı; ayıldnığ silisinde: köyün ötesinde; şilinde arı koy-: enselemek suretiyle koğmak.
silige
r. paldım (koşuma ait).
şilte-
1. sallamak, baş sallamak; ka- lam şilte-: kalem sallamak çabuk yazmak); but şilte-: ağır yürümek, ayaklarını sürüklemek; kılıç şilte: kılıç sallamak, kılıçla vurmak, kılıç çamak; 2. hafiyelik, iftira ve müzevirlik etmek, jurnal etmek.
şiltel-
mut. şilte-'den.
şilteme
: şilteme çak gram.: işaret zamiri.
şilti
: kök şilti bk. kök II 2, şiltisin tügöt- yahut şiltisin kurut-: canına okumak; şiltimdi kuruttu yahut şiltimdi tügöttü: canıma okudu.
şiltöö
işs. şilte-'den.
şimek
1. sübek (beşikte yatan çocuğun bacakları arasına konulan ve idrar akmasına yarayan küçük boru) ; 2. üst değirmen taşını çeviren zıvanaya değirmen çarkını bağla- yan mil; eldeğirmenin üst taşını döndüren zıvana.
şimeñden-
= şibeñde.'den.
Şimin-
emmek; kan şimingen: kan içen (hunhar).
şimir
I: şimir kuuray bk. şimüür.
şimir-
II. nefes almadan içmek,, bir ayak kıraızdı tmbastan şimirip iydi: bir çanak kımızı nefes almadan içiverdi.
şimiril-
pas. şimir- II'den, şaaktarı şimirilgen: yanakları çökmüş.
şimirt-
et. şimir. II'den.
şimirüü
işs. şimir- II'den.
şimşi-
koklamak (köpek hakkında); koklayıp izini bulmak.
şimşile
. = şimşi-,
simşit-
et. şimşi-'den.
şimüür
yahut şimir kuuray: strumaria veya leontodon autumnalis denilen bitki.
şinel
r. kaput (asker kaputu).
şipte-
gizlice sıvışmak.
şire
If. 1. şurup, çorbanın üstüne çıkan yağ tabakası, tatlı usare, şekerlilik, 2. tat, çeşni. . II. 1. kaynamak (demir ve çelik hakkında): 2. dolmak (diyelim, çukurların tipi zamanında karla dolması gibi); butuma tiken ek şi-rep (yahut şirelip) kaldı: bacağıma, birçok diken battı; koydun cünü-nö kum şirep kaldı: koyun yününe pek çok kum dolmuş.
şirel-
pas. şire.. ıı'den; kegi cürögü-no şirele herdi: -kini kalbinde birikti; daha ör. bk. şire ıı.
şirelüü
tadı hoş lezzetli; kebiñ tattı folk.: sözün hoş ve tatlı.
şirendi
1. rüzgârın etkisiyle yığılmış ve sertleşmiş olan kar; 2. maden boku (cüruf).
şireñke
r kibrit; şireñke tart-: kibrit çakmak.
şireş-
1. yapışmak, bitişmek; 2. kay- naşmak (maden hakkında).
şiret-
et. şire- ıı'den; temir şiret-: kaynatmak (demiri, madeni).
şirge
1. tayın suratına giydirilen ve onun meme emmesine mani olan burunsalık; 2. tırpanın sırtı (k.ik.)
şirgelüü
1. burunsalıklı (tay hakkında) 2. sırtlı (tırpan hakkında).
şiri
sepilenmemiş ve tütsülenmiş o-lan sığır derişidir ki kap-kacak (başlıca saba) yapmak için kullanılır, (bk. saba); şiri idiş: tüsülenmiş olan deriden yapı-an kap, deri kap; şiridey kara: zift gibi siyah.
şiirin
f. tatlı; şirin söz: hoş tatlı söz.
şiröö
1. işs. şire- II 'den; 2. maden to-tozu; altın menen kümüştün şiröö. sünön bütköndöy folk.: altınla gümüş tozundan yaradılmış gibi.
