Kırgız Türkçesi Sözlüğü
laa= ılaa.laacı= ılacı.laanat= naalat.laboratoriyar. labaratuvar.lagerr. kamp, karargâh.lakılda-: lakıldağan köp asker: hesapsız çok asker; el lakıldap bazarğa toldu: hesapsız çok halk pazara doldu.lakıy-uzun boylu, şişman, tıknaz ve sağlam olmak (insan hakkında).lam= ılam.lampar. lamba.lap: lap-lap bas-: ağır ve lap diye basmak.lapay= ılbbay.lapılda-: ot lapıldap küyöt: ateş alev-alev yanıyor; lapıldağan calın: parlayan alev; kar lapıldap caap turat: lapa-lapa kar yağıyor.lapıldat-et. lapılda-`dan; topurakka izin kaltırıp lapıldata basıp: toprak üzerinde pat-pat basarak ve iz bırakarak.lapşı-= döörü; oozuna kelgendi lapşıy beret: aklına ne gelirse onu söylüyor.lastikr. lastik.laşkerf. asker (leşker).latınça1. lâtince; 2. lâtin alfabesi; lâtinleştirilmiş kırgız alfabesi.latindeş-lâtinleşmek: lâtindeşken tamğa: lâtinleştirilmiş alfabe.latindeştir-lâtinleştirmek.latinleştirüülâtinleştirme.layık= ılayık.lebiza. kelime, lâfız, tabir.lergen= ilegen.lekbk. elek ıı.lekilde-acele koşmak.lekildet-et. lekilde-`den.leklek= ilegilek.lektorr. (lecteur) yüksek mektepte ders veren, konferansçı.lektsiyar. ders, konferans.leninçillenin taraftarı: leninci.leninçildik= leninizm.leninizmlenincilik.lep= ilep.lepay= ılabbay.lepilde-alevlenmek; örttöy lepildeyt: 1) yangın gibi alevleniyor; 2) mec. göz kamaştırıcı, muhteşem.leytanantr. (lieutenant) teğmen ve kımıldamaz oldu.lıkdolu; lık toldu: ağzına kadar doldu; 2. lık toktodu: şıp diye durdu ve kımıldamaz oldu.lıkılda-dolu olmak, mezbul olmak, kaynaşmak, dolup-taşmak; lıkıldağan köp el: pek çok halk; kaynaşıyor.lıp: lıp-lıp: damlamayı taklittir; lıp kirip keldi: minip aldı: hemen ata biniverdi.lıpılda-çabuk hareket etmek; alabildiğine koşmak.lıpıldat-et. lıpılda-`dan; lıpıldata bastır-: hızlı gitmek.liberal. r. liberalizm mensûbü.liberaldık1. = liberalizm; 2. liberalizm, hürriyetsever.liberalizm. r. hürriyetseverlik; çirlk liberalizm: çürük liberalizm.librettor. libretto.ligar. cemiyet; uluttar ligası: milletler cemiyeti.limonr. limon.lingvistr. lisaniyatçı, dil bilgini.lingvistikar. dilbilim, lisaniyat, lengüistik.lirar. lir (meşhur musiki âleti)lirikr. hissî, lirik şiirler yazan.lirika. hissî, lirik şiirler.litrr. litre.logikar. mantık.lojar. loca.lokautr. (ingilizce lock-out: patronun işçileri işsiz bırakması, M.).lokşu-mide bulantısı hissetme.lokşut-et. lokşu-`dan.lokulda-= löküldö-.lokuy-= lakıy-.looka. dn. levhimahfûz.lotereya. r. piyango.lozungr. şiar, devise, parola.lökı. tek hörgüçlü erkek deve. ıı, bk. elek ıı.löküldö-sövüp-sayarak üzerine atılmak (şişman adam hakkında).löküldöt-et. löküldö-`den.lölüf. eş. kıpti, çingene.lukulda-zonklamak (ağrı hakkında); caram lukuldap turat: yaram zonklıyor.lukuldat-et. lukulda-`dan.lüpüldö-: cörük lüpüldöp soğuk turat: kalp çarpıntı yapıyor.lüpüldöt-et. lüpüldö-`den.maabk. men ı.maakul= makul.maala. vakit, ân; tüşkö maal: öğleye doğru; tañğa maal: tana doğru, şafağa yakın.maalaa. 1. mahalle (şehrin, kasabanın bir kısmı); 2. (çin kırgızlarında) meskûn mahal.maalıma. malûm; attın sırı eesine maalım. kızdın sırı törkününö maalım ats. atın sırrı sahibine belli, kızın sırrı ise, hısım-akrabasına.maalımata. malûmat, bilgi.maalımda-bildirmek, malûm kılmak, haber vermek, ilân etmek.maalim= maalım.maalkat-azamet satmak, nazlanmak; maalktıp turğan cok: nazlanmadı: yalvarmaya meydan bırakmadı; maalkatpay ele cürsöñçü: direnmeyi bırak, da gidelim.maalkatuuişs. maalkat-`tan.maalumat= maalımat.maanaı = maani. ıı, f. siper, himaye, sığnak; baş maana kılıp turğan üyüm mec.: meskenim; manaası cok saydan bez! ats.: korunacak yeri bulunmıyan dereden sakın! ııı, = maanay.maanalı-sığnak, hail, himaye aramak, sğınmak; taldı maanalap: söğüt altına sığınarak; atasın maanalap keldim: babasına iltica etmek için geldim.maanalaşmüradif, sinonim.maanay: maanayım bas boldu: 1) hevesim söndü; 2) vaziyetim sarsıldı; maanayı cazıp: gevşek, sölpük (insan hakkında).maanekhimaye.maanekteş-geçinmek, ittifak üzerine geçinmek, dostça yaşamak; kırgız arasında öskön, kırğız menen maanekteşip tiriçilik kılğan: kırgızlar arasında büyümüş, kırgızlarla dostça geçinmiş.maania. mâna, mefhûm; maani printsipi: mantıkî prensip.maanilüümanali.maara-melemek.maaraksık-sık meleyen; eçki maarak: çulluk (kuş).maarakea. kök börü (bk. börü 1) de amaç, hedef.maarama1. meleyen; 2. kad. koyun.maarat-et. maara-`dan.maareka. mukaddes, müabrek; ayt maarek bolsun!: dn. bayram mübarek olsun!maasımastı, a. mest (ayakkabı).maaşırmemnun, tatmin edilmiş; sağa maaşır emesmin: seni görmek benim için pek o kadar hoş bir şey değildir, seninle bir arada bulunmak hoşuma gitmiyor.maaşırka-manzarayı veya yüzünü görmekle zevk almak.maaşırkooişs. maaşırka-`dan.mablizabayt= mobilizatsiya; mablizabayt kılın-: mobilize edilmek, seferber haline konulmak; mabilizabayt kıl-: mobilize etmek, seferber etmek.mablizatsya= mobilizatsiya.mabu(mana+bu) : işte bu!macbura. mecbur, muztar; mecbur kıl-: mecbur etmek; zorlamak.macilisa. meclis, celse.macürööa. gevşek, sölpük, kuvvetsiz.mada-sokmak, tıkmak şiddetle ezmek; közün mandadı: nazarını dikti, gözünü dikti.madal-şiddetle ve derince sokulmuş, batırılmış olmak.madanıya. medenî, kültürlü; madanıy kuruluş: medeni kuruluş; madanıy köpçülük çumuştarı: medenî ve kütevî hizmetler.madanıyata. medeniyet, kültür; materyal madaniyatı: toprak kültürü, ağriculture.madanıyatsızmedeniyetsiz, kültürsüz.madanıyatsızdıkmedeniyetsizlik.madanıyattaş-medenileştirmek; medeniyetin etkisine çarptırmak; medenî yapmak.madanıyattaştırıl-medenîleştirilmek.madanıyattuumedeniyetli, kültürlü.madanıyatuulukmedeniyetlilik, medenîlik.madat-et. mada-`dan.madılyabani kedi.madıra: madıra baştar küç.: çoluk-çocuk, ağzı süt kokanlar.magazinr. mağaza.magnatr. macaristan ile lehistan`da asilzade ve rical sınıfına mensup kimse.magnitr. mıknatıs.magnitsizdeştir-mıknatısını çözmek.magnitte-1. mıknatıslaştırmak: 2. kendisine mıknatıs gibi çekmek.mağamağan, bk. men ı.mağdıra-tam bir rahatlık içinde bulunmak, keyif çekmek, hoş bir uyuşukluk hissetmek, bir parça uyuklamak; cılkı mağdırap ele cuuşap kaldı: atlar sakin bir halde uyukluyorlar; mağdırap uykusu kelip: gevşedi ve uyumak istiyor.mağdırat-adamakıllı gevşetmek; kündün ısığı mağdırattı: güneş adamakıllı gevşetti.mağızım= maksım.mahabbat= makabbat.makabbata. muhabbet.makala. atalar sözü, mesel, vecize.makalaa. makale; baş makala: başmakale.makalay= malakay.makaldat-: makaldatıp ayttı: atalar sözü karıştırarak anlattı (ata sözü kullanarak ima etti).makalduubenziyen.makiçakı.makluk= makuluk.makmala. kadife.makoogabi, anlayışsız, ahmak.makoolukanlayışsızlık, gabilik, ahmaklık.makorker. bir nevi kaba tütün.makrööa. dn. şeriatın tasvip etmediği iş, mekrûh.makröölükmakröö-`den mücerret isimdir (bk. mökröö).maksata. gaye, niyet, arzu, maksat.maksım1. ezilmiş arpadan maltsız olarak yapılmış içki (alkolsüz); 2. = bozo.maksimumr. azamî, çoğay.makta-övmek, methetmek.maktağansı-över gibi gözükmek.maktanıçövüngenlik.maktan-övünmek, farfaralık etmek, caka satmak.maktançaakövüngen.maktançılık= maktanıç.maktant-et. maktan-`dan.maktaş-biri-birini övmek, hep beraber övmek.maktat-et. makta-`dan.maktooövme, methetme.makula. makûl, uygun, muvafık; makulsuñbu?: razı mısın?; al makul boldu: o muvafakat etti; maa makul boldu: benim hoşuma gitti; men makul kördüm: ben mıvafık buldum, ben onadım.makulda-tasvip etmek, onamak.makuldanıl-mut. makulda-`dan.makuldant-nasihat etmek; muvafakatını almaya çalışmak.makuldaş-biri-biriyle anlaşmak; hep beraber onamak, tasvip etmek.maakuldat-et. makulda-`dan.makuldootasvip etme, onama, tasdik eyleme.makulduktasvip, muvafakat.makuluka. mahlûk, yaratık; makuluk bolmok – ölmök bar ats.: mahlûk olmak, ölmek var (canlı mahlûklar fanidir).maküröö= makröö.malı. hayvan, emlâk; ala tuyak mal bk. tuyak; kara mal yahut bodo mal: (at, deve, sığır gibi) büyükbaş hayvanlar; töl mal: evde beslenmiş olan hayvan; mal asıroçuluk: davarcılık, elevage. ıı, (rad.) yorgun.mal-ııı, daldırmak, bandırmak; suuğa mal-: suya bandırmak; kaña kol mal- (destanda): eli kana bandırmak (andı pekitmek için).malaı, f. tarla sürgüsü yerine kullanılan dikenli dallardan yahut çalı çırpıdan ibaret demet; temir mala; dişleri demirden olan tarla sürgüsü; mala tart = malala-. ıı, f. koyu kırmızı; mala kızıl: erguvanî rengine yakın olan; mala kök: koyu mavi.malaama. (tükrük ile ezilmiş undan ibaret olan) merhem; maalam tart-: merhem sürmek.malaçıtaürgüsü kullanan.maladoc. r. kon. gençlik (bir zümre olmak üzere).malakayerkek serpuşu.malala-sürgü sürmek.malayuşak, ırgat; bayğa malay bolup cürgön: bey yanında uşaklık etmiş.malaloosürgüsürme.malayçılık= malaylık.malaylıkırgat vaziyeti, ırgatlık, uşaklık.malçı1. çoban (genel isim; karş. koyçu, cılkıçı); 2. hayvan besliyen, davarcı.malçılıkdavarcılık, hayvancılık.maldan-1. hayvan sahibi olmak (örn. bk. candan-); 2. tasarruf etmek: ele geçirmek; kırğızdın cersuusun maldañan coondor: kırgızların topraklarını zapteden zenginler.maldaş= mandaş ı, ıı.maldır-suya daldırmak (sepici ıstılahıdır).malduuhayvan sahibi; hayvanları çok olan.malğuna. 1. mel`un; 2. (destanda) tek gözlü dev.malımat= maalımat.malın-1. daldırmak, bandırılmış olmak; 2. kirlenmek, bulaştırılmak.malınt-1. batırmak, bandırmak; 2. kirletmek, bulaştırmak.malış-müş. mal- ııı`ten.malkı-bir şeyi bol olarak almak, eginge malkıp kalarbız: ekini (hububatı) bol alırız.malkıt-et. malkı-`dan, etti malkıta cuttu: eti büyük iştahla yuttu (büyük ve dolu tabaktan ve büyük lokmalar şeklinde).malkork-f. hayvanları seven.malmaderi serpilmek için maya, sepileme; malmağa salıp iylegen teri: sepilenmiş deri.malökalök sözünün tekidir; alökmalök kon. hernevi vergiler.malsaakmalsar, hayvanlarla meşgul olan, uğraşan.malsızhayvansız; hayvanı olmıyan.malsızdıkhayvansızlık.maltkesik, keskin ve beklenilmiyen hareketi ifade etmek için kullanılan sözdür, malt etip tüşüp kaldı: birden- bire düşüverdi.malta= malkı.mamayahut ak mama çoc.: meme.mamıkkuş tüyü, mamık töşök: kuş tüyünden döşek; yatak.mamırıbir otun adıdır.mamilea. muamele, işe ait münasebetler; öz ara mamile: karşılıklı münasebetler; katuu mamile: yumuşak, nezaketli muamele.mamilelüü= mamili.mamili(r. “familniy”) siyah çayın aşağı cinsleri.mamintip= momintip.mamleketa. devlet.mamlekettikdevlete ait, mensûp.mampazi(r. “monpas`ye”) bir nevi akide şekeri.mancan sözünün tekidir; canı-manı kalbadı mec. 1) ödü patladı; 2) aşırı sevindi.manakr. rahip.manaptar. ağa, bey (kırgız feodal kabilelik üst tabakasının mümessili); cıncırluu manap: ırsî manap; coñ manap yahut ağa manap: yarı manap, büyük manapa tabi olan manap.manasçı“manas” destanını söyliyen.manatkırmızı çuha.manattan-açık kırmızı renge girmek.mancara= mancıra.mancırancır sözünün tekidir; ancarmancır: çeşitli incir.mançaf. yahut beş mança: pençe; bilek birge bolso da, mança başka ats.: akrabalık başka, hesap başka (harf.: eller beraber ise de, pençe ayrıdır).mançırakelin başından akan irin ifrazatı.mançırka-kibirlenmek, azamet satmak.mandalaklâle çiçeği.mandalınkon. = mandolina.mandam( ârazından biri sidik tutulması olan bir at hastalığı).mandaşI, bağdaş (bir çeşit oturuş); mandaş kur (yahut ur- yahut urun- yahut tokun-) 1) bağdaş kurmak; 2) mec. kendini serbest, hür hissetmek, sıkılmamak.mandaş-II, bağdaşmak (bağdaş kurmak) (bk. mandaş I).mandatr. manda, vekâlet.mandalemandeli = mandali.mandemkusur, eksiklik; munun bir mandemi bar: tekin değil, bir şey var, bir şey saklıyor; bir mandemi bar at: (bu) atın bir kusuru var, pek mükemmel değil.mandıpalamr. bir çeşit patiska.mandır: mandıray: dolgun, tok haneli; danı mandıray buuday: taneleri iri ve tok olan buğday.mandilia. 1. mendil: kadın baş örtüsünün adıdır; 2. bir dokumanın adıdır.mandolinar. mandolin (bildiğimiz telli saz).manevrr. manevra.mañI, köpek havlamasını taklit. II, f. 1. uyuşturucu madde; 2. şaşalıyan, apışık; mañ bol-: şaşalamak; mañ baş: mankafa; başım mañ boldu: şaşaladım, apıştım. III: mañı capız yahut mañı bas: gösterişsiz, çelimsiz (insan hakkında).mañçılıkuyuşturucu madde tiryakiliği, narkotik müptelâlığı.mañdayalın; teke mañdayda: tam karşıda; üydün tak teke mañdayında: tam evin karşısında; mañday-teskey: karşı-karşıya, vis-à-vis; biz bir cak, alar bir cak bolap, mañday-teskey oturabız: biz bir yanda, onlar bir yanda, karşı karşıya oturuyoruz; mañdayı carıldı: sevindi, memnundur; sevinçten yüzü güldü; cazı mañday yahut bosoğo mañday: geniş alın; taş mañday: katı alın, kalın kafa; mañdayına sızğan yahut mañdayına çiygen yahut mañdayına cazğan: ona mukadderdir, alnına yazılmıştır; mañdayına bütkönüüç koy: bütün nasibi, kısmeti-üç tane koyundur; bet mañday, bk. bet 2.mañdayçaoba kapısının üst sögesi.mañdayla-: mañdaylap cür-: dağ eteği boyunca yürümek.mañdaylaş-karşılaşmak: karşı-karşıya gelmek; baatırlar mañdaylaşıp, çeçender tañdaylaşıp ats.: pehlivanlar alınlariyle, hatipler ise, damaklariyle çarpışıyorlar; teke mañdaylaş: tam biri-birinin karşısında bulunmak.mañdayluualınlı; keñ mañdayluu: geniş alınlı.mañgel. 1. kaba saplı otları biçmek için kullanılan bir nevi orak; 2. bir çocuk oyunun adıdır; mañgel uruş: mañgel oynamak.mañgılkırmızımsı.mañgi. I ebedî. II. f. 1. narkotikle sersemlemiş; narkotik tiryakisi; 2. mec. beceriksiz adam, sersemcesine hareket eden.mañgilen; narkotik ile sersemleşmek.mañgilikI, ebedîlik. II = mañçılık.mañıray-dikkatle ve korkarak bakmak; biz kirip barğanda, mañırayıp karap kalıştı: biz girdiğimizde (bize) şüphe ve korku ile gözlerini diktiler.mañırayuuişs. mañıray-’dan.mañıroogabi, mahdut, saf.mañırooluksersemlik, gabilik.mañışseyahatlerde başkasının binek hayvanını kullanmak (hayvan sahibine bunun mukabilinde muayyen bir ücret verilir).mañızI, mâna, muhteva, mahiyet; sözünün mañızı cok: sözünün manası yok; çöptü ubağında çappasa, çöptün mañızı keret: ot vakti zamanında biçilmezse, o, iyi evsafını kaybeder. II, 1. boş söz; 2. boş lâkırdılar söyliyen, çaçaron.mañızdan-1. mânalı ve özlü olmak, mânalı kalıba dökülmek; 2. kurulmak, caka satmak.mañızduumânalı, özlü, mühim; mañızduu eç nerse aytpadı: özlü ve işe yarar hiç bir şey söylemedi.mañka1. sakağı, rüam hastalığı; baştı balta buzat, cılkını mañka buzat ats. başı balta kırıyor, at sürüsünü ise rüam hastalığı bozuyor; 2. hımhım.mañkak: mañkak-mañkak (yahut mañkañ-mañkañ) bas-: pek basmak ve geniş adımlar atmak (iri yarı atlar hakkında).mañkalan-hımhım konuşmak.mañkañbk. mañkak.mañkanda-(at hakkında) başını yüksek kaldırarak, canlıca yürümek.mañkaşkaat donlarından birinin adıdır.mağkayendamlı ve güzel olmak (mes., kadın, dağ ceylânı hakkında) ordodon çıktı mañkayıp, ak kulcaday dañkayıp folk.: o kadın güzelliğiyle parlayıp saraydan çıktı, o, bir ceylân gibi endamlı idi.mañkıtbir cins köpek adıdır.mañkeI, kon. = bañke II. II, kon = bank.mañküşsaf, toy, tecrübesiz.mañoo= mañıroo.mañooluk= mañırooluk.manıkerbokmurun bahadıra ait atın lâkabıdır.mansapa. memuriyet, vazife, makam, mansıp.mantel çabukluğu, hile, kurnazlık; tülküçö mant beret: tilkice kurnazlık ediyor, tilkilik ediyor.mantay-bodur ve tıknaz olmak; mantayğan semiz bala: tıknaz, gürbüz çocuk.mantayuuişs. mantay-’dan.mantık-1. (hayvan yavruları hakkında), büyümek, kendi başına hareket edebilecek çağa gelmek; küçüktör mantığıp kaldı: enikler artık büyüdüler; 2. patlayıncaya kadar yemek.mantıktır-et. mantık-’dan.mantuuçin. mantı (buharda pişirilmiş).mantuuçumantıcı, mantı pişiren,manufaktırar. manifatura.mapıçin. (destanda) iki tekerlekli çin arabası.maraI, f. hedef, finish.mara-II, dikkatle bakmak, şöyle bir bakmak, gizlice bakmak.maran-etrafa bakınmak, her yana bakınmak.marutuba= martaba.marcanf. mercan.marçaçorak yer (tuzlu toprak).marçağaykısa boylu ve şişman adam.marçay-alçak boylu ve şişman olmak.mardekf. (karş. soto) mısır koçanı (tanesiz.)marı-zevk almak, tatmin edilmek, keyf çekmek; kımız içip marıyt: kımız içerek zevk alıyor; akça alıp marığanım cok: para aldımsa da ondan zevki aldığım yok (yani istediğim kadar alamadım, yahut istediğim yere sarfedemedim).marış-müş. marı-’dan.marışkırkarışkır sözünün tekidir; karışkır-marışkır cep koybosun: sakın kurt-murt yemesin!:marıt-zevk vermek, tatmin etmek.mariydalgalı tüylü (kıvırcık olmıyan) kuzu derisi.markisçil= markisist.markisçilik= marksizm.marka1. = kence; 2. kad. kuzu; marka bala kad.: çocukların yaşça en küçüğü, «tekne kazıntısı»markabatmarkamat, a. merhamet, markabat kıl!: lûtfet!; markabatıñız tiyer beken?: lütfeder misiniz?markadariyilik, nimet; markadar tap!: (iyi dilek): size her türlü iyiliği dilerim.markuma. merhûm, rahmetli (ölmüş).marksistr. Karl Marks felsefesine taraftar olan.marşr. 1. marş; 2. marş!: ileri!marşalr. mareşal.martI, r. Mart ayı. II, f. 1. mert, cesûr; 2. cömert. III, kumar. IV, şart sözünün tekidir; şartmartıñdın kereği cok: hiç bir türlü şartların lüzumu yok.martabaa. mertebe, liyakat, otorite; martabası kötörüldü: derecesi yükseldi, nüfuzu arttı.martçılıkcömertlik.martenr. Marten fırın.martişker. maymunmartsın-1. cesaret, bahadırlık taslamak; 2. cömertlik taslamak.martsınış-müş. martsın-’dan.martuumit. cinnî bir varlıktır, ki gûya ondan gelecek olan asıl muhatara çocuk doğurmak üzere bulunan kadınları tehdit etmekteymiş; habis bir kuvvet; martuu baskır!: habis ruh bassın!; seni martuu basıptırbı?: habis ruh mu alıkodu-; nerede battın?masf. sarhoş, mest; arak içken-toydo mas, akıllı cok-kündö mas ats.: sarhoş nihayet ayılır, aptal ise hiç bir zaman (harf.: rakı içen yalnız düğünde sarhoş olur, aptal ise, her gün sarhoştur); uykuğa mas: uykusu basmış; 2. sarhoş olma.masayraş-1. bir işi iyi başarmak, 2. mest olmak.masçılıksarhoşluk, mestlik hali.masekeşaka alay.maselea. mesele, problêm; mesele çeç-: mesele çözmek; cay masele mat.: adî mesele; çatış masele mat.: karışık prroblem.maselena. meselâ.ması= maası.masılat= maslet.masırüzür kelimesinin tekidir.masıykata. Kırgız melodilerinden birinin adıdır.masilet= maslet.maskaraa. rezalet, kepaze olmaklık; alay etme; maskara kıl-: terzil etmek; maskara bol-: rezil olmak.maskaraçılıkrezalet, kepazelik.maskarala-alay etmek. terzil etmek, kepaze etmek.masker. maske.masleta. nasihat, müşavere, iyi akıl, maslahat; maslet kıl-: müşavere etmek, istişare eylemek.massar. kütle, kitle, kalabalık.mastan: mastan kempir mit.: 1. kocakarı kılığında olan, gûya insanın topuğundan kanını emen ecinniler soyundan bir varlıktır; 2. hilekârlıkla temeyyüz eden efsenevî bir kocakarı.masten= nastan.masterr. ustamastıksarhoşluk, masıkka ceñdir, bk. ceñdir.maşI, f. zeytinî renkte olan ufak nohut. II, a. mahir, ihtisas edinmiş olan, işini bilen; cazuuğa maş: usta çabuk yazan; sözdü maşına keltirip ayttı: isabetli söz söyledi; tülküdöy maş: tilki gibi kurnaz; maş kıl-: temrin yapmak. III, (r. «mast» ) iskambil kâğıtlarının rengi.maşaf. I, 1. tetik; maşasın tartıp aldı deyt, pars dedirip saldı deyt folk.: tetiği çekti diyor, gürültü ile ateş etti diyor; 2. (tüfeğin) falya deliği. II f. bir nevi sinek.maşakbaşak.maşakata. meşakkat, zahmet, azap; maşakat tart-: zahmete katlanmak; azaplanmak.maşakattan-azap çekmek, zahmete katlanmak.maşakattuugüç, zahmetli.maşakta-başak toplamak; buuday maşakta-: buğdayın yeşil başaklarını koparmak; apiyim maşakta-: haşhaşın kapsüllerini toplamak.maşaktooişs. maşakta-’dan.maşaktuubaşaklı.maşar= makşar.maşatpınar, kaynak.maşayıka. dn. veli, meşayıh.maşığuutemrin; el alışıklığı edinmek, gereği gibi alışmak, öğrenmek.maşıkI = maş II.maşık-II, idman etmek, alışmak. meşketmek, meleke hasıl etmek, maşıkkan: tecrübeli, uzlaşmış; maşıkkan maşinistka: usta daktilo kadın; kolu işke maşıkkan: eli işe alışmış.maşıktur-alıştırmak; meşkettirmek, meleke hasıl ettirmek.maşıktıruuişs. maşıktır-’dan; maşıktıruusun arttıruu: meşkini, melekesini arttırma.maşıktuutecrübeli, meşk etmiş.maşinar. makine; tigüü maşinası: dikiş makinesi; kol maşina: el makinesi; but maşinaı: ayak makinesi; maşina kuruuçu zavod: makine imal eden fabrika.maşinacıterzi.maşinala-dikiş makinesiyle dikmek.maşinalaştır-makineleştirmek.maşinalaştıruumakineleştirme.maşinalat-et. maşinala-’dan.maşinistr. makinist.maşinistkar. daktilo kadın.maşinke(r. «maşinka» ) yazı makinesi.maşiynekon. = maşina.maşiyneçikon. = maşinaçı.maşketüfek avında kullanılan köpek.maşta-I, temrin yapmak, idman yapmak. II, bir kağıt üzerine koz alan kâğıdı almak.maştaş-1. öğrenmek, talim görmek; 2. gizlice anlaşmak, elbirliğiyle hareket etmek.maştıkçeviklik, beceriklilik.matI, at sözünün tekidir; at-matı menen çığıldı: atı-filânı ile düştü. II, a. şatranç oyununda mat olmak, yenilmek.mataI. a. evde dokulan pamuklu kumaş, mata.mata-II, 1. bükmek, kıvırmak, iğriltmek; cüktü bir çağına matabıraak tarttı: dengi öyle çekti, ki o, bir tarafa iğrildi; 2. pekitmek; bağlamak; töösün matap taşladı: (dizine takılan ipi boynuna geçirerek) devesini muhkem bağladı; 3. testerenin dişlerini açmak.matal-bükülmek, iğilmek.matalt-et. matal-`dan.matat-et. mata II-`den.matçıkatçı sözünün tekidir; katçımatçı: şöyle-böyle bir yazıcı, kâtip.materialistr. maddiyatçı.materializmr. maddîcilik.materiyar. fel. cevher, heyûlâ.materialr. madde, malzeme, matériel; materyal cıyna-: 1) madde, malzeme toplamak; 2) birisine karşı onu kabahatli çıkarmıya yarıyan mevat toplamak.materyalda-birisine karşı, onu suçlu çıkarmıya yarıyacak olan delâil ileri sürmek.materyaldıkmaddî; materyaldık cardan: maddî yardım.materyalkon. = materyal.matoo1. bükülüm, bükülme yeri, untkun matoosu: uuk`un (bk. uuk I) bükülen yeri (aşağı kısmı); kereginin matoosu: kerege`nin (bk.) bükülen yeri (üst kısmı); 2. uuk ile kerege`yi bükmek için kullanılan aygıt 3. bağ, ip.mavzerr. mavzer tüfeği.mayI, 1. yağ; cebeseng da may cakşı, ats-: yemezsen dahi yağ iyi şeydir; karın may: iç yağı; sarı may: eritilmiş inek yağı; keresiyan may: gaz yağı; kara may: 1) katran; 2) tekerlek (makina) yağı; suu may; hardal yağı; sarı mayday sakta: itina ile sakla! göz bebeğin gibi koru!;mayın çığarıp süylöyt: rabıtalı bir tarzda söylüyor; oozuña may!: ağzına yağ! (övme); tamamına may töşöp süylöşöt: onunla saygı ile konuşuyor; may içme: (çocıuklarda) dizanteri (hastalık) ; kızıl may: 1) tüylerin ve kılların dökülmesinden ve ayakların dermansızlığından ibaret olan bir çeşit at hastalığı; 2) şiddetli yorgunluk, bitkilik, sürmenaj; til albağandarğa aytıp, kızıl may bolup emne kılam?: söze aldırış etmiyenlerin üzerine düşerek, lâf anlatmak için neden yorulayım?; may kötün bk. kötön; cürökkö mayday tiydi: bıkkınlık getirdi; 2. ücret; ot may: otlak ücreti; attın mayı: attan istifade etme ücreti (at kirası). II, r. Mayıs ayı.mayaI = paya; maya şıpır: ekin biçildikten sonra tarlalarda kalan anız ve samanı toplamak. II: cel maya = celmayan: kıl maya, bk. kıl I.mayakr. deniz feneri, yol işareti (karlı, tipili hava için).mayan: cel mayan = celmayan.mayanaf. kon. iş ücreti,aylık, maaş.mayçılyağlı yemekleri seven kimse.mayçukur= may çukur (bk. çukur).mayçukurla= may çukurla (bk. çukurla-).maydaf. ufak; abdan mayda: gayet ufak; mayda barat kemçilikter: her nevi ufak eksiklikler; mayda-çuyda yahut mayda çayda: her türlü ufk-tefek şeyler.maydabarat= mayda barat (bk. mayda).matdaçıl1. ufak-tefek şeylere de ehemmiyet veren kimse; 2. âlimlik iddiasında bulunan, ukalâ, bilgiç taslağı.maydaçıldık1. ufak-tefek şeylere ehemmiyet vermek itiyadı; 2. ukalâlık.maydalan-ufalmak, ufalanmak. ufalamak, ufalanmak.maydalat-ufalamaya maruz kalmak, ufaltılmak. ufaltılmaya zorlamak.maydanf. 1. muharebe alanı, cephe; birimdik maydanı: tek cephe; maydan tart-: muharebe saffına dizilmek; 2. işlenmiş saha, işlenmiş toprak, tarla.maydandaş-cepheden hep beraber harekete geçmek; tek cephe olarak ortaya atılmak.mayekf. musahabe.mayekteş-musahabe etmek; öz ara mayekteşip söz kılışat: kendi aralarında sohbet ediyorlar, konuşuyorlar.mayıpa. 1. kusurlu, mayûb; 2. malûl.mayış-eğrilmek, ezilmek; cer mayışıp, kol kelet folk.: hesapsız çok asker geliyor.mayışakbükülgen, kolay bükülebilen.mayışkıskolay bükülmiyen; mayışkıs kol: sert, kuvvetli el.mayıştır-bükmek, eğirmek.maykanf. 1. gereği gibi dövülmemiş ve tekrar dövülmesi icabeden başak; maykan üstündö maşak bar folk.: daha gereği gibi dövülmemiş olan hububat üzerinde başak vardır; 2. kanalı delip akan su; 3. (Rad,) atın kıçı.maykanaf. (her bir) çocuk oyunu; maykana körböy, bala oñolboyt ats.: çocuk oyunlarını görüp-geçirmiyen bir çocuk, çocuk olmaz.maykando-(harman döverken) samanı ayırmak.maykandaş-müş. maykanda-`dan.maykölbolluk; Elemandın eşikke mayköl, sütköl ornodu folk. Elemanın evine bolluk ve refah yerleşti.mayla-1. yağlamak; mal cetimin asırasañ, ooz maylar ats.: öksüz hayvan beslersen, ağzını yağ sürer; 2. (başlıca, binek hayvanı) kiralamak; maylap at mindim; 3. mec. kafese koymak, dolandırmak; 4. mec. kon. savmak; kapı dışarı etmek.maylan-. yağlanmak.maylanışmüş. maylan-`dan.maylat-yağlatmak, yağ sürmeye zorlamak yahut bırakmak.maylık1. peçete; yemekten sonra el sürmek için kullanılan havlu: 2. ateş çıkarmak için aygıt.mayluuyağlı, yağda hazırlanmış; mayluu sorpo: yağlı çorba; mayluu et: yağlı et.maymakeğri bacak, eğri kol, hantal; maymak ayuu: eğri bacakayı.maymaktıkeğri bacaklılık; hantallık.maymañeğri bacaklılık; eğri bacak.maymañda-eğri bacaklının yürüyüşü ile yürümek.maymañdat-et. maymañda-`dan.maymañkölöt-uzun vadeye bırakmak, asmak, uzatmak, maymañ kölötpöy ele berçi: sallamadan (uzatmadan) versene!maymılf. maymun.maymılçamaymun yavrusu, küçük maymun; eki sarıdan maymılça tuuyt, eki karadan karğaça tuuyt ats. iki kızıl saçlıdan maymuncuk doğar iki esmerden ise, kargacık doğar.maynaf. mavî kuş.maynapf. tarladan akan su ile kaplanmış olan çayırlık; söndün maynabın tegi taba albadım: söylediklerini hiçbir türlü kavrıyamadım.maynaptuumakul yerinde; aytkanıñızdın baarı maynaptuu: söylediklerinizin hepsi esaslı, makuldur.mayneke: maynekenin taz katını boloyun! yahut mayneke boloyun! harf.: manekenin kel karısı olayım!.maypañda-= baypañda-.mayparsürçen (dağlarda yürüyen at hakkında).mayram1. bayram (mülkî); mayram emes kün: bayağı gün: iş günü; 2. bayram eden, şen.mayramda-bayram etmek.mayramdıkbayramlık, bayrama ait; mağazinler mayramdık türün aldı: mağazalar bayram süsünü aldılar.mayramdoobayram etme.mayrık1. yamık; ezik (ayakkabı hakkında); kepiçi mayrık: papuçları ezilmiştir; mayrık bas: ezik ayakkabı giymiş kimsenin yürüyüşüyle yürümek; 2. eğri bacak, baka mayrığın bilbeyt, cılandı ıyrı-iyri deyt ats.: kurbağa kendisinin eğri bacaklılığını sezmeyip, yılanı iğri-büğrü diye kınar.mayrıy-eğrilmek; mayrıyğan ötük: ökçesi eğrilmiş çizme; mayrıyğan kerebet: ayakları eğrilmiş karyola.mayrıyt-eğriltmek.maytangayet kurnaz, şeytan.maytar-1. kıvırmak ( sivri ucunu): 2. sesi zorlayıp yormak; 3. mec. burnunu kırmak, kibrini gidermek; kıyla coonu maytarğan folk.: çok düşmanların burununu kırmıştır.maytarıl-pas. maytar-`dan; bıçaktın mizi maytarıldı: bıçağın ucu kıvrıldı.mazşen, memnun, sevinçli; maz bol-: keyf çekmek, haz almak; emnege maz bolduñ: neden bunca sevindin? bu kadar şevku heyecanın sebebi nedir?mazaf. tad, zevk, meze; okuusun mazası cok: fena okuyor; iştin mazasın ketirdiñ: işin tadını giderdin, işi bozdun; mazamdı ketirdi: rahatımı kaçırdı, beni çileden çıkardı.mazaka. mizah, şaka, alay.mazakta-eğlenmek, maytaba almak.mazara. 1. dn. mukaddes yer, ziyaret edilen mahal; 2. kabir, kabristan; 3. mec. anne.mazarduu= mazarduu cer = mezarlık 1.mazarlık1. mukaddesâtın ve evliya mezarlarının bulunduğu mezarlık.mazapa. mezhep, bir din şubesi.mazmuna. 1. mana, maâl, muhteva, öz, mazmûn; 2. fihrist.menah! al!; meñiz!; nah, alınız.mecirlikkecirlik sözünün tekidir.meçinoniki yıllık hayvan devri takviminde dokuzuncu yılın adıdır (maymun yılı). folk. Şarkî Türkistan Kalmıklarında bir memur.meçita. mescit.meçkeyobur, doymaz.medalr. madalya.medelkon. = medal.medera. umut, yardım, mesnet,medâr; meder kılar uulu cok: kendisine güvenebilecek oğlu yoktur.medeta. yardım, medet, imdat.medilteveccüh, temayül, hayırhahlık; çın medili menen alik aldı. selâma gayet nezaketle karşılık verdi.medire-: say medirep: inceden-inceye mufassalen, hiçbir şey saklamadan.medirisea. medrese (yüksek dinî müslüman mektebi).meditsinar. tıp.medööumut, dayangaç, mesnet; men seni medöö kıldım: ben sana güvendim, sana umut bağladım.medrese= medirese.mee. beyin, dimağ; aş-eesi menen, baş-eesi menen ats.: ziyafet sahibiyle güzel olur, kelle ise-beyinle; eşektin meesin ceğen yahut meesi kögörgön: «eşeğin beynini yemiş, yahut beyni küflenmiş» (aptal, ahmak); meni kök meye kıldıñ: sen benim kafamı şişirdin!.meele-I (ete) beyin karıştırmak; meeleğen et: beyinle karıştırılmış et.meelı-II, nişan almak.meeleyeldiven.meclik= kök meelik = kökmöölük.meen-lezzet, zevk duymak.meeneta. azap, mihnet; kelgen-döölöt. ketken-meenet ats.: gelen devlettir, giden (eskiden) – azaptır, felâkettir; 2. es. emek.meenetkeça-f. es. emekçi, emevğiyle geçinen.meenettüümihnetli, zahmetli, güç olan.meeni-hoş bir rehavet, uyuşukluk durumunda bulunmak.meerf. muhabbet, teveccüh, temayül; meeri tüşüp kaldı: sevdi, teveccüh gösterdi; meer çöp folk.: sevdirmek için büyü yapmaya yarayan ot.meerim= meer.meerimdüühoş, nazik (nezaketli), sevimli.meerimsiznâhoş, nezaketsiz, sevimsiz.meerlüü= meerimdüü.megecin= megilcin.megezinkon. = magazin.megilcindişi domuz, yavruları olan domuz.meginegin sözünün tekidir; egin-megin: her nevi ekin.mehanikr. makinist, makinacı.mehanikar. mehanik.mehanikalaştır-makinakaştırma.mehanikalıkI. makineye mensûp, ait, muteallik; 2. Mekanik usulüne taallûku olan.mehanizmr. = mekanizma.mekçigiyince, yağsız, kuru vücutlü.mekçiy-incelmek, vücutça zayıflamak, kurumak; belim mekçiyip ketkende, közüm çekçiyip ketkende, karılık karşı kelgende folk.: belim inceldikte, gözlerim battıkta, ihtiyarlık geldikte.mekeatların vücudunda kan belirmesi (ilk baharda yahut yazın atların kanaması).mekemea. müessese, daire, kalem.mekena. sığnak, mesken; meken kıl- yahut et- (önce gelen akkuzatif ile) yerleşmek, ikamet etmek, yaşamak (herhangi bir yerde); ata meken: baba yurdu, vatan.mekende-ikamet etmek, yaşanacak bir yere mâlik olmak; bulunmak (her hangi bir yerde).mekendööişs. mekende-`den.mekirfazla kıvrılmış, aşırı kamburlaşmış.mekiren-1. ağzını açmadan yavaşça melemek (anasının yanına varmak istiyen kuzu, dövüşmeye hazırlanmış olan koç hakkında); 2.mec.: ağzını açmadan, halinden memnun bir suretle, yavaşça gülmek.mekirey-1. fazla kıvrılmak; 2. = mekiren-.mekirik= makröö.mekiyanf. tavuk soyundan olan kuşların dişisi.mektepa. okul, mektep; orta mektep: orta tedrisat mektebi; tolu kemes orto mektep: tam olmıyan orta tedrisat mektebi; coğorku mektep: yüksek mektep; coğorku tehnika mektebi: ileri teknoloji mektebi; mektepke çeyinki: mektepten evvelki.melci-(kök, asman, obo sözleriyle bir arada): kök melcip uçkan kuş: en yükseklerde uçan yırtıcı kuş; kök melcigen biyik too: tepesi göklere çıkan yüksek dağ; obo melci-: yükselmek, tepesi göklere çıkmak.meldeş-I, 1. bahse girişme; 2. müsabaka, yarış; sotsialçıl meldeş: sosyalistik yarış. II, 1. bahse girişmek; 2. yarışmak, müsabaka etmek; 3. kararlaştırmak, sözleşmek.meldeşkensi-yarış yapar gibi gözükmek.meldeşüüişs. meldeş-`ten.melimde= melmilde.melimilde-sâkin, dağdağasız, hareketsiz bulunmak; melmildeğen kök teñiz: sâkin, dalgasız mavî deniz; too başı melmildeyt: dağın tepesi azametlice yükseliyor.melinkelin sözünün tekidir; kelin-melini menen keldi: gelinleriyle birlikte geldi.meliorativr. (ziraatta) ıslâha, iyileştirmeye yarıyan, hizmet eden; ıslâh etme, iyileştirme.melmire-parlamak, yalabımak.melt: melt-melt et- yahut melt-melt bol-: yılıdıramak, yalabımak.meltey: kök meltey: aşırı dik kafa, inatçı.meltide-dolmak, gereği gibi doldurulmuş olmak, ağzına kadar dolmak (mayiler hakkında); meltildeğen çoñ suu: büyük ırmak.meltildet-et. meltilde-`den; meltildete kuy-: ağzına kadar dökmek.meltire-parlamak, yıldıramak, güzellikle hayran bırakmak; peri zattav miltireyt folk.: bir peri gibi güzelliğiyle insanı havran ediyor; meltiregen suluu: artistik bir eser gibi güzel.meltiretet. meltire-den.melüün1. sâkin, rahat, mutedil; melüün cüröt: mütevazi hareket ediyor; 2. ılık; melüün suu: ılık su; memiregen melüün tün: sâkin, ılık gece; 3. yavaş, ılık rüzgâr.melüündö-: uçtu zakımdar melüündöp: hava yavaşça harekete geldi (havanın sezilir-sezilmez olan hareketi).memireI, f. torun, nebire.memire-II, tam bir sükûnet içinde bulunmak, rahat bir durumda olmak; celsiz köldöy memireyt: telsiz gündeki göl gibi sâkin; memiregen uyku: rahat uyku; memiregen tanıçtık: tam sükûnet; memiregen tam-kıştak: güzel kışlak; memiregen tün; sâkin gece.memireş-müş. memire- II`den.memiret-et. memire- II`den.memleket= mamleket; uluu memleket: büyük devlet.memlekettik= mamlekettik.menI, ben (genitif: menin: benim; akkuzatif: meni: beni; datif: mağa, maa, mağan: bana); men-mençil = menmençil. II, = menen:mençikmülk, mülkiyet.mençikte-1. mülk saymak, benimsemek, mülk edinmek; 2. temellük etmek, tasarruf etmek.mençitkel-benimsenmiş olmak.mençiktüübirinin mülkünde olan, hususî mençiktüü mülk: hususî mülk; mençiktüü mal; tek bir şahsın malı olan hayvan sürüleri.mençilbk. men I.mende= bende.mendekerf.: mendeker köz: kabahatli gözler, rica eden bakış.menenson ektir 1) manaca rusçanın mef’ulü manasında (comitatif’i) uygun gelir; kol menen: el ile; bıçak menen: bıçak ile; meni menen: benimle; tünü menen: bütün gece; 2) (r-lǐ girundif ile) … ınca; olur-olmaz; çığarı menen: çıkar-çıkmaz; çıkınca, çıkmasiyle beraber; bir az ubakıt ötörü menen: bir parça zaman geçince, bir müddet sonra; plerum açıları menen: umumî toplantı açılınca; eñ aldı menen: her şeyden önce; 3) geçen zaman girundifi ve şahsî hitişik zamirler ile birlikte ilzamî (concesionel) – cümle teşkil eder; oşondoy bolğonu menen: böyle olmakla beraber; kün cıluu bolğonu menen, tünküsün ayaz: gerçi gündüzün sıcaktır, fakat geceleyin ayazdır; kelgeniñ menen : gerçi son geldin; gelmenle beraber; değen menen bk. de- I.menenki(menen+ki): erteñ menenki: sabahleyin; erteñ menenki çay: sabah çayı.meñben, hâl.meñdubanabañ otu (Hyosciamus niger).meñgi= mañgi I IImenikibenim; bul at meniki; bu at benimdir; meniki akılsızdık: benim yaptığım ahmaklıktırmenmençilövüngen.menmençilikövüngenlik.menmensi-övünmek, farfaralık etmek.menşebekkon. menşevik.menşevikr. Menşevik (Rus mutelil sosyal-demokrat) partisi mensûbu.menşeviktik= menşevizm.menşevizmr. Menşenik partisine intisap : menşeviklik.merbetf. inci, sedef.merdek= mardek.merden-f. mit.: çil merden: kırk gayip erenler; piri merden: Buharanın patronu olan Bahaeddin`in sıfatıdır, ki Destandaki bahadırlar sık-sık onun imdadına başvururlar (onlar Şahi Merdan`ının mededine de müracaat ederler).merdikerf. gündelikçi ırgat.merdikerlikgündelikçi ırgatlıkmerdiyenbir, bahadır atının lâkabıdır.merekkerek sözünün tekidir; kerek- mereği cok: lüzumu yok.mereke= bereke.meres= mıras.merestel-mmirasına konulmuş olmak.mergen1. tüfekle avlanan kimse, nilanci; alğanı bolot mergendin ats.: verenin eline bir şey geçer, avcının eline av geçer; 2. tüfekle avlanma; mergenge çıktı: avlanmıya çıktı.mergerçi= mergen 1.mergençilik. (tüfekle avlana kimsenin) avcılığı.meridianr. tul dairesi.merinosr. merinos; merinos koyu: merinos koyunu, İspanya koyunu .merror. yeraltı demiryolu.mersetf. çocuk, yavru.mert(bk. bert) 1. burkulma; 2. ölüm , ânî ölüm, helâk; mert bol-: ölmek, helâk olmak.merte= mertem.mertebe= mertem; eki mertebe: iki defa; iki kere,mertema. defa; eçen mertem; kaç defa, birkaç defa; birinci mertem: ilk defa.mertik-burkulmak.mertin-burkulmak; küçtüü küçönsö- kücünö kelet, küçü cok küçönsö-beli mertinet ats.: kuvvetli adam ıkınırsa kuvveti artar, kuvvetsiz adam ıkınırsa, beli kırıkır.merttikhelâk, ölüm.mesela. benzeş, benzeme, bemzetme.meseldet-kinaye ile söylemek; lâfını atalar sözleriyle, tekerlemelerle, vecizelerle süsleyip söylemek.meskey(r. «miska» ) çorba tası.mestey-= misirey- 2.mestkomr. (rusça «mestnıy komitet» sözünün kısaltılmış şekilidir, ki bu da mahallî komite demektir; M.).meşI, (r. «peç» ) soba; temir meş: demir soba. II, 1. tulum kılığında çıkarılan keçi (teke) derisi; 2. bu gibi deriden yapılan tulum.meşkey= meçkey.meşşan(r. «meşçanin» ): şehirli, burjuva.meşşanke(r. «meşçanka» ) şehirli, kadın.metet I sözünün tekidir; et-metiñ barbı?: etin-filânın var mı?metafizikar. mêtafizik, tabiat ötesi.metallr. metal, maden; kara metall: siyah metal; cıltırak metall: renkli metal.metalçımetalci, metalurji sanayi amelesi.meteorologiyar. meteroloji; meteorologiya şartlaro: hava şartları.meti. değirmen çekici.metisr. melez.metisteştir-melezleştirmek.metisteştirüümelezleştirme.metodr. usul.metodikar. usul fenni.metrr. metre.metrepolitenr. metropoliten.meyila. arzu, meyil, temayül; meylim tartpay turat: canım istemiyor; arzum yoktur; meyliñ bilsin yahut öz meyliñ bilsin: canın istersen öyle öyle yap; meylinçe cesin: istediği kadar yesin;çın meyli menen kirişti: ciddiyetle,özenle girişti; meyli !. peki, hepsi bir!: meyli at, meyli öğüz bolsun: isterse at, isterse öküz olsun-hepsi bir.meyirmanf. merhametli, nezaketli, halîm, mihirban.meyirmançılıkşefkat, nezaket, mülâyemet.meyizf. kuru üzüm.metkin. ova, dün; kerilgen meykin tüz cayloo: geniş ve tamamiyle düz yayla; meykin talaa: düz sahra, step.meylibk. meyil.meylüün= melüün.meymanf. misafir, konuk, mihman.meymandosf. misavirperver, konulsever, mihmandost.meymankanaf. misafirhane, misafir odası.meynet= meenet.meyrim= meer.meyrimsiz= meerimsiz.mezelen-manalı ve özlü olmak.mezgilzaman, mevsim, ân; kışkı mezgil: kış mevsimi.mezgilsizmevsimsiz, münasip zamanında olmıyan.mıçğıla-= mıçkı-.mıçık-1. kazımak; tırmalamak; 2. mıncıklamak, sıkmak.mıçkı-mıncıklamak (elle) sıkmak, (pençe ile) kapmak.mıçlık-pas. mıçkı-`dan.mıdırhareket, kımıldamak; mıdır et-: hareket etmek, kımıldamak; mıdır etüügö darmanı cok: kımıldamaya dermanı yok; mıdır etken can cok: kimseler yok.mıdırsızhareketsiz, kımıldamaz.mıkf. çivi; bir üydüñ mık-çeğeri: evin büyüğü (bütün evin mesnedi olan, bütün eve kumanda eden kimse).mıkaaçı1. yamyam; 2. barbar.mıkaçı= mıkaaçı.mıkçı= mıçkı.mıkçıl-= mıçkıl.mıkçıñda-tırmanmak, ıkınmak, elinden gelmeyecek işi yapmak teebbüsünde bulunmak.mıkçıñdat-et. mıkçañda-`dan.mıkçıy-kamburunu çıkarmak, büzülmek büzülmüş ve boynunu içeriye çekmiş şekilde bulunmak, kısılmak (şişman ve kısa boylu adam hakkında); mıkçıyğan: kısa boylu adam şeklinde olan.mıkınyan, fileto.mıkırakayküçük ve tıknaz.mıkıray-küçük ve tıknaz şekilde bulunmak.mıkıyI, yahut mıkıy ükü: baykuş (Nyktala).mıkıy-II, büzülmek, kısılmak; colborostoy catat mıkıyıp folk.: kaplan gibi büzülüp yatıyor.mıkıyt-et. mıkıy-`dan.mıkıyuuişs. mıkıy-`dan.mıkpaşf.k bir şeye çivi tepesi şekli vermek için kullanılan aygıt.mıkrızhasis, cimri.mıkta-bir nesneyi sağlam ve dayanıklı olmak üzere yapmak; oyuñ mıktan oylo!: iyice ve sağlamca düşün!; mıktap toyup: adamakıllı doyarak; mıktap cep: gereği gibi yiyerek.mıktı1. kuvvetli, sağlam, dayanıklı; 2. mümtaz, ileri gelen; respublikabızdın mıtkı kişileri: Cumhuriyetimizin ileri gelen adamları; ayıldağı mıktıbız: köyümüzün en hatırı sayılır şahsiyeti.mıktıla-mıktılap: sağlamca, muhkemce, esaslıca.mıktılan-sağlamlaşmak, muhkemleşmek.mıktılıksağlamlık.mıktısı-(manaca) = mıktısın-.mıktısın-kendini kuvvetli saymak; kuvvetlilik taslamak.mıktuulan-sağlamlaşmak, kuvvetlenmek.mılcı-: gevezelik etmek.mılcıma= mılcıñ.mılcıñboş sözler söyliyen, geveze.mılcıñda-gevezelik etmek; bıktırmak.mılcıy-gözünü yarı kapamak ve yüzünü buruşturmak; kündün közünö mılcıyıp bir karap koydu: gözlerini yarı kapatarak, güneşe bir baktı.mılğı-içeri batmak, saplanmak; attıñ tuyağı cerge mılğıdı: atın tırnağı yere battı.mılğıt-et. mılğı-`dan.mılk. taklitlik sözdür; nayza kirdi etip folk.: mızrak (yumşak bir nesneye) serbestçe girdi, battı; mıkını mılk etet, içi-kardı şılk etet folk.: yanları «mılk- mılk» ediyor, içi ise «şılk-şılk» ediyor.mılmığıyçekingen, mıymıntı.mılmıy-çekingen, mıymıntı olmak.mıltık-tüfek; mıltık at-: tüfekle ateş etmek; mıltık atılıdı: tüfekle ateş edildi.mıltıkçı-tüfekle avlanan kimes.mıltıkta-tüfekle ateş etmek; tüfekle öldürmek.mıltıktuu-tüfekle silâhlanmış olan.mına-işte,: mına bu: işte bu; ana-mına; öte-beri; özüldükü degende ana-mına işim bar ats.:kendi işin bahis konusu olursa, öküz kadar gücü var; eğer başkasının işi bahis konusu olursa benim öteberi (başka) işim var.mınakeyişte.mınala-mına-mına demek (bk.)mınçao kadar, bunca.mınçalıko kadar.mınçançımınça`dan tertibî şekildir.mındaburada, işte burada; andamında: arada-sırada, şurada-burada, bazı yerlerde.mındanburadan, bundan, bunun içinden, ondan; mından kiyin: bundan sonra.mınday-böyle, bu gibi; mındayın kaydan biz geldik? folk;bunun böyle olduğunu nerden bilelim?mındayçaböylece, bu suretle; mındayça aytkanda: başka türlü söylersek, doğrusunu söylemek icab ederse, açıkçası.mındayla-mındaylap: böylece, bu suretle; mındalap aytkanda: başka türlü söylediğimizde, daha basit bir tarzda söylersek.mıñ(Rad, V.) = miñ..mıñkılbk. küñkül.mıñkılda-hımhım konuşmak, mırıldanmak.mıñkıldat-et. mınkılda`dan.mıntık= mıltık.mırakıra-f. seyis (doğrusu ahulara bakan memur; M.)mıramır= mramor.mırasa. 1. miras: 2. (Destanda) ölmekte olanın yahut ona tevcih edilen) vedalaşma sözü.mırıkkenarı kırık olan, gedikli, rahneli; mırık çükö: kenarı kırık aşık; mırık kişi: hımhım adam.mırıñda-hımhım konuşmak.mırıñdooişs. mırıñda-`dan.mırşap= murşap.mırtığıy= bırtığıy.mırtıy-şişmanlamak, (başlıca yüz hakkında); mırtıyıp alıptır: şişmanladı; yağ bağladı; suratı şişti.mırtıyuuişs. mırtıy-`dan.mırzaa-f. 1, cömert; 2, efendi. bay.mırzalıkcömertlik.mısalı= misali (bk. misal).mıskala. miskal.mıskalda--: mıskalda: miskallayıp; batmandap kirgen ooru, mıskaldap çığat ats.: batmanla giren hastalık, miskalle çıkar.mış! I, pist! II: mış bol-: korkmak:, mış kıl-: korku salmak; took mışın debeyt, ats.: (bununla) tavuğu bile korkutamazsın; calpı barıñdı mış kılar folk.: hepinizi korkutur.mışakat= maşakat.mışakattuu= maşakattuu.mışıkkedi; mışıkka oyun; çıçkaña ölüm ats,: kediye oyun, sıçana ölüm.mıtaammıtayım = mitaam.mıtanmayasız aş hasta için mahsus yapılmış soğuk yemek; mıtan carma; tahammur etmemiş ve bozulmuş carma (bk. carma2) yahut boza.mtıt-kalçadan çimdiklemek.mıtkı-= mıçkı-,mıyçıy sözünün tekidir;mıyasarı çiçekli acı bir otun ismidir; kızıl mıya (lâtince adı Glyeyrrhiza olan ve kökü tatlı bulunan bir ottur, mayankökü, M.); ak mıya: lâtince adı Pimpilenna Saxifraga olan bir ot.mıyat= miyat.mıyattık= miyattık.mıyba= mömö.mıyık= murut II; mıyığınan küldü emi folk.: bıyık altından güldü.mıyırban= meyirman.miyoloo-miyavlamak.mıyoomiyavlama.mıytıy-minnacık olmak.mıyzama. kanun, nizam; tüp mıyzam: anayasa, kanunu esasî; mıyzam cıynağı: kanun mecmuası, code; kılmış mıyzamı: ceza kanunu.mıyzamçıkanundan anlayan.mizamduukanuna uygun, meşru.mizamsızkanunsuz, gayri meşru.miyamsızdıkkanunsuzluk.mifefsane.mikpobr. mikrop.milrofon1. mikrofon.mikroskopr, mikroskop.milbildiğimiz mesafe ölçüsü.mildeta. 1. vazife, ödev 2, taahhut; 3. görülen iş, fonksyon; mildet kat: taahhütname; başkaruu mildeti:idarî vazife.mildetkera.-f. mesul, mesuliyetli; cılkıga özüm mildetker: atlar için kendim mesulüm,mildetten-taahhüt etmek, üstüne almak.mildettendir-vazife olarak verme, taahhüt ettirmek; mağa mildettendirdi: o bana yülletti; beni taahhüt altına kodu.mildettendiril-taahhüt altına konulmak.mildettendirüütaahhüt altına koma; vazife olarak yükletme.mildettenmetaahhüt; milddettenmelerin orundastı; taahhütlerini yerine getirdiler.mildettenüüişs. midetten-`den,mildettüü1. mecburî, vazife olarak yükletilmiş; mildettüü toktom: mecburî kararname; 2. medyum olan; bul baktıluu turmuş üçün coldoş Stalinge mildettüübüz: bu mes`ut hayatı biz yoldaş Stalin`e medyûnuz.milimetrr. milimetre.militsiyar. milis.miliyan= milliion.miliysekon. 1. = militsiya; 2. polis memuru.milliardr. milyar.millionmilyon.milte1. fitil; miltıktın miltesi: tüfeğin fitili; 2. geniş yakalı ve gocukların dikiş yerlerine konulan kaytan, zırh.miltelüüfitilli; miltelüü miltık: fitilli tüfek.min-binmek, ata binerek gezmek; ögüz min-: öküze binip dolaşmak; at min- yahut atka min- bk. at I; cöö cürgönçö, töö minger cakşı ats.: yaya gezmektense, deveye binmek iyidir; kayık min-: kayığa binmek; terezesi cerge minip oturgan cer üy: penceresi tam yere bitişik olan toprak ev (zeminlik).mineralr. maden; minarel semirtkiç: madenî gübre.mingiz-bindirmek; at mingiz-: 1) ata bindirmek, 2) at hediye etmek; kayısı attı mingizebiz?: onu hangi ata bindireceğiz?miñbin.miñde-: miñdeğen cılkı: binlerce at sürüsü; miñdep: binlerle:minil-mut. min-`den; minilbegen cılkı: üzerlerine eğer vurulmamış olan atlar.ministrr. vekil, nazır, bakan.ministrlik1. vekâlet, nezaret, bakanlık; 2. vekile mensûp ait, müteallik; ministrlik portfel: vekâlet çantası.mint= munet.mintiş-müş. mint-`ten.minusr. nakıs.misIf. bakır. II = miz.misala. örnek, misal; misali: meselâ.misirey-1. şişkin, kabarık olmak; 2. dırenerek susmak.miskerf. 1, bakırcı; 2. çilingirmiskerlik1. bakırcılık zanaatı; 2. çiliñirlik sanaatı.mispildirik: mispildirik bol-: nam-nışan bırakmadan koybolmak; mispildirik kıl-: imha etmek.missiyar. ayrıca bir memuriyet (mission).mistef. fıstık (piste).mistikar. tasarruf.mistonr. piston.miş= imiş.mitit sözünü tekidir; it-mit kaap albasın: köpek filân ısırmasın.mitaama. dolandırıcı, açılgöz.mitaamçılıkdolandırıcılık.mitaamdık= mitaamçılık.mitalkon. = metall.mitayım= mitaam.mite1. mit. koncoloz, vampire (12-13 yaşındaki çocuk kılığında olan bir varlıktır); 2. tufeylî.miteçiliktufeylîlik.mitepkitep sözünün tekidir; kitep-mitep: kitap-filân.mitiñr. miting.mitiñkemitiñge = kon. = mitingmiyattaraftar, müdafi; sen ağa mıyat bolbo: sen onun menfaatlerini müdafaa etmek.miyaz= piyaz.miyizkiyiz sözünün tekidir; kiyiz-miyiz öñdöngön ğana bir demeklerdi kötörö kelgenbiz: keçe-filân gibi bazı şeyler getirmişiz.miynaf. mine; miyna tök- yahut miyne cögör: mine vurmak (başlıca süs olmak üzere).miyriiyri sözünün tekidir.miysal= misal.mizsivri uç; keskinbir aygıtın yüzü; mizin kayra: yüzünü bilemek; bıçaktın mizi kayttı: bıçak körleşti; mizi kayttı: sâkinleşti; mizin kaytar-: 1) körleştirmek; 2) burnunu kırmak, kibrini gidermek; 3) bir işten soğutmak, hevesini söndürmek, gayretini körleştirmek; düşmandın mizin kaytaruuğa dayar bolodu: düşmana karşı koymaya hazır bulunalım; kılıçtın mizin cala-: folk. kılıcın yüzünü yalamak (destanlarda bahadırların antlarını pekitmek şekillerinden biridir),mizbildirik= mispildirik.mizde-keskin bir aygıtın yüzünü bilemek.mizdüükeskin; eki mizdüü: iki yizli (her iki yanı keskin olan).mizildet-taklitlik sözdür: mitedey mizildetip sorup cattı: koncoloz gibi emdi.mobilizatsiyar. seferberlik.mobu= mabu.mocuI = bocu. II, çaydanlığı kaynatmak için sacayak.mocula-ata «tenbiye» (araba dizgini) takmak.modar. moda.moko-körleşmek, kesmez olmak; orok mokosun!: orak körleşsin! (eli biçenler için iyi dilek); ak moko: nefret etmek; uruuçuluktan ak mokodu: kabile kavgaları onları bizar etti; men bara berip ak mokodum: ben tekrar-tekrar gitmekten biktım, usandım; kıraklılığı mokoğon: uyanıklığı körleşti.mokoçoçoc. umacı hilkat garibesi; mokoço kele atat: umacı geliyor.mokoğondukkörleşmeklik, körleşme; kıraakılıktın mokoğonduğu: uyanıklığın körleşmesi.mokok1. kör (bıçak hakkında); 2. kalın kafa, balık beyinli.mokoşkörleşme; kıraakılıktın mokoşu: ıyanıklığın körleşmesi.mokot-1. körletmek, kör yapmak; 2. korkutmakgöz dağı vermek; meni mokotup aytkan sözü: beni korkutmak maksadiyle söylediği lâfı.mokotuuişs. mokot-‘dan; kıraakılık mokotuu: tayakkuzu körletme.molçok, bol, mebzûl; keñ mol: 1) gayet geniş, bol; 2) gayet mebzûl.moldoa. 1. es. okur-yazar kimse; 2. heyeti runaniyeden bir şahsiyet, molla imam; akırın baskan moldodan saktan, ala çapan kocodon saktan ats. : yavaş basan (yani alçak gönüllü gözüken) molladan sakın, alaca cübbeli seyid’den sakın; üköz moldo bk. üköz; ak moldo mec: votka, imam suyu.moldolukmollalık mesleği yahut durumu.moldokbolluk.molo1. türbe, kabir; boordoş molosu: kardeşler kabri, müşterek kabir; 2. söv geberesi!molokyahut molok kulak (karş. çunak, muluk) : kesik kulaklı.molotilkar. harman makinesi.moltoñ: moltoñ moltoñ et- = moltoñdo-.moltoñdo-hareketlerinde güdüğe benzemek (diyelim, kolun kesik parçası, tüysüz çene, kılsız kuyruk hakkında) ; soltobay kelet soltoñdop, sakalı cok moltoñdop folk. : soltobay soltabayca ve sakalsız çenesini öne doğru çıkararak geliyor.moltoy-tomruk, kütük şeklinde bulunmak.momintipişte böyle, işte bu tarzda.momoçin. 1. mayasız (tuzsuz) olarak buğuda pişmiş ekmek; 2. momo toğolok: balçıktan yuvarlaklar (yapı malzemesi) ; momo toğoloktop salğan üy; balçık yuvarlaklarından yapılmış ev.momoloybk. çıçkan 1.momopozi= mampazi.momunIa. 1. kanaatkâr, sâkin, mütevazi; 2. müttaki, Allahtan korkan. II, r. karo (oyun kâğıdının rengi) .momunduk1. itidal, alçak gönüllülük; 2. takva, pehrizkârlık.momura-sâkin, sükûti, halîm olmak; momurağan: halîm, uysal; momurağan cumşak tün: sâkin ve yumşak gece.monsöykö (bk.) nün aşağı, geniş kısmı.monarhiyar. monarşi.monarhistr. monarşist.monçohamam.monçoçuhamamcı; hamam işleten.monçokboncuk; tamaktan ayağan monçok kurusun ats. : yememek- içmemek suretiyle satın alınıpda, taşına gerdanlık yok olsun! ; tamak monçuk, gerdanlık; çaç monçok: saç örgüsünün ucuna takılan ziynet; suu monçok 1) (kıymetli vwe ekseriya inciden olan) ufak taneler; 2) bu gibi tanelerden olan gerdanlık; monçoktoy: tıknaz ve endamlı, iri-yarı (insan hakkında).monçokto-bocuk taneleri görünüşünde bulunmak; közünön monçoktop caş ketti; gözünden iri iri gözyaşı döküldü.monçoktot-et. monçokto’dan.monçoo= monço.monizmr. (bütün alemi tek bir unsurla izah etmeyi hedef edinen sistem; m.)montoñdo-= moltoñdo-.mooluta. 1. keder; 2. arzu.mookum= mook; mookumum kandı: tam manasiyle tatmin edildim; mookumuñ basılbadıbı? : bir parça ferahladın mı? ; ıylap mookumum basıldı: ağlayıp bir parça içim açıldı; mookum bas-: teselli vermek.mookun= mook; mookunu kañança: tam tatmin edilinceye kadar, alabildiğine, bol bol.morI, (karş. kariney 1) balçık veya tuğla baca; meştin moru: soba borusu. II, 1. yarı yanmış koyun tezeği (ki bununla ufak-tefek işler için değnekleri yumuşatıyorlar) ; 2. bir nevi koyu-kahve renginde olan boya.moralr. ahlâk (morale).moralsızahlâka aykırı (amoral).moralsızdan-ahlâksızlanmak.moralsızdanuuahlâksızlanma, demoralizayon.moralsızdıkahlâksızlık, ahlâk mefhumuna ehemmiyet vermemezlik.mordo-mor’a koymak suretiyle doğrultmak (bk. mor II, 1. ) iyri çığaç tüz bolot, tezge salıp mordoso folk. : iğri değnek doğruluyor, eğer doğrultma ayğıtına koyarak düzeltilirse.morposorpo sözünün tekidir.mortI, çort-mort dep sök, : şeytanı anarak sövmek. II, çabuk kırılan, tez kırılmaya müsait olan; köynöğüñ mort bolsun, canıñ bek bolsun! (yeni gömlek giyen çocuk için iyi dilek) : gömleğin yırtılsın, canın pek olsun!moskoolsağlam yapılı (insan hakkında) .mostoy-somurtmak; karabaysıñ mostoyup, kadırıñ menden kalğanbı? : folk. : somurtuyorsun ve bakmıyorsun, yoksa bana hatırın mı kaldı?mostoyt--et. mostoy-‘dan; közdörün mostoytup: surat asarak, somurtarak.motoñdo-= moltoñdo-.motorr. motör.motorçu= motorist.motoristr. motörist.motoy-= moltoy:moturañda-hareket etmek (tombul ve sevimli çocuklar hakkında) .moturay-tombul ve sevimli olmak (çocuk hakkında) ; ata! kağılayındardı körçü! moturayıp turuşkanın! : vay, şu sevimli oğlanlara baksana, ne kadar tombuldurlar!moyloof. bıyık.moymolgüzel kadın, dilber.moymolcu-güzel görünüşte bulunmak, güzelleşmek, güzellikle parlamak; moymolcuğan: güzel kadın, dilber; moymolcuğan köz: güzel gözler.moymolcut-et. moymolcu-‘dan.moymoldo-= moymolcu-; kara közü menen moymoldoy karap turat: güzel siyah gözleriyle bakıp duruyor.moyno-direnmek, inat güstermek, elden kaçmak, harınlamak; at moynop ketti: at harınlayıp, serkeşlik ediyor, bağlatmıyor (yakalanmış olmakla beraber durmuyor, kurtulmaya çalışıyor) ; moynop könböy kaldı: aksilik etti ve uzlaşmaya yanaşmadı.moynok1. devenin boyun derisi; tönönün moynboğu: devenin boynuna ve başına atılan bayramlık örtü; 2. ak boyun (sık- sık tesadüf edilen köpek lağabıdır) ; 3. köpek, erkek köpek; 4. dik geçit; it cübös moynok colu bar folk. : köpeğin bile geçemediği bir geçit yolu vardır.moynookboynuna kement atılırken durmıyan at.moypoñdo-: moypoñdo corğolo-: yorga yürümek; cüğörünün sabağın uy moypoñdop cakşı ceyt: mısırın sapını inek büyük bir iştahla yiyor.moysapıtf. aksaçlı, ihtiyar, muyu sefid.moyso-dövmek; moysop saldı: adamakıllı dövdü, patakladı.moysoş-müş. moyso-‘dan.moytoñdo= moltoñdo-.moytoy-= moltoy-.moyulsalkım erik ağacı (prunus padus) , yabanî diken.moyunboyun; koluñ menen kılsañ, moynuñ menen kötörörsüñ ats. : elinle yaparsan boynunla kaldırırsın (mesuliyet hakk) ; moyuña al-: üzerine almak, kabul etmek; cañılıştarın moynuna aldı: kendi yanlışlarını kabul etti, itirafı kusur etti; moynum alam: üzerime alıyorum, kabul ediyorum, deruhte ediyorum; moyuña art-: (birisine) yükletmek, taahhüt altına koymak, vazife olarak vermek; moyunsun- = boysun-; moyun ber-:teslim olmak, yenilmek; moyun küçtükkö sal-: kuvvete güvenmek, kuvvete dayanmak; moynu toñ: inatçı, dik kafalı; moyun alış-: boyunlarını sarmak suretiyle kucaklaşmak; moyuña kur (yahut: boto-, yahut: çılbır) sal- (yahut salın-) es. : kendi boynuna kuşak (yahut: atkı, dizgin) atmak; mec. boyun eğmek, ran olmak, itaat etmek; moynum car berbeyt bk. car II.moyunçaiki yaşına basmış ve meme emmeyi bırakmış olan buzağı, dana.moyunda-: at moyunda: kamçı ile atın boynuna vurmak ve bu suretle onu bir yana çevirmek (bu hareketiyle atlı protestosunu ifade ediyor ve çekilip gidiyor) ; keçeği sözün bugün boyundabay tanat: dünkü sözünübugün üzerine almayıp inkâr ediyor.moyundaş-biri-birinin boynuna sarılmak; eköö moyundaşpay koydu: ikiside kabahatini itiraf etmedi (yahut kendilerine karşı sürülen iddiayı üzerine almadı.)moyunturukboyunduruk.möbörö= memire 1.möçköç sözünün tekidir; köç-möçü menen bütün göçü ile.mögdö-bacakları pek fazla yormak.mögö= mömö; mnögödöy salbıra folk. : tezellül ederek, yalvararak eğilmek.mögöçüktö-= mögdö.mökübir çeşit ayakkabı.möl1. möl-möl = mölt-mölt (bk. mölt). II, f. çok yavaş; çok nemli; mlö otun: büsbütün yaş odun:mölçörtayin edilen nokya, muayyen hat, sınır.möldür= möltür.mölt: mölt-mölt et-: yıldırmak; mölt et: parlamak; közünön mölt etip caşı agıp ketti: gözlerinden parlayıp, yaşları akıverdi.möltüldö-parlamak, yalabılmak.möltüldöt-et. möltüldö-‘den.möltür-1. yalabıyan, parlayan; 2. temiz, şeffaf; möltür bulak: temiz pınar.möltürö-1. parıltı ile hafifçr titremek; sımap möltüröp turat: cıva yıldırıyor; cüzüm möltüröp turat: üzüm parlıyor; möltürögön kelinçek: güzel gelin, genç kadın; almaday möltürögön suluu kız: elma gibi parlak kız; 2. şeffaf, temiz olmak (başlıca, damla hakkında) ; möltürögön bir tamçı suu: şeffaf bir damla su.mölüy-yalvararak, rica ederek bakmak.mölüyt-et. mölüy-‘den.mömöö-, f. meyva, yemiş; mömö çığaçtarı: meyva ağaçları.mömö-ö-, meyva vermek (bitki hak.)mömölöş-müş. mömölö-‘den.möndü(destanda) kalmuklar ve çinliler tarafından bir savaş parolası gibi kullanılan söz.möndülö-“möndü” diye bağırmak (bir savaş parolası olmak üzere)möndür-dolu.möndürlöö-(dolu) yağmak.möngügağ cemûdiyesi, ebedî kar; möñgünün karınday: dağ cemûdiyesi karı gibi (ak).möñgülüücümûdiyeler ve ebedî karlar ile (dağ hakk.) ; möñgülüü toolor: cümûdiyeli dağlar.möñkü-1. sıçramak; 2. gürlemek, çağlamak.möñküt-et. möñkü-‘den.mönötayr. şahit, yardımcı.möntöğöyküçük minnacık.möntöy-küçük görünüşte bulunmak.möönkırkbayır bağırsağı; möödüñ tuyuk uçu: kör bağırsak.möönüta. vade, müddet, mühlet; kıska möönöt: kısa mühlet, kısa vadeli; möönötü uzatılğan karız: mahleti uzatılmış borç: möönöttön murda: vadesinden önce.möönötsüzmüddetsiz, vadesiz; möönötsüzpasport: müddetsiz pasaoport.möönöttüüvadeli; ızak möönöttüü: uzun vadeli: kıska möönöttü: kısa vadeli.möörf. mühür, kendi aduı yazılı olan mühür; möör bas-: mühür basmak, mühürlemek.möörö-böğürmek.möörökçok böğüren inek yahut öküz.möörötet. möörö-‘den.möösültar. 