şiş
1. ocağın tör (bk.) e bakan tarafında çakılmış kazıklardır, ki bunlar üzerinde sergileri, giyimleri v.s. ateşe düşmekten koruyan değnek bulunur; 2. sivri uçlu herhangi bir şey; 3. arabanın dingil çivisi; şiş. tin uçuna çığardıñar anı: siz onu büsbütün hırpaladınız; şiş kebek: şiş kebabı; canı şiştin uçunda ele: hayatı tehlikede idi; şişi tolğon: "şişi dolmuş" (birçok fenalıklar yapan ve cezadan yakayı kurtaramıyacak olan adam hakkında böyle söylerler); daha ör. bk. say VII.
şişek
ikinci yaşına basan idiş edilmiş koç.
şişi-
şişmek.
şişik
şiş, yumru; şişik basıp kalıptır: şiş kaplamış.
şişit-
et. şişi-'den.
şiştik
sivri uçlu çıkıntı, arpacık (tüfekte, tabancada).
şlapa
r. şapka.
şlem
r. miğfer.
şodoıığdo-
boyu uzun olarak ve sivrilip duran şekilde gözükmek.
şodoñdoo
işs. şodoñdo.'dan.
şodoñdot-
et. şodoñdo-'dan.
şodoy-
1. çıplaklaşmak; 2. tek basına sivrilip çıkık durmak.
şofer
r. şoför.
sok
f. şuh, muzip.
şokton-
şuhluk etmek, muziplik eylemek.
şoktuk
şuhluk, muziplik.
şoktuu
= şok.
şol
= oşo.
şolobay
polobay sözünün tekidir.
şolokto-
hıçkırmak; şoloktop ıyla-: hıçkırıklarla ağlamak.
şoloktoo
hıçkırma.
şoloktot-
et. şolokto-'dan.
şolpu
(daha doğrusu çolpu); kızların saç örgüsüne takılan zinetler.
şoñşoğay
(sivri ucile) çıkık duran.
şoñşoy-
yukanya doğru sivrilip durmak, sivri ueile sivrilip çıkık dur., mak; krrğızdın şoñşoyğon boz üy-lörü: kırgızın sivri tepeli boz keçe evleri; şoñşoyup dağı bir eki boz uy köründü: daha bir-iki sivrilip duran boz uy gözüktü; uluğan it-tey şoñşoyup folk.: uluyan köpeğin göğdesi gibi sivrilip duruyor.
şontip
= oşontüp.
şoodura-
(rad.) 1. şıngırdamak; 2. mağrur bir tavırla gezinmek.
şookum
f. 1. gürültü; özöndüñ şoo- kumıu, karağay, kaymğdm şuudu-ru: nehrin «gürültüsü, çamların, huş ağaçlarının hışırtısı; 2. haber, salık; 3, alâmet.
şookumda
., gürültü yapmak.
şookumdat-
gurultuyu mucip olmak.
şookumsuz
gürültüsüz, sessiz.
şoola
a. şu'le; kündüñ şoolası: güneşin şulesi, şuaı; şoolası çok mec.: kabiliyetsiz. II, f. etli pirinç lapası, aydınlanmak.
şoolalan-
aydınlanmak.
şoolldo
. = şuulda.
şoona
deve yününden kaim iplik.
şooşak
1. bir sert -bataklık otunun adı; 2. parmak; on şooşağı: on parmağı; 3. pençe, el.
şoot
., 1. sözü başka bir konuya çevirmek, başka tarafa çekmek; oyuña şoot: şakaya çevirmek; 2. baha. ne bulmak; 3. azarlamak; iğneli imalarda bulunmak.
sootuu
1. başka bir yana, başka bir konuya çevirmk; 2. tevbih, sitem, serzeniş.
şopoy
. = şodoy-.
şopur
= şofer.
şor
I, tuzlak yer, çorak; mec. felâket; körböğönü kör boldu, içpege-ni sor boldu folk.: her türlü felâket ve mihnetlere katlandı (harfiyen görmediği yalnız kabir oldu, yemediği yalnız çorak oldu); sor mañday: talihsiz, betbaht; soru kattı: felâket çarptı; soru arılbağan: kaygılar ve mahrumiyetler yükü altında foukınan; kör kılıp, sor kılıp: her türlü çarelere usullere baş vurarak; sorumdu kaynatpa!; rahatımı kaçırma, beni kızdırma!; şorduñ soru usul!: asıl felâketin büyüğü budur! II: şor-şor uurta: (bir mayii) ağzı şapırdatarak içmek.
şordo
., tuzlak yeri yalamak (hayvan hakkında).
şordon-
: felâkete, kazaya çarpmak.
şordot
: al-abalın şordottuu: onoan felâketine sebep oldu.
şorduu
betbaht, talihsiz.
şorğolo-
sicim gibi akmak.
şorğoloo
sicim gibi akma.
şorgolot-
et. şorgolo-'dan.
şorgolotım
işs. şorgolot-'tan.
şorkura-
ağzını şapırdatmak.
şorkurat-
et. şorkura-,dan; şorkuratıp iç-: şapırdatarak içmek.
şoro
gözdeki sıvık irin (gözyaşile ka-rışık olan irin); şoro köz: 1) irin yapan göz; 2) gözleri irinli olan kimse.
şorolon-
irin yapmak (gözler hakkında) ; yaş akmak; şorolonup ıy-layt: acı-acı ağlıyor.
şorolont-
It. şorolon-'dan; közün şo- rolontup lylayt: acı-acı ağlıyor.
şoarolonuu
işs. şorolon-'dan.
şorpulda-
şapırdatmak (içen deve hakkında).
şorulda-
şarıl şarıl dökülmek. şoruldat-, çır-çır gibi bir ses çıkarmak (diyelim, inek sağarken); şoruldatıp saa-: gerdele düşen sütün ses çıkaracağı şekilde sağmak; şoruldatıp iç-: ağzını şapırdatarak içmek.
şoruldoo
şarıltı, çağlama.
şosse
r. şose.
şovinisçil
= şovinist.
şovinisçilik
= şovinizm.
şovinist
r. şoven (yurtseverlikte mubalağa ve aşırı taassup gösteren kimse).
şovinizm
r. şovinizm.
şoykon
muziplik; bir soy kondu baştağam turat: bir rezalet çıkarmaya hazırlanıyor.
şoykonduu
muzip, belâlı takılgan; oozu şoykonduu! diline hâkim olmayan (konuşmasile bir tatsızlık çıkmasına sebep olabilecek kimse).
şoypokto
. = şoypolokto-.
şoypolokto-
1. yaltaklanmak, yaranmaya çalışarak telâş etmek; 2. hile yapmak.
şökölö
es. kadınlara mahsus, mahrutî şekilde olan ve başa giyilecek şey.
şölbürö-
sarkmak (diyelim, arık adamin üstündeki bol giyim).
şölpöy-
sürüklenmek (uzun elbise. hakkında).
şölpöyt-
et. şölpöy-'den; eteğin şölpöytüp: eteklerini sürükliyerek.
şölpüy-
= şölpöy-.
şöököt
a.: şaan şöököt: debdebe, ih-
tişam
(şan ve şevket).
şöököttö-
yahut şaan- şöököt1%: tezyin etmek; muhteşem bir kılık vermek.
şpion
r. casus.
şpionaj
r. casusluk.
şpiyan
= şpion.
şpor
r. mahmuz.
ştab
r. kurmay, karargâh.
ştamp
r. ıstampa, damga.
ştarap
= ştaraf.
ştat
r. memurlar kadrosu.
ştempel
r. damga, mühür.
ştik
r. süngü.
ştrap
r. para cezası; ştraf tart-: para cezasına çarpmak, para cezası ödemek.
şturma
r. hücum.
şturmaçı
hücum müfrezesi mensubu.
şu
= şuu I
şuduñda
. = şodoñdo-.
şuduñdat-
= şodoñdot-.
şuk
(Rad.) koyu, sık.
şukşurul-
kanatlarını kısarak aşağıya doğru atılmak (nitekim avına şiddetle atılan yırtıcı kuş böyle ya- pıyor.)
şum
kurnaz, hilekâr.
şumbul
çin. (Destanda) çin idarî memurlarından biri.
şumduk
1. kurnazlık, dolandırıcılık hayasızlık; 2. olmadık şeyler, masal; bir künü şumduk ukpasa, kulak dülöy bolot ats.: kulak bir gün yeni haber duymazsa, sağırlaşır.
şumduktuu
heyecan uyandırıcı san- sasyonel, ihtimali olmayan, hayret verici: şumduktuu sözdü aytpa!: masal anlatma!
şümğuya
orobanchaceae fasilesinden bir bitki, süpürge otu.
şumkar
sungur (kuş); küygkö şunu kar: türkistan sungurdu.
şumpay-
alçak namussuz, açıkgöz,, dalavereci,
şumuray
= şum.
şuñkuy-
= sivrilip durmak.
şuñşuğuy
= şoñşogoy; şuñşuğuy tebetey: sivri tepeli kalpak.
şuñşuy
= şoñşoy.
şurak
şarak sözünün tekidir.
şurkut
1. = şurkuya; 2. muzip, küstah.
şurkuttuk
= şurkuyalık.
şurkuya
es. hafif .meşrep kadın.
şurkuyalık
es. hafif meşreplik (kadın hakkında).
şurt
şarta sözünün tekidir.
şuru
mercan, mercan gerdanlık.
şurulda-
şarıldamak.
şuruldat
., et. şurulda-'dan.
şuştuy
kama veya diğer bir sivri uçlu nesne seklinde bulunmak; şuştuygan sakal: kama seklindeki sakal.
şuştuyt-
et. şuştuy.'dan.
şuttuu
r. şakacı, neşeli, keyfli kimse-
şutur
şatır sözünün tekidir.
şuu
I: cip.şuu yahut cip-suular: her-nevi iplikler-ipler. II. fısıltıyı, burundan sık-sık nefes alırken çıkan sesi taklittir; murdiun şuu-şuu tartıp kaldı: burnundan sık-sık nefes aldı; kempir katun şuu üşkürüp ciberdi: koca. karı şiddetle ve yüksek sesle nefes alıverdi; cürögüm şuu etti (yahut şuu dey tuştu): (korkudan) yüreğim burkuldu, fena halde korktum.
şuudur
1. hışırtı, hışıltı (ör. gk. sookum); 2. mırıltı.
şuudura
., hışırdamak.
şuudurak
hışıldayan, hışırdayan.
şuudurat-
et. şuudura-'dan.
şuudurla
. = şuudura-.
şuudurlat-
et. şuudurla-'dan.
şuulda
., hışıltı yapmak (rüzgâr ve ağaçlar hakkında); hışırdamak; terekter şuuldayt: kavaklar hışıldıyor; şuuldap uç.: hışıltı ile uçmak; cürögüm suuldadı: (korkudan) kalbim durdu; fena halde korktum.
şuuldat-
. gürültüyü, hışırtıyı mucip olmak.
şuuldatış-
muş. şuuldat-'tan.
şuuldoo
gürültü (rüzgârın), hışıltı.
şuumıya
= şumguya.
şüdüñdö-
. uf ak-uf ak-adımlar atarak hızlı yürümek (başlıca, öküz, inek hakkında).
şüdüñdöt-
et. şüdüñdö-'den; oopa-zm şüdüñdötüp cügürtüp: öküzünü dört nala koşturarak.
şüdüñgüt
çabuk yürüyen, hızlı giden (öküz hakkında).
şügür
— şükür.
şügürdük
= şükürçülük.
şügürlük
= şükürçülük.
şük
1. sözsüzlük, sessizlik; şük otur!: rahat otur !; 2. ebediyen; nihaî olarak.
şüküldüü
— şekildüü.
şükür
. a. şükür; kuday.-ğa şükür: allaha şükür.
şükürçülük
şükretme; şükürçülük keltir- (Allaha) şükretmek.
şümşük
= şumpay.
şiimüröy-
büzülmek, somurtmak, surat asmak; kunu kaçıp, sümüröyö kaldım benzi atarak somurttu.
şümüröyt-
. et. sümüröy.'den.
şümüröyüü
işs. şümüröy-'den.
şüttüü
atılgan, gayretli, enerjik.
şüüdrüm
. süüdrüm. f. çiğ.
şüüşün
1. gereği gibi kızartılmamış, haşlanmamış olan etteki kan; 2. kad. kan.
şüy-
örmek, düğümleyip bağlamak (saçı, kuyruğu); attın kâkülün şüy, (koşu için) atın perçemini örerek bağlamak; attın kuyruğun şüy-: atın kuyruğunun (yukarı kısmını) bağlamak.
şüyül-
pas, şüy-'den; çal kuyruğu şüyülgen: yelesi, kuyruğu demet şeklinde bağlanmış.
şüyülüü
demet şeklinde bağlanmış (yele kuyruk perçem hakkında).
şvits
r. isviçre cinsi inek.