1. kırgız memurlarının yahut kabile ulularının nezdinde usta atlı; 2. harp ganimetinin hanın yahut derebeyinin nefine ayrılan kısmı.möpmö hecesiyle başlıyan kelimelerin önüne takviye içi getirilir; möp- möldür; büsbütün şeffaf, tertemiz.mörö-= möörö-möröy1. kazanılan zaferin neticesi; zaferle tatmin edilmek (maddi neticeler olmıyabilir); 2. öndül, mükâfat; möröy al-: bahsi kazanmak, müsabakalarda yenmek; möröy aldır-: müsabakalarda kaybetmek, bahsi kaybetmek; möröyün aldırdı: müsabakada kaybetti; 3. = ordo 3; möröy at-: ordo oyunu oynamak.möröylöş-yarışmak (başlıca yaya ve at koşularında).mramorr. mermermubarek= maarekmudakuda sözünün tekidir; kudamudalar: dünür-filânlar.mudaa= müdöö; mudaağa cet-: maksada, arzu edilen şeye ermek.muğalima. muallim, öğretmen.muğalimdikmuallimlik, öğretmenlik, muallimlik vazifesi yahut vaziyeti.muhita. es. = okean.mukabaf. cilt, kitap cildi (‘)mukabbat= makabbatmukama. makam, ahenk (rhytme), ahenklik; aytkan sözün mukamına cetkiret: rabıtalı ve ahenkli konuşuyor; mukam sözdüü: tatlı sözlü.mukamduuahenkli, mevzun; mukamduu ün: ahenkli ses.mukakta-(manaca) = mukaktan-; mukaktap coop bere alğanı cok: rabıtalı bir cevap veremedi.mukaktan-kekelemek, duraklamak, söz bulamamak, şaşırmak; “ men… meni ” dep mukaktanıp kaldı: şaşalayıp “ ben… beni “ diye mırıldandı ve kekeledi.muktaca. muhtaç.muktacdıkmuhtaçlık, ihtiyaç; eldiñ muktacdığı cönünde partiya menen ökümöttün kamkorduğu: parti ile hükümetin ahalinin ihtiyaçlarını düşünmesi.muktasara. şeriat hükümlerini içine alan bir kitabın adıdır (muhtasarul-vikaye; m.)mukumbüsbütün, tamamiyle.mukur1. kör, körlenmiş (kesmez olan); mukur şibege: kısa (aşınmış) biz; ayağı mukur: topal; mukurmunduz: bir hastalıktır, bununla musap olanın bütün vücudü karhalarla kaplanır; 2. filorcin kuşu: fringilla montifringillia.mukurañda-: mukurañdap basalbay kaldı: aksayarak, ayağına basamadı.mulcuy-düm-düz olmak, pürüzleri kalmamak; sakal-murutu cok mulcuyğan abışka: sakalsız; bıyıksız ihtiyar.multuñda-= moltoñda.multuy-moltoy.muluk1. kesik, küt (diyelim, parmağın bir hayut birkaç tane boğumu kesik bulunduğunda); muluk kulak: kesik kulak; 2. çoc. küçük kızcağızın ferci.muluke= muluk 2.mumuşcumuş sözünün tekidir; cumuş- mumuş bolup kalsa: iş-filân olursa.munmunu, munuñ, bk. bul I.munabu= mabu.munacata. yakarış, münacat (Allaha).munarI = munara. II, serap, karanlık, havanın hafifçe beyazımsılığı. III, (destanda) kocaman bir ağacın adıdır.munaraa. kule, minare.munardan-hafif karanlıkta, hafif sisle örtülmek; keçinde munardanıp kün batkan: akşam güneş hafif sis içinde batıyordu; munardañan too: hafif sisle kaplanmış olan dağ.munardaş-(manaca) = munardan.munarık= munar II.munarıkta-= munardan-.munayıma. yumşak mülayim, nâzik, halim, sâkin; sakimday çüzüñ munayım folk. : yüzün serap gibi mülâyimdir.munça= mınça.munçalık. mınçalık.munçu(karş, sal I ) 1. sakat, (bir kolu yahut heriki kolu, bir bacağı yahut her iki bacağı olmıyan) ; 2. malûl, çalışma istidadını kaybeden; uruş muncusu: harp malûlü; emgek muncusu: emek malûlü (iş esnasında malûl olan).munday= mınday.munduzmukur sözünün tekidir.munet-mint-, münt- (munu+et) ; öyle yapmak; münetip yahut mintip yahut müntür: öyle, şöyle, bu suretle; munetpe yahut mintpe: öyle yapma, böyle hareket etme.muñI, keder, can sıkıntısı gidermek; közdön muñ çeç-: can sıkıntısını gidermek; közdön muñ boldo: bir lâhzada gözden kayboldu.muñ-II = muñay-; muñbay: kederlenmeden, tasalanmadan.muñay-II kederlenmek, hasret çekmek, tasalanmak.muñayıkıbir parça kederli; muñayıkı tart-: tasalanmak; cüzü muñayınkı: yüzü kederli.muñayımkeder, tasa; muñayım tart-: kederlenmek, somurtmak.muñayt-et. muñay-‘dan; köz muñayt-: hasretle bakmak, acıklı bir surette bakmak,.muñda-kederlenmek, merak etmek; kedeydin muñun muñdabadı: fakirlerin kaygılarını paylaşmadı, onları düşünmedi.muñdan-= muñday.muñdantkederlenmeyi mucip olmak.muñdaşkeder ve tasayı paylaşan.muñdukdert, keder; kımızdan eki kese içken-muñduk, ayrandan eki kese içken-şumduk ats. : iki kâse kımız içmek derttendir, iki kâse ayran içmek hayâsızlıktandır.muñdur-kederlenmeti mucip olmak.muñduukederli, dertli, kaygılı.muñduula-: muñdulup süylö: kederlenerek söylemek.muñkan-= muñay-; muñkangan ün: hazin ses; muñkanıp ıylat: acı-acı bağırıyor. muñkat- et. muñkan-‘dan; ırın muñkantıp brıp toktottu: kederli bir eda ile şarkı söyledi ve birden-bire şarkısını kesti.mutn(r. “bunt”) isyan (1916 yılında kırgız kıyamı); munt cılı: kıyam senesi (1916 yılı); munt cılı törölgön bala: 1916 yılında, yani kıyam senesi doğmuş olan çocuk.munturtantır sözünün tekidir.munumunun, bk. bul I. muptu, a. müftü, fetva veren kanunşinans(bk. batıba)mura= murat.murakır= mırakır.murapI, f. köyde veya kasabada sulama tevzii işlerine bakan memur, mirâb. II = mıras.murasIImıras.murata. gaye, arzu, murad; baylıkmurat emes, coktuk uyat emes ats. : zenginlik-gaye değil, fakirlik ayıp değil.murazI = mıras. muraz II = murat; sen emne murazğa cettiñ? : sen ne muradına erdin? .murçf. siyah biber. (*)murçaserbest zaman, boş vakit; murçam cok yahut murçam tiybeyt: vaktim yok meşgulüm.murçu-elden kaymak (aşık oyununda çelik hakkında) .murçuy-somurtmak; (memnuniyetsizlik ifade ederek) dudak bükmek; murçuyup kabağın tüyüp kuydu: dudak büktü ve kaşlarını çattı; ırancığan tüs menen murçuyup bir karap aldı: somurtarak ce muğber bir tarzda bir baktı; asımay tartkanda murçuyup kalat: enfiyeyi dil altına atarken dudakları iğritiyorlar.murdaönce, daha evvel; mınadn murda körülbögön türdö: bundan önce görülmemiş şekilde; baarınan murda: her şeyden evvel; elden murda: 1) herkesten önce; 2) her şeyden önce; kün murda: vakti zamanında, önceden, münasip zamanında,; möönöttön murda: vadesinden önce, müddeti gelmeden. = murda.mursdağıeskideki, evvelki; murdağı künü: evvelki gün.murdubk. murun I.murşapf. tar. (kokand hanlığında) bir polis memuru, miri şeb.murunI, 1. burun; murdu (bazan murunu) : burnu; it, murduna suu kirgende, süzöt ats. : köpek, burnuna su girdiğinde yüzüyor; eki kolubuzdu murdubuzga tığıp kala berdik: (iki elimizi burnumuza sokarak kaldık; murdun ceñine katıp, baş kötörö albayt; kuyruğunu kıstı, başını iğdi, kibiri gerildi (harf. : burnunu yenine saklayıp, başını kaldıramıyor) ; kündüñ murnu çıkkanda (yahut cayılganda soñ yahut cayıları menen) : tam güneş doğmaya başlarken, sabah erken; açuusu murdunun uçunda: çabuk kızıyor; it murun: yabanî gül ağacı; 2. burun deliği; eki murdu dardaktap folk. : burun delikleri kabarıyor. II, daha evvel, eskiden; kün murun: vakti zamanında; murunuraak: bir parça erkenden.murundan-(birisine. bir nesneye) burun hususunda benzemek; at baskan munundan: burnunu at çiğenim gibi basık.murunduuburunlu; kır murunduu, bk. kır I.murunkuevvelki, eski.muruntaneskiden; öteden beri.muruntuk(develer, öküzler için) burunsalık.muruntuka-1. burunsalık geçirmek; 2. mec. gem vurmak, zaptetmek.muruntuktat-et. muruntukta-‘dan.murutI, a. mürid. II, bıyık; murut al-: bıyığı kırpmak; muz murat: bir çeşit kara kuştur, ki gagasının iki yanında bıyıkları olur; murutunan küldü: bıyık altından güldü.muruttupala bıyık.murza= mırza.musaapıra. gezginci, yersiz-yurtsuz; musaapır gol-: aciz bir durumda bulunmak, yalnız ve ev-barksız bulunmak; musaapır tart: acizlik göstermek.musaapırçılıkgezginci, garip kimsenin hali, yersiz-yurtsuzluk, acizlik.musaldasmusallas, a. üzümden yapılan şarap, müselles (başlıca, evde imal edilen) .musapır= mussapır.muskulr. adale.mustak1. cumûdiye; 2. yüksek yazlık dağ merası, otlağı, yayla; mustakka tuuğan: yüksek dağ yaylasında doğmuş; 3. buz kesilmiş, soğuk.mustapaa. dn. seçilmiş (muhammed peygamber’in sıfatıdır) , mustafa.mustarafa. mustarap kılba! sövme tabiridir.musulmana-f. musulman.musulmançılıkbir müslümana lâyık olan hareketler ve işler.musurman= musulman.muşf. yahut muşt yahut muştu yahut muştum, 1. yumruk; muş tüy-: yumruk sıkmak; muştumday: yumruk gibi, küçük, küçüçük; kök muş: 1)pek fazla morarmış; 2) aşırı hiddetlenmiş, kudurmuş; suunu talaşıp, kök muş bolup caykan: su için adamakıllı çekiştirdiler; muştum cıttat-: yumruğu burun dibine yaklaştırmak, yumrukla burnuna vurmak; 2. kuvvet.muştbk. muş.muşta-vurmak, dövmek, yumruklamak; bıçak menen muşta-: bıçakla vurmak, bıçak saplamak.muştağıla-it. muşta-‘dan; üstöldü muştağılap: yumruğiyle masaya vurarak.muştat-et. muşta-‘dan.muştek= muştuk.muştubk. muş.muştukalıcı kuşu elden koyuverme.muştumbk. muş.muunI, 1. boğum, mafsal; muunu cok yahut munu boş: kuvvetsiz gevşek; muun-cüün, bk. cüün; kırk muun: 1) bir otun adıdır; 2) bilek; 2. nesil; 3. gıram. hece; tuyuk muun: kapalı hece; açık muun: açık hece.muun-II, boğulmak, nefes alamamak; muunup öldü: asılıp öldü.muuna-1. (kesilmiş gövdesini parçalarken) kemiği kemikten ayırmak; 2. azaları biri-birinden ayırmak suretiyle dağıtmak.muunak1. mafsal, boğum yeri; 2. (bir nesnenin çevresindeki) çentik, oyun.muunçulgram. hece teşkil eden.muundur-boğmak.muunduu1. boğumlu, mafsallı; 2. gram. hecelerden teşekkül eden; eki muunduu: iki heceli (kelime) ; 3. (etrafında) çentiği olan.muunt-= muundur; cakasın muunta karmaştı: biri-birinin yakasına sarıldılar.muuzda-boğazını kesmek, boğazlamak.muuzdalpas. muuzda-‘dan.muuzdoo1. boğazlama; 2. boğazlama yeri (boğazlarken bıçağın geçeceği yer) .muyruiyri sözünün tekidir; iyri-muyru: eğri-büğrü, şaşı, yılankavî.muyu-1. inanmak, kanaat hasıl etmek; güvenmek; 2. ehemmiyet vermek; 3. peşinden takip etmek; 4. bir şeye, bir işe gönül bağlamak.muyuş-muyu-‘dan müş. ( = muyu) .muzbuz; muz carğıç: buzkıran (gemi) ; cürögünö muz boldum folk. : “yüreğine buz oldum” : ben om da nâhoş hisler ve hâtıralar uyandırdım.muzda-buz kesilmek, donmak, pek fazla soğumak; cüröğüm muzdadı: hayal kırıklığına uğradım, soğudum, küstüm; muzdadı senden soğudum.muzdakbuz gibi, soğuk, donmuş; muzdak suu: soğuk su, buz gibi su.muzdat-buza çevirmek, dondurmak; cürögömdü muzdattı.beni hayal kırıklığına uğrattı, soğumaklığıma sebeb oldu.muzdoobuvzlaşma, donma, pek fazla soğuma.muzeyr. müze.muzikar. musiki.muzikalaştır-musikileştirmek.muzikalıkmusikiye mensûp, ait, müteallik; musikalık aspaptar: musiki âletleri.muzoobir yaşında olan buzağı; muzoo tiş örülgön kamçı: hususî bir nakışla örülmüş kamçı.muzoobaş1. kök kurdu, halkalı; 2. zehirsiz büyük örümcek: phalangina.muzooçubuzağı çobanı.muzoolo-buzağılamak.müçöI, 1. bedenin bir kısmı, uzuv, organ, aza; anık müçö: hakikî aza; çetki müçö mat. : kenardaki had; okşoş müçö mat. : müşabih had; ortoñku müçö mat. : ortadaki had; söz müçösü gram. : aksamı kelâm; aytuu müçölörü db. : telaffuz uzuvları; süylöm müçölörü gram. : cümlenin uzuvları; süylöm düñ cay müçölörü gram. : cümlenin bayağı uzuvları; süylömdüñ kurama müçölörü gram. : cümlenin katmerli uzuvları; 2. es. ölünün evinde, cenaze merasimine gelen kabile mümessillerine verilen şey; elge müçö ber-: ölünün istirahatı ruhu için sadaka, hediye dağıtmak.müçö-II, hayvan devri takvimine göre, kendisinin doğduğu seneye ermek (bk. müçöl) .müçöl1. on iki senelik hayvan devri takvimi; 2. bu takvimin bir yılı; 3. doğum senesi (her oniki senede bir defa gelir: bu yılın başı insan için muhataralı sayılırdı) ; meniñ bugün üçüncü müçölöm: ben bugün otuzaltı yaşımı doldurdum; 4. yıldönümü; on cıldık müçöl: onuncu yıldönümü.müçölö-parçalnamk, uzuvları biri- birinden ayrılmak; car aar kaysı cerine müçölöp çıktı: yaralar her azasında peyda oldu; müçölöbös söz gram. = senek söz (bk. senek) .müçölömö1. taazzi eden, 2. gram: değişen; müçölömö söz: değişebilen söz.müçölöt-parçalamak, uzuvlara ayırmak.müçölötüüuzuvlara ayırmak.müçöüü: alp müçölüü: bahdır biçimli.müçöö= müçö I.müçü-muvaffak olmamak (maksada yaklaşıpta, ona mulaşmamak) ; müçüp karmay albay kaldım: yakalıyamadım (hâlbuki bu maksada çok yaklaşmıştım) :müçülüşkifayetsiz, az miktarda olan; akçam müçülüş bolup, palto alamadım: param yetişmediğinden, palto alamadım.müçülüştö-: müçülüştöp: azar; azacık, güç hal ile.müçülüştükkifayetsizlik; eksiklik; akçanın müçülüştügönön mıltık alalbaldım: paranın kıtlığından tüfek alamadım.müdööa. arzu, gaye, menfaat; emine mündööñ bar? : ne istiyorsun?müdüra. es.müdür, direktör.müdürüktö-homurdanmak, mırıldanmak.müdürül-sürçmek.müdürült., et. müdürül-‘den; coldoş bolbo ayğakka, müdürültöt tayğakka ats. : koğucu ile yoldaş olma. o seni attan düşürür.mükcüz sözünün tekidir; cük-müğü menen: yükleri-filânları ile beraber.mülcüI, kolu-botu mülcü-şalkı: bacakları elleri gevşemiş.mülcü-II, kemirmek; kono catpay, kepke toyboyt; söök mülcüböy, etke toyboyt ats. : gecelemeden lâra doyulmaz, kemiğini kemirmeden ete doyulmaz.mülcün-müt. mülcü- II’den.mülcüñdö-dudaklara çiğnemek.mâlcüñdöt-et. mülcüñdö-‘den; ooz mülcüñdöt- = mülcüñdö-.müldöbüsbütün, tamamiyle, genelce; müldö bezip ketti: büsbütün kayboldu, battı; müldö ködör üzdü: büsbütün umudunu kesti; müldö deyerlik: umumiyetle denildikte.müldühep, hepsi (herkes) .mülk. , a. 1. mülk, emlâk (başlıca, kıymetli malü-mülk) 2. mal, servet; koom mülkü: cemiyetin malı.mültüldö-gizlice, sinsice hareket etmek; mültüldöböy, bul cergele süylöşsöng: fısıldamadan, açıkça konuşsun ne olur sanki?mültüldök1. yavaş-yavaş kendi işlerini beceren kimse; 2. şahsi rabıtalarından istifade ederek, gizlice hareket etmek suretiyle başkalarının işlerini takip een kimse.mültüldööişs. mültüldö-‘den.mültüldöş-fısıldaşmak; başkalarından gizli olarak, müzakerelerde bulunmak; hep beraber ufak-tefek işleri becermek.mültüldöşüüişs. mültüldöş-‘den.mültüldötet. mültüldö-‘den.mültürö-yıldıramak, parlamak.mültüy-: tilegim mültüyüp kalsın! : bütün arzularım mahvolsun! iyilik yüzü görmeyim!mülükI = mülk. II, dert, keder.mülüsker= münüskör.mümküna. olabilen, caiz, yapılabilen, mümkün kabil.mümküncülükimkân, cevaz, yapılabilirlik.mümkündük= mümkünçülük.mğmkünsüzimkânsız, caiz olmayan, yapılabilmeyen.mümkünsüzdükimkânsızlık, caiz görülmezlik, yapılabilmezlik.münkusur, sakatlık, eksiklik; eç bir münün tappadı: hiçbir kusurunu bulmadı.müñkülöñmüşkülât, içinden çıkılmaz duruma koymak.müñkür1. bacaklarını ve kollarını kaybeden; müñkür-şorduular: sakatlar ve zavallılar; 2. aciz ve içinden çıkılmaz vaziyette bulunan.müñkürlük1. bacaksız ve elsiz kalmaklık; 2. aciz, içinden çıkılmaz durum.müñkürö-gayet zor ve içinden çıkılmaz vaziyette bulunmak; acizlik göstermek.müñküröt-(birisine) gayet müşkül ve içinden çıkılmaz bir duruma sokmak.münöt(r. “minuta”) dakka.münözyahut kulk-münöz: ahlâk, tabiat, seciye; münözü cakşı: iyi ahlâklı, tabiatı iyi: tap münözü: sınıfa mahsus karekter.münözdö-tasvir ve teşhis eylemek.münözdöl-rasvir ve tavsif eylemek.münsüzkusursuz, eksiksiz.münt-bk. munet-.münüşkörmünüşker, f. doğancıbaşı (avcı kuşları çıkarma, onları talim etme ve onlarla avlanma mütehassısı) .münüşkörlükmünüşkör (bk.) mesleği.mürker II sözünün tekidir.mürdöI = mürzö.mürdö-II(bacaklar ağırdığı zaman) gevşek ve korka-korka basmak.mürgü-1. her iki ayakla basmak; kuvvetten düşmek; mürgüp bas-: ayakları güç hal ile sürüklemek; 2. mec. sık-sık ve küçülerek selâmlamak, iğilmek.mürgüt-et. mürgü-‘den.mürökmit. dirim suyu, âbı hayat; müröktün suusun içtiñbi? : âbı hayat mı içtin? (hiç ölmeyeçeğini mi sanıyorsun? )mürtansızın ölüm; cığılğan cerde mürt ölüptür: düştüğü yerde ölmüş.mürtöza. : kara mürtöz: muzır, gaddar, taş kalpli, amansız.mürüomuz mafsalının öne doğru çıkık duran kısmı, omuz.mürüt= murut I.mürzöf. medfen, kabir, mezarlık, kabristan.mürzölükmezarlık; mürzölük cer: kabir yeri.müşküla. güç, ıstıraplı, üzüntülü, mişküldö kal-: güç durumda kalmak.müşküldükgüçlük, ıstırap, üzüntü.müşök(r. “meşok” uzunca, rus biçiminde olan) çuval (krş. kap IV, 1.) .müştök(r. “mundştuk” ) ağızlık.müyüzboynuz, boynuzlar; koökor müyüz: 1) koç boynuzu şeklinde olan mimari tezyinat; müyüzü çıkpadı: muvaffak olmadı, teşebbüsünden hiçbir şey çıkmadı; müyüzüñ kança boldu? : tattın mı? bir şey kazandın mı?müyüzdüüboynuzlu; müyüzdüü iri mal: iri, boynuzlu hayvan: sığır hayvanı.naabayf. 1. fırıncı: ekmek pişiren; yufkacı; naabay ölüp atsa, koynunan nanı çığat ats. : yufkacı ölürken bile koynundan yufkaları dökülür; 2. yufka satan; 3. naabaykana.naabayçı= naabay 1. 2.naabaykanaf. ekmekçi fırını.naadanf. cahil, nadan, ahmak.naadandıkcehelet, hamakat.naala. (çkçedeki) nalça.naalata. 1. lânet; ataña naalat! : babana lânet! ; 2. mel’ûn.naalı-f. inlemek, ağlamak, şikây etmek.naalışI, inleme; inilti, alın yazısında şikâyet.naalış-II, müş. naalı-‘dan.naamf. 1. ad, nam, isim; 2. lâğap, unvan; soğuştuk naam: askerî unvan.naamduunamlı, müsemmâ.naarI, f. aş, yiyecek; naar al-: gıda almak, hafif tertip karın doyurmak; oozuna naar ala elek: henüz hiçbir şey yemedi, ağzına bir şey almadı. II, 1. derideki çizgiler, kabartma usuliyle yapılan tezyinat; koldun naar; (yahut sadece naar) parmakların içindeki ve el ayasındaki ufak çizgiler; bettin naari: yüzün rengi, yüzün güzelliği.naarazıf.-a. memnun olmıyan, narâzı; naarazı kıl-: memnuniyetsizliği mucip olmak; naarazı bol-: memnun olmamak.naarazılıkmemnuniyetsizlik, itiraz; naarazılık bildir-: memnuniyetsizliğini bildirmek, protesto etmek.naardaş-beslenmek.naarduu= naar II, 1.naarlaş-horozlamak; dövüşmek için birbirinin üzerine sıçramak.nabak= abak.nabaktı= abak.nabata. nöbet şekeri; kristal halindeki şeker.naçalnikr. âmir, mafevk.naçalniktikâmirlik.naçandiknaçalnik kon. = naçalnik.naçarf. zayıf, aciz, kötü.naçardıkzaaf, kötü, durum.naçarla-(manaca) = naçarlan-.naçarlan-zayıf düşmek; kötüleşmek.naçarlantuukötüleştirme; sapatın naçarlantuu: evsafını kötüleştirmek.naçarlanuuzayıf düşme, gevşeme, kötüleşme.nadzorr. nezaret, gözleme; prokurorduk nadzor: müddei umumilik nezareti, mürakabesi.naesep= nayınsap.naganr. “nağan” sistemi tabanca.nağısbükülmüş, kıvrılmış, batık.nağızhakikî, halis.nakI, nakta a. nakit; nakta akça (yahut sade nakta) : nakit para; naktay: nakit olarak, peşin para. II, ktam, noktası-noktasına; nakuşu mezgilde: tam zamanında; nak bugün: tam bugün.nakazr. emir, talimat, direktif.naker(destanda) bir çeşit ayakkabı.nakıla. srk. anlatma, hikâye, tahkiye.nakış= akış.nakıştuu= akıştuu.naktabk. nak I.naküştömurabahacı; naküştödön karızdar bolbo, ooğan menen do bolbo! ats. : murabahacıya borçlanma, uluların uşağiyle dost olma.nalı-= naalı-.naloğr. vergi; ceke naloğ tar. : sahsî vergi.namakıramf-a. es. yabancı, yad (kadınlar kısmına girmasine müsaade edilmeyen erkek; yabancı erkeğin bakmasına müsaade edilmeyen kadın) .namazf. dua, namaz; namaz oku- :namaz kılmak.namazköyf. namaza devm eden, müttaki.namısa. 1. namus, şöhret, iyi nam, soy şerefi; namısın kolğo alğan: şerefini, haysiyetini muhafaza ediyor; namıstı koldon taydırğan (yahut ketirgen ) : rezil olmuş, haysiyeti kayboldu; namıs ketir-: terzil etmek, kepaze eylemek; namıs ketpesin: başkalarının önünde mahcup olma! : namısına keldi: en hassas yerine dokundu; uruu namısı: kabile şerefi; 2. incitme; namısı kelse kerek: utanmış olsa gerektir.namısçılalıngan, güçbeğenir; müşküklpesent.namısköya-f. alıngan.namısköylükalınganlık, hırsı cah, izzetinefs.namıstan-1. utandırmak; 2. gücenmek, küsmek.namıyana. para çantası, para kesesi.namız= namıs.manızdan-= namıstan-.namirken= amirken; namirken ötük: rugan çizme.nanI, f. ekmek, yufka; nan koy- es. ant içerken önüne ekmek koymak; seni nan urar! : seni ekmek çarpsın; nan kıl-: yufkaya döndürmek; yassılatmak, ezmek; mec. yok etmek, imha eylemek.nan-I = ınan-.nañısızinanılmayacak, muhtemel olmayan.napakaa. = aliment.napsnapsi = apsi.nartek hörgüçlü deve; nar kesken: iyi kılıç, çelik pala; usta menen dos bolsoñ, nat keskenin alarsıñ ats. : demirci ile dost olursan, çeilk pala alırsın.narağırak: narağırakta: bir parça ötede.naratkon. = naryad.narazı= naarazı.narcak= arcak.naret= naryad.narı= arı.narık= nark.narın1. üzerine çorba dökülmüş ve ufak doğranmış etten ibaret olan yemek; aşap alıp ketsin dep, narın tartıp koydurup folk. : yesinler diye onlara narın çekti; 2. = beş barmak 2 (bk. barmak ) .nariste= arısta.narkf. 1. paha, fiat, nerh; narkı kança? : fiatı nedir? ; oy özüñdö, nark koluñda ats. : senin arzuna tâbidir, harf. : fikir enin, fiat da se nin elindedir) ; 2. kıymet, değer, liyakat; bilbedi menin barkımdı, ötközdü menin narkımdı folk. : liyakatımı bilmedi, kıymetimi indirdi; 3. adet, itiyat; narkta cok (insan hakkında) : on para etmez; 4. örf hukuku; nark-şaraatta cok: hiçbir kanunda yok; 5. (rad.) soy; kabile.narkı= arkı.narkomatr. (rusça “narodnıy komissaritay” sözünün kısaltılmış şeklidir ki bu söz de halk komiserliği, yani vekâlet, nezaret, bakanlık demektir. m. )narktuuörfe dayanan hukuku (hukuku mütearifeyi) iyi bilen ve onlara riayet eden kimse.narposf. nar meyvasını kabuğudur ki sarı baya yapmaya yarar.naryadr. ask. nöbet.nasaat= asaat.nasıbayçiğnemek suretiyle kullanılan tütün; nazıbayday sağındırdıñ: seni pek ziyade özledim (harf. : tütünü özler gibi özlemeye mecbur ettin) .nasıla. menşe, cins, asıl.nasıyanasiya = asıya.nasıyatasaat; öğüt nasıyat bölümü tar. : “öğüt-nasihat şubesi” (teşvik ve propaganda şubesi) .nasıyatçıpropagandacı.nasıyatoopropaganda yapma, öğüt verme.nasipa. kısmet, alı nyazısı, hısse; nasıp bolso: kısmet olursa;naşanaşaa, a. kenevirden imâl edilen uyuşturucu madde, haşiş, esrar.naşacı; esrar içen; esrar tiryakisi.natıycaa. netice, sonuç.natıtcasızneticesiz.natıycasızdıkneticesizlik.naturanatur, r. tabiat; natura akısı: aynî tediye.natuuraf-k. doğru değil, kanuna uygun olmıyarak; natuura col menen: doğru olmıyan, gayri meşru yol ile.navay= naabay.nayf. 1. ney; cez nay: madenî ney; 2. (tütün içmeye mahsus) çubuk; kiçi nay yahut kiçik nay: tütün içmek için pipo.nayçaf. küçük pipo; nayça bel (kadınlar hakkında) : ince belli, endamlı, zarif.nayınsapf-a. insafsız, namussuz, nâinsaf.nayınsapsızdık= nayınsaptık.nayınsaptıkinsafsızlık, mırdarlık.nayluupipolu, çubuklu; cez nayluu çılım: bakır çubuklu nargile.nayzaf. 1. kargı, mızrak, süngü; 2. (kâğıt oyununda) pagas.nayzaçı= nayzakar.nayzağay= çağılğan.nayzakerf. nizedar (kargı, mızrak ile silâhlanmış olan asker) .nayzala-mızrak, kargı ile iş görmek; mızrak, kargıyı saplamak.nayzalaş-mızrak ile dövüşmek.nazf. kırıtma, naz; kızı bardın nazı bar ats. : kızı olanın nazı da vardır.nazara. bakış, nazar; nazar sal-: göz gezdirmek, dikkat etmek; er nazar tiygen: muvaffakiyetli; nazarı aç; ıymanduu kişi andan kaç zarı aç; ıymanduu kişi andan kaç ats. : zenginin oğlu aç gözlüdür. imanlı (namuslu) adam ondan kaçsın.nazdan-nazlanmak, kırıtmak.nazdıknaz, kırıtma.ne= emine; keldik ne, kelbedik ne? : geldik, gelmedik ne ehemmiyeti var! : ne bara cok: her ihtimale karşı.nebak= ebak.neçenneçe, 1. kaç; bir neçen: birkaç; neçender: bir çokları; 2. (onlar, yüzler, binler ile bir arada oldukta) küsûr; otuz çene som: otuz küsûr ruble.neeta. 1. niyet, düşünce; neeti ak: namuslu, temiz kalbli; ak neet: temiz niyet; namusluluk; ak neet emgek: namuskârane emek; 2. güven, umut.neettik: ak neettik: namusluluk, fena niyet, fena düşünce.neettüü: ak neettüü: namuslu; kara neettüü: namussuz; kötü niyetli.neettüülük: ak neettüülük: namusluluk; ak neettüülük menen: namusluca, insaflıca.neftr. petrol.negiztemel, esas, prensip; neğizinde: esasında, esas itibariyle, esasına göre: nağiz kılıp al-: esas olarak almak, esasına vazeylemek; neğiz bol-: esas olmak, esas vazifesini görmek; tömönkü negiz mat. : aly kaide (mes. , üstüvanenin, menşurun)negizde-tesis etmek; tahkim eylemek, esasını kurmak.negizdel-tesis edeilmek, kurulmak, sağlamlaşmak.negizdet-et. negizde-‘den.negizdöötesis etme; esaslandırma.negizdööçütesis edici, müessis.negizdüüesas (sıfat olarak)negizsizesassız, bir esasa dayanmıyan.negizsizdikesassızlık, bir esasa dayanmamaklık.nemene; bir neme: bir şey; bir nesne; ütk neme: hiçbir şey; ar neme: her şey, her türlü eşya; ar nemeğe bir neme ats. : “teneke yuvarlandı kapağını buldu” (harf. : her şeyin kendine göre bir şeyi vardır) .nemine= emine; nemineden kapañ bar! folk. : kederin neden ileri geldi! .nepadaf. rastgele, tesadüfen; nepada kelbey kalsa: tesadüfen gelmeden kalırsa; ya, beklememize rağmen gelmezse.nepalam= nepada.nepirne? ne bir? ; nepir suluu güldör! : ne güzel güller! nepir şirin nandar! : ne tatlı bisküviler!nepitkon. = neft.nepmenr. ( “nep” ten istifade eden kimse; “nep” sözünün kısaltılmış şeklidir ki bu söz de yeni iktisadî politika demektir. bu, lenin hayatta iken sovyet hükûmetinin şahsî teşebbüsler, muvakkaten müsaade eden bir siyaseti olmuştur; m. ) .nepti= neft.nersenesne, eşya.nes= ez I.net-(ne+ne), ne yapmak, nasıl hareket etmek; netesiñ? : nasıl hareket edeceksin? ne yapacaksın? sana niçin lâzım? ; mında turup neteli! : burada durup ne yapalım!nez= ez I; nez bol: şaşalamak, afalamak.nığay-kuvvetlenmek, sağlamlamak.nığayt-takviye etmek, sağlamlaştırmak.nığır-= ığır.nığırıl-= ığrıl-.nıkI, = ık I; nık bas-: şiddetle basmak.nık-II = ık IV.nıkı-şiddetle basmak, tazyik etmek.nıkta-tahkim etmek, pekitmek.nıktal-tahkim edilmek, uzun yatıp sertleşmiş (mes. : kar hakkında) ; nıktalıp catkan kar: uzun yatıp sertleşmiş olan kar.nıl= ıl.nıldat-birparça pürüzlü yapmak (mes. , el kaymamak için bir şeyin sapını) .nım= ım I; nemli, nem.nımda-nemli etmek.nımdal-nemlenmek.nımduuyaş, nemli; nımduu kum: yaş kum.nımduuluknemlilik.nımsaknemlice, nemli.nıpasbk. kayz.nısap= ınsap.nıhyazf. 1. sadaka; 2. fazilet, erdem.niçke= içke.niçker-= içker-.nidayimke(r. “nedoimka” ) ; bekaya, ödenmeden kalan vergi.nikea. es. nikâh; nike kıy-: nikâh kıymak; nikesi buzula turğan ceri cok: “nikâhı bozulacak değil” ; bunda hiçbir zarar yok; bundan bir fenalık çıkmaz.nikele-es. nikâhlamak (dini merasim yaparak nikâh kıymak) .nikelen-nikâhlanmak.nikelüü-es. nikâhlı (nikâhı dini merasim icra eylemek suretiyle kıyılmış) .nipta= ıpta I.nitroglitserinnitrogliserin.niyet-= neet.noko= oko I.nokota. nokta; sözdü nokotuna keltirip aytat: sözü rabıtalı ve dürüst söylüyor.nokto1. yular; 2. (rad.) çizme süsü.noktolo-yular geçirmek.noktoluu1. yularlı; 2. (rad.) süslü (çizme hakkında) ; noktoluu ötük (rad. , V) : nakışlı çizme.nomurr. numara; kiriş nomura: (vesikanın) varide numarası.nomurda-numaralamak.nomurdoonumaralama, numerotaj.nomurduunumaralı.noof. oluk.nooçaf. uzun boylu.nookas= ookas.noolan(rad. , V ) bir kumaşın adıdır.nooruzf. yeni senenin ilk günü (mart ayında) , nevruz; nooruz köcö: yeni yıl köcö’sü. (bk.) .nootuf. çuha.normar. pay, norma, kaide, nisbet.noşotura. nışadır (*) .notr. müz. nota.noyabrr. kasım ayı.noyon= oyon.noyu-zaaf göstermek, yenilmek.nökör(yalnız destanlarda) 1. uşak; 2. içoğlan.nölr. sıfır.nölök= naloğ.nöömöta. nöbet, sıra; nöömöt menen: sıra ile.nöşör= öşör.nöşörlö-= öşörlö-.nukırmağın yatağı, mecra.nukum= ukum II.nukuramutlak, saltık; nukura çın: tamamiyle hakikat; nukura çoñduk mat. : mutlak kemiyet.nukusa. = kusur.nura. ışık, şua; betinin nuru kaçtı: benzi değişti, benzi uçtu, benzi soldu.nurdan-nurdal-, nur saçmak, nurlanmak.nurdant-et. nurdan-‘dan.nurduual yanaklı, nurlu, nurduu ciğit: güzel delikanlı.nurkuruk, kabile, soy:nurlan-= nurdan-.nurluu= nurduu.nurutezek (toprak için gübre) .nuskaI, a. 1. örnek, nümune; 2. nüsha; 3. tab. basış miktarı, tiraj.nuska-II, göstermek, talimat vermek, işaret vermek, elle göstermek, kol menen nuska: elle göstermek.nuskaluuörnekli, nümune olacak kadar mükemmel; nuskaluu söz: öğüt sözü, kabîle âdetlerini anlatma suretiyle süslenmiş olan söz.nuskaluulukmisallik, örneklik.nuskooyol gösterme; es. talimat, direktif.nuskooçues. talimat veren, enstrüktör.nükör= naker.nül= nöl.obaça= oboço.obdul-1. gövdeyi öne doğru atarak kalkmak; 2. hiddetle üzerine atılmak.obkomr. (bu, rusça “oblastnoy komitet” sözünün kısaltılmış şeklidir ki bu da eyalet (vilâyet) komitesi demektir; m. ) .obligatsiyar. tahvilât.oblus= obulus.oblustuk= obulustuk.obo= aba II.oboço1. tümsek, tepe, höyük; 2. bir parça ilride, bir parça uzakta, başkalarından ayrı olarak; üydön oboço oturalı: keçe evden bir parça uzakta oturalım; oboçorok barıp: bir parça uzağa çekilerek.obodoyhırs, doymamazlık; obodoyuñ kuruğan it! vay seni, doymaz köpek.obol= obolu.obolkuevvelki; oboldukay: eskisi gibi, evvelden olduğu gibi, başta olduğu gibi.obolua. evvelce, daha önce, evvelâ; obolu özüñ iç, kiyin men içeyin: evvel kendin iç, sonra ben içeyim; eñ obolu: her şeyden önce.obonmelodi, nağme; obon sal-: ırlamak, şarkı söylemek.obonçuşarkıcı.obooa. beygir nezlesi,; oboo menen şıypañ dos ats. : tencere yuvarlandı, kapağını buldu (harf. at nezlesi şıypañla dostur; bk. şıypañ) .obozf. 1. ses, vaaz; 2: kafiye:obulus(r. “oblast”) eyalet, vilâyet.obulustukvilâyetlik.oburI, obur; obur uydan çobur muzoo tuuyt ats. : obur inekten bayağı (külüstür) buzağı doğar. II: obur-tobur: ayak patırtısı.oburakşöhret.oburaktuumeşhur, tanınmış.obyektr. madde; bahis mevzuu olan, objet.obyektivr. objektif, afâki.obyektivdüüafâkî; obyektivdüü sebep, afâkî sebep.oç(deveye bağırış) ; töö kıyadan ötköndön kiyin “oç! ” degeniñ kurusun ats. : dövüşten sonra yumruk sallamak harf. : deve bayırı geçtikten sonra senin “oç! “ demen yok olsun) .oçiret= oçurat.oçoğorbir çeşit eski zaman tüfeği.oçoğoykocaman, muazzam.oçok(karş. kolomto) evdeki ocak (taşınmaz meskende) ; çer oçok: toprağı kazmak suretiyle yapılan ocak.oçorul-kalkamamak (mes. : bacağına yahut beline kurşun isabet eden yabanî hayvan, ve beli ve s.si aağrıyan insan hakkında) ; maldar oçoruluporundan tura albayt: bitkin bir halde bulunan hayvanlar yerlerinden kalkamıyorlar; tolorsuğu kırkılıp, oçorulup kaldı: topuk kemiği burkulup yerinden kımıldayamadı.oçoy-tümsek şeklinde çıkık durmak (hantal ve kalın nesne hakkında) ; oçoyğon kempir: (yerde oturan) şişman kocakarı.oçoyt-et. oçoy-‘dan; oçoytocazası berilsin: cezası adamakıllı verilsin.oçoytuuişs. oçoyt-‘dan.oçoyuuişs. oçoy-‘dan.oçuratr. kon. sıra, nöbet.odoğoy= odono.odonokabaca, nezaketsiz, parlak olmıyan, biçimsiz, bayağı; odono körün-: nâhoş intiba vermek, kaba, hantal gözükmek; odono cañılıştık: kaba yanlışlık, hata.odonolukkabaca olmaklık, hantallık, adîlik.odurakayyüz çizgileri kaba olan, kaba; odyrakay taar: kabâ çuhâ.odyrañda-1. hareketlerinde, yüz çizgileri kaba olan adama benzemek; 2. kurulmak, caka satmak.oduray-kaba, nâhoş olmak (yüz hakkında) .ofitserr. subay, zabit.oğdorul-1. şiddetle ve kudururcasına şahlanmak, yükselmek (dalgalar hakkında) ; 2. hızla ileri yürümek (kuvvetli at hakkında) .oğelebk. oğo I.oğoI, gayet, pek; oğo ele cakşı yahut oğele cakşı: gayet iyi; oğo beter yahut oğo beterden yahut oğo tötön : ondan daha kuvvetli; daha fazla (daha iyi, daha kötü) . II( = ağa II ) : öona.oğolo(rad.) = oğele (bk. oğoI. ) .ohrankar. siyasi zabıta şubesi.okI, onamama, kınam ifade eden bir nidadır; ok, oozuñ sıñır! ; vay, ağzın iğrilesi! II, dingil, mihver. III, ok, mermi; oktoy tüz: ok gibi düz; ok tiyir! : ok değsin! ; çağılğan oğu bk. çağılğan; okko uçup ketiptir: ok isabet ederek vurulmuştur. IV: ok-ele = eğele (bk. oğo I) . V, tahdid ekidir; bir ok: yalnız bir tane, ancak, fakat, bununla beraber; özüm ok: bizzat kendim, yalnız ben kendim.okçontoyokkabı, sadak.okçunötede, ötede bulunan, uzak, ırakta bulunan, ayrıca; okçun col: yolun kenarı yan yol; okçun oturdum: ötede, başkalarından ayrı oturdum.okeanr. okyanus.okıya= okuya.okoI, sırma. II( = okuya) : eç oko bolbos: hiçbir zarar olmaz, hiçbir şey vukua gelmez, korkulacak bir şey yoktur.okopr. siper (savaş meydanında) ; okoptor: siperler.okorokoşum takımlarının imalinde bir çeşit örtme tarzı; okoro tüygün ak tizgin folk. : yuarı okohro usuliyle örülmüştür.okra= okura.okruğr. eyalet; soğuş okruğu: askerî eyalet (mıntıka) .okşo-benzemek; saa okşoyt: sana benziyor; kelgen okşoyt: gelmişe benziyor; bul okşoğon yahut uşul okşoğon: buna benziyen, buna benzer; cana oşoğo okşoğon: ve buna benzerleri.okşokto-= okşoy-.okşoñdo-= okşoy-.okşoñkura-bir parça benzemek; bir dereceye kadar andırmak.okşooişs. okşo-‘dan.okşoşI, benziyen, misli, aynı.okşoş-II, birbirine benzemek, birbirine uygun olmak.okşoştukbenzeyiş, müşabehet.okşoştur-benzetmek, benzer hale koymak; okşoşturup ur: şiddetle vurmak dövmek.okşotuubenzetme.okşoy-somurtmak, surat asmak; aldırğan bürküttöy okşoyup oturat: avını kaçırmış karakuş gibi somurtmuş.okşu= lokşu; oozuna kelgenin okşuy beret: ağzına ne gelirse, şunu söylüyor (manasız şeyler söylüyor) .oktoI, 1. = nokto; 2. (rad. ) düğüm.okto-II, silâh kurulmak; oktolğon mıltık: kurulmuş tüfek.okkyol-II, 1. sıçramak; caşında cigit oktolot, caşağanda toktolot ats. : gençlikte yiğit sıçrıyor, yaşayınca ağır başlı oluyor; 2. ileri atılmak; kıvrılmak (yılan hakkında) ; cılan oktolup cüröt: yılan kıvrılarak sürünüyor (kâh kalkarak, kâh inerek) .oktoluu= noktoluu.oktoo(tüfeği, topu) doldurma.oktooluudolu (tüfek vs. hakk.)oktorul-dalgalanarak akmak (diyelim, taşlar üzerinden akan su hakkında) ; 2. mec. bütün vücudiyle öne doğru iğilerek bir çeyin üzerine atılmak.oktos-âni bir dönüş yapmak, birden bire bir yana sıçramak (mes. , ürkmüş at hakkında) .oktot-et. okto- II-‘den.oktukok, kurşun, gülle malzemesi; bir şeyin, ok, kurşun, gülle için zarurî olan miktarı.oktyabrr. ekim ayı.oku-1. okumak; kitep oku-: kitap okumak; namaz oku-: namaz kılmak; 2. öğrenmek (okumayı, yazmayı, ilimleri) ; mektepte okup cürgön: (o zaman) mektepte tahsilde idi.okumal= okumuştuu.okumuştuuokumuş (tahsilli) , âlim, bilgin (adam) .okun-: bala okun-: evlâtlığa almak, tebenni etmek.okura(sığır hayvanının derisi altında) oestridae denilen sineğin kurdu (ivizin sürfesi) .okuran-yavaşça kişnemek.okustesadüf, beklenilmedik vakıa; ihtiyatsızlık, tedbirsizlik; okusunan öltürüp ketti: ihtiyatsızlıktan öldürdü; okus kılıp sala cazdadım: az kaldı bir aptallık yapacaktım, az kaldı işi bozacaktım; sen bir okus kılğanı oturasıñ: dikkat et, bir pot kırmaya hazırlanıyorsun; okus bolğon ekenmin: hata yapmışmışım, ihtiyatsız hareket etmişim; kabırğam okus bolup kalğan! kaburgam sakatlanmış.okustat-: butumdu okustatıp aldım: (onulmaya başlıyan) ayağımı yeniden sakatlandım.okuşI, 1. okuma; 2. tahsil, öğrenme.okuş-II, 1. hep birlikte okumak; 2. hep beraber tahsil etmek, öğrenmek (okumayı, yazmayı, ilimleri) .okut-1. okutmak; 2. öğretmek; atası okutpay koydu: babası okutmadı, okumaya müsaade etmedi.okuttur-et. okut-‘dan.okutuuöğretme (okumayı, yazmayı, ilimleri) .okutuuçuöğretmen, muallim.okutuuçuluköğretmenlik. muallimlki.okuu1. okuma; okuu kitebi: okuma kitabı; 2. öğrenme; özünçö okuu: kendi kendine tahsil, hopcasız tahsil; okuu curtu: tahsil yurdu, mektep.okuuçu1. okuyan, okuyucu; 2. öğrenici, talebe.okuyaa. vakıa, âdise, olay; bolğon iştin okuyasın söylöp ber: olup bitenleri anlat.olo, şu.olbok(rad: , V ) = olpok:olbuy: olbuy-solbuy: kâh soldan kâh sağdan; olbuy-solbuy kamçılıp folk. : kâh sağdan, kâh soldan (atı) kamçılayarak.olcoganimet (savaşta, avda) .olcolo-ganimet almak, iğtinam etmek; ocolop alğan mal: ganimet olarak alınmış hayvan.olcoloşganimete ortaklık eden, ganimetten hisse alan.olçoğoykocaman, hantal.olçoy-kocaman, sırık gibi uzun olmak; olcoyğon: kos-koca, up-uzun.oldoolda, 1. esef haykırışı; oldo, boykuş; vay sevi miskin! ; oldo kokuy-ay! : ne yazık! ; 2. onama haykırışı; oldo, aynanayınım! : bravo canım’ 3. pişmanlık ve onama haykırışı; oldo, kurğur-ay! : vay kahrolası; oldo, kapır- ay! : vay kâfir!oldoksonbeceriksiz, biçimsiz, meharetsiz, hantal; oldokson til: kaba dil; oldokson tart-: kötüleşmek.oldoksondukhantallık, kabalık.olk= solk.olku: olku-solku bol-: kâh sağa, kâh sola sallanmak; mec. devamsız, kararsız olmak, tereddüd etmek; turmuştun olku-solkusu: hayatın takallübatı, değişiklikleri.olobosüy ve yağla doldurulan koyun ciğerinden suda haşlanmak suretiyle yapılan yemek.oloğoytek gözlü görünüşünde bulunmak.olokkad, tek gözlü.oloñI, arka kolan (ki eğer başına takılır) ; oloñ baş: bu kolanın tokası; oloñ-cırım: her nevi koşum. II: oloñ arpa bk. arpa.oloñdo-I, arka kolanı sıkıştırmak. II, 1. tek gözlü şeklinde bulunmak; tek gözle yan bakmak; 2. mec. : hırslanmak (hiddetlenmek) .oloñdoarka kolanlı.oloy-1. yek gözlü olmak; oloyup kara-: tek gözlü kimsenin bakişiyle bakmak; 2. = oluray.olpok1. şilte, beşiğine serilen ve koyun yünü ile doldurulmuş olan küçük şilte (bu mânayla daha ziyade: balanın olpoğu denir) ; töşöğüm olpok bolup kalıptır: şiltem kalın ve yumuşaktır; 2. eski kötü kaftan; 3. sık ipekten yapılan ve savaş gömleği yerini tutan bir nevi giyimdir; ak olpoğun kiydi folk. : beyaz olpoğunu giydi; barañdıñ oğu batpağan üstümdöğü ak olpok folk. : üzerimde, okun delemediği beyaz olpok vardır.olpoñtar. vergi, resi, baç.olpuoñoy sözünün tekidir; oñoyolpu iş emes folk. : bu, kolay yapılabilen iş değildir.oltoñoñoy sözünün tekidir; oñoy- oltoñ: uygun, münasip, kolay başarılabilen.oltur-1. oturmak, yerleşmek; atka oltur: at üzerinde bulunmak (ata binmek değil) ; 2. bulunmak, ikamet etmek; 3. evde kalmak (gelinlik kız hakkında) ; olturğan kız orunalat ats. : “dayan kazak ataman olursun!” (harf. evde uzun kalan kız, yer bulur) ; 4. tardımcı fiil sıfatiyle işin sürekliliğini ifade eder; bir ğana ay kalıp oturat; yalnız bir ay kalmış; yubileyğe eñ sonun körsötküçtör menen kelip olturat: yıl dönümüne o, en mükemmel endekslerle yanaşıyor; erçilip olturup: kendi arkasından sürükliyerek; cürüp olturup, bir ayılğa kelip toktodu: yürüye-yürüye nihayet bir köye gelip durdu.olturğuçiskemle, sandelye.olturğuz-oturtmak, dikmek, oturmaya zorlamak.olturt-= olturğuz-.olturul-mut. oltur-‘dan; karacak berilip olturulat: boyuna masraflık para verilmektedir.olturuş-müş. oltur-‘dan; artta kalıp olturuşat: geri kalıyorlar.oltuş(rad. ) = otuz.olu-çekip almak, kapıp almak; közün olup aldı: gözünü çıkardı, oydu.olurakay1. tek gözlü; bir gözü kör olan; 2. mec. yan bakan, kızan.olurañda-= oluray.oluray-boynunu uzatarak, gözlerini geniş açarak, yan bakmak (meselâ, insan bir şeyi dikkatle dinlerken) , yan bakmak; hiddetle bakmak, göz belirtmek; sen meni karap emine olurayasıñ! : sen bana neden yan bakıyorsun!olurayuuişs. oluray-‘dan.olut1. yer, mahal, oturulacak yer, sandalya; menin olutuma catasıñbı! : sen benim yerime yatacak mısın! : olutu caman: rahat oturmayan; 2. (rad.) dağ yamacı, yar.olutuu1. çabuk kızan; her şeye takılan, dırlanan (kadınlar hakkında) ; 2. oluttuu caş: olgunluk çağı, orta yaş; oluttuu çaşka bañıca, barğan sayın calındayt folk. : orta yaşına gelmiş, hâlbuki o, (kadın) gittikçe güzelleşiyor; 3. ciddî, mühim; oluttuu mesele: ciddî mesele.oluya= ooluya.oluyalık= ooluyalık.ombu= ombul.ombul: ombul-dombul: 1) yamrı-yumru: 2) hızlı; 3 ) (rad.) tuynak patırdısı; ombul-dombul eştildi (rad.) : tırnak patırdısı işitildi.omkor-içini dışına çevirmek, alt-üst etmek, altından girip üstünden çıkmak, aktarmak, tahrip eylemek.omok: omoğo bar at (bk. omoktuu) .omoktuu: omoktuu at: gövdesinin ön kısmı kuvvetli ve yüksek olan at.ompo1. = oñko; 2. hacamat şişesi: ventouse (tp. ) ; ompo koy-: hacamat şişesi koymak.omurI: uyalğandan ceti omurum cerge kirdi: utanmaktan yerin dibine battı. II, kon. = nomur.omur-III, alüst etmek, yıkmak; tübönön omur-: kökün den koparmak.omuroohayvan göğsü; omurooğo sal- 1) kuvvet kullanmak, 2) kesin bir ifede ile söz söylemek, gözdağı vermek; omuroo kaktı söz: gözdağı verme, tehdit etme.omuroolo-1. üzerine yürümek, göğüsle itmek, sıkıştırmak; 2. aşırı hiddetle üzeri ne atılmak.omurooloş-müş. omuruulo-‘dan.omuroolot-1. bindiği hayvanın göğsüyle dayamak; atı menen omuroolotup aldı: atnın göğsüyle dayadı; 2. söverek üzerine saldırmak (binek hayvan üstünde iken) .omurt-, et. omur- III-‘den.omurtkaamudu fikarî, fıkra; bel omurtkalar: bel fıkraları.omurul-pas. omur- III-‘ten.onon (sayı) ; on başı: on kişinin başında duran.onçoğoybiçimsiz bir surette uzun; onçoğoy kuyruk küröñ at folk. : uzun kuyruklu konur (koyu al) at.onduk1. onluk; 2. onluk (iskambil kâğıdında) .oñI, 1. sağ; oñ kol: sağ el; oñ araan: sağ cenah; oñ tüştük, bk. tüştük; ayı oñdon tuuğan yahut oñ közü tartat: onunu talihi var, muvaffak oluyor; atım onçğdon tuuğan: ahval bana müsait gidiyor, işlerim muvaffakiyetle yürüyor; tündö oñ kırıñan (yahut oñ canbaşıñan) catkansıñ 2) gece uyurken sağ yanın üzerine uyumuşsun; 2) mec. senin işlerin muvaffakiyetle yürüyor; oñdon-doldon: sağdan ve soldan; her yandan; oñdu-sol-: sağa- sola: her yerde; oylonup keler-keter oñdu-soldu: her şeyi düşünüyor, her hususu etraflıca düşünüyor; 2. münasip, uygun; iş oñ: işler iyi; işiñ oñbul: işler iyi gidiyor mu! ; oñ bolor ele: iyi olurdu (eğer.. ) ; zamandın oñuna tuş kelip: müsait ahvale rastgelerek; oñbu? : (doğum) normal gidiyor mu? ; barbağanıbız oñ boluptur: gitmediğimiz iyi olmuş.oñ-II, muvaffak olmak, muvaffakiyetli olmak, yoluna konulmak; kolğotüşkön koyondu koyo bergen oñbor bu? ats. : ele geçen tavşanı kaçıran kimseden hayır olur mu? : astı oñbo! : asla iyilik yüzü görme! ; oño turğan iş emes: hayırlı olacak bir iş değil; oñboğon: hiçbir işe yaramaz, beceriksiz, hayırsız adam; oñboğondoy: gayet, pek; oñboğondoy çoñ: gayet büyük, kocaman. III, solmak, renk atmak.oñçulsis. sağcı (sağceneh mensubu) .oñçulduksis. sağcılık (sağ cenaha intisap) .oñdo-1. bir işi sağ taraftan, sağ elle ve s. yapmak; kamçını kötörüp, oñdop- soldop saldı: kamçıyı kaldırarak hem sağ yandan, hem sol yandan çaldı; 2. düzeltmek, yoluna koymak; arıktı oñdodo: arkı (kanalı) tamir etti: k3. ders vermek (terbiye etmek) ; seni oñdoybuz: seni yola koyarız.oñdol-1. = oñdon-: 2. sâkin kalmak, rahat oturmak.oñdon-düzelmek, kendine çekidüzen vermek, kendi üzerine olan şeyi düzeltmek; cooluğun oñdonup: başörtüsünü düzelterek.oñdoñtahkik edilmeyen şayia; tahkik edilmemiş olan haberler.oñdoodüzeltme, tamir, tamirat.oñdooçudüzeltici, tamirci.oñdot-düzelttirmek; samoorumdu ustağa oñdottum: semaverimi ustaya tamir ettirdim.oñdur-muvaffakiyetle, işlerin iyi gitmesine sebep olmak; yoluna komak, muayyen bir istikamet vermek; oño turğan iş emes, oñdura turğan coo emes folk. : muvaffak olacak iş değil, hakkından gelinebilecek düşman değil.oñgoksolan, çabuk renk atan.oñgussolmaz, silinmez.oñkodik konulan ışığın durumu; oñkosunan kuladı: tepe-taklak gitti; oñko-çoñko: tepe-taklak; oñko- çoñko at-: taklak atmak.oñkogoyuzun ve ince; oñkoğoy murun: büyük, ince burun.oñkorok(rad. ) öne çıkık duran.oño-= oñdo-.oñol-düzelmek, yoluna konulmak, onulmak; oorysunan cakşı oñolup kaldı: hastalıktan büsbütün iyileşti; cerinen ooğan cük oñolboyt ats. : yerinden oynamış olan yük (denk) artık düzelmez; ıntımak bolboy, iş oñolbos ats. : ittifak olmadan iş yürümez.oñoodüzelme, doğrulma; yoluna konulma.oñotiyi durum; oñotuña cetpey kal! folk. : iyilik yüzü görme!oñoykolay kolay başarılabilen; aytuuğa oñoy, kıluuğa kıyın: söylemesi kolay, yapması güç; oñoyolpu bk. olpu.oñoylo-kolaylaşmak.oñoylot-et. oñoylo- ‘dan.oñoylukkolaylık yapması kolay olmaklık; oñoyluk menen beryent: kolaylıkla vermiyor.oñoysut-basit, sade, kolay saymak.oñtoyfırsat, müsait ahval, oñtoyu kelse: münasip fırsatta;rast geldikte; sözdün oñtoyu kele salğanda: sözün sırası geldiği zaman, söz açıldığında.oñtoylo-kolaylaştırmak, kolay yapılabilir hale koymak.oñtoylon-: oñoylonup oltur: rahatça oturmak. et. oñtoyla- ‘danü oñtoyloyup koy! : bir yana topla! yerli- yerine koy ( taki bulunması alması kolay olsu devrilmesin ve s. ) .oñtoyluurahat, kullanışlı, uygun. yapılması kolay.oñura-kendi- kendine konuşmak; özünön özü oñurayt:kendi kendile konuşuyor.oñurañdooişs. oñurañda- ‘dan.oñuray-ap- açık durmak; oñurayıp ele közünün ordu kalğan: gözleri batmış bir çukur şeklinde duruyor.oñurayt-et. oñuray- ‘dan.oñuşmüs. oñ- ıı,ııı- ten; ten; işi oñuştu: işleri yürüyor.onto-ıkınmak inlemek; oorubağan ontoboyt ats. : bir yeri ağrımayan inlemez.ontolo-ıkınmak , inleme , yavaşça melemek.ontooişs. onto- ‘dan.ontoşmüş. onto- ‘dann; uylar uyku aralaş ontoşot: inekler uyku arasında inliyorlar ( inleşiyorlar ) .ontot-et onto-‘dan.onuktuu: onuktuu orun al- : sağlam bir mevki alamk.onunçuonuncuoo-ı, ağmak, bir yana sarkmak, bir tarafa yatmak, eğik bir şekel girmek; ayrı betten oop kelgen mal: ( dağın ) öte yandan gelen sürü; beşim oop, kün batarğa cakındağanda: öğle zamanı geçerek, güneş batmaya yaklaştığında; tön oodu: gece yarısı geçti; tün carım ooğan kez: gece yarısından sonra; iş oñ cağına ooy turğan körnöt: iş iyileşeceğe benziyor; cığılğan ooğaña külöt ats. :düşen sarsılana gülüyor ; esi oodu: bayıldı, hissini kaybetti, şaşaladı aklını oynatmış; baş ooğan cakka: gözün baktığı tarafa. ıı: keçke cel ooysuñ bu? : bu akşama kadar aç mı kalacaksın?ooba! : evet! ( muvafakat) ;ooba-oo-ba! : evet- evet! doğru!ooçoperde, siper; kuş avcısının pusu kurduğu mahal.ooçu= uuçu.oodar-1. devirmek; attan oodar: attan devirmek; oodara kara-:inceden inceye bakmak; 2. çevirmek,tercüme etmek(bir dilden başka dile)oodarıl-1. çevirilmek, devrilmek; attan oodarıl-: attan düşmek; 2. çevirilmek, tercüme edilmek (bir lisandan başka bir lisana).oodarışı, 1. devirme 2. atlıların birbirini attan devirmek için yaptıkları müsabaka; cöö oodarış. aynı devirme müsabakasıdır, ancak atların yerini yaya insanlar tutarlar.oodarış-ııhep beraber devirmek; attan oodarışıp oynodu: birbirini attan devirmekle eğlendiler.oodarıştır-et. oodarış ıı- den; kazanda et oodarıştır: kazandaki eti çevirmek; cılañaç etke cepken kygizip oodarıştırat: oodarış ( bk. odarış 1, 2. ) müsabakası tertip edilirken ) buna iştirak edenlerin ) çıplak vucuduna ceoken giydiriyorlar.oodarışuuişs. oodarış ıı- ‘den.oodart-et. oodar- ‘dan.oodartuuişs oodar-‘tan.oodaruu1. devirme; 2.terceme, çevirme ( bir lisandan diğer bir lisana. )oodukyamık , yamık mail, yana sarkmış, br yana iğrilen; köñülü bir capına ooduk boldu: gönlü taraflardan birine yattı, meyletti ( taraflardan birini tercih etti ) ; akçabız bir- biribizdikinden. ooduk- kıydığı köp emes: birbirimizin paralarının miktarında büyük fark yoktur.oodur-et. oo- ı-‘den; oodura tartıp saldı: öyle çekti, ki bir yana meylettirdi.ooğantar. yüksek makam sahibinin uşağı.ookamzaman, ân; bir ookamda: bir müddet sonra.ookashasta.ookastan-hastalanmak.ookata. 1. gıda, rızk, erzak; ookatı caşkı: bolluk içinde yaşıyor; ookatı naçar: fakir yaşıyor; ookat cok:fakirdir; ookat kıl- : yaşayış vasıtaları kazanmak; ookatka bışık cigit: ( işlerini çevirmek ve yaşama vasıtaları kazanmak huusunda) beerikli delikanlı; ookat cayı: maddi vaziyet;2. iyelik ( tarlalar, hayvanlar, av-bark ve s: ) ; ördüştön cakadapı ookatıma tüşüp keldim: yayladaki mer’adan dağ eteğindeki iğeliğime gidip geldim; 3 . münasebetler; ookatıñ ötpöyt biz menen: folk: bizimel geçinemiyorsun.ookattan-bolluk içinde yaşamaya başlamak; kiçinekey ookattana kalıptır: bir parça iyi yaşamağa başlamıştır.ookattuuzengin ; hali- vakti yerinde olan, bardık kolhozdordu bolşeviktik, bardık kolhozçulardı ookattuu kılalı: bütün kolhozcuları zengin yapalım; ookattuu turmuş: mreffeh hayat.ookattuulukrefâh, zenginlik.ookun= ookam; bir ookundan kiyin: bir müddet sonra.oola-= oo ı; bu toodan tiği tooğa oonlap ketti: bu dağdan öteki dağa geçtiler.oolakuzaktaki, uzak, uzakta; oolak otur!; oolak bol- : bir parça ötede bulunmak, uzak durmak; oolak co: yan yol, dolaşık yol.oolakta-uzaklaşmak bir yana çekilmek; oolaktap tur- : uzakta durmak.oolaktat-uzaklaştırmak.oolaş-değişmek, trampa yapmak.oolaştır-1. değiştirmek, müadele etmek; 2. karıştırmak, karma karışık etmek.oolat-et- . oola- ‘dan; bul caktan bizde dağı bir cakka oolatat: buradan bizi daha bir tarafa göçürecekler.oolcu-dalgalanmak, yavaşça sallanmak, ağır ve kurumlu hareketler yapmak, kurulmak, caka satmak; on beşteği kız bolup, oolcuy basıp bardı ele folk. : ( o kadın) , onbeş yaşında olan kız gibi, süzülerek, sallanarak yürüyüp gitti.oolcuş-müş. oolcu- ‘dan.oolcut-et. oolcudan; oozun oymaktoy oolcutup, murdun çürüyüp: ağzını yüksük gibi bükürek, burnunu buruşturarak.oolduk-1. inat etmek, direnmek; coluğup ketti: 1) inat etti; hiddetlenip direndi, en hassâs noktasına dokunuldu; 2) muayyen bir maksat gözlemeksizin hareket etti; ooluğup keldim; 2. gayri tabiî , anormal olmak.oolukmainat, zorbalık, terslik; oolukması karmak kalıptır: inatığı tutmuş.oolukmaluuinatçı, delicesine ters, zorba.ooluyaa. 1. veli, aziz, evliya ( insan hakkında) ; 2. mukaddes, kutsal ( mahal, yer hakkında) .ooluyalıkvelilik, azizlik.ooma1. yana yatan, yamık; cüğü beri cağına ooma bolup kaldı: yükü beri tarafa iğrildi; 2 . kararsız, mütereddit.oomaçılkararsız..oomaçılıkoomaçıl’dan mücerret isim.oomaluudeğişik, mütehavvil.oomatı = nöömöt. ıı, f. nimet, hayır, iyi sıfat, saadet, muvaffakiyet.oona-ağnamak, dabalemek (eşek, et hakkında ) .oonat-oona- ‘dan.oonattır-et. oonat- ‘tan; at oonattır- , atı ağnatmaya zorlamak.ooñkura-bir parça yana yatmak; esi ooğkurap kalğan: hafif baygınlık geçirdi; hafif bir baygınlığa yakın durumdadır.oopa= oopaa.oopasızsebatsız, mütehavvil, hain, sinsi; oopasız düşman: hain düşman.oopasızdıksebatsızlık; vefasızlık, değişkenlik.oopay( insan hakkında ) 1. anormal ( aklı başında olmayan ), deli, kaçık; 2. iradesiz.oopazoopos, f. enenmiş öküz.oor1. ağır; oor cük: ağır yük, hamule;2. güç, zor, oor cük: ağır yük, hamule; 2. güç, zor,oor iş: zor iş.oorçulukgüçlük, zorluk, zahmetler.oorçunçokluk, bolluk, çok, bol, müteaddit, toptan; oorçun köp: pek çok.oordo-güçleşmek, müşkülâtlı olmak; yuplar cüğün oordoboyt ats. : savaş atı yükünün ağırlığını sezmez.oordubk. oorun.oordukağırlık, sıklet; oorduğu beş but: sıkleti beş puddur; 2. güçlük.oorsokbuzağıyı emzirmeye ihtiyaç olmıyan ( sağmal hayvan hakkında ) ; oorsok uy: buzağıyı yanaştırmadan sağılabilen inek; oorsok koy: kuzuyu yanaştırmadan sağılabilen koyun; balasın emizip saayt, balası ölsö oorsok saayt: ( kırgızlar ) buzağıyı yanaştırarak sağıyorlar, eğer buzağı ölürse buzağısız sağıyorlar.oorsun-kendisi için ağır, güç olarak saymak.ooruı ( karş. ılañ) hastalık ( insanda) ; sarı ooru: sarılık hastalığı; sarı ooru bol- : 1) sarılıkla hastalanmak; 2) mec. aşırı üzülmek; ayaldar oorusu: kadın hastalığı; içki oorular: dahili hastalıklar.ooru-ıı, (karş. ılañda -) hastalanmak ( insanlar hakkında) .ooruk1. artçı; çalğındı kalmak çalabı? oorukta çubak kalabı? folk. : kalmuklar öncü olarak gider mi? çubak artçı olarak kalır mı? ; 2. ordu çekirdeği, özeği.oorukanak- f:hastahane.oorukçanhastalıklı.ooruksun-ağrı duymak.ooruluuhasta, hissetmek; eti oorunup, eç bir ceri mayıp bolğonu cok: yalnız ağrı geçirdi, başkaca hiçbir türlü sakatlık- filân olmadı.oorut-ağrı vermek.oorutuş-müş. oorut- ‘tan.ooruz= nooruz.oosur-avm. yellenmek.oosurakavm. sık- sık yellenen kimse.oosurt-et. oosur- ‘dan.ooşı: ooş- kılış: karşılıklı mübadele, karşıklı yardım; ooş- kılış kılıp ookat kıl- : birbirine yardım ederek geçinmek.ooş-ıı, mübadele etmek; koy ooşup ketpesin: sakın koyunlar karışmasın!ooşmodeğişen, sebasız.ooştur-bir şeyi diğer bir şeyin yerine koymak.ooşuumübadele, değiştirme; tebış ooşuu: ğram. seslerin değişimi( birbirinin yerlerinin tutmaları ) .ootu= nootu:ooz1. ağız; oymok ooz: bk. oymok; oozdan çıkınca: boğazdan çıkarcasına (yemek) ; oozdan çıkkança toyo cedik: boğazımıza gelinceye kadar yedik; ir oozdan: bir ağızdan; ittifakla; ooz biriktirip: sözleşerek, söz birliğiyle; ak ooz bol- : sövmelere, hakaretlere duçar olmak; oozuñdu appak kıldır sana adamakıllı sövüp saydı; oozuña alba! : ağzına alma! ağzını açıp anma! ; oozdon tüşürböyt: dilinden düşürmüyor; men bir üç ooz kep aytam: iki- üç kelime söyliyeceğm; eki oozun biri ele okuu boldu: ( söylediği ) iki sözün biri talim oldu ( yani talim hakkında çok konuştu ) ;oozuna kelgendi söylöy beret: aklına estiğğini söylüyor ( harfiyen ağzına ne gelirse onu söylüyor); bir ooz = kel = degende carabayt: bir = gel = kelimesini demeye bile yaramıyor ( buyurun! demesini bile bilmiyor) ; oozmo-ooz surayt: ( başka birisi vasıtasiyle değil de ) şahsan soruyor ; açık ooz bk. açık; kızıl ooz: kızıl dudaklı (at don alâmetlerinden ) ; oozdoruna taruu kuyup alğanday: = ağızlarına darı dökülmüş gibi = hiçbir şey söylemiyorlar. ( susuyorlar) ; ooz uçunan coop berdi: ağız ucundan (ehemmiyet vermiyerek) cevap verdi; ooz cıy-: ağzını toplamak, susmak; ooz aç- : ağız açmak (iftar etmek) ; oozdon öp- : ağzını öpmek;attın oozun koy: atın dizginini bırak attın oozun koyun carışıp folk.:atı doludizgin bırakarak ve yarışarak; caman ooz = bakanooz; 2.bir şeyin çıkacağı delik; mılıktın oozu: namlı ağzı; 3.menba,(kaynak) ; almantının oozunda folk.: almatı ırmağının menbaında; 4.büyük kapı (dervaza) ; altın ooz ordo folk.:altın kapılı saray; altın ooz şaar folk.:altın kapılı şehir.oozan-1. söylemek, demek; oozanzañanıbızga köp boldu: konuştuğumuzdan beri çok zaman geçti; 2. (rad.) ağza almakoozandır-ağzına vermek, ağzına sokmak, emdirmek.oozdan-ağız hususunda benzemek; açılğan kör oozdon: dişsiz ağza malik olmak (harfiyen: açılmış mezara benziyen ağza malik olmak); töö töö kuynuk çaynağan töö oozdoñon: ağzı kitre (astragalus)yemiş deve ağzına benziyor.oozdukı, gem; oozduk tişte-: gemi azıya almak; oozduğu cok attay: gemsiz at gibi. ıı: açık oozduk, bk. açık.oozdukta-gem vurmak, yavaştırmak, zaptetmek, itaat altına almak.oozekiağızdan, şifohen, şifahi.oozkumethal deliği yanında, methalde bulunan; oozku üy: sofa, hol.opı,nefes, soluk; op tart-: nefes almak, solumak. ıı: obun tappay(yahut opsuz, yahut obu cok) kerilet: ölçüsüz kuruluyor, aşırı derecede kırınıyor, nazlanıyor; obu cok(yahut opsuz) çoñ: gayet büyük, kocaman; obu cok ele süylöy berbe: manasız sözler söyleme; obuñ menen iş kıl!: düşünerek iş yap! ,opa= oopa.opaaa. sadakat, vefa, sadık;opaası cok = opaasız; ubadağa opası cok. vaadini tutmuyor,vefasızdır.opaasız= oopasız.opata. vefat, ölüm, helâk.operar. opera.operatsiya-r. operasyon, cerrahi ameliyat, askeri harekât, ticari muamele.opkok1, doymaz, obur; 2. az mugaddi: az besleyibi; carma opkok kelet: tirit az mugaddidir:opkolçu-opkoolçu-, meyus olmak, maneviyatı kırılmış bir durumda bulunmak, can sıkıntısı olmak.opo= opaa.opoldomoçun= poldomoçun.opoloñ. opoloñ-topoloñu tüştü: arbede koptu.opoñ: opoñ un: kepeği ayrılmış buğday unu.oposuz= oopasız.opot= opat.opoyt-kabarık, çıkık bir surette koymak (kocaman bir nesneyi); astıma çoñ tabak etti opoytup koydu: kocaman tabakla eti önüme koydu.opportunisçil= opportunist.opportunisçildik= oppotunizm.opportunistr. oportünist.opportunistikoportünizm’e ait.oportunizmr. ahval ve zamana göre, herkese anlaşma ve uzlaşma yolunu tutmaklık siyasi mesleği : opertünizm.oppozitsiyar. muhalefet,oppozitsiyaçıl-muhalif, muhalefetçi.opsoloñcesur, mert.opsuzgayet, aşırı, ölçü dışı; opsuz köp: gayet çok;opsuz semiz:pek yağlı; çirkin bir surette semiz; opsuz küldü: yüksek sesle güldü (çok ve yersiz güldü).opşu(r. kon. = obşçiy) umumi, hep beraber, elbirliğiyle, cemiyet, topluluk, cemiyete ait; opşu ıraazı bolso: herkes muvafakat ederse; eğer umumi ittifak olursa.obşustuba-(r. kon. = obşçestvo = ) topluluk; cemiyet.opton-muziplik etmek,serkeşlik etmek,kendini zapdedememek;optonboy otur!rahat otur!optuumazbut,,itinalıopurı:opur-topur arbede,karışıklık. ıı,alt üst etmek,tahrip eylemek,havaya uçurmak,patlamak.opurma:koş ooz opurma:çift namlulu tüfek.opurtalduu1.korkunç;meş’um;opurtalduu tüş:korkunç rüya;2.çabuk kırılan,nadiropurtmaluu= opurtalduuopurul-alt üst edilmek,tahrip olunmak,patlatılmakopurult-et.opurul-‘danopusı = opuz ıopusıı= opuzııopusala-= bopuzala-oput(r."opit") tecrübe.opuzı.(r.kon."opis") 1:icra dairesi tarafından malü mülkün yazılması,haciz konması;opuz mal;icra tarafından yazılmış olan mülk;2.taharriyat,evde yapılan araştırmaopuzıı:ormon opuz yohut ormaon opuzu:gösterişli ihtişam,gösterişli muhariplik.opuza= bopuzaopuzala-korkutmak,göz dağı vermek.orı,çukur,hendekorıı:or iyrek:cez tumşuk(bk.tumşuk) aksamından biridir.or-ıııekini,otu biçmekorçun= oorçunordenr.nişanordendüünişan sahibi,kendisine mükafat olarak nişan verilen kimse.orderr.1.ordino,2.tevkif müzekkeresi.ordo1. tar.hanın karargâhı belli-başlı bir adamın muhteşem obası;ak ordo:mükellef,beyaz oba;alaş ordo,bk.alaş;2.in;cılandın ordusu:yılan ini;3.kırgızların kumar mahiyetinde olan aşk oyunudur ki,bu oyun hanın karargâhını ele geçirmek için olan savaşı temsil eder;ordo atkanday:ordo oyunu gibi(zevkli ve safalı bir şey);4.ordo oynayanların daire teşkil ederek dizildikleri hat.oordoluu1.saraya malik olan;2.çok çoluk-çocuk sahibi olan;3.taraftarları çok olan kimse;ordoluu cılan:büyük yılan yığnağı içinde yaşıyan yılan,yılan yılınağı;ordoluu bay,bk.bay.ordubk.orun.ordunkon = orden,ordurı, kon.1. = order;2. = orden.ordur-ııekin, ot biçmeye zorlamak veya müsaade etmek.organr. uzuv.orğok= orok.orğu-1. fışkırmak, galeyan etmek (su hakkında); cerden orğup çıkkan bulak: yerden fışkıran pınar; 2. şahlanmak, yükselmek, tümsekler teşkil etmek; orğup çıkkan şor: tümseklerle örtülmüş, çorak yer; 3. hoplamak; zıplamak; oynop-orğup: oynayıp sıçrayarak.orğuçta= orğu-.orğuçtan-mut. orğuçta-‘dan; kıyırı orğuçtandı: küplere bindi.orğuşta= orğuçta-originalr: orijinal.oskestrr. orkestra.orkıyalk-a. kaba (tabiat hakkında).orkoy-kanbur şeklinde çıkık durmak, sivrilip çıkı durmak; omurtkası orkoyup: amudu fıkarîsi kanburlaşmış.orlo-hendek, çukur açmak; ak bökön kelip çığılat, aldın kazıp orloso folk. : eğer önüne hendek kazılırsa, beyaz karaca gelir ve düşer.ormokturp kömürünün bir çeşidi.ormokoykalın ve biçimsiz burunlu adam.ormonsrk. orman.ormoñdo-1. somutmak ve susmak; 2. öne doğru çıkık durmak (mse., burun hakkında).ormoy-1. somurtkan ve az konuşur olmak; 2. öne doğru çıkık durmak (mes. burun hakkında).orno-yeride pekleşmek, sokulup kalmak; belçesinsn batkaka ornop kaldı: beline kadar bataklığa battı, saplandı.ornooişs. orno- ‘dan.ornoştur-1. yerleştirmek; 2. bir işe yerleştirmek.ornot-yerine pekitmek, koymak; mamı ornot-: at bağlama direğini çakmak, dikmek.ornottur-et. ornot’tan.ornotuluudikilmiş; vazedilmiş.ornotuuişs. ornot’tan.oroı, = oroo ıı.oro-ıı,dürek sarmak, dolamak.oroçu= orooçu.orok1. orak; bel orok: tırpan; orok baş (at hakkında): tırpan başlı; 2. hasat; orokton kiyin: hasatttan sonra; orok or-: ekin biçmek.orokçuekin biçen, orakçı.orol-dürülmek, sarsılmak, çile şekline konulmak, karma karış olmak.orolmoburmalı, helezonî; orolmo sızık: helozonî hat.oroloı, her yandan, etraflıca; orolo çaap cüröt: etrafte koşarak dönüyor.orolo-ıı = oroolo-.orolpok(Rad) kadınların başörtüsü..orolt-et. orol-‘dan; belinen orolto karmadı: (kızı) belinden sardı, kucakladı.oromsargı, dolam, bir şeyin etrafını sarmak veye dolamak için yetişecek miktar; bir orom cip: bir miktar iplik; talaada tabıksa, bir orom cip olco ats.: sahrada bulunursa, bir parça iplik dahi ganimet sayılır; içki orom: kadın "sargı" sının aksamından birinin adıdır (başta ufkî olarak uanarak şakaklar ve ense üzerinden geçen kumaş parçası) .oromolf. başörtüsü.orompoytek ayak üzerinde zıplayarak yapılan kovalamaca oyunu; orompoy tep-: bu oyunu oynamak.oron-kendi üzerine sarmak, bürünmek; eleçek oron-: başına kadın "sarığı" sarmak; selde oron-: başına sarık sarmak.oronçookbürünmeyi seven.orondusargı.oroñdo-= oñurañda-.orooı, sargı, pazıbent. ıı;es. hububat muhafaza etme için çukur, sarpun.oroooçues. 1. sarpun kazıcı; 2. mec, çiftçi:oroolo-es. hububatı sarpuna gömmek (muhafaza etmek için)oroparaf. karşı, karşıda bulunan, vis-â- vis.oroso= orozo.oroşonbaştan-başa, hep; oroşon on ay bolğunça: bütün on ay; oroşon buurul at: hepsi benekli boz (kır) olan atlar.oroy-. ı, a. ruh; oroyum aktan caratılğan es.: ben nikâhlı rabıta neticesinde doğmuşum; benim doğuşumda hiçbir ayıplanacak şey yoltur.oroyıı, 1. çabuk sinirlenen, çabul kızan, söz dinlemiyen; oroyucaman: siniri tutmuş, hırslanmış; kündün oroyu caman: hava berbat olacak; 2. kaba; oroy til: kaba, yontulmamış dil; oroy kata: kaba hata; 3.oroy yahut oroy çoku: baş tepesi; oroy çokuma kamçı menen tartıp ciberdi: tepeme kamçı çaldı; 4. müsavi, ayni; oroy köz çaray oturğanda yahut oroy köz çaray turğanda: herkesin huzurunda. ııı, f. yüz, ruy.oroypokiriş, yay kirişi.oroypok= orolpok.orozof. dn. oruç, ruze.orsoğoy= orsok.orsoküst dişleri çıkı duran kimse.orsoñdohareketlerinde üst dişleri çıkı duran kimseye benzemek.orsoy-öne doğru çıkık durmak (mes., üst dişler hakkında; kayalar hakkında).orsoyt-et. orsoy-‘dan.orto1. orta; tün ortosu: gece yarısı; orto col: yarı yol; oktyabr ortolorunda: İlkteşrinin ortalarında; ortobuzda: müşterek istifademizde, hepimize aittir; orto ara yahut orto-aralık: mesafe; çüz sarcanday orto-arağa (yahut arlıkka) kelip; yüz sajen kadar mesafeye yaklaşarak; kap orto bk. kaporto; 2. orta halli.ortoçoortaca, orta (orta hacimde, orta büyüklükte, orta evsafta) ; ortoço döölöttüü: orta halli.ortok1. dost, arkadaş; ölüm ortok: samimî dost,ölünciye kadar ahbap;2. mahsulün bir kısmını alan, ortakçı; teñ ortok: mahsulün yarısını alan.ortoktoşı, ortak, şerik.ortoktoş-ıı, hep beraber iştirak etmek, birleşmek.ortonyahut orton kol: orta parmak.orul-pas. or-ııı’ten; buuday onuldu: buğday biçildi.orumhasat, kaldırma (hasat zamanında) ; baş orum bede: ilk kaldırma yoncası; orto orum: orta kaldırma; ayak orum: son kaldırış.orun1. yer, mahal; ordu (bazan ordu) : onun yeri; boş orun: münhal (açık) yer; orduna: yerine; onun yerine; tar orundar: dar yerler; cüz somdun ordu cok: yüz rublenin yeri gözükmüyor (vesikalara, hesaplara göre, nereye sarfolunduğu belli değil) ; aytkanı orun çıktı: söylediği yerinde imiş, doğru çıktı; orun söz; işe yarayan, makul söz; orundan çık bk. çık- ııı; orun basar: vekil, birinin yerine kalan; 2. yatak; orun sal-: yatak sermek.orunçuyatak; töşönçü-orunçu yahut töşök-orunçu: yatak takımı.orunda-1. yerleşmek; cürögü orundap kaldı: kalbi sükûnet kesbetti; 2. yerine getirmek, ifa etmek; aşığı menen orunda-: fazkasiyle yerine getirmek; 3. yerine getirilmek; tilek orundadı: arzu yerine getirildi.orundal-yoluna konulmak, yerine getirilmek, ifa edilmek; iş orundalğan cok: henüz iş (müsait bir surette) tamamlanmadı.orundalışyerine getirilme; başarılma.orundaluuyerine getirilme, başarılma; tapşırma orundaluuğa tiyiş: verilen vazife yerine getirilmelidir.orundaş-1. yerleşmek; 2. ifa edilmek; yerine getirilmek.orundaştır-et. orunda-‘dan; cerğe orundaştır-; toprağa yerleştirmek, yerleşik (mütemekki) durumuna geçirmek.orundaştıruuyerli-yerine yerleştirmek.orundat-ifa etmek, yerine getirmek, yoluna koymak; plandı toluk cana arbın oruntabız: plânı yerine getireceğiz, belki de fazlasiyle ifa edeceğiz,; iş orundat-: işi yerine getirmek ve yola koymak.orundatıl-ifa edilmek.orundatuuyerine yerleştirme.orundoo1. ifa etme, yerine getirme; aşıra (yahut aşığı menen) orundoo: fazlasiyle yerine getirme; 2.yerine yerleştirme.orunduuyerinde olan işe yarıyan, makul; orunduu söz: yerinde ve makul olan söz.orunsuzyerinde olmıyan.oruntultuumüsbet, sağlam, ciddî ( insan hakkında);ordo kütüp, han bolup, oruntuktuu can bolup folk.: saray edindi, han oldu ve ciddi adam oldu.orusça. rusça.orusçala-rusça konuşmak, bir şeyi rus usuliyle yapmak.oruş-hep beraber ekin, ot biçmek.oruuhasat; oruu-cıyuu: (ekinleri) biçme ve toplama.osmomeşin.osmokima, tellmih.osmokto-kinayeler, imalar ile iş görmek.osolkötü, fena zayıf; osol tart-: kötüleşmek; osol tartıp kaldı; hastalığı fenalaştı; sözü osol: lâfı kaba; osol bol-: kepaze olmak; osol kıl-: terzil etmek, kepaze etmek.osur-= oosur.osuyata. vaziyet.okşur-ışkırmak (at hakkında) ; atım oşkurup tura çaldı: atıp ışkırdı ( ürküp burnundan hırıltı çıkardı) ve birden bire durduoşo(Datif: oşoğo; oşoğon, oşoo) öteki, şu oşonu menen katar: bumumla beraber; oşon üçün, o sebepten; oşo kündön uşu kün folk.: o zamandan beri, bu güne kadar.oşoğonbk. oşo.oşol= oşo.oşonbk. oşo.oşonçoo kadar.oşonçoluko kadar, şu kadar, o miktarda; el kançalık karañgi bolso, dinçildin oşonçoluk tülküsü tüştö uluyt: halk ne kadar cahil olursa, dinciler o kadar istifade ederler.oşondoorad, o zaman.oşondonoradan, ondanoşondoyo gibi, bu gibi.oşonduktanbudan dolayı, onun için, bunun için, o (bu) sebepten.oşontüpbu suretle.oşoobk. oşo.oşton-1. keyifli, neşeli olmak; sevinmek; enesi ( yahut katını) erkek tuuğanday oştonot: annesi (yahut karısı)erkek çocuk doğurmuş gibi aşırı seviniyor; 2. kırıtmak.oşnot-şen ve sevinçli kılık vermek; tezyin eylemek, süslemek.oşura. tar. kin mahsulünün ruhaniler nefine ayrılan kısmı, âşar; ondalık.otI, ateş; anı menen otum küyüşpöyt: = onunla ateşim tutuşmuyor = ( onunla geçinemiyorum) ; otton alıp suuğa, suudan alıp, otko: takatın fevkinde işler yükleterek ve alay ederek; albarıst otu yahut şeytan otu: bazı bataklıklarda gözüken alevli buhar; otko kirüü es.: ateşe girme ( düğünden birkaç gün sonra gelinin akrabalarının evinde icra edilen merasimdir, ki bundan sonr güvyi karısının akrabasından kaçmamaya başlar; otkkkko may sal- es.: ateşe yağ dökmek (gelinin güveyi evine geldiği ilk günde yapılan merasimdir). II, 1. ot; ot cer: iyi otlak, mer’a; otko koy-: yeme bırakmak, otlağa salıvermek; kızıl ot: grekçe Andropogo;2. bir ot çılkı: ayrı bir sürü at.otkor-= otkoz-.otkoz-otlatmak, ayakaltındaki yemle; yani otla beslemek, otlağa bırakmak; attı otkozup al: atı bir parça otlat!oto-zararlı otlardan ayıklamak; ottor köböyüp, çancıñ mokusun!: otları ayıklamakla uğraşannlar için iyi dilektir.otoğuç1. zaralı otları ayıklamaya yarıyan her hangi bir ayğıt; 2. = çancuu.otooII, yaylağa aldıkları küçük, sefer obası (çadırı) ; otoo başı tar.: yaylakta bir grup obaların başı.otooç= toğuç.otooçuekini zararlı otlardan ayıklayan.otor1. köyden uzakta bulunan mer’a, otlak; 2. uzak ülkeler; 3. müstemleke.otorçules. müstemlekeci.otorçuldukes. müstemlekeleştire; otorçulduk siyaseti müstemleke politikas.otorlo-1. uzaktaki mer’aya göç etmek; 2. es. müstemlekeye muhaceret etmek: göçmek.otorlot-et. otorlo’dan.otot-zararlı otlardan ayıklatmak.otryadr. müfreze.otto-otlamak, ayakaltındaki yemle, yani otla beslenmek; oozuña kelkenin ottoboy otur! : saçmalamaksızın otur!ottot-otlatmak, mer’aya bırakmak.ottukçakmak; ottuk taş; çakmak taşı; somoordun ottuğu: semaver borusunun alt kısmı.ottuu1. ateşli, ateşin, yakıcı; ottuu cel: yakıcı rüzgâr;2. cesûr.otuk-otla beslenmeye bbaşlamak ( sütten ota geçtiği zaman kuzu hakkında).otunodun, yakacak, mahrukat; otun al-: yakacak toplamak; otun-potun: ufak- tefek odunlar.otur-= oltur-.oturğuç= olturğuç.oturğuz-= olturğuz-.oturuk1. yerleşip oturulan yer, meskûn mahal; 2. yerleşi (göçebe olmıyan) .oturuktaş-yerleşip oturmak, yerleşik olmak (göçebeliği terketmek)oturuktarış-yerleik olmaya sebep olmak; göçebeden yerleşik yapmak.oturuktaştıruugöçebeden yerleşik yapma.oturuktaşuuyerleşme (göçebeliği bırakıp, yerleşik olma).otururtuuyerleşik, mütemekkin.oturuuoturma, yerleşme (göçebelikten vazgeçme).otuzotuz.ovo= aba II.oyI, 1. fikir, düşünce, meşgale, kaygı; oyuna emine kelse, oşunu kılat: aklına ne eserse, onu yapıyor; oyuma keldi: aklıma geldi; meniñ, oyumça: benim fikrime göre; oydoğuday: düşünüldüğü, arzu edildiği gibi; 2. karar, mahkeme kararı; biydin oyu tar.: = biy = in kararı. II, alçak yer, çukur, kazan şeklindeki vad, hufre. ! III, nida: of!, vay!oy-IV, oymak, kazmak, hakketmek; kaşık oy-: kaşık oymak; beçet oy-: mühür kazmak.oyboy! nida; oy-oy; ay-vay!.oyçondüşünceli, içli.oydolo-sekerek koşmak, sabırsızlıkla yürümek, hoppalık etmek, rahat oturmak; at oydolup turat: at oynuyor (kızışıyor).oydolot-et. oydolo-‘dan; kolun oydolotup cazat: hızlı yazıyor; (kzışmaya başlayan) atını teskin ederek, duruverdi.oyduñalçak yer, ovalık.oydur-et. oy- IV-‘ten; beçet oydur-: mühür kazıtmak; moyloo oydur-: bıyığın ortasını (iki kısmın birleştiği yeri) kazıtmak.oyğon-uyanmak.oyğoouyumayan, uyanık bulunan.oyğor-tasavvur etme, tasarlamak.oyğorundutasar, zihnen karar.oyğoruutasavvur, tahmin, fikir, zihnen karar; oyğorumça: düşünceme göre, fikrimce.oyğot-uyandırmak.oyğuz-= oydur-.oyku: oyku-kaykı: dalgalı, menevişli:oykuçta-= oydolo-.oylo-1. düşünmek, tefekkür etmek, taakkul eylemek, tevehhüm etmek; iş kılsañ, artıñ oylo!: iş yaparsan, sonunu düşün! ; oylop tap-: düşünerek bulmak; icat, ihtira etmek; ar kim özün er oyloyt ats. herkes kendini bahadır sanıyor; 2. karar çıkarmak; sot bütüm oylodu: mahkeme karar çıkardı; kun oylo-: tar,: kan pahasını, tazminatı tayin etmek.oylomouydurma, mefhum; oylomo san mat. mevhum (imajiner) sayı.oylon-düşünceye dalmak, kendini düşünceye kaptırmak, yeniden düşünmek.oylondur-düşündürmek, düşünceler uyandırmak.oylont-= oylondur-.oylonul-düşünülmüş olmak, düşünülmek ; muruntan oylonulğan pikir: önceden düşünülmüş fikir.oylonuuişs: oylo-‘dan.oylootefekkür, muhakeme.oyloş-müş. oylo-‘dan.oyluudüşünce le sarılmış; eki oyluu: tereddüt içinde bulunan, neyekarar vermesini bilmeen.oymo1. oyulmuş, hakkedilmiş; 2. nakşedilmiş, süslenmiş; oymo-çiyme bolup cazılğan afişa: süslü, cicili-bicili olarak yazılmış afiş (duvar ilânı).oymoçuoymacı, hakkâk.oymokyüksük (yüzük şeklinde olur) ; tuyuk oymok: rus örneği yüksük ( ki bir tarafı kapalı olur); oozu oymoktoy: o kadının ağzı küçüktür (harf.: ağzı yüksük gibi) oymok baş sal-: çidik atmak (kıza).oymoktuu1. yüksüklü; 2. mec. kadın.oymolo-kazımak suretiyle yapılan süslere benzemek.oymolot-et. oymolo-‘dan.oymuloymalı, oymalarla kaplanmış; oymul taz uyuz illetinden başında deri izler kalan kimse.oyno-1. oynamak. eğlenmek, rahat durmamak, şaka etmek; at oynop ketti: at kendiiğinden (üzerinde kimse yokken) hızlıca koşup gitti; oynop ayt-: şakadan söylemek; oynop aytsa da, söylese de, düşündüğünü söylüyor; 2. aşk ve alâka münasebetlerinde bulunmak.oynozıplama, şuhluk; oynok sal = oynokto-.oynokto-zıplamak, şuhluk etmek; közü oynoktoğon: çapkın gözlü.oynotot-et. oynokto’dan; köz oynoktot-: 1) göz oynatmak, şen gözlerle bakmak; 2) gözlere neşe vermek; at oynoktot-: atı kızıştırmak.oynol-oynanmak; cüz som oynolot: yüz ruble oynanıyor (oyun masasına konuluyor).oynoloktot-= oynoktot-.oynoo1. işs. oyno-‘dan; 2. oynak, şuh.oynooçu1. oynayıcı, oyuncu; 2. sahnede) bir rol alarak oynıyan şahıs.oynook1. sık-sık yerinden oynoyan (burkulmuş fakat tekrar yerine konmuş mafsal hakkında) ; barmağım oynook bolup kalıptır: çıkık ve düzeltilmiş parmağım yerinden oynuyor; 2. şuh; oynak.oynoşI, maşukka, metres; dost, maşuk.oynoş-II, 1. hep beraber oynamak; 2. aşk ve alâka münasebetlerinde bulunmak.oynoşçulaşk maceralarına temayülü olan, çapkınlık eden.oynot-et. oyno-‘dan; at oynot-: at üzerindehalkı çağırarak (elle) işaretler yapmak; baça oynot es.: baça oynatmak ( dansettirmak) (bk. baça).oyon(destanda) 1. bahadır; 2. asîl, efendi.oyoz= üyöz.oyronf. 1. harap, yıkık, viran, yok edilmiş, helâk olmuş, helâk; oyron kıl-: tahrip etmek, imha eylemek; 2. kuvvetli, müthiş, korkunç; oyro mıktı: gayet kvvetli, kudretli; 3. kadın ölen kocası için ağlarken, adet olduğu üzere, kocasını böyle adlamaktadır ( bu manayla daha ziyade: kül oyron) :oyrondo-tahrip edilmek, imha edilmek, helâk olunmak, yıkılmak, mahvolmak.oyrot(oynat) : oyrotto cok: benzeri yok, dengi yok; oyrokto düñü taradı: bütün cihanda maruf oldu; oyun, kızık, temaşa; oyrotto cok keb boldu folk,: oyunlar; eğlenceler şenlikler- bütün cihanda misli görülmemiş derecede oldu.oysoñdo-şuh olmak, oynak, canlı, çevik olmak (başlıca, genç kadın hakkında).oysoñdot-et. oysoñdo-‘dan.oysul; oysul ata: 1. mit. develer hâmisi; çımın tiygen töögö Oysul ata ne payda? ats. : sinek dokunmakla hastalanan deveye Oysul ata ne faydası dokunsun? ; 2. mec. deve.oysura-kurumak, tükenmek, iflâs etmek, fakir düşmek.oysurat-perişan etmek, fakir düşmesine sebebiyet vermek; ouşmuştu oysuratıp salğan: pek çok çalıştı, çok iş bitirdi.oyt: oyt dep çocuğan kişidey: pek fazla korkmuş adam gibi; oyt ber-: bir yana sapmak, kendini bir yana atmak.oyu-= noyu.oyuk1: oyuk, oyulmuş; 2. oyma, çukur.oyul-pas oy- IV’ten.oyumyahut oyum-çiyim: nakış, tezniyat, oymacılık; şırdaktın oyumu: şırddak’ın nakşı (bk. şırdak).oyunoyun, eğlence, şaka; oyundu koyup, çınıñdı ayt! : şakayı bırak da, ciddi söyle! ; at oyunu: cambazhane; 1) her iki cinsten gençliğin = tura = oyunu; 2) düğün oyunları; kız oynot-: kız oyunu tertip etmek; oyun- çından: yarı şaka olarak.oyunçu1. oyuncu (rakkas), dans eden; 2. artist, aktör, canbaz.oyunçukoyuncak.oyuñkarak= oyunukarak.oyunkarakoynak, şakacı, lâtifeci,neşeli adam.oyunpozk-f. şen, oyunlar ve eğlenceleri seven kimse.oz-öne geçmek, yetişerek geride bırakmak; kuup cetip ozup ket-: yetişmek ve geride bırakmak; üçtön on münöt ozuptur: üçü on geçiyor.ozburharis, aç gözlü.ozğunöne geçen, öne geçmeye uğraşan; murun çıkkan kulaktan kiyin çıkkan müyüz ozğun ats. : önce çıkan boynuz geçer.ozondo-1. dinmeden ağlamak; bağıra bağıra ağlamak; 2. uzatarak ve yüksek sesle bağırmak.ozondot-et. ozondo-‘dan.ozun-öne atılmak, öne geçmek, yetişip geride bırakmak; ozunup süylö-: heyecanla ve küstahça konuşmak; ozuñan taz börk alat ats. : = hırsızın kalpağı yanıyor ( yani kabahatli olan kendini belli eder).öbökmenet, dayangaç, destek, yardım, müzarehet; öböğüm cok boldu: desteğim kayboldu (yardımına güvendiği bir yakınını kaybeden kimse böyle söyler) ;taş öbök sal-: (atlı hakkında) eyerin ön kaşına iğilmek.öböktö-1. dayanmak; 2. başını iğmek; 3. asaya dayanarak, ölünün üzerine iğilmek; 4. mec. kanburlaşmak; pek fazla ihtiyarlamak.öböktööişs. öböktö-‘den; öböktöökürüp folk. asaya dayanarak ve (ölü için) hıçkırıp ağlıyarak.öbülgö1. tölgö (bk.) için ücret; 2. hediye; mükâfat; 3. mütekaddim sebep.öbüş-öpüşmek, birbirini öpmek.öbüşüüişs. öbüş-‘ten.öcörher şeye, herkese takılan, inatçı, intikamcı.öçörlön-inat etmek,aşırı aksilik eylemek.öçI, kin, intikam, öç alma; öç al-: hıncını çıkarmak, intikam almak; öçümdü aldım: hıncımı çıkardım, intikam aldım; ekööbüz öçpüz: ikimiz kavgalıyız.öç-II, 1. sönmek; otöçtü: ateş söndü; ömürü öçtü: öldü; ıy öçtü: ağlama dindi; 2. silinmek, yok edilmek; kat öçtü: yazı silindi; atım öçsün…: ismin yok olsun ( eğer.,)öçküs1. sönmiyen, sönmez; 2. silinmiyen, yok edilmeyen.öçmöndüü= öçtüü.öçmöntöykinli, kindar, intikamcı.öçöğdö-atlıların, tembel atı, hızlı yürümeye zorladıkları sırada yaptıklarına benzer hareketler yapmak.öçöş-kin beslemek, hırslanmak, kızmak.öçöştükkin, kindarlık.öçştür-et. öçöş-‘ten.öçtö-öçölmak.öçtüüintikamcı, kindar; söök öçtüü: kabile düşmanlığı besliyen; düşmanca, husumetkâr.öçüğüş-. müş. öçük-‘ten.öçük-intikam, kin beslemek.öçül-= öç II; cakkan çırak öçülböyt folk.: yakılan çıra (kandil) sönmezöçür-1. söndürmek; 2. (yazılanı) silmek; kaydını terkin etmek.öçürgüç. (semaverin) kapağı (baca kapağı); ört öçürgüç: 1) ateş söndürmek için kullanılan âlet; 2) itfayeci; 2. (yazıyı silmek için kullanılan) lâstik.öçürgüs1. sönmez; 2. silinmez.öçürüüişs. öçür-‘den.öçürüüçüsöndürücü; ört öçrüüçü: itfayeci.öğö-(bir madeni) eğelemek, eğe ile bilemeköğöl-pas. ögö-‘den; bir birine öğölüpkalıptır: brbirine sürtünerek silinmiştiröğöndüeğe altından çıkan maden tozu, talaş.öğööeğe.öğöölö-eğelemek, eğe ile bilemek.öğöölöt-et. öğöölö-‘den.öğörök( destanlarda tek kanatlı bir kuşun adıdır.)öğöt-et. öğö-‘den.ögöyövey; öğöy ata: öyev baba; ögöy uul: övey oğul; ögöy ene: övey anne; ögöy kız: övey kız; ögöy bala: övey çocuk; öz atañbı, ögöybü? folk.: öz baban mı? övey baba mı?ögöylö-övey muamelesi yapmak ( övey anne, övey baba, övey oğul, övey kız hakkında); tamak içimdi ögöylödü: yemek içimi öve gördü (bu yemek bana uygun gelmedi).ögöylük1. öveylik; 2. yabancılık.ögönçörökçoktan değil, daha yakınlarda.ögünkübir müddet önceki, son günlerde vukua gelen, o günkü.ögüntönbk. kün 2.ögünüo gün, evvelki gün.ögüzöküz, boğa; kunan ögüz: üç yaşına basmış öküz; bışkı öğüz: dört yaşına basmış olan öküz; asıy ögüz: beşinci yaşına basmış olan öküz; koş öğüz: Yedigir( Dübbüekber) in sağ tarfında bulunan yıldıztopu.ökçöI, ökçe;: topuğun arkası.ökçö-II(aşık oynarken) vuracak aşığını alçı (bk.) üzerine düşecek tarzda atmak.ökmöta. 1. hükûmet; 2. hâkmiyet.ökmötçükon. 1. devlet memuru; 2. hükûmet başında bulunan, devlet mümessiliökmötsüzdükhükûmetsizlik, başsızlıkökmöttöş-dava açmak, şikâyetlerle hükûmet kapılarında dolaşmak.ököö= eköö.öközo zaman, o defa, o sefer, bir müddet önce.öksö-ac-acı ağlamak, yüksek sesle ağlamak, hıçkırarak ağlamak.öksöt-. et. öksö-‘den.öksüI, zayıf, kifayetsiz; tokoçtan öksü bolğon cok: ekmeğe muhtaç olduğu yoktur.öksü-II, gevşemek, yetişmemek; alıñan ıkçamdık öksüböskö tiyiş: alınan tempo (hız) gevşememeli; ezeli kar öksüböğön biyik aşuu: ebedi karı eksilmeyen yüksek geçit.öksükeksiklik, bütçe açığı.öksüt-et. öksü- II –‘den; öksütkön eken balanı folk.:meğerse çocuğu cebretmiş imiş (onu muhtaç olduğu şeylerle temin etmemiş).öktötatmin edilmemiş arzu, tatmin edilmeyiş, iddia; emine öktöñbar?: nen eksik? neyle tatmin edilmedin?; menin eç bir öktöm kalğan cok: benim hiçbir iddiam kalmadı, ben tamamiyle tatmin edilmişim, istihkakımı ve istediğim her şeyi almış bulunuyorum.öktöbürkon. = oktyabr.öktölüütamamile tatmin edilmemiş, iddiası kalan.öktömkuvvetli, cesûr.öküla. vekil, mümessil, delege; toluk ukuktuu ökül : tam salâhiyetli mümessil; ökül ata: (düğünde) peder yerini tutan kimse , ökül kız: 1) (düğünde) kız yerini tutan; 2) bir oyunun adıdır.öküldükvekillik, mümessillik, delegelik.ökümI, a. hüküm, mahkeme kararı; mahkemede verilen hüküm; öküm süylö yahut öküm ayt: kararı ilân etmek; emretmek; ökümü cürüp turat: hükmü yürüyor, hüküm sürüyor; öküm sür: hâkimiyeti elinde tutmak, hüküm sürmek; öküm sürüü: hüküm sürme, hâkimiyet. II, kendini zaptedemiyen, çabuk kızan, acûl, ivegen, sabırsız; öküm at: hızlı giden, ateşin fakat dayanıksız at; öküm kişi: emrleriyle öne atılmayı seven kimse.ökümdükistical; ökümdük kılıp, işti buzup aldıñ: acele etmekle bütün işi bozdun.ökümdüümahkûm, mahkemeye verilen, maznunökümöt= ökmöt.ökümsü-âmirlik taslamak; kendini emirler vermye muktedir saymak.ökümsür-= öküm sürüü (bk. öküm I).ökün-pişman olmak, olup- biten hakkında esef etmek; ötköngö ökünüp, cetpesti kubba! at.: geçene pişman olma, el erimeyecek şeyin peşinde koşma!ökünçü= ökünüç.ökünüçpişmnlık, teessüf; ötkön ışke ökünüç cok ats.: geçen iş için pişmanlık yoktur.ökür-yaygara koparmak acı-acı ağlamak; ölgöngö ökürüp kelet: (ölü bulunan obaya yaklaşırken) yüksek sesle ağlıyor.öküröñdö-hızlı koşmak, sekmek (öküz, inek hakkında).öküröñdöt-et. öküröñdö-‘den; ögüzdü öpkögö tepkilep, öküröñdötüp kelet atat: ayaklariyle mahmuzlayarak, öküz üzerinde seğirterek geliyor.ökürt-et. ökür-‘den.ökürükböğürme, şikâyet, bağırış, hıçkırma, acı-acı ağlama (başlıca ölü bulunan yahut ölü çıkan akrabanın evine yaklaşırken) ; ökürük sal-: hıçkırarak ağlamak.ökütI, yerine getirilmeyen arzu, pişmanlık; öküttö kaldım: arzuma eremedim, bana pişman olmak düştü; öküttö kalba: sakın sonradan pişmanlığa düşme!öküt-II, teşvik etmek, kuşkurtmak.ölI, yaş,(nemli).öl-Iı, ölmek; ölgüçö yahut ölgünçö yahut ölgüçüktü: 1) ölinciye kadar, adamakıllı; 2) ölüm yerine, ölmektense; ölgüçö karmaşamın: kıyasıya tutuşacağım; catıp ölgüçö atıp öl ats,: yatıp ölmektense, atıp öl! ; ölö- tala yahut ölgön-talğanda yahut öldüm-taldım değende: güç hal ile.ölçö-ölçmek, prova yapmak, tartmak; otuz ölçöp, bir kes ats.: otuz defa ölç, bir defa biç!ölçögüçölçme aygıtı; burç ölçögüç: usturlap.ölçömölçü, ölçek, hacim, miktar.ölcönüübuut, boyut; üç ölçönüü; mat.: üç boyut.ölçööölçme, ölçü; uruk ölçüsü: hububat ölçüsü; salmak ölçüsü: ticarî ağırlık ölçüsü; bet ölçöösü yahut cayıktık ölçöösü: satıh, yüzey ölçüsü; uzunduk ölçöösü: uzunluk ölçüsü; ölçöösü kurusun!: ölçüsü batsın! onu bir daha gözüm görmesin!ölçöölüölçülü, muayyen, göz önünde tutulmuş; ölçöölü cer: 1) önceden tayin edilmiş yer, mahal; ölçöölüü cerge cet-: önceden tayin edilmiş yere uluşmak; 2) ölümü mucip olacak yer (vücutta öyle bir noktadır, ki oraya vurmak olümü mucip olabilir); ok ölçöölü cerge tiydi: kurşun ölümü mucip olacak yere isabet etti.ölçöt-et. ölçö-‘den.ölgüçöktübk. öl- II.ölköülke, memleket.ölkölükes. = kraylık.ölkön: ölkönüñ össün! (başlıca, eski neslin dilinde): sana her iyiliği diliyorum, sana çok-çook teşekkürler, eksik olma!ölmösök= ölümsök.ölölbk. öl- II.ölöñI, nemçe saparması (ot). """ II, şarkı ( daha ziyade Kırgız şarkısıdır).ölönçöırcı, hanende, şarkı söyleyici.ölöñdüünemçe saparnası veya otu bol olan (mahal); ölöñdüü cerdi ögüz ceyt, ölümdüü cerdi ögüzmoldo ceyt: ats. otun çok bulundğu yerde öküz beslenir, ölüm çok bulunan yerde ise hoca beslenir.ölörmanazgın, pek kızgın.ölörmandıkazgınlık, aşırı kızgınlık; ölürmandık kıl-: her şeyi gözü almak ( ya ölmek, ya gayeye ermek!)ölösölüüyarı diri, canlı cenaze, şimdi ölmek üzere bulunan.ölötkırgın, hayvanlara düşen salgın hastalık; ölöt aydağır! yahut ölöt alğır! 1) (sığır hayvanı hakkında) : geberesi!; 2)canı çıksın! ölüme mahkûm.öltür-öldürmek.öltürt-öldürtmek.öltürül-öldürülmek.öltürülüşişs. öltürül-‘den.öltürüşöldürüş, katil.öltürüüöldürme, katil.öltürüüçüöldürücü, kaatil.ölükölü, naş; ölüğüñdü, (yahut ölük tirigiñdi) köröyün!: geberdiğini göreyim!.ölüksüzsöv. geberesi.ölümölüm.ölümsökölü gibi, dermansız, gevşek, gayertsiz; ölümsök söz: gevsek, ateşsiz söylev.ölümsürö-yarı ölü durumunda, zayıf, bitap olmak.ölümtük. ölü, meyyit; 2. leş, cife.ölüñkücansız, zayıf; ölüñkü tooş: zayıf ses.ölüsöökçalışkan, işe haris.ölüü1. ölü; ölüü buyum: cansız demirbaş; 2. sulanan yara, lâhmı zait.ömöl-çok olmak, kütle halinde yürümek; kalıñ kol artınan ömölüp cürüp kaldı: peşinden hesapsız asker yürüyüp gitti.ömüra. hayat, ömür; ömürü uzun barbağan: uzun yaşamadı; en ömürdö bolboğon: hiç görülmemiş, ömürde olmamış; ömür bayanı: hal tercemesi, biografya.ömürdük= ömürlük.ömürdüü: uzun ömürdüü: uzun ömürlü; uzun ömürdüü bol!: ömrün uzun olsun!ömürlöşhayat arkadaşı (karı, koca) ; hayat refikası.ömürlükkaydı hayat şartiyle, ebedî olarak; ömürlük coldoş: hayatının sonuna kadar arkadaş; ömürlük ayrılıştı: ebediyen ayrıldılar.ön-1. bitmek, büyümek, neşvünema bulmak; önüpösüp: muvaffak olarak, gelşerek; uruk öndü: tohum filiz sürdü; 2. muvaffa olmak (mahkeme işi hakkında ) ; önbös (yahut önböy turgan) doo: kazanılmıyacak dava; 3. tediye edilmek ( borçlar hakkında).öndürI1. dere, vadi, havza; 2. hepsi tamamen, baş aşağı; öndür boyum: tepeden tırnağa kadar (ben); bütün ben, bütün varlığım.öndür-II, et. ön-‘den; tamırım öndürböy kurut: kökünden kurutmak; kökünden imha etmek.öndürümdüüverimli (emek hakkında).örümdüülükverimlilik; emgek öndürümdüüülügü: emeğin verimliliği.öndürüşüretim (istihsal), verimlilik, istihsal kuvveti; endüstri, sanayi; öndürüş kuralı: üretim âletleri; iri öndürüş: büyük istihsal (sanayi); emgek önödürüşü: emeğin verimliliği; öndürüş kötörüü: istihsali arttırma; koomdoşkon öndürüş: kollektifleştirilmiş istihsal; öndürüş köçtörü: istihsal kuvvetleri; aşıra öndürüş: lüzumundan fazla istihsal; öndürüş mamileleri: istihsal münasebetleri; öndürüş keñeşmesi: istihsal müşaveresi; oor öndürüş: ağır sanayi; öndürüş önör cayları: sanayi müesseseleri.öndürüştükistiale ait;öndürüştük küçtör: istihsal kuvvetleri.öndürüştüüüretime ait, müsmir; öndürüştüü emgek: verimli emek.öndürüüüretim, icra; aşıra öndürüü: gereğinden artık üretim, fazla istihsal.öñI,uyanık durum, uykusuzluk zamanı; öngümbü; tüşümbül!: bunu rüyamda mı yahut uyanık durumda mı (görüyorum). II = öñköy I. III, yüz, çehre, beniz (yüz rengi), renk; öñü cıluu: çehresi sevimli; öñü buzuk: manzarası çirkin, görünüşü bir hayra delâlet etmiyor, bir fenalık saklıyor; öñünö kızıl cüğürüp kaldı: yüzünda allık peyda oldu; öñünön azğan cok: yüzünün rengini kaybetmedi; öñ ber-: renk vermek; koydu öngönön çığar: (kaybolan) koyunların renklerine göre ayırt etmek; öñünö karabastan: yüzlere bakmadan; öñ karamalık folk.: akraba kayırmaklık,tarafgirlik.öñçöndö-(külüstür atı) ağırça yermeğe bırakmak; (kötü at üzerinde kanburunu çıkararak) seğirderek gitmek.öñçöyöñçöñ = öñköy I.öñdö-deriye yapışan etten ve yağdan ayıklayıp (kürk yapmak için) koyun derisini sepilemek.öñdön-1. benzemek; bir şeyin benzeri olmak; benzetilmek; bul öndöñön: buna benziyen; bu gibi, Kırgızistan öñdöñön caylar: Kırgızistana benziyen yerler; taarıñan öñdönüp: daralmış gibi gözükerek; 2. tazeleşmek (beniz hakkında).öñdöñönsü-bir parça benzemek; açılğan öñdöngönsüyt: açılmışa benziyor.öñdöşI, renkçe (birbirine yahut bir şeye) benziyen, müşabih.öñdöş-II, 1. yüz tarafiyle yatmek; 2. birbirine benzemek.öñdöştürbirbirine yüz tarafıyla bir şeyi istif etmek, koymak.önödöt-şu ve ya bu türlü renk veremek.öñdüü1. iyi görünüşte olan, iyi benize malik olan, sağlam, sıhhatli; mal kıştan öñdüü çıktı: hayvanlar kışı iyi (zayıflamaksızın) geçirdiler; 2. benziyen, misli olan; bul öñdüü: bu soyda, buna benzer, bunu gibi; cana başka uşul öñdüü: ve buna benzer başkaları.öñgöbaşka,özge,gayri, geriye kalan, ayrıca.öñgöçyahut kızıl öñgöç: yemek borusu; öñgöç tartıp ıyla-: hıçkıra hıçkıra ağlamak.öñgöçöbilhassa, hele.öñgürö-1. yüksek sesle böğürmek; 2.feryat etmek.öñkeldikeyörnek, mostra, model, kalıp.öñköndö-iğilerek, bükülerek, gizlenerek yürümek.öñköyI, baştan-başa, istisnasız, münhasıran; bir öñköy: ayni, yeknesak.öñköy-II, öne doğru iğilmek; atka öñköyüp min-: ata öne doğru iyilerek binmek; öñköyüp kara-: iğilerek bakmak( derinliğe, aşağıya).öñörI, saba’ (bk. Saba) nın iç cidarında muhtî tortu; tildin öñörü: dildeki pas. II, birisini veye bir şeyi önde giden atın üzerinde götürmek; bir şeyi kendinin önüne eyere koyarak getirmek.öñörlön-pasla kaplanmak (mes., dil hakk.) .öñörüüişs. öñör-II’den.öñü-saklanarak; gizlenerek gitmek veye yanaşmak; mengençi elikti öñüp atat: avcı dağ tekesine saklanarak ateş ediyor.öñür1. kaftanın yahut paltonun eteğinin yan kısmı; öñürün kuuşura kiydi: (kaftanu, paltoyu) eteklerini kavuşturarak giydi; 2. kadın entarisinin göğsündeki işleme, sırma; 3. göğüsü işlemeli olan kadın enterisi.öñüt1. saklanarak yanaşma, izinden yürüme; 2. hücum etmek için elverişli yer; karışkırdın öñütü: kurdun, avını takip ederek, pusu kurduğu mahal.öñüttüü: öñüttüü cer: saklanmak, gizlenmek için elverişli olan kuytu yer.önmök1. mahsul; 2. netice; emgek azdan önmek az ats.: emek eksik olursa, netice de az olur.önö: önö boyum ter boldu: kan-ter içindeyim.önögölüünümune olabilecek, örnek teşkil eden.önök1. oyun ortağı (çikit, ordo ve s. oyunlarından ayni takıma mensûp olan) ; 2. = önöktük; 3. sıra, nöbet (başlıca oyunlarda); önöğün caña berbeğen folk.: = sırasını kimseye vermiyen = kolay-kolay boyun eğmiyen, mısır, kendi hakkından vazgeçmiyen.önökötâdet, alışkanlık; önököt ooru: hayatta olağan, içtimaî hastalık; önöököt al-: alışmak, âdet edinmek.önöktükfaaliyet, kampanya; egin aydoo önöktüğü: ekim faaliyeti.önörf. Zanaat, hüner; kol onörü: el emeği, zanaat; mayda önör: elle görülen iş: zanaat; önörkana: imalâthane; önör- kesip: meslek; önörkesip maalımatı: meslekîtahsil, ihtisas; 2. bilgi, ustalık; önör aldı-kızıl til ats.: en yüksek marifet belâgattir; 3. sanayi, endüstri; önör cayı: sınaî müessese.önörçüyahut kol önörçü: el sanatkârı, esnaf.önörçül1. zanaata temayülü olan; zanaat ve san’atlar heveskârı; 2. zanaatçı; kol önörçül: el işlerinde mahir olan.önördüüişini bilen, usta, mahir; önördüü örgö cürör ats.: hünerli yükselir.önörmanf. = önörçü; kol önörmanı: el sanatkârı.önörpozf. = önörçü; kol önörmanı: el sanatkârı. f. el işleriyle meşgul olan, usta, uz, sanatkâr.öntö1. hediye (delikanlıya kızdan); 2. kıymetli (makbule geçen) armağan; 3. bakım, ihtimam.öntölö-ihtimam etmek, bakmak.önüğüüintibah, canlanma, kalkınma, gelişim, inkişaf, ilerleme, terakki.önüktür-büyütmek.önül-tediye etdilmek (borçlar, vergiler hakkında); önülböy kalğan naloğ: toplanmamış vergi, tedahülde kalan vergi.önüm1. büyüme, neşvünema olma: 2. tediyat (vergiler hakk.).önümdüüverimli.önümdüülükverimlilik; emgektın önümdüülüğü: emeğin verimliliği.öödü= öydö; atakesi Eleman öödö bolboy, şal boldu: folk.: babası Eleman iyileşmeyip, takattan düştü.öödösü-1. daha yüksek yahut daha iyi gözükmiye çalışmak; 2. mec. Kurulmak, caka satmak.öödösün-(manaca) = öödösü-.öökhayvan derisinin karın kısmı (karın derisi kesildiği zaman bıçağın geçtiği hat); (hayvanın) göğsü; kulan öök: azacık beliren (fecir); tañ kulan öök saldı: şafak azacık sökmeye başladı.ööktö-karın derisinden kesilerek çıkarılan sırım.ööktön-mut. ööktö-‘den; tañ kulan ööktönüp: şafak azacık sökmiye başladığında.öön1. keçenin, derinin, kumaşın kesilmiş ufak (işe yaramıyan) parçaları, kesintileri; kiyizdin öönü: keçenin kırpıntıları; ar türdüü kurak cip,kiyimdin ööndörü: her türlü parçalar, iplikler, giyimin kırpıntıları: 2. eksiklik, kusur; öönü cok: kusursuz, mükemmel; eç bir öönü cok mında: bunda hiçbir fenalık yoktur; 3. cazip olmıyan, hoş olmıyan; 4. mutat olmayan, garip.öönçülalıngan.öönö-kenarlarını kırpmak.öönöt-et. öön-‘den.ööpöp – II’den gerundif.öpI: öp-çap: şöyle-böyle, ortaca, kötüce; öp-çap ele cedim: hafif tertip yedim.öp-II, öpmek; oozdon öp-: dudaklardan öpmek.öpçap= öp-çap (bk. Öp I).öpçö-: öpçöy-öpçöy (kuvvetsiz kimse hakkında) düşe-kalka, ileriye atılmaya çabalayıp.öpkö1. akciğer; öpkösün kalbır kıldı: göz yaşlarile yalvardı yakardı; kalbır öpkö (at hakkında) yorulmaz; öpkö cüröğün çaap calbarat: yana yakıla yalvarıyor; öpkösü öpkösünö batpay ıylayt: acı acı ağlıyor; öpkösü köbör: kızacak ,ayranı kabarır, alınır; öpkö cürögümdü çabayın: sevgilim, görüp doymadığım; öpkö kak-bk. kak- V; cel öpkö: övüngen, farfara; coon öpkö: caka satan; öpkösü içke-sıybadı folk.: 1) hıçkırarak ağlıyor; 2) fena surette daraldı; kara öpkö: 1) keçi salgın hastalığı; 2) keçilere tevcih edilen ilenç; süt öpkö = olobo; 2. (binek hayvanın) böğürleri; atın öpkögö teminip (atlı hakkında): atın büğürlerine ayaklariyle vurarak; 3. küskünlük, öfke; öpke kıl: küsmek, darılmak.öpkölö-darılmak, küsmek.öpkölük: cel öpkölük: övüngenlik, farfaralık.öpköm= obkom.öpkülö-birkaç defa öpmek.öpöñ: öpöñ-öpöñ: seğirtmeyi anlatmak için taklitlik sözdür.öpttür-öptürmek, öpmeye müsaade etmek.örI, 1. üst; örgö cür-: yukarıya çıkmak; 2. yüksek göğüslü (at hakkında); örgöçü biyik ör kula: ensesi, ön kısmı yüksek olan kula at; ör cürök: kibirli, kurumlu (insan hakkında). II örmek; on ekiden örğön buldursun folk.: oniki sırımdan örülmüş olan kamçı, kırbaç. III = örü-.örçü-üremek; gelişmek, önüp-örçüp yahut ösüp-örçüp: büyüyüp gelişerek.örçüşbüyüme, çoğalama, inkişaf, gelişim.örçüt-çoğaltmak, büyümek, inkişaf ettirmek.örçütül-pas. Örçüt-‘ten; mal çarbacılığı örçütülgön rayonodor: davarcılığın inkişaf etmiş bulunduğu bölgeler.örçütüüişs. örçüt-‘ten; mal örçütüü: davarcılığı geliştirme.örçüüçoğalma, büyüme, artma.ördöI, yukarıya; ördö süyrö-: yukarıya sürüklemek.ördö-IIyukarıya doğru gitmek (başlıca ırmağın, çayın, kaynağına,dağ dersinin başına doğru) ; koktunu ördö: dere boyunca yukarıya doğru yürümek; kordun cünü ördöp kaldı: koyunun yünü değişmeye başladı; cünü ördöy elek koy: yünü henüz değişmeye başlamıyan koyun.ördökördek; aram ördök: (bahrî denilen deniz ördeği, Mergidae ailesinden); kızılbaş ördök: kırmızı başlı ördek; kırmızı gagalı karabatak(Fuligula).ördöşdağ ırmağının yatağı, dere.ördöt-yukarıya çıkarmak; cılkını adırğa ördötüp saldı: at sürüsünü (hergeleyi) dağ yamacına sürdü.ördür-et. ör- II’den.örgö= örgöö.örgöö1. es. düğün odası (evi); yeni evliler için tahsis edilen oba; örgö kötör es.:düğün obası dikmek; örgöösün böldüm es.: (oğlumu) ayrı çıkardım; 2. yeni oba (ev).örgüI = örgüül:örgü-II, mola etmek; konak etmek; (bir gün istirahat için); colğo bir örgüp alğıla: yolda bir defa mola verin.örgüülmola; konak.örgüz-et. ör- II’den.örköç1. hörgüç (devede); ayrı örköç: çift hörgüçlü (deve); hayvan ensesi, yağır, cıdağı.örköçtön-1. kanburlaşmak; hörgüç şeklinde gözükmek; 2. tümsekler, dalgalar şeklinde yükselmek; suu örköçtönüp ağat: su dalgalanarak akıyor.örköçtüühörgüçlü,cıdağası olan; örköçtüü at: cıdağısı yüksek olan at; örköçtüü tolkun; şahlanan dalga, aşrı yüksek dalga.örköndö-inkişaf etmek, gelişmek, terakki etmek.örköndöl-gelişmek.örköndööinkişaf, gelişim, tekâmül.örköndöt-geliştirmek, inkişaf ettirmek, büyütmek.örköndötüüişs. örköndöt-‘ten.örköştön-= örköçtön-.örmöörme, örülmüş (mes. Kamçı).örmöçüörücü.örmökkırgız dokuma tezgâhı (ufkîdir); örmök kombinatı es.: mensucat kombinası (fabrikası); örmök önör cayları es.: mensucat imalâthaneleri.örmökçü1. çulha; 2. örümcek.örmölö-tırmanmak, emeklemek.örnöknümune, misal.örnöktüünümunelik, örneklik.öröI: örö kiyiz: nakışsız düz keçe.örö-II: öröp- cöröp: şöyle- böyle, üstünkörü yaparak.örön= örön I.öröö1. atın ön ayağını art ayağına bağlamak için olan kötek ( sağ ayak sağ ayağa, sol ayak sol ayağa bağlanır); 2. böyle bir köstekle bağlanmak.öröölö-ön ayağı arka ayağa bağlamak; kayçı öröölö-: çapraşık bağlamak; sağ art ayağı sol ön ayağa bağlamak.öröölöt-et. öröölö-‘den.öröölüüköstekle bağlanmış (art ayak ön ayağa bağlandığı zaman),öröönI, 1: insan vucudunun (sağ ve sol olmak üzere) yarısı; öñ öröönüm büt boydun ooruyt: vucudunun bütün sağ yarısı ağrıyor; 2. eteğin yan kısmı;3. çoğ. dere. II = eröön.öröpkü-heyecana gelmek (kalp hakkında); öröpküy kalğan cüröğü emdiğiçe basılğan emes: oynamış yüreği (kalbi) henüz dinmedi; öröpküp turam: (yediğim, içtçğim) boğazıma geliyor; (mide aşırı dolu olduğunda) bulantı hissediyorum; öröpküp söylöy albay kaldı: tıkandı ve söyliyemedi.öröpküt-et. öröpkü-‘den.örtyangın.örttö-kundaklamak, yakmak,yangın çıkarmak, yangın tertip etmek; kamış örttö: saz yakmak; kazan örttö-: kazanı tavlamak.örttöl-yakılmak, kundaklanmış olmak.örttön-yanmak, tutuşmak.örttönüüişs. örttön-‘den.örttöş-karşılıklıca kızışmak.örü-emeklemek, (kütle halinde) yukarıya doğru çıkmak.örükerik.örülük= örüülük.örüm1. örme, örüş; örümgö çaçım cete elek folk.: saçım örgü yapılacak kadar büyümedi daha, mec. Ben henüz küçük kızım; 2. kamçının, kırbacın kayış olan kısmı.örümçüörme koşum takımları imal eden saraç.örüşavul yakınındaki otlak, mer’a; konuş alğıça örüş al ats.: konacak yer almaktansa, otlak seç: (daha doğrusu: konacak yer seçmeden önce otlağı seç! M.).örüştötörüş ortağı (bk. örüş).örüştüü1. geniş göğüslü, yüksek boylu ( at hakkında); 2. öyle (bir hayvandır) ki, onunla uğraşmak boşuna gitmez; 3. hayvan otlatmak için elverişli (yer); konuş örüştüü bolsun!: konulan yer otlaklı olsun (iyi dilek).örüüistirahat, konak, mola; tört kün örüü kıldık: dört gün mola verdik; örüü kalğan at: (bir-iki gün için) dinlenmiye bırakılan at.örüülükeskiden gelip konmuş olanlar tarfından yeni göçüp gelenlere getirilenikram (yemek v. s.).örüün1. uzun (bir iki günlük) istirahat için inen (yolcu); 2. yolda dinlenme için duruş; mola; ceti kün örüün boldu ele: folk.: yedi günlük mola verdi.ös-büyümek.öskör-= östür-.ösköy= özgöy.öskürüm= öspürüm.ösökdedi-kodu, yerme, çekiştirme; adam ukpas bir dalay mağa aytpadıbı ösöktü? folk. İnsanın dinlemek bile istemediği bir yığın dedikodular söylemedi mi?ösöörü-= özöörü-.öspürümyetişmiş genç (14-15 yaşında çocuk).östöndoğrudan – doğruya nehirden ayrılmış olan sulama kanalı.östür-et. ös-‘ten, : çarbası eki ese ösüldü: ekonomisi iki misli büyüdü.ösümbüyüme, yetişme.ösümdükbitki, nebatat; tehnika ösümdüktörü yahut tehnikalık ösümdüktör: teknikte endüstride kullanılan bitkiler.ösüş= ösüü.ösüübüyüme, yetişme, neşvünema olma.öş! Sığır hayvanına haykırma.öşönt-öyle muamele, hareket etmek; öşöntüp: öyle, o suretle; öşöntö: öyle harakat ederek; öşöntsö da: buna rağmen, o takdirde dahi…öşöşntüşişs. öşönt-‘ten; öşöntüş kerek: öylr yapmalı, o suretle hareket etmeli.öşöra. yahut kara öşör: sağnak, birden dökülen yağmur; kara öşör kuyup turat: şiddetli yağmur yağıyor.öşörlö-( daha ziyade kara sözü ile bir arada); sağnak şeklinde yağmak; öşörlöp tökkön kara camğır tıyıldı: sağnak dindi.öşörlöt-et. öşörlö’den; camğır köz açırbay öşörlötöt: öyle yağmur yağıyor, ki göz açmanın imkânı yok.öştö-= öçtö-.öştüü= öçtüü.ötI1. öt (safra) ;2. çevik, becerikli.öt-II1. geçmek; uğramadan geçmek; köpüröödön öttü: köprüden geçti; beş cıl öttü: sene geçti; barıbızdın başıbızdan ötkön: hepimizin başından geçmiştir, bunu hepimiz yaşadık; aytıp öt-: söz arasında temas etmek; içi ötöt: içi sürüyor; ötkön çak gram. geçen zaman (mazi); 2. öne geçmek; 3. ölmek, göçmek; öttü yahut dünyödön öttü yahut aalamdan öttü: vefat etti, irtihal etti; 4. affetmek; 5. keskin olmak(keşen, delen nesneler hakkında); bul bıçak ötpöyt: bu bıçak kesmiyor; 6. sürümlü olmak (mal-meta hakkında)ötkör-geçirmek edemeye zorlamak yahut bırakmak; öttürüp al-: kabul etmek, teslim almak; öttürüp alauçu: teslim alan; öttürüp aluuçu: punktu: teslim alma yeri; merkezi; öttürüp bar-; teslim etmek; devretmek; kün ötkür-; gün geçirmek, yaşamak; ömür sürmek; baştan ötkür: baştan geçirmek;; bir hali yaşamak; cetimcilik kündörün başına ötkörgön; öksüzlük günlerini basından geçirmiş; iç ötkür-: içi sürmek; iç ötkörü turğan darı: mushil ilaç.ötkörüaşırı; daha iyi.ötkörül-mut. ötkör-‘den.ötkörüş-müş. Ötkör-‘den.ötkörüügeçirme, sürme(malı); devri teslim, nakil; kün ötkörüü: pamuk teslim etme; közden ötkörüü: gözden geçirme.ötköz-= ötkür-.ötkünçabuk geçen yağmur.ötkür1. keskin (kesen saçan); ötkür bıçak: keskin bıçak; 2. çevik, atılgan.ötküsötküsüz, geçilmez.ötmögeçme, içinden geçilen; ötmö brigade: geçip giden brigad; ötmö katar yahut ötmö katardan: baştan başa; bir baştan o bir başa; ötmö katarıman suu öttü: sır-sıklam ıslandım.ötmöknehrin geçilecek yeri; geçit.Ötmölük= ötmök; ötmülükten ötkördü, keçmelikten keçirdi: folk. geçitten geçirdi, su geçidinden öteye çıkardı.ötöI, aşırı, son derecede; pek ziyade; ötö zarıl: son derece lâzım; ötö caman: geyat kötü; ötö arzan: pek ucuz; ötö cooptuu mildet: geyat mes’uliyetli vazife.ötö-II, ödemek; yerıne getirmek.ötök-dağ eteğindeki çukur.ötöktö-şiddetli akışla akmak; ötöktöp kara kan fışkırmış; içi ötöktöp kalıptır: şiddlice içi sürüyor.ötöl-ödenmek; yerine getirmek.ötölgö-: tazminat, tavizat.ötölö-: ötölöp urdu: aşırı dercede dövdü,patakladı.ötööödeme; yerine getirme.ötööliğteti köprü, muvakat köprü, geçecek yol, geçit; ötööl door: intikal devri.ötpös1. kör (kesen yahut batan nesneler hakkında); 2.sürümsüz, geçmez (mal); 3. mütereddit, ödlek (adam).ötükçizme.ötükçükunduracı.ötükçülük. kunduracılık.ötül-pas. öt- II’den; aytılıp ötülgön: söylenmişti, adı anılmıştı; cetimden aytkan bir sözü söögümdön ötüldü folk. öksüzün söylediği bir söz iliğime işledi (büyük tesir yaptı).ötüm: ötümü bar: cesur, atılgan.ötümdüütesir yapmaya müstait; sözü ötümdüü mal: sürümlü mal.ötün-rica etmek.ötünüçricakötünüüişs. ötün-‘den.ötürükyalan (gerçek ve doğru almayan), yalan (asılsız söz ve iş: gerçeğin karşıtı).ötüşgeçiş, geçme.ötüü1. geçme, yandan geçme; 2. ölme; ölüm; 3. af (geçirme).öyüzo cihet (yüz); öteki kıyı; köçönün öyüz-büyüzü: sokağın öteki ve biriki ciheti; suunun arkı öyüzü: nehrin öteki kıyısı; ayıl öyüz büyüz kondu: ırmağının hem beriki hem öteki kıyısına kondu; arkı öyüz: öteki taraf: öteki sahil; rakı öyüz menen berki övüzük: öteki taraf ile beriki taraf.öyüzgüöteki kıyıda. öte tarafta bulanan; öte yandaki.öz. kendi; özüm: kendim: özüñ: kendin: özü: kendisi; özülörü yahut özdürü: kendileri; öz-özünö: kendi kendine; öz ubağında: tam zamanında; vakti zamanında; özdörünçö (yahut özülöörünçö) kelişip aldı: kendi aralarında kararlaştırdılar; özümdükü: kendiminki; özdü-özü: kendiliğinde, haddi zatında, kendi aralarında; öz biylik: öz hakimiyet; özü bütöttük = özübütöttükk.özdöş-özleşmek, benimsemek.özdüştür-özleştirmek; benimsemek, kendisininki saymak, zapetmek; tehnikanı özdöştür-: tekniği benimsemek gereği gibi öğrenmek.özdöştürüüözleştirme; benimseme; çarba cağınan özdöştürüü: iktisaden benimseme.özdöşüüişs. özdeş-‘ten.özgöbaşka, gayrı; başkalarından mümtaz.özgör-değişmek.özgörmödeğişik, değişen; devamsız; kararsız; değişiklik, değişim.özgört-değiştirmek, tadil etmek.özgörtküç: söz özgörtküç calkoo gram.: kelimeyi değiştiren ek; aftıxe.özgörtül-değiştirmek; değişime çarpmak.özgörtülüüişs. özgürtül-‘den.özgürtüüdeğiştirme.özgürüş1. değişme; 2. inkilâp manasında kullanılıyordu.özgörüş-II, müş. özgör-‘den.özgörüşçülinkilapçı manasında kullanılıyordu.özgörüüdeğişim; değişiklik.özgöy: kara özgöy: 1) tezviratlı davaları ve nizaları seven; 2) dedikodu, yalandan itham, iftira; kara özgöy bolboy, doo bolboyt: ats. dedikodu olmadan dava olmaz.özök1. öz, iç; sap; sâk; özök bayla-: sap uzatmak; 2. sidik yolu (benil macerası); 3. yemek borusu (onun boşluğu); özögüm oorup turat yahut özügüm karardı yahut özügüm karaydı: fena halde karnım acıktı; özök calğa-: birparça yemek: hafif tertip açliğı kessin eylemek; sarı özök: bir hastalığının adıdır.özöktöşen yakın akraba; özöktöşüñ bolboso, özöörüsöñ, düşman kayrılbayt: folk. yakın akrabanın bulunmazsa , acıktıtığın zaman düşman sana yardım etmez.özöktüüözlü, ilikli.özölön-feryat etmek; hıçkırarak ağlamak; ölüp ketsem kokustan, özölönör cok bolso folk: ölüverirsem, benim için ağlıyan kimse bulunmaz.özölönüüişs. özölön-‘ den.özön1. nehrin yatağı, mecra; özön başı aşuu bolot; ats. ırmağın menbaında geçit bulunuyor; yarın başlangıcında ise, su geçidi bulunuyor; özön bulak (bk. özöndüü); 2. havza: ısık-köl özönündöğü rayondur: ıssıkköl havzasındaki bölgeler.özöndö-nehir boyunca yürümek, gitmek.özöndüü: özöndüü bulak: bir çayın manbaını teşkil eden kaynak; özündüü suu: akar su, ırmak.özöörü-1. tam bir gevşeklik durumunda bulunmak;(karna , böğüre vurmak yüzünden) nefes kesilmek) 2. şiddetli açlık hissetmek; özöörüp öl-: açlıktan ölmeközöörüt-et. özöörü-‘den.özübütöttüksis. iş yerinden gizlice sıvışmak; iş yerini değiştirmek.özümcölükistiklâl.özümçülhodbin, hodkâm.özümçüldükhodbinlik, hotkâmlık.özümdükbenimseme, alışma; özümdük kıl-: alışmak, benimsemek, kendine mal etmek.paalsaal I sözünün tekidir.paansaan sözünün tekidir.paana= maana II.paanala= maanala-.pabrik= fabrika.pacalistar. kon. “pojaluysta”: lütfen, rice ederim.paçker. “paçka”: paket, takım.paçki= baçiki.padaf. 1. inek; 2: boynuzlu hayvan.padağasadağa sözünün tekidir, sadağa – mekkâre tutmak; 2. mec. (alkollü içki dolu) büyük kâse.padışa= badışa.padışaçıl= badışaçıl.pahot= pohod.paketr. paket.paktaf. pamuk.paktaçıpamuk yetiştiren, pamuk ekimi ile uğraşan .paktaçılıkpamukçuluk.pakti= fakti.pakultet= fakultet.palan= balança; palan - pustan yahut palan - tükün: filân - fıstan; filân - festekis.palança= balançak.palatar. kamara.palekf. yaprak (kavun, hıyar yaprakları): palek ur-: yaprak açmak.palet= balit.paliysa= politsiya.paloof. pilâv; paloo bas-: plâv pişirmek; paloo bastır-: plâv pişirtmek.paltor. palto.pameşçik= pomeşçik.pamiliya= familya.pana. sırk. fen.panarr. fener.panetika= fonetika.pañsatf. tar. beşyüz kişinin başında duran (hanlık zamanında ve basmaçılarda bir memuriyettir).panıslamçıldıkpanislâmizm: islâm birliği tarafdarlığı.panker. (bank)’ kağıtla oynanan kumar oyunu.: panke oyno: kâğıtla kumar oynamak.pankeçilikkumarbazlık (iskambil oynamak suretiyle).pantürkçüldükpantürkizm: türk birliği taraftarlığı.papikf. saçakçık.papirosr. cigara.papkar. dosya gömleği.parI, r. çift; eş, denk; al sağa parkelbeyt: o sana denk değildir. II, f. yelek, kuş tüyü; par cazdık: kuş tüyünden yastık.para= bara I.paraboyr. “paravoy”: buharla işliyen, buhar kuvvetile işleyen motör.parabozr. “paravoz”: lokomotif.paraçı= barakor.paradr. resmi geçit.paragraff. bent, paragraphe.parakot= parahod.parallelr. muvazi.parallelizmr. muavazat, tevazi.parançı= barançı.parandaf. kuş.parasata. feraset, zihin uyanıklığı, çabuk kavrayış.parasattuuferasetli, kavrayışlı, anlayışlı.pardaf. perde, örtü.parfümerr. ıtrıyat, parmumerie.parğaarga sözünün tekidir.parız= barız.parkr. park, garaj, traktor parkı, traktör garajı.parla-I, çift etmek, bir tekin eşini bulup çift yapmak: eki- ekinden parlap koy: ikişer ikişerden çift yaprak koy, çifte çifte koy. II, (gözyaşları hakkında): parlap parlap töktü caştı folk. bol bol göz yaşları döktü.parlamentr. parlamento.parlat-et. parla-II’den; dalay caşın patlatkan bir hayli göz yaşını döktürmüş.parmakçılık= formalizm.parmanf. ferman, emir, buyrultu.parahodr. vapur.parsıf. farisî, farsça; parsça: fars dilinde.partr. (rusça partiyniy sözünün kısaltılmış şeklidir, başka bazı sözlerin önüne konularak, onlarla tek bir teşkil eder: partkabinet gibi, bu, parti kabinesi demektir; m.).partar. mektep sırası.partbiletr. (bu da “partiyniy bilet” sözünün kısaltılmış şeklidir, ki parti bileti, yani partiye intisap vesikası demektir; M.).partiyar. sis, 1. parti, fırka; 2. kon. parti azası, partiye mensup; partiye bol: partiye yazılmak, aza olmak; men partiyadamın yahut kon. partıyamın: ben partiye mensubum, parti azasındanım; men partiyada emesmin yahut partiyada cokmun: ben fırkada değilim, fırkasızım, bitarafım.partiyalıkparti azasından olan.partiyaluu= partiyets.partiyasızpartiye intisap etmiyen, bitaraf.patiyets(kon. partiys) r. partiye mensup olan kimse.partizanr. (bu rusça “partiyniy komitet” sözünün kısaltılmış şeklidir, ki bu da: parti komitesi demektir; M.).partpel= portfel.pasI. = has I. II, f. : bir pastan soñ: bir muddet sonra.pasılker. “posılke”: posta kolisi.pasıyanasıya sözünün tekidir.pasolker. kasaba, köy, (rusların yaşadığı) meskûn mahal.pasportr. pasaport.passivr. faal olmıyan.paş: aş-paşka koyboy: bir lahzada; bir çırpıda.paşıs= faşist.paşizim= faşizim.patefonr. bir çeşit gramofon.patentr. patenta.patentsızpatentasız.patır: tatır-patır: tüfek sesini taklit için kullanılan onomatopoê’dir.patincef. domates.patokar. sun’î bal, bulama.patpisker. “podpiska; imzalı makpuz, taahütname; patpiske ber-: imzalı senet vermek; taahüt altına girmek.patron. r. patron, çorbacı, mal sahibi.patsifizmr. sulhseverlik.patşa= badışa.patşaçıl= badışaçıl.payr. pay, hisse. II: pay- pay- pay!: vay- vay- vay; (hayret yahut memnuniyetsizlik haykırışı).paya. f.: çırak paya: şamdan, çırakma; gozo paya: pamuk sâkı.payçekif. at derisinden yapılan, arka tarafından kayış bağları bulunan ve mest üzerine giyilen bir çeşit ayakkabı (bk.maası).paydaa fayda, kazanç, kâr.paydakeça-f. haris, yalnız menfa atını düşünen.paydalan-faydalanmak, istifade etmek..paydalanıl-faydalanılmak, istifade edilmek.paydalanıluuişs. paydalanıl’-dan.paydalanılış-müs. paydalanıl’-dan.paydalant-faydalandırmak, istifade ettirmek.paydalanuufaydalanma, istifade etme.paydaluufaydalı.paydaluulukfaydalılık.payema═ poema.payezie= poeziye.payseki═ payçeki.payton= faeton.pazetsiya═ pozetsiya.peçf. hareke (sesli harfli eksik olan arap yazısında bazı harflerin ne türlü okunacağını gösteren satırüstü ve satır altı işaretler; M.).pedagogr. terbiyeci.pedagogiyar. pedagoji, terbiye ilmi.pedagogikar. terbiye usulü.peese═ pyesa.pende═ bende.peñeşkeñeş I. sözünün tekidir.pensiyar. tekaüt maaşı.pensionertakaüt maaşı alan.perevodr. terceme.perevodçikr. ütercim, tercüman.peri. r. 1. peri; peri- zat: periden doğan; peri-zattay kız: peri gibi güzel kız; peri urğanday teñselet yahut peri tiygendey teñselet: (kadınlar hakkında) bir peri gibi süzülerek ve ve kırıtarak yürüyor; 2. şerir, cinnî varlık; dööperi: şerir ruhlar.perkon═ berkon.perme═ ferma.perneI, timsal, imaj; perne söz: timsalî tabir. II═ berene.perspektivr. perspectiv.pesir═ besir.peyil═ beyil.peyilden-: aram peyilden-, bk. aram.peyildik: aram peyildik, bk aram.pezelinkon. ═ vazilen.pılankon. ═ plan.pıraksıyakon. ═ fraktsiya.pırğıramkon. ═ programma.pırontpront kon. ═ front.pırpıra═ bırpıra-.pış═ bış I.pışkırık═ bışkırık.pıyçıy sözünün tekidir.pıyadal═ feodal.pıyankeçr. f. ayyaş.pıyankeçtikayyaşlık.pıyba(r. “pıvo”) bira.pibiralkon. ═ fevral.pikir═ bikir.pikirdeş═ bikirdeş I.pilenker. “plenka”: film (fotoğrafta).pilenomkon. ═ plenum.pilimotkon. pulemyot.pilitar. dökme mutfak ocağı.pionerr. pionier.pirf. dn. 1. ruhanî mürşit; bir tarikatın yahut onun bir dalının şeyhi; 2. aziz.piramidar. piramit.pirigobarprigöbör, r. kon. hüküm (cemiyetin çıkardığı karar).pirkes= birkez.piroksilinr. piroksilin.pirökörörkon. = prokuror.pitira. fitre (bu manayla daha ziyade pitir-sadağa).piyadalkon. = feodal.piyazf. soğan.piyazif. deve yününden evde dokunan dokuma.piyba= pıyba.piyener= pioner.plakatr. lâvha.pilanr. pilân: pılandan tuş: pilân dışı.planda-plşn düzmek, plânlamak.plandooplân düzme, plânlama.plandooçuplân düzen, plânlayan; plandooçuu orundar: plân düzmekle mesgul olan daireler.planduuplânlı; planduu irette: bir plân üsülünde.planduulukplânlılık.platforma. r. platform, program, umde, esaslar.plenum. r. umumî heyet toplantısı, plenom.plüsr. zait.poçtar. posta, postane; kıdırma poçta: seferlerinde halka şeklınde bir yolu takibeden posta.poçtaçı1. posta dağıtan, müvezzi; 2. es. istasyon müdürü.poçto═ poçta.poemamanzume, poêm.poeziyar. şiir, nazım.pohodr. sefer, askeri sefer, yürüyüş.poldomoçunpoldomoçu, poldomoçunu, r. tam salâhiyetli murahhas. ve kil.poliskey═ pölüskö.politbyurer. (bu, rusça politiçeskoye büro sözünün kısaltılmış şeklidir, ki bu da “siyasi büro” demektir).politehnikeleştir-politieknikleştirmek.politehnikeleştirüüpoliteknikleştirme;; mektepterdi politehnikeleştirüü: mektepleri politeknikleştirme.politehnizmr. politekniklik.politotdelr. (rusça “politiçeşkiy otdel” sözünün kısaltılmış şeklidir, ki siyasi şube demektir; M.).politsiyar. polis dairesi, polis teşkilâtı, zabıta.polkr. alay (askeri terim).polobay: polobay-çolobayıñdı koy: işin içinden sıyrılmaya çalışma, kırın-mırın etme, insanın başına ağırtma.pomeşçikr. geniş arazi sahibi.pondu═ fondu.pop═ bop I.popoloñr. “popolam” 1. boyuna yarılmış olan kalasın yarısı; 2. içinden çıkılmaz durum, karma karış oloan iş.proportsiyar. nisbet tenessup; esep proportsiyasi: mat. aretmetik orantısı (tenasıbi edediye); proportsiya çoñduğu: tenasübî bölünme.protokolr. mazbata, protokol.protsentr. faiz, yüzdelik.prozer. nesir.publitsistr. (publiciste) cemiyet işlerine dair yazılar yazan muharrir.pul. f. 1. para; çay pul es. 1) bahşiş; 2) simsar ücreti; 2. (cenubî kırgızlıkta) yarim kapik para; eki pul: bir kapik; segiz pul: dört kapik.pulakatkon ═ plakat.pulankon. ═ plân.pulemyotmitralyoz, makineli tüfek.pulemyotçumitralyozcupunkr. nokta, madde, toplama mahalli.purğuramkon. ═ programma.pustak(r. “pustiak”) ehemmiyetsiz, dağersiz şey.pustanpalan sözünün tekidir.püçülük═ büçülük.pülöötülöö sözünün tekidir.pülüskon. ═ plüs.pünkütkon. ═ punkt.püpök(rad.) boncuk, atların boynuna takılan süs.pürönürön sözünün tekidir.pyesar. piyes.raakat═ ırakat.rabfakr. (rusça “raboçiy fakultet” sözünün kısaltılmış şeklidir, ki “amele fakültesi” demektir; M.)radikalr. radikal (köklük, köke mensup).radikalizmr. radikalizm (siyasette radikallerin sistemi; M.).radior. radyo; radio stansiya: radyo merkezi; radio tüyünü: radyo düğümü, kavuşağı; radio utkuruu: radyo neşriyatı.radiusr. nısıf kutur: yarıçap.rakat═ ırakat.raket(r. “raketa” ) hava fişeği.rakım═ ırayım.rakımsız═ ırayımsız.ramazan═ ıramazan; ca ramazan ═ caramazan.ramker. çerçeve; pervaz.ramkele-çerçevelemek; pervazla çevirmek.rapırt═ raport.rapız(r. “reps”) bir nevi kumaş.raportr. rapor.rasim═ ırasım.raspisaniyer. tarife.raspiske(r. “raspiska”) imzalı makpuz.ratsionaldaştır-rasyonalize etmek.ratsionaldaştıruurasyonalize etme.ratsiyonalizmr. rasyonalizm.rayatkomr. bölge icra komitesi.raykomr. (rusça “rayonnıy komitet” sözünün kısaltılmış şekli olup. “partinin bölge komitesi” manasında kulllanılmaktadır.rayonr. bölge.rayondaştur-bölgeleştirmek. Bölgelere ayırmak.rayondaşturuubölgeleştirme, bölgelere ayırma.rayondukbölgelik: bölgeye taalluku olan; rayonduk atkaruu komiteti: bölge icra komitesi.rayzor. (rusça “rayonnıy zemelniy otdel” sözünün kısaltımış şeklidir , ki “bölge toprak işleri şubesi” demektir; M.).razinke═ rezinke.razryadrazret, (r. “razriad”) sınıf, tabaka, makule, kategori.razvedkar. keşif (askeri terim).recisor═ rejissyor.reçr. nutuk, söylev.redaktorr. tahrir müdürü, baş muharrir; cooptuu redaktor: mes’ul tahrir müdürü.redaktsiyar. redasyon.redaktisiyalıkredaksiyonluk; redaktsiyalık komissiya: redaksiyon komisyonu, tahrir komisyonu.reduktsiyar. réduction (kimya terimi).reformar. islahat.registratsiyar. kayıt kaydetme.reglamentr. nizamname.rejissyorrejisor.reketa. dn. rekât.rekordrekor.rekorddukrekorluk; rekordduk tüşüm: rekorluk mahsul.relse(. “relsi”) ray (demiryolunda).remontr. tamirat.remnttol-tamir edilmek.remnottol-tamir edilmek.repkömken. ═ revkomraportyorr. muhabir rapörtör.respublikar. cumhuriyet.respublikaçıcumhuriyetçi.respublikalık: cumhuriyete mensûp; respublikalık uyumdur; cumhuriyet teşkilâtları.restoranr. lokanta, kazino, restaurant.ret═ iret.rettöö═ irettöö.revkomr. (rusça “revolütsiyonnıy komitet” sözünün kısaltılmış şeklidir ki “inkilap komitesi” demketir; M.).revolyutsiyar. inkilap, ıhtilâl.revolyutsiyaçıinkilâpçı.revolyutsiyaçılinkilap taraftarı inkilâba mensûp.rezervr. ihtiyat.rezindent(r. “rezinka”) lâstik.rezolyutsiyar. karar derkenar.rıçagr. manivelâ.rifmar. kafiye.rıpormo═ reforma.rodinar. vatan.rolr. rol; rol oyno: rol oynamak.romanr. roman.romançı═ romanist.romantizmr. romantizma.rombur. main.rotar. bölük (askeri terim).ruksat═ urutsat.rulr. dümen.saaI. bk. sen I.saa-II, sağmak; kayıñ saa bk. kayıñ.saada═ zaada I, II.saadak1. sadak, okluk; çılbırı koldo on tolup, saadağında ok bulup: folk. dizgini eline on kere sarılmış, sadağında okları var; buurçaktıñ saadağı: nohudun kalbuğu; 2. bütün takımiyle birlikte yay.saadır-sağdırmak: sağamya zorlamak yahut bırakmak; koy saadırıp tursam: koyunu (tutarak) sağmaya yardım ettiğimde.saaksöök sözünün tekidir.saalI, a. azıcık, bir parçacık, minnacık; saal toktoy tur: azıcık bekle, dur; saal- paal: azıcık, azkala; alı saal: fakir; ihtiyaç içinde olan.saal-II, pas. Saa- II’den.saalık-gevşek, ağır hareket etmek, yürüyüşü ağırlaştırmak, oyalanmak (gecikmek), geç kalmak.saalıktır-bekletmek, beklemekle üzmek; saalıktırıp oturğuzup koyuptur: uzun oturmaya ve beklemeye mecbur etti; bekletmekle üzdü, sıktı.saalıt- 1. bekletmekle üzmek, sıkmak; 2. yormak , gevşetmek, bitkin bir hale komak; 3. perişan etmek.saam1. sağma, sağım; bee saamı: kısrağı iki sağım arasında geçen zaman ( 1-1 ½ saat): beeni eki saamına deyre: 2-3 saat kadar; 2. defa; kere (başlıca, kâğıt oynarken); bol kartañdı. Eski saam oynop ciberli: çabuk iskambil kâğıdı verin. Ki bir iki parti oynayalım.saamal-henüz tahammur etmiyen taze kımız.saamalık1. yeni şey, senelik;2. siftah.saamay1. (bu manayla bazan. saamay çaç): kırparken şakakla da bırakılan saç (başlıca. 10-12 yaşında olan kız çocuklarda); kırk saamay mec. olgun kız; 2. ince kadın .saamık-═ saalık-.saamıkat═ saalıktır; ana-mina menen saamıktatip oturup, üşüküngö çeyin keldi: her türlü behanelerle savsaladı ve şimdiye kadar uzatt; alasamdı saamıktatpay ber: alacağımı sallamadan ver.saamıktır-═ saalıktır-.saan1. sağmal(hayvan); saan uy: sağmal inek; 2. sağma; uy saan boldu: ineği sağma zamanı geldi; 3. es. Bir hizmet mukabilinde sağmal hayvanı muvakkat vermek; saan-paan: sağmak için verilen hernevi hayvan.saançısağıca kadın.saadıksağmal.saar═ zaar III.saara: saara kıl-: aptes bozmak.saattamaa-f. Saat (zaman gösteren alet manasıyla).saatI. engel: caan saat kıldı: yağmur mani oldu; senin saatıñan: senin yüzünden; saat-sabır: engeller ve manialar. II, a. 1. saat (alet olarak; koñğurooluu saat: çalar saat; 2. saat (zaman olarak); saat beşte keldim; saat beşte geldim; beş saatte keldim: beş saat zarfında geldim (yolum beş saat sürdü).saattuu1. güç. ızdırap verici; 2. inatçı: al saattuu neme ğo saati karmap kelibey kalsa kerek: o, inatçı bir adamdır. İnadı tutup gelmeden kalmış olsa gerektir.saba1. içinde kımız yapılan büyük deri tulum: kergen saba: dört yıldızdan teşekkül eden yıldız burcu.saba-II, 1. dövmek, pataklamak, kamçı çalmak; kanat saba-: kanat çırpmak; sabağan boydon keldim: beyuna (atımı) kamçılayarak galdi; (buraya) koşturarak geldim; 2. yün atmak.sabaa═ saba I.sabakI, a. 1. ders; 2. beyit, mısra; eki sabak ır: iki mısra şiir; 3. bir alım sabak: çok, gereği gibi (miktar manasiyle); bir alım sabak ırtaşıp ciberçi: haydi bakalım, adamakıllı bir şarkı söylesene. II, sâk, sap; gül sabağı bot. çiçek sapı.sabakta-çubukları, yaprakları seçmek bir araya getirmek suretiyle yığmak, biriktirmek.sabaktaşders sınıf arkadaşı.sabal-mut. Saba- II’den; sabalğan cün: atılmış yün.sabala-: el sabalap ele kelip atat: halk çar- çabuk gelmektedir; sabalap cönüştü: (atlılar) koşturarak gittiler; möndür sabalap turat: dolu kamçı çalar gibi yağıyor.sabaş-hep beraber dövmek, biri birine dövmek, dövüşmek.sabaştır-et. sabaş-‘tan.sabatI, a. okur yazarlık; kat sabat: alfabelik okur yazarlık; sayası sabat: siyasî okur yazarlık, siyasetten haberdarlık; çala sabat ═ çala sabattuu (bk. sabattuu).sabat-II, et. saba- II’den.sabatsızokur yazar olmıyan: cahil coyuu: cahilliği tasfiye.sabıttır-et. sabat- II’den.sabatuuokur tazar; çala sabattuu: okuması yazması noksan olan.sabetkon. ═ sovet.sabıl-I, yalvarmak, mutavaat ederek boyun eğmek. II, çok olmak, ardı-arası galmiyen bir kütle halinde yürümek; el sabılıp ele kelip atat: halk kütle halinde geliyor.sabıla-: sabılıp uçup ketti (rad., v): aşağıya doğru uçup gitti.sabırI, a. tahammül, sabır, kendine hakim olma; sabırı suz (yahutsus) maneviyatı kırıldı, neşesi kaçtı. II, saat I. sözünün tekidir.sabıraynakon. ═ sobraniye.sabırdıksabır, kendine hâkimlik.sabırduusabırlı, kendine hâkim.sabırka-ıstırap çekmek, kederlenmek.sabırkat-et. sabırka’-dan.sabırsızsabırsız.sabırsızdan-sabırsızlanmak, sabırsızlık göstermek.sabırsızdıksabırsızlık; kendine hâkim olmamaklık.sabizf. Havuç.sabotajr. baltalama, fesatçılık, sabotaj.sacdaa. dn. Secde.saçırkaçır sözünün tekidir; kaçır saçırıñdı bilbeymin: senin katırlarını bilmiyorum (hiç bir şeyi bilmek istemiyorum).sadağaa 1. sadaka; aşağıda getirilen bütün tabirler artık çoktan hakiki manalarını kaybetmiş olup , bügün yalnızca mecazî manalarda kullanılmaktadır:can sadağası: hayatı kurtarma sadakası; başım aman bolso, al canımdan sadağa: sağ kalırsam, malım başım için sadaka olsun; sadağa kak- yahut çap-: kurban kesmek ; sadağa çabıl-: kefaret sadakası olarak verilmek ; el- curtan alda kaçan sadağa çabılgan: onu adam yerine koymaktan çoktan vazgeçtiler; 2. okşama hitabıdır: sevgili, canım, sadağası yahut sadağañ keteyin (yahut boloyon): kurbanı olayım.sadak═ saadak.sadakat═ sadağa.sağabk. sen I.sağak1. bir çift söyke’yi (bk. söykö 1) birleştiren gümüş köstek; 2. ═ saaldırık.sağala-göz atmak, gözetlemek.sağalat-et. sağala’-dan.sağaldırıkçenenin altından geçen kayış (oynan’ın bir kısmı).sağaloogöz atma, gözetleme.sağanbk. sen.sağanaaile türbesi, sanduka.sağasa═ çekende.sağın-özlemek.sağındır-et. sağın’-dan.çsağınt-özletmek, düşündürmek.sağınıçözleme, hasret.sağınıçtuuölemeye mücip olan, hasretli; sağınçtuu salamımdı ciberem: özleyerek, selamlarımı gönderiyorum.sağınılmut. Sağın-‘dan.sağınış-müş. Küçük yaşta olan öksüz (bu, küçük manasına gelen “sagir” den bozulmuş olacaktır; M.)sağızsakız; sağız kuuray bk. kuuray.sağızğansaksağan (kuş).sahnaa. sahne, sahnağa koy-: sahneye koymak, (bir piyesi) oynamak.sakI, tetkikte bulunan, uyanık; sak bolğula: ihtiyatlı olun. gözünüzü dört açın. sak kulak it. kulağı hassas olan köpek. II: bok-sak: çör çöp; döküntü. III. sak saktap uktabay karap oturduk: uyumadık ve dikkatla gözetledik.sakavuran aşık kemiği (ounda); sakaday: endemli (insan hakkında).sakalsakal; sakal koy-: sakal bırakmak; ak sakal ═ aksakal; kırkılıp kalsın sakalım! Folk.: sakalım kırpılsın. (ant içme şekillerinden biridir.)sakalduusakallı, yaşlı adam, hurmete değer bir yaşta olan kimse; sakalduu- köküldüülöp bk. köküldüülö-.sakanakkerege(bk.)’ nin kısa değnekleri (bunlar her kanat’ta dörder tane olurlar; bk. kanat 1, 2).sakay-sağalmak; ooruñan sağaydıñbı?: hastalığından sagaldın mı?.sakçıbekçi, muhafız, muhafız takımı.sakçılan-═ saksılan.sakım═ zakım I.sakına═ sahna.sakıpa.: sakıp camal: dilber, güzel kadın, güzel erkek.sakıtI═ sak I. II. a.: moynuman sakıt kıldım: hesaplaştım, üzerimden attım, yakayı kurtardım.sakoo1. peltek, pepe, tili sakoo: dili tutuk olan, pepe. 2. sakağı (tay hastalığı).saksak═ saksağan.saksakaybekbekey (bk.) şarkısında kullanılan bir isimdir; saksakay -o-oy! sak kaytar! bekbekey -o-oy , bek kaytar! hey, saksakay, dikkatle gözetle. hey, bekbekey, dikkatle bekle!saksağanörpermiş, karışmış (tüy v. s. hakk.)saksañda-karışıp perişan bir hale gelmek (saç hakkında); yırtık, pırtık, darma dağınık, perişan bir kıyafetle bulunmak.saksañdat-et. saksañda-‘dan; çaçın saksañdatıp oturat-: karma karış olmuş saçla oturuyor.saksayI. kad. Kurt.saksay-II, tüy veya kılları karışık bir hale gelmek; sakalı saksayıp turat: sakalı perişan bir haldedir.saksayt-et. saksay- II’den.saksayuu-saksay II’den.saksılan-sakınmak, korkmak; saksılanbay ele koy: kuşkulanma, merak etme. (senin için korkulacak bir şey yok.).saksın-═ saksılan-.sakta-muhafaza etmek, korumak; sarı mayday sakta-: göz bebeği gibi korumak (harf.: eritilmiş tereyağı gibi saklamak); can sakta-: hayatı korumak. yiyecek içecek bulmak, ekmek parası kazanmak,saktal-muhafaza edilmek, korunmak.saktaluuişs. sakatal-‘dan.saktan-korunmak, kendini muhafaza etmek, saktansañ, soo kalarsıñ ats. korunursan, sağ kalırsın.saktanuuihtiyat, uyanıklık, saktıkta korduk cok ats. ihtiyatta horluk yoktur; saktık kassası: tasarruf sandığı.saktıyanf. sahtiyan.saktookorunma, muhafaza etme.saktooçuukoruyan, muhafız.salI, 1. sal; 2. sal ile nakil; sal ağız (kütükleri) sal yaparak nakletmak. II: sal-manap: mumtaz gençler. III═ saal I.sal-IV, 1. salmak, komak; kapkasal-: çuvala komak; ımaret sal-: bina inşa etmek; prezidiumğa sal-: riyaset kurulunun kararına vazetmek (harf.: rıyaset kuruluna salmak); köpçülüktün aldına sal-: ekseriyetten hükmüne nırakmak, kütlenin mahakemesine komak, baştarın cerge salıp: başlarını iğerek (atlar hakkında); kişi sal-: (müzakereler, kız isteme, barışma için) adam yollamak; kuş sal-: alıcı kuşu salıvermek, alıcı kuşla avlanmak; solğo sal-: yola çıkarmak ; işin yoluna koymak; bazarga sal-: pazara, satılığa çıkarmak; bardık ünümö salıp: bütün sesimle; kol sal-: -bk. kol I; zındaña sal-: hapsa atmak; 2. çocukl düşürmek; bala sal-: çocuk düşürmek; kozu sal-: yavru düşürmek (koyun hakkında); koy arık bolsa. bat ele kozu salıp koyot: koyun zayıf olursa, çabukcak kuzu düşürür; kulun sal-: bk. kulun; 3. yapıştırmak, çalmak (şiddetle vurmak); kamçı menen bir saldı: kaçı ile bir defa çaldı: başka bir saldı: kafayı bir defa yapıştırdı; 4. hareket etmek, yönelmek;üydü küzdöy saldı: ev istikametinde yürüdü; attanıp aldı da, tömön karay salıp ketti: ata bindi ve aşağıya doğru gitti; Aksuunu közdöy ketken kara colğo saldım: Aksu istikametinde giden yol boyunca yürüdüm; 5. önceden tayin ve takdir eylemek; kudaydın salğanı folk. alın yazısı casağan salga: folk. kısmet olur sa; 6. (datif kılığındaki mış’lı şekille): yalandan göstermek, tecahül ve tegaful etmek; körmömüşkö salıp: görmemezlikten gelerek; 7. ala sal-: (uzunca nesne hakkında) bir yandan bir yana çevrilmek: dönmek; eki-üç ala salıp kettim: iki üç kere (yanımla) döndüm; 8. salğan cerden yahut salğandan: durup dururken, ansızın, ortada hiçbir esas ve sebep yokken; meni salğan cerden tildeyt: bana duruo dururken (birden işi tetkik etmeden) dil uzatıyor; salğandan könö koyboyt: bırden bire muvafakat etmiyor; 9. bir şeye güvenmek, bir şeyi tatbik etmek; köptügünö güvenerek; çeçendigine salıp ceñip ketti: belâğetini tatbik ederek yendi; küçünö salıp: kuvvetini tatbik ederek; 10. birinen sala biri: biri ardından biri; biri ötekisinin sözünü keserek; birinin sala biri çukuraşıp: biri birinin sözünü keserek mırıldandılar; 11. sala sal kıl-: başkasına yükletmek; işti biröögö sala sal kılbay, özüñ bütün: işi başkasına yükletmeyip, kendin bitir; 12. sala koymo ═ salağoymo; 13. yardımcı fi’l sıfatiyle hareketin bittiğini yahut aniliğini ifade eder ; alar eşik aldına kele saldı: onlar kapı önüne geliverdiler; sımıbızdı coon saña çeyin türüp salıp: şalvarlarımızı butlarımıza kadar sığınarak; caza salbastan murun: yazıvermezden önce; ayta saldı: söyliyiverdi, baklayı ağzından çıkardı; kızımdı bere salayın folk. kızımı (kocaya) verivereyim; kele sala gelir-gelmez; körö sala: görür görmez.sala═ salaa.salaa1. çukur, küçük çukur, yer yarığı, nehrin yatağı, dere, çay; 2. parmaklar arasındaki açıklık; parmaklar arsındaki zar.salaala-═ salala-.salaalan-═ salalan-.salaaluu═ salaluu.salabata. 1. saretlik; salâbat, iğilmezlik; 2. azamet, liyakat. II, a. salevat.salabattuu1. salâbetli; 2. azametli, heybetli.salağoymokadın “ sarıgı” nın uzun bir şerit halinde arkaya sarkan kısmı.salaktembel, pasaklı, sünüpe, perişan kıyafetli.salakazararlı hareket, hileli iş, hasar, zarar; tap düşmandarının salakası: sınıf düşmanlarının şüpheli faliyetleri; salakası tiydi: zararı dokundu.salakta-sallanmak, sarkmak.salaktat-et. salakta-‘dan.salakılıkitanısızlık, parişanlık, inzibatsızlık, ihmalcilik.salala-: salalap kuçakta-: ellerinin parmaklarını kavuşturmak suretiylesalalan-çukurları, dereleri mebzûl olmak; kucaklamak.salalañan kapçığay: çukurları, kazıntıları mebzûl olan dağ geçidi.salaluuçukurları, dereleri, kazıntıları çok olan mahal.salama. selâm; kommunistik salam: komünistçe selâm; salam ber-: selâm vermek; salam ayt-: selâm söylemek; aleykima salam, aleykümselâm (verilen selâmın karşılığıdır.salamata. sağ, sıhhatı yerinde olan, sağ ve selâmet (ziyan ve zarara uğramamış olan).salamattaniyileşmek, sıhhat kesbetmek.salamattandır-iyileştirmek, sıhhat kesbettirmek.salamattandıruuiyileştirme, sıhhat kesbettirme.salamattıksıhhat selâmet; salamattık saktoo bölümü: sıhhiye şubesi.salamçırasgele ziyaretçi; salamçıdan berip ciberdi: rastgele bir yolcu ile gönderdi; 2. mec. tufeylî.salamdaş-selâmlaşmak.salañileñ sözünün tekidir.salañda-1. sallamak; 2. mec. kuvvetten düşmek.salañdat-et. salañda-dan; salañdatıp asıp koy-: bir nesneyi serbestçe sallanacak ve başka bir nesneyi dokunmıyacak tarzda asmak; kursak salañdat-: yağ bağlamak suretiyle karın sarkıtmak.salañdoor1. yuvarlak, küçük çıngıraklar; 2. madalyon.salavat═ salabat. II.salbarkocasının iltifatına ve itinasına mazhar olmıyan karı (zevce).salbıra-sarkmak, asılı durmak (diyelim, salkım söğüdü dalları hakkında); mögödöy salbıra bk. mögö.salbırak1. sarkan, sallanan; üstü başı sarkık; 2. (Rad. V.) ═ saadak.saldarfena tesir, kötü netice; eski turmuştun saldarı: eski hayatatın kalıntıları.saldat(r. “soldat”) asker, er.saldır-et. sal- IV’ten; zındaña sadır-: zindana attırmak.salğıçbir şeyi toplayıp koymak için aygıt; darı salgıç: barut kabı; tabak salgıç: kap kaçak için (keçe) raf.salğıla-1. mükereren, bir çok defa salmak; 2. tekrar tekrar vurmak.salğılaş-I. pataklama. : II, bir birini dövmek.salğılaşuupataklama; muharebe.salıkI. 1. vergi, haraç; salık sal: vergi tahretmek; öz ara salık: kendi aralarında vergi tarhetme; 2. emanet, vedia; amanat salık: itenildiği zaman alınmak şartıyla bırakılan emanet; salık kâğazı: depozito kâğıdı , senedi; 3. kırgızların kendileriyle birlikte yaylağa almayıp, oradan dönünceye kadar bıraktıkları keçe ev, ve ev eşyasının bir kısmı; salık sal-: yaylaya giderken, bal ev eşyasına denk yaparak bağlamak ve kitleyip , kışlakta bırakmak; 4. tar. Yoğaşları ve şenlikleri tertip eylemek için manapır tarafından ahaliye tarhedilen olağanüstü vergiler. II, sarkık, sallanan ; asılı duran; kardı salık: karnı sarkık, şişman karınlı; salık kursak: sarkık karınlı; kabağı salık: abûs somurtmuş; salık cüktü-: denki çok aşağı sarkıtarak yüklemek; kara salık: Triticum repans bitkisi.salıkçıpara yatıran.salım: bir salım et: bir defa pişirilecek kadar et; bir salım bot. yabanî keten; kiyim-salım: her nevi elbise ve yatak gereçleri; alım salım: her nevi vergiler, resimler.salın-1. konulmak, vazedilmek; kol salıñan: hucuma çarpan; kol salıñan poyuz: hucuma maruz olan tiren; tıyuu salın-: menedıilmek; tıyuu salınbasa: menedilmazse; 2. koymak, kendi üzerine, altına komak; cooluk salın baş örtüyle örtünmek, baş örtüsü taşımak; köz aynek salın-: gözlük takmak; çapanın salındı: çapanın altına serdi; kim salındı çeniñdi, kim bildi senin epolitlerini, kim idare etti senin elini?salındı═ salbar.salındır-et. salın-‘dan; eginder calbıraktarın salındırıp, soluyt: ekinler yapraklarını sarkıtarak soluyorlar.salıñkıhafifçe sarkık; hafif tertip asılı duran; kabağı salıñkı: kaşları çatık, muteessirdir, kederlidir.salınışişs. salın-‘dan; tertipke salınış kerek: tanztm edilmesi lâzım.salınuukonulmuş, üzerine konulmuş; batunda kişen salınuu folk. ayaklarına bukaği, köstek vurulmuş.salışI, 1. hep beraber salmak; 2. biri birini dövmek; eki kişi salıştı: iki kişi dövüştüler; at salış-: 1) koşularda atları yarıştırmak; 2) mec. müsabakaya girişmek; corğo salış-: yorga atları yarışa çıkarmak.salıştır-1. karşılaştırmak; mukayese etmek; oorduğun salıştır-: ağırlık yonunden karşılaştımak; 2. müsabakaya icbar etmek; corğo salıştır-: yorgatları yarıştırmak, koşularda yorgaları koşturmak.salıştırmamukayeseli, nisbî; salıştırma çındık: nisbî hakikat; salıştırma anatomiya: mukayeseli anatomi.salıştırı-karşılaştırmak, karşılaştırma.salışuudövüşme, tutuşma, muharebe.salıt(kaşr. Salt I), 1. nizam, adet,resim; mutunku salıt menen: eski usul ve adetler üzerine; 2. es. mihrin (ağırlığın) sıkı bir surette tayin tesbit edilen kısım.salkıilki sözünün tekidir.salkınserinlik, serin; küzgü koñur salkın: sonbahardaki hafif serinlik; salkın köz menen kara-: ihtimamsız, dikkatsiz davranmak; işke salkın kara-: işe ehemmiyet vermemek, üstünkörü yapmak.salkındık1. serinlik; 2. dikkatsizlik, itinasızlık.salmakağır çeken, ağır, davranan; salmak ölçümü: izafî sıklet; almak-salmak yahut almaktan-saklamak : munavebe ile; ekööbüz almak salmak iştedik: ikimiz munavebe ile çalıştık.salmaksızağır olmıyan; hafif.salmakta-1. bir şeyin ağırlığını takriben oranlamak; 2. halsizlik hissetmek; bütkön boyum salmaktap turat: rahatsızım.salmaktan- 1. ağırlaşmak, ağır çekmek; 2. ağır, tembel davranmak.salmaktaş-1. (kuvvetçe, akılca ve s. ce) denk olmak, yarışmaya mustait olmak; 2. kapışmak, muharebe etmek.salmaktat-et. salmakta-‘dan.salmaktuu1. ağır çeken, ağır; iş salmaktuu bodu: iş ciddi (güç) bir şekle döküldü; 2. ciddi, musbet (adam).salmaoorsapan.saloomabk. saloomaleykim.saloomaleykimsalooma aleykim, (müslümanca selâm): selâmun aleykim.: size barış olsun.salpakta-═ salpañda-.salpaktat-═ salpañdat-: terdigin salpaktatıp, bir at kaçıp bara atat: teğeltisini sallayıp, bir at kaçıp gidiyor.salpañda-1. didinmek, sallanmak; 2. biçimsizce yürümek.salpañdat-et. salpañda-,dan.salpayaksakat, acayip.salpıda-1. ağır ağır kışmak; salpıldap celip kele catkan arık saralanı kördü: ağır ağır koşan sarı benekli atı gördü; 2. sallanmak; eski tondun eteği salpıldayt: eski kürkün eteği sarkık dunuyor.salpıdat-et. salpılda-‘dan; arkan, cibin kancığasına boş baylanıp, salpıldatıp kele catat: urganını, ipini terkisine bağlayıp, sallandırıp gelmektedir.salpıy-1. sarkmak; erdi salpıyıp turat: dudağı sarkık duruyor; 2. gevşek ve sünepemsi olmak; salpıyğan: sünepe.salpıyt-et. salpıy-‘dan.salt(krş. salıt) 1. adet, itiyat, maişet, yaşayış; ata saltı: ata saltı menen: dedelerin adetlerine göre; salt sanaa: ideoloji; cakelik mülk salt sanaası: hususî mülkiyet ideolojisi; salt sanaalaş bk. sanaalaş; 2. ehemniyet, kurum, güzellik, parlaklık, şa’şaa, 3. mâna; sözüñdün saltın karağın: sözünün manasına dikkat et. II, yüksüz, ağırlıksız (atlı hakkında).saltanata. 1. liyakat, itibar; 2. şa’şaa; debdebe.saltanattuudabdebeli, parlak, tantanalı; saltanattuu çoguluş (ciynalış): mutantan toplantı.saluuI, işs. sal- IV’ten; kol saluu, bk. kol I; bala saluu bk. II: oozunun saluusu bar: yemek hususunda çok hassastır (her ziyaretinde ziyafete tesadüf eden adam hakkınada söylerler).saluuluukonulmuş, sokulmuş, serilmiş; kilem saluuluu töşek: serilmiş yatak.sayutr. selâm topu, tüfek selâm atışı.sama-şiddetle arzu etmek; samağanınday boldu: arzu ettiğini aldı; istediği yerine geldi.samansaman.samıkr. (“zamok”) top kaması, tüfek sürgüsü.samınsabun; samın çöp: çöven, çöğen (ot); samın taş: suyun aşındırmış olduğu taş.samınçısabunçu.samınçılıksabunculuk, sabuncu sanaatı.samınnda-: sabunlama, sabun sürmek.samındal-sabunlanmak; sabun sürülmek.samından-kendi kendine sabunlanmak, kendi kenine sabun sürmek.samındatet. samında-‘dan.samındoosabunlama.samolyotsamolöt, r.tayyare, uçak.samoorr. 1. semaver; 2. çayhane.samoorçu1. çayhane işleten; 2. çayhaneye bakan.sampağaypasaklı, sünepe.sampalañda-ağır, biçimsizce hareket etmek (diyelim, puhunun uçuşu hakkında).sampañda-hereket etmek (fakirce giyinmiş, yırtık-pırtık esvap giymiş kimse hakkında).samparla-═ anadaalı; samparlap kar tüşüp turat: lapa lapa kar yağıyor,sampay-gevşek ve muattal bulunmak; her şeye lâkayit kalmak.sampıryırtık pırtık esvap giymiş olan adam; perişan kıyafette olan.samsaf. bir nevi börek: samsa.samsaala-aşağıya doğru sarkarak sallanmak.samsaalat-et. samsaala-‘dan; etek samsaalat-: yırtık etekleri sallayıp (yürümek.)samsala-═ samsaala-.samsı-kesilmeyen bir akıntı halinde yürümek; bir dalga şeklinde yığılaşmak; uşu coldon samsıp ele kişi üzülböyt: bu yolda geçenlerin arkası gelmiyor (her zaman çok halk geçiyor); arkasında samsıp köp el bara cattı: peşinden kalabalık halk gidiyordu.samsıt-yormak; takattan düşürmek.samtır: samtır sumtur: yırtık pırtık, pare pare olmuş; üstü başı samtır: üstü başı yırtık pırtık.samtıra-pare pare olmak, yırtılıp parça parça olmak; samtırağan: 1. yırtılmış, yırtılıp pare pare olmuş; 2. perişan kıyuafetli: yırtık pırtık esvep giymiş olan.sanI, but, kalça; şimdi coon saña çeyin türüp: şalvarı kalın butlara kadar sıvayarak; serke san yahut kuuray san: 1) incecik bacak; 2) incecik bacaklı; altı sanım aman bolso: sağ esen olusam. II, 1. sayı, miktar, hesap; sayda sanı, kumda izi çok yahut sayda sanı, kumda kunu çok: hiçbir belirtisi yok, iz bırakmadan kayboldu; san cana sapat cağınan: kemmiyet ve keyfiyet yönünde; sanda cok caman yahut saña koşulbağan caman: hiçbir işe yaramıyan (adam); tirüü dese, sanda cok, ölük dese, kördü cok folk. diri desen, hesapta yok (diri insanlar arasında sayılmaz), ölü dersen, mezarda yok; kılğan iştin sanı cok: yapılan iş görünmüyor, işin hiçbir neticesi yok; bütün san: mat. adedi sahıh, tam sayı; tak san: mat. tek adet, sayı; karama karşı san: mat. mukabil, zıt sayı; cay attuu san: mat. basit mütecanis sayı; çamaa san: mat. takribi sayı; eerçime san: mat. muteakip sayı; oñ san: mat. musbet adet (pozitif sayı); teris san: mat. menfi adet (negatif sayı); başkı san: mat. iptidaî adet; atuu san: mat. mutecanis sayı; bir tamğaluu san: tek haneli sayı; köp tamğaluu san: çok heneli sayı; belgisiz san: mat. meçhûl adet; bölçöktüü attu san: mat. mütecanis kesir; tügöl bölünüüçü san mat. misil; oylonmo san: mat. mevhum sayı; izdelgen san: mat. aranan meçhul sayı; belirgen san: mat. verilmiş mâlum sayı; cekelik san: gram. teklik (müfret); köptük san: gram. çokluk (cemi); iret san: gram. rütbı adet ismi; cay san: gram. aslî adet ismi; 2. hesapsız çok; (bazan da) on bin. III: sandı saa kim berdi?: nasıl cesaret ettin ? bu hakkı sana kim verdi?sana-1. saymak; münöt sanap: dakika sayarak (her dakika); cıl sanap: her sene; cıl sanap ösüp kele catat: seneden seneye büyüyör; 2. düşünmek, tefekkür etmek,tasarlamak; kara sana ═ karasana; kamsanaba: merak etme. kederlenme!; 3. özlemek, canı sıkılmak; cerin sanap: memleketini özleyerek.sanaa1. çuur, fikir, düşünce; 2. keder tasa, meşgale; sanaam bölö aldı boldu: çok merak ediyorum; sarı sanaa: keder, kaygı; sanaa tartpay kün çıktı: derken güneş de doğdu.sanaadark-f. kederlenmiş olan, kaygılı olan.sanaalan-1. düşünceye dalmak; 2. özlemek, tsalanmak.sanaalaşyahut saltasanalaş: fikirdeş: fikir ortağı.sanaaluu1. düşünen; 2. meşgul olan, uğraşan.sanaarka-düşünmek, düşünceye dalmak, tasalanmak.sanaasızahmak, düşüncesiz.sanaasızdıkhamakat, düşüncesizlik.sanakhesap, sayım; sanak başkarması: istatistik idaresi; sanaktan ötkür: saymak, hesabını almak.sanalaş═ sanaalaş.sanaluusayılmış, sayılı, hesaplı.sanaş-hep beraber saymak, hesaba katmak, hesaplasmak; künsanşıp köböy-; günden güne büyümek, artmak; 2. hep birlikte düşünmek; aynı şeyi düşünmek.sanaşuuet. sanaş-‘tansanatI, 1. nasihat, ibret, misal, örnek nümune olacak şey; sen bir sanatı kılğalı turasiñ: sen bir kötülük yapmayı düşünüyorsun; sağa kalbağan sanatı kılayın: sana öyle bir şey yaparım, ki çok uzun zaman unutamazsın; 2. bir yığın kıyafeli vecizelerden düzülmüş olan şarkı; şarkı kalıbına dökülen tekerleme. II, 1. hesap, sayı; sanatcetkis yahut sanatı sandan ötüptür: hesapsız çok: sanattan ötkör-: hesabını almak; saymak 2. gram. es. adet ismi.sanat-III, et. sana- I’den; naktay sanıp al-: nakten almak.sanatay: kara sanatay ═ karasanatay.sanatçıhesaplıyan saaat, sayaç.sanatıluusayılmış, tam okadar; sanatıluu altı ay folk. tam altı ay.sanatsızhesapsız çok.sancıraa. şecere, soy sop.sancıraçışecereler uzmanı.sancırğa1. süs (başlıca, göç zamanında yük hayvanlarına takılan süsler); 2. alıcı kuş için eğere takılan köstek.sancırğaluu1. süslenmiş; sancırğaluu köç: yük hayvanları süslenmiş 2. köstekli ( alıcı kuşar hakkında).sandaI: anda-sanda: şurada-burada bazı yerlerde, bazan, zaman zaman (nâdiren).sanda-II, pek çok olmak, hesapsız bulunmak; sandağan: bihesap.sandaala-═ andaala-sandalI. mangal. II, r. sandal denilen ayakkabı.sandal-III, avare dolaşmak, maksatsız gezinmek; sandalıp ele cüröt: maksatsız aare dolaşıyor.sandalt-et. sandal- III’ten.sandat-et. sanda- III’den; sandatıp türdüü cılkını, aydabay turğan cer beken?: orası hesapsız çok hergeleyi sürmeye elverişli yer değil midir?sandıksandık.sandıkça1. küçük sandık; 2. mat. es. küp, mikâp; sandıkça metr: mikâp metre.sandıra-═ sandırakta-.sandırak1. boş sözler söyliyen geveze; 2. boş söz, herze, yave.sandırakı: sandırakı söz: boş yere çene çalma, lâklâkiyet.sandıraktı-: oozune kelgenin sandıraktay beret: ağzına ne gelirse, onu söylüyor; manasız ve faydasız şeyler söylüyor; sandırakta bay otur.: boş lâflar söylemeden otur.sandırğa═ sancırğa.sandırğaluu═ sancırğaluu; sandırğaluu cigit: temiz giyinmiş olan delikanlı.sañoorkanadın büklümündeki yelekler.sañsañbir parça büyümüş olan kuzunun derisi, (krş, körpö); sañsañ tebetey: sañsañdan yapılan kalpak.sanitarr. hasta bakıcı.sanitariyahasta bakıcılık, sıhhiye.sanoozihnî hesap.sandoluusayılmış; malûm bir şekle konmuş.sansan: sansan bolup ket: hiçbir türlü haberi bilmeksizin kaybolmak, yok olmak; çapanı sansan bolup cırtılğan: paltosu yırtılıp pare pare olmuş.sansı-pek çok, hesapsız bulunmak; sansığan: hesapsız çok; sansığan bay: serveti hesapsız olan zengin; sansığan koy: hesapsız çok koyun.sansızsayısız.sansızdıksayılsızlık.sapI. sap; baltanın sabı: balta sapı. IIa. 1. sıra, sakol (askerî); sap tart-: sıraya dizilmek; 2. ═ sabak I, 2.sapaa═ sapat; sanı bar, sapaası cok ats. kemmiyeti var, keyfiyeti yok.sapalakçok tüylü; sapalak kuyruk: çok tüylü kuyruk.sapara. yolculuk, seyahat, sefer; sapart tart- yahut sapar çek-: yola, seyahata çıkmak; kelbes sapar tart- mec. “dönülmez yolculuğa çıkmak” (ölmek).sapata. sıfat, keyfiyet, iyi vasıf.sapattan-avsafça iyileşmeksapattandırevsafla iyillştirmek.sapattandıruuişs. sapattandır-‘dan.sapattuuiyi evsaflı; sapattuu kurç: iyi evsaflı çelik.sapattuulukiyi evsaflılık; iyi neviden olmaklık; coğuru sapattuuluk: iyi nviden olmaklık.sapkoz. kon. ═ sovhoz.sapsalğa. 1. hayvan iğdiş edilirken kullanılan tahta kıskaç; 2. çiy (bk. çiy I) saplarında yapılan kıskaçtır, ki çocukları sünnet ederkan kullanılır.sapsay-═ apsay.sapsımr. kon (“sovsem”) büsbütün, tamamiyle.sapsıy-büyük ve karışmış olmak (sakal hakkında).sapsıytet. sapsıy-‘dan.sapta-I, arzu etmek; talep ve iddiada bulunmak. II, saplamak; balta sapta-: baltaya sap geçirmek; iyne sapta: iğne gözüne iplik geçirmek.saptaş-müş. Sapta- II’den.saptat-et. sapta- I’den.saptoosap geçirme.saptuusaplı, sap geçirilmiş.sapır-1. bir mayii kepçe ile yahut başka bir şeyle tekrar- tekrar alarak, aynı kaba yeniden dökmek, çarpmak; kımızdı sapır-: kımızdı çarpmak, yani küçük bir kapla alarak, büyük kaba yeniden dökmek. 2. savurmak.sapırğıçsavurğuç (kalbur makinası):sapırılmut. Sapır-‘dan.sapırılış-müş, sapırıl-‘dan.sapırılt-et. sapır-‘dan.sapıruu1. savurma; 2. külünü savurma: şuraya buraya dağıtma; 3. kımız sapıruu: kımızı çarpma.sapıruuçusavurucu; sapıruuçu maşina: savurma makinesi (kalbur makinası).saraseçme, mumtaz, en iyi, en üstün; otundun sarası: seçme, en alâ odun,saramcalf. 1. teçhizat, alet-edevat, muhimmat, iğelik (ekonomi); saramcalın şaylatıp: teçhizatın yolunu koyarak; 2. uğraşma; saramcal ce-: meşgul olmak, uğraşmak.saramcalduuher işle bizzat meşgul olmayı seven, mezbut kimse.sarañhasis, cimri; sözgö sarañ, özünün kereginen artık unçukpayt: söz için hasistir; kendisine lâzım olandan fazla tek bir kelimeyi söylemez; kesken cerinen kan çıkpağan sarañ: kesilen yerinden kan çıkmıyan hasis; daha ör. bk. beren.sarañdıkhasislik, hırs.sarapa. sarraf.saratanf. 1. yazın aşırı sıcaklığı; caydın saratan künü: sıcak yaz günleri; 2. mayıs böceği.saray1. han; srayğa tüşöm: hana ineceğim; 2. saray (hükümdarın yaşadığı ev); saray törölörü: saray heyet ve erkânı.sarayçıhan işleten, hancsarbañda-arbañda- sözünün tekidir.sarbarf. hâmil, koruyucu.sarbaşıl═ sardar.sardarf. (destanda): âmir, serdar.sarğarsararmak; sarğara cortsoñ, kızara börtörsüñ ats.: sararıp koşarsan, kızaraıp şişersin; al cumaşka sarğara kirişti: işe özenle, olunca gayretiyle girişti.sarğartI, (krş. kart I) bir hastalığın adıdır, ki bu hastalıkla musap olan adamın yüzü karhalarla örtülür; betine sarğart tüşüptür: yüzü karhalarla kaplandı.sarğart-II, et. sarğar-‘dan.sarğaruusararma.sarğay-═ sarğar-.sarğayıñkısarımtırak; hafifçe sararmış oaln; sañayıñkı tart-: bırparça sararmak.sarğıç═ sarğılt; öñü sarğıç: yüzü sarı, sarı yüzlü.sarğıl: ak sarğıl 1) sarışın; beyaz yüzlü 2) taze, pembe (yüz rengi, beniz hakkında).sarğıltsarımtırak, sarıya çalan.sargılttan-hafifçe sararmak, bir parça sarı olmak.sarhanaf. (Cenubî Kırgızlıktan) nargilenin tütün konulan ucu.sarıI, sarı, kızıl, kumral; sarı başıl: sarı başlı; ak sarı başıl koy: sarı başlı beyaz koyun; sarı ala: 1) sarı alaca: 2) karakuş nevilerinden biri; sarı kır ═ sarığır; sarı talaa: 1) sararmış sahra, step; 2) sonbahardaki kır; sarı ooruu: 1) sarılık hastalığı; 2) mec. büyük keder; mbüyük meşgale; sarı taman ═ sarı taman; sarı soygok bk. soyğok 1; uzun sarı: ilk baharın ilk günleri; azun sıraga sakta-: kara gün için saklamak; sarıu celke: rekek dağ kuzusu; sarı izine çöp sal- bk. çöp; sarı ubayım bk. ubayım. II, bu söz bazı yırtıcı kuş isimlerinin bir parçası oluyor: ak sarı ═ aksarı; koy sarı ═ koy sarı ═ koysarı; caman sarı: aladoğan (archibuteo); erke sarı: kırgız kabilelerinden birinin adıdır.sarığıç═ sarğılt.sarığır(uzunca biçimde olan) tınaz, kuru ot yığını; üyüp koyğansarığır çöptör: tınaz halinde yığılmış kucu otlar.sarığırla-biri üstüne biri atmak süretiyle yığmak; kocaman bir tepe peyda olacakl şekilde biriktirmek.sarık-damlamak, akıp çıkmak, (arta kalan mayi hakkında).sarıkır═ sarığır.sarıkırla-═ sarığırla-.sarıktır-damlatmak; damlasına kadar akıtmak.sarımsaksarımsak.sarnıçı(destanda) birnevi bol, ve geniş yakalı kürk.sarıpa. masraf, harç; sarıp kıl-: sarfetmek; sarıp kılın-: sarfedilmek, harcanmak.sarkeldef. (destanda) serdar, sergerde.sarkındıbir kapta mayiin kalıntısı, büğütten akan küçük su sızıntısı: kulaktardın sarkındısı: ağaların bakiyesi.sarkıtyemek ve içecek kalıntısı.sarlanf. bir deve cinsinin adıdır.sarnamide kaynama, safra çoğalma.sarp═ sarıp.sarpayf. (destanda) mükellef erkek çapanı (kaftanı.)sarpeñke(r. “sarpinka”) iyi cinsli renkli bez.sarpooşto-(atı) kilim çurla örtmek; atka sarpooştop alıp keldi tar. (göye diri gibi, ölüyü) ata bindirerek götürdiler.sarsanaa═ sarı sanaa (bk. sanaa 2).sartaman(sarı taman) kuvvetinde; kuvvetinin gelişimi çağında; olgun zamanda (iyi at hakkında).saruula-sararmak; solmak (beniz hakkında); korkuu belgisi bayda bolup, öñü saruulayt, muundarı kaltırayt: korku belirtileri peyda oldu: benz. attı; mafsalları titriyor.sasay═ sazaysası-pis kokmak.sasıkpis kokan, fena koku dağıtan, pis koku; sasık üpü: hüdhüt kuşu; sasık oy: pis fikir; sasık bay, bk. bay.sasımaybir çeşit aşık oyununun adıdır.sasıt-et. sası-‘dan.sastap═ sostav.satsatmak; alıp sat-: aksata ile meşgul olmak; alıp satar: aksatacı, simsar, tellâl; satıp al-: satın almak; satıp aluuçuluk şığı: satınalma istidadı: at sat-:başkasının adından istifade etmek.satarmansatıcı; satarman bolsoñ, sat.: satacaksan, sat (durma).satık═ sattık; sooda-sattık: ticaret, alış veriş.satıl-satılmak; satılığa çıkarılmak.satılışsatış, satılma.satıluuişs. satıl-‘dan.satındısatılmış; satı- alım yolu ile ele geçirilmiş.satışI. satış.satış-II, müs. Sat-‘tan.satinr. saten (kumaş).satsıyal═ sotsial.satsıyalçıl═ sotsialçıl.satsiyalçılık═ sotsialistik.sattıksatış; sooda-sattık: ticaret, alış veriş.sattır-satmıya bırakmakveya zorlamak; kimden sattırdıñ?: kime sattırdın?: sattırıp aldım: satın aldırdım (emrettim, ve benim için satın aldılar).sattıruuişs. sattır-‘dan.satuusatış ticaret.sayI(koşu atı hakkında): mümtaz, fevkalâde, marûf; say külük yahut say tulpar yahut say buudan: marûf koşu atı; say kaşka bk. kaşka. II, 1. nehrin yatağı; kirgen suular toktolup, say kağırap kaldı: dökülen salar kesildi ve ırmağın yatağı kurudu; suu tügönüp, say bolup: folk. su tükendi ve yalnız kuru yatak kaldı; daha ör. bk. kuy III, 2; 2. yiv (tüfekte, vidada). III: sayda sanı, kumda izi cok bk. san II. IV, söök sözünün tekidir. V: ayağı say tappağan: öteye beriye koşan, rahat durmıyan; ayağı say tappayt: boyuna koşmaktadır; say medire bk. medire. VI, 1. sançmak; saplamak, batırmak (sivri şeyi); azuu say-: azıdişi atmak, bırakmak; şişke sayar eti cok “şişsa dizilecek kadar eti yok” (gayet zayıf); üy say: çadır kurmak; 2. dikmek (ağaçları), sapiyle dikmek; bak say-: bahçe dikmek, bahçe yapmak; 3. dikmek; işlemek (iğne ile nakşetmek); candap say-: iğne ardı dikmek; tençip say-: teyel yapmak, dikmek; sayma say- (yahut yalnız: say-) :işlemek (nakşetmek); 4. oyun sırasında ortaya para koymak, bahse tutuşurken ortaya para koymak; atıñdı sayısıñbı?: atmı (oyuna, bahse) koyacak mısın? baygege say-: koşular esnasında ikramiye, mukâfat olarak koymak; 5. mec. yenmek (başlıca, seçimlerde).sayaf, gölge, saye.sayabanf. fena havadan ve güneşten korunmak için yapılan gölgelik (sayeben); tente (arabada); sayaban araba: kapalı furgon; kapalı arabasayak1. tek başına dolaşan, serseri; sayak menen sağızğaña ubal cok: ats. serseri ile saksağan için mesuliyet yoktur; sel = sayak: serseriliğe yatgın, barınacak yeri bulunmıyan, yabancı ellerde serserice dolaşan; 2. Kırgız kabilelerinden birinin adıdır.sayala-gölgelenmek, gölge altında oturmak.sayaluugölgeli, gölgelenmiş.sayapker= zayapkersayasata. siyaset, politik; ulut sayasatı: millî siyaset, ulusal politika.sayasatçısiyasetçi.,sayasatçıl1. siyaset adamı; 2. politikacı.sayasıa. siyasî; sayası bölüm: siyasî kısım, şube.sayatçıa-f. alıcı kuşları avlıyan avcı (ağla avlar).saydır-et. say- VI’dan ; butun tikenekke saydırdı: bacaklarını dikenle yaraladı; saydırıp koysom oşoğo , bala da bolso, bağınam: folk. eğer o (mızrakla mübarezede) beni yenerse , çocuk olsa dahi ona boyun iğeceğim.sayğakoestridae soyundan öküz sineği.sayğakta-sineklerden yakayı kurtarmak için şuraya buraya koşmak sığır hayvanları hakkında).sayğaktat-et. saygakta-‘ dan.sayğaktoohayvanın öküz sineğinden kurtulmak için şuraya buraya koşması ve büğürmesi.sayğaşka= say kaşka (bk. kaşka 4).sayğıçsaplamıya, sançmıya müstait olan; nayza sayğıç: usta mızrakçı, mızrakla ustalıkla iş gören.sayğıla-saplamak, sançmak, batırınak; tiken menen sayğılağanday: diken batırılmış gibi.sayğılaş-müş. sagıla-‘ dan.saygız-saplatmak.sayıl-1. saplanmış batırılmış olmak; 2. dikilmek (iğne ile), işlenmek (nakışedilmek); 3. bahse tutuşurken öndül olarak koymak, koşular sırasında ikramiye olmak üzere komak; ör. bk. bayge 2.sayılt-saplamak; batırmak.sayım: nayza sayım = nayza sayğıç (bk. sayğıç).sayınI, (postposition): barğan sayın; her gittikçe; cıl sayın: hersene, seneden seneye; cıl ötkün sayın: sene gittikçe; çoğuluş bolğon sayın: her toplantıda; an sayın: her an; tük bütkön sayın kaltırayt: ats. zenginleştikçe hasisleşiyor (harf: tüy bittikçe titriyor); kün sayınkı: hergünkü.sayın-II, batırılmak; takınmak; kazkırasın sayınıp: folk. (kalpağını) turna yeleğiyle süsliyerek.sayınkıbk. sayın I.sayışI, mızraklar ile mübazere.sayış-II, müş. say- VI’ dan; eçe somdon sayışasıñ? kaç rubleden bahse girişiyorsun?sayıştır-et. sayış- II’ den.sayışuuişs. sayış- II’ den; er sayışuu tar. mızrak müsabakası (mızrağın madeni demreni bulunmazdı).saykaşka= say kaşk (bak. kaşka 4).sayluuyivli (silâh hakkında); sayluu mıltık: yivli tüfek.sayma1. işleme (nakışlı); tañdaylaşkan sayma bk. tañdaylaş-; 2. dikilmiş (ağaçlar hakkında); sayma ciğaç: dikilmiş ağaç (yabanîden farklı olarak).saylama-nakışlarla bezemek.saymalan-mut. saymala-‘ dan.saymaluuişlemeli; nakışlı.sayra-1. ötmek (kuşlar hakkında); 2. mec: çok söylemek.sayrağıçöten (kuş hakkında).sayranf. 1. gezinti; 2. genişlik, bolluk; sayran cer: vasi va rahat yerler; sayran talaa: geniş ve engin sahra; sayran kün: bolluk içinde geçen rahat hayat; 3. zevk; sayran kur: zevk almak keyf çekmek.sayranda-1. gezinti yapmak; 2. keyf çekmek.sayraş-müş. sayra-‘ dan.sayrat-et. sayra-‘ dan.sayrooişs. sayra-‘ dan.sayroonnehrin sığ yeri.sayroondo-sığ yerini bularak geçmek (ırmağı); suudan sayroondop keçtim: nehri (düz çizgi boyunca değil de) sığ yerini bularak geçtim.sayuzkon. = soyuz.sayuzdaş-= soyuzdaş-.sayuzduk= soyuzduk.sazI, bataklık; saz öñdüü: (zayıflıktan) yüzü sararmış (adam). II, f. iyi, hoş, yoluna konmuş; az bolso da saz bolsun ats. az olsa da, öz olsun.sazansazan balığı (cyprinus carpia).sazar-1. sararmak; öñü sazarğan: benzi sararmış; 2. mec. kin beslemek.sazayf. 1. tar.şeriata karşı olan bir hareket için rüsvay etmek suretiyle umumun önünde ceza verme; 2. hakkından gelme, gereği gibi cezalandırma; sazayın koluna berip koy: hakkından gel; onun adamakıllı tedip edilmek, cezalandırmak; sazayın tartat: cezasını görecek; sazayımdı okuttu: beni tekdir etti, gereği gibi haşladı.sazayla-cezalandırmak.sazayloocezalandırma, hakkından gelme.sazdakbataklık, bataklı yer.sazdıkbataklı mahal.saszdıktuubataklı.saszduubataklı.sçotr. hesap puslası, fatura.sçotovodr. muhasebeci.sebeele-sepelemek, çiğsemek (yağmur hakkında); kün sebeelep caap turat: yağmur sepeliyor.sebeelet-et. sebele-‘ den.sebepI, a. sebep; emine sebepten: ne sebepten, neden; sebep bağınıñkı gram. sebep halini gösteren mütemmim cümle. II, yahut edep – sebep: bir devanın adıdır.sebepkermüsebbip, âmil; sebepker bol-: sebep olmak, sebebiyet vermek.sebeptüüsebepli, neticesinde; mıltığım cok sebeptüü: tüfeğim olmadığından dolayı; ooruğan sebeptüü: hastalık yüzünden.sebildüü(destanda) süslü, bezikli.sebin-kendi üzerine serpmek, püskürmek; atır sebin: kendi kendine ıtır sürmek.sebüüserpme, saçma.sebüüçüekici; sebüüçü maşina: tohum ekme makinası.sedepa. sedef.seelik-: eelikkenden seelikti: aşırı derecede heyecana geldi.seepsep- III’ ten gerundif.seerI, 1. Çin Türkistanında çıñ’ ın (bk. çıñ I) 1/16 ine muadil olan ağırlık ölçüsü; 2. sar, sara; Çin Türkistanında bir sikkedir (gümüş sar takriben 1 ruble 60 kopik veya 1 ruble 70 kapik kıymetinde oluyordu). II = sıykır.seerçi= sıykırçı.segizsekiz.segizdiksekizlik.segizinçisekizinci.segmentr. mat. kıt’ ai daire.seh= tseh.sekekte-= sekeñde-.sekelekkız çocukların alnındaki perçem, kâkül; sekelek kız: kız çocuk, genç kız.sekeñde-1. titremek, silkinmek mes. atın perçemi yahut insanın uzun saçı hakkında); 2. saçlarını oynatarak sıçramak, sekmek.sekeñdet-et. sekeñde-‘ den; kamçısın sekeñdetip: kamçısını sallıyarak.seketa. 1. = zeket; 2. aziz, sevgili, mahbup, seket yahut seketiñ boloyun yahut seketiñ keteyin:: azizim, sevgilim, (hem erkek, hem kadın için).seketbaysevgili (kadın); kıymetli azizim (kadına hitaben); seketbay boloyun = seket keteyin (bk. seket).sekidağ eteğindeki küçük çıkıntı.sekiçek= tekçe.sekirsıçramak, atlamak.sekiratarsekilatar kon. = sekretar.sekiriksıçrayış, atlayış.sekirt-et. sekir-‘ den. (ör. bk. kekirtek).sekirtmedönme (salgın koyun hastalığı); sekirtme aşuu: zor geçilen çıkıntıları, uçurumları çok bulunan dağ geçidi.sekirtmelüüçıkıntılı, uçurumlu; sekirtmelüü col: tümsekleri, çukurları çok bulunan yol (bu yoldan giderken sıçramak mecburiyeti hasıl olur).sekizçekkadın tuvaletinin bir kısmını teşkil eden, işlemeli murabba kadife parçasıdır.sekretarr. kâtip, sekreter.sekretariatr. sekreterlik dairesi.seksegeysaçları ürpermiş, kabarmış olan.seksenseksen.sekseñde-1. silkinmek, sallanmak, dalgalanmak (saçlar hakkında); sekseñdep cügürüp kele atat: perişan saçlarını dalgalandırarak koşup geliyor; 2. mec. hırslanmak (kızmak), hiddetle üzerine atılmak.sekseñdet-et. sekseñde-‘ den.seksey= sekseñde-.seksiyekon. = sektsiya.sektar. mezhep, tarik.sektantr. aykırı bir mezhebe mensup olan.sektançılıkmezhepçilik.sektorr. bölge, kıtâi daire.sektsiyar. şube, bölme.sekundar. saniye.selI: sel sayak = selsayak. II, a. sel; yağmurdan hasıl olup şiddetle ve köpürerek akan su.selbi-I, sadaka vermek; fıkraya bir şey vermek. II, kuruluşunu tamamlamak; üyümdü selbip aldım: evimin kuruluşunu tamamladım, obamı gereği gibi tanzim ettim.selbikfakirlik dolayısıyla alınan bir şey; sadaka.seldeI, f. sarık; selde oron-: sarık sarmak, sarık taşımak; selde cip bk. cip; seldesine çok tüşkön moldo: "sarığına kor düşmüş hoca": kurnaz, kalleş hoca; kızıl selde al. kırmızı sarık.selde-II, eksilmek, dinmek (yağmur hakkında); sükünet bulmak, rahat etmek; kün seldedi: yağmur bir parça dindi; akıl oylop seldedim: bir parça düşündüm ve sükûn buldum. III: seldep ak-: köpürerek ve dalgalanarak akmak, köpürerek ve bol bir şekilde akmak; seldep akkan köz caşı: sel gibi akan gözyaşı.seldelüüsarıklı, sarık taşıyan.selden-sel halinde akıtmak.seldet-et. selde- III’ den.seldey-1. baygın bir halde bulunmak, şuurunu kaybetmek, dona kalmak; 2. hayrete düşmek; şaşalamak; 3. hiç bir şeye ehemmiyet vermez bir halde bulunmak.seldeyt-et. seldey-‘ den.selek: can selek = can serek (bk. serek).seleñ: eleñ – seleñ: korkarak.seleniya( r. "seleniye") meskûn mahal.seley-= seldey-.seleyt-et. seley-‘ den.seliskeyr. kon. 1. (rusça "selskiystarosta" sözünden kısaltma) köy muhtarı; 2. köy sovyeti reisi.selk: selk et-: 1) silkinmek; 2) irkilmek; 3) gizlice sıvışmak.selkiolgun kız, güzel kız, dilber.selkilde-salanmak,deprenmek, silkinmek.selkildet-et. selkilde-‘ den.selkin-silkinmek; at selkindi: at silkindi.selkinçeksalıncak; selkinçek tep: salıncakta sallanmak.selpey-çirkin, fakir, örselenmiş kıyafette bulunmak; 2. direnmek, karşı komak, muvafakat etmemek.selsayakserseri.selsebetkon. = selsovet.selsovetr. (bu rusça, "selskiy sovet" sözünün kısaltılmış şeklidir, ki bu da köy sovyeti demektir; M).seltişin aniliğini ifade eden bir taklitlik sözdür; selt et: irkilmek; selt etip tura kaldı: (korkudan) irkildi ve birden bire durdu; selt etıp, oyğonup ketip: irkildi ve uyanıverdi; selt ettir-: irkitmek; selt etip da koyboyt: aslâ aldırış etmiyor.selteñ: selteñ et-: çehresiyle, vücudunun bütün hareketleriyle korku veya hayret ifade etmek (mesç birisinin üzerine bağırdığı sırada).seltey-= seldey-.sementr. çimento.sementte-çimento ile tutturmak.seminarr. 1. seminer; 2. orta tahsil ruhanî mektep.semir-semirmek, tavlamak; cel semirgen = cel semiz (bk. semiz); daha ör. bk. kaygısız.semirt-1. beslemek; 2. gübrelemek; cer semirt-: toprağı gübrelemek.semirtikiçgübreleme; mineralduu semirtkiç: sun’î gübre.semirtüü1. besleme; 2. gübreleme; cer semirtüü: toprağı gübreleme.semirtüüçü. 1. besleyici; 2. gübreleyici; cer semritüüçü nerseler: toprağı besleyici maddeler (gübre vazifesini gören nesneler).semişker. ayçiçeği tohumu.semizyağlı, tavlı cel semiz: kofsemiz (insan ve hayvan hakkında).semizde-yağ bağlamanın ağırlığını hissetmek; semizdep cürböy kaldı: semizlikten yürüyemez oldu.semizdiksemizlik, şişmanlık.senI, 1. sen; senin (genitif): senin; seni: seni; sağa (yahut saa yahut sağan) sana: seni menen: senin ile; seni: vay seni; sensiñbi? bu sen misin? 2. bazan siz manasiyle de kullanıldığı vardır; ağalarım, seni izdelp, atamdı taştap çıkkamın folk: ağalar, sizi (hraf. seni) arayıp, babamı bırakıp gitmişim.sen-II, donmak, kemik haline gelmek; ölüp, katıp senip kalıptır: ölüp katılaşmış, donmuştur.sençile-: sençilep: senince, senin gibi; mında sençilep beker cürgön kişi cok: burada senin gibi işsiz dolaşan kimse yoktur; katın- balaluu kişi sençilep cüröbü?: aile sahibi olan kimse senin gibi hareket eder mi?sendel-1. çok ağır yürümek, yorgunca gitmek; sendele basıp kele atat: çok ağır yürüyüp gelmektedir; 2. mec. çile çekmek.sendelt-et. sendel-‘ den.sendik(karş. bizdik) senin; sendik ğana tamak kaldı: yalnız senin için, senin hissen, senin tayının olan yiyecek kaldı; sendik bolup söylödü: senin namına (senin lehine) söyledi; neyeti durus, sendik bolot: niyeti doğrudur, o seninki (senin tarafında) olacaktır; sendik bolo albasam (yahut bolbosom): senin hakkından gelmezsem, (ben, ben olmayım)! her halde ben senin hakkından geleceğim!sendirekte-adımlarını zor atarak yürümek (mes. ağır hastalıktan yeni kalkmış adam hakkında).senek1. sertleşmiş, kabalaşmış, kaba; senektey bolup katıp kalıptır: aşırı derecede sertleşmiştir; 2. kandan beslenemeyüp kurumuş olan, (uzuv hakk.) dumura uğramış, muattal; kolu senek: elleri dumura uğramış; 3. iki dişli yaba; 4. senek sözdör gram: 1) sonekler (ahenk kaidesine boyun iğmiyen yardımcı sözler); 2) iğilmiyen sözler.seney-sertleşmek, kemik kesilmek.señirdağ eteği; dağ burunu.señsel-dalgalanmak (saçlar hakkında), señselgen suusar tebetey: tüyleri kabarık zerdeva kürkünden kalpak.señselt-et. señsel-‘ den; çaç señselt-: saçları ürpertmek, kabartmak.señseñ: kançığaluu kara señseñ: karakuş nevilerinden biridir.senibk. sen I.senikiseninki.seninbk. sen I.senkeI, (r. "seyanka") birinci nevi un. II, r. yahut kök senke çivit.sentabr= sentyabr.sentner= tsentner.sentr= tsentr.sentralizm= tsentralizm.sentyabrr. Eylûl.senzura= tsenzura.sepI, 1. çeyiz (giyim, süs, ev eşyası, ancak hayvan değil); 2. ilâve; baka siyse, kölgö sep ats. kurbağa işerse, göle bir ilâvedir; 3. sükunet bulma, dinlenme; canın sep aldırğısı kelet: dinlenmek istiyor; canım sep albay ele, keçke iştedim: dinlenmeden akşama kadar çalıştım; sep bolbodu: yardım etmedi. II, se hecesiyle başlıyan kelimelere takviye için katılır; sep – semiz: çok semiz.sep-III, sepmek, dökmek (hububatı). saçmak, ekmek (tohumu), püskürmek; dökmek (mayii).separatorr. sütten kaymağı ayıran makine.sepilsur, kale duvaraı; tabya, bastiyon.sepkiç: tohum ekme makinesi.sepkilciltteki çil; sepki cüzdüü: yüzü çilli olan.sepkilden-çille örtülmek, çillenmek.sepkildüüçilli.septe-düzeltmek, yoluna koymak; eptep septep: türlü çareler ve usullerle hareket etmek, her türlü çarelere başvurarak; eptep septep ookat kılğan: zor geçiniyor.septeş-biri birine yardım etmek, ihtiyaç zamanında mevcudu aralarında paylaşmak.septir-et. sep III’ ten.septöödüzeltme; yoluna koma.septööçüdüzeltici, tamirci; septööçü ustakana: tamir atelyesi.septüüçeyizli (kız hakkında); saptüü kız: çeyizli kız.serI, 1. = seer; 2. = sıykır. II, f. (Cenubî Kırgızlıkta) bol, mebzûl; ser sakal: kabasakal, kabarık ve büyük sakallı; ser dımak folk. aç gözlü.serbaaf. kıymetli.serbegeysivrilip, dik duran.serbeñde-hareket etmek, kımıldamak, koşmak (herhangi bir küçücük şey hakkında).serbeñdet-et. serbeñde-‘ den; koldorun serbeñdetip: (sıska) kollarını sallıyarak.serbey-çok küçük veya, güç görünür olmak, zor gözükmek (herhangi bir küçücük nesne hakkında); tört çömölö çöp kepenin üstündö serbeyip turat: samanlığın üstünde dört tane kuru ot yığını sivrilip duruyor.serbeyt-et. serbey-‘ den. serçi = sıykırçı.serdımak= ser dımak (bk. ser II).sereI, 1. çardak, üstü örtülü hangar, ahır çatısı; 2. kunut (keş) kurutmak için hasırdan saçak, küçük çardak. II, araları bir parça açılmış olan dört parmağın genişliği (uzunluk ölçüsü). III: tañdıñ ere – seresinde: henüz şafak sökerken.seregeytek başına sivrilip duran.serek: can serek: bayılma, baygınlık; kök serek: mec. bahçe bekliyen köpek; capan kök serek: mec. kurt (yırtıcı hayvan).serele-araları hafifçe açılmış olan dört parmakla ölçmek (karş. sere II).sereñde-1. hareket etmek (küçücük şey hakkında: çocuk, tavşan gibi); 2. sivrilip durmak (herhangi bir küçük nesne hakkında).sereñdet-et. sereñde-‘ den; kulakçındın eki kulağın sereñdetip koyo ciberip: kulakıl kalpağın iki kulağını boş bırakarak.serep: serep sal- = serepçile.serepçile-elayasını gözlerine yaklaştırarak yahut dürbünle dikkatle bakmak.serey-tek başına sivrilip durmak.sereytet. serey-‘ den; soyul menen sereyte çaap iydi: sopa ile şiddetle vurdu.sergek1. canlı, uyanık; sergek: neşeli, canlı; 2. ihtiyatlı, basiretli, hassas, müteyakkiz, tetikte bulunmak.sergektik1. canlılık; 2. uyanık, hassasiyet, tetikte bulunmaklık, ihtiyatkârlık, dikkatlilik.sergi-1. havalanmak, tazelenmek, (güneşte, havada) kurumak et veya balık hakk.); kir sergisin-: bırak çamaşır bir parça havalansın ve kurusun; kün sergidi: hava bir parça açıldı; köönüm sergidi: bir parça rahat ettim; kendimi iyi hissediyorum. 2. bir şeyin içinden düşmek; kurtulmak.sergigensi-hafifçe havalanmak, bir parça kurumak.sergit-dinlendirmek, tazelendirmek, rahatlandırmak; at sergitip al-: atları bir parça dinlendirmek.sergüüişs. sergi-‘ den.serik= tsirk.serinbirin sözünün tekidir.serinde-birinde sözünün tekidir.seriyar. seri.serke1. iki yaşına basan teke; 2. mec. kösemen.serkülörkon. = tsirkulyar.serme-sallamak, kapmak maksadiyle eli şiddetle uzatmak; kanat serme-: kanat çırpmak; kol serme-: 1) kasdetmek, tasaddi eylemek; 2) zaptetmeye çalışmak; kalem serme- mec. yazmak.sermegile-et. serme-‘ den; kanattarın sermegilep: kanatlarını çırparak.sermel-mut. serme-‘ den; bugünkü kün 16 ğa sermelding: bugün 16- ncı yaşına bastın; abanı karay sermeldi: o havalandı, yükseklere doğru uçtu; tañ sermeldi: şafak söktü.serp-sallanmak, anî bir hareket yapmak, bir yana atmak (mes. av köpeği tilkiyi); (güreşte) öteki pehlivanı çelme atılmakla bir yana fırlatmak; serperimde balıktı, çayan kelip suğundu folk. (oltaya takılan) balığı çekip çıkarayım derken, yayın balığı yanaştı ve o balığı yutuverdi; murut serp-: bıyığı kırpmak; kaş serp-: (kırıtarak) kaş oynatmak.serpil-yeltenmek, silkinmek; tuman serpildi: sis dağıldı.serpilt-et. serpil-‘ den.serpimkolların alabildiğine açılışı.serpindiserpinti; tolkundun serpindi kırları: dalgaların tepeleri; örttöngön oşo kazandın serpindisi tiybesin: folk. alevdeki kazanın kıvılcımları dokumasın.serpindüüşiddetli, sert; serpindüü cel: sert, şiddetli rüzgâr.serpişI, kapışma.serpiş-II, biri birine yapışmak ve çekmek; kapışmak, tutuşmak.serpişüümuharebe, kapışma.serptir-et. serp-‘ ten; murut serptir: bıyıkların ortasını kesmek; kaş serptir-: kaşı kesmek suretiyle inceltmek.sertf. nâhoş, berbat; öñü sert: çirkin (yüz hakkında); közümö sert uçuradı (yahut köründü): bana fena intiba bıraktı; o hoşuma gitmedi.serüünmutedil sıcaklık, serin, tazelik veren; serüün cel: hafif, lâtif esinti.serüündö-serinleşmek, serüündöp cür-: soğuğa da, sıcağa da katlanmadan, mutedil havada gezmek.serüündöt-serinletmek, soğutmak.sestehdit, gözdağı; ses kılbay ele koy: tehdidini bırak; sesi bar = sestüü.sessiyar. celse.seste-tehdit etmek; gözdağı vermek; korku salmak.sestey-afallamak; (korkudan) donakalmak; korkarak durmak.sestüütesir edici veya korkunç çehreli (insan hakkında).seyilf. 1. gezinti; 2. küçük çümbüş.seyildik1. mesire, gezinti yeri; gezinti; 2. küçük çümbüş.seyilker. tohum ekme makinesi.seyindey1. zayıflamış, bitkin bir hale gelmiş; bezgek bolğon kişi seyindey bolot: sıtmadan ıstırap çeken adam bitkin oluyor; 2. kara kuru, kuru adam, incelmiş (mes. at); atın seyindey kılıp caratıp alğan: atını iyi idman ettirdi.seyita. srk. peygamber Muhammedin zürriyetinden olan kimse.seyrek. 1. tek tük; nadir tesadüf edilen; 2. seyrek (sık değil); seyrek cal: seyrek yele.seyrektel-seyrekleşmek, seyrek ve nadir tesadüf edilir olmak.sezI, 1. his; sezi ketip kaldı: hissiz kaldı; düşmandın sezin kıyratıp: folk. düşmana korku salarak, 2. gazap; sez kıl: gazaba gelmek, hiddetlenmek. II = ses.sez-III, sezmek, duymak, farkına varmak, önceden hissetmek.sezden-hiddetlenmek.sezdirhissettirmek, sezdirmek.sezdirüüişs. sezdir-‘ den.sezgen-iltihap yapmak; aldınan sezgenen kişi: belsoğukluğu veya diğer bir zührevî hastalıkla musap olan adam; kabırğadan sezgen-: zaturriye ile hastalanmak.sezgenme: sezgenme oorular: 1) zührevî hastalıklar; 2) iltihaplar doğuran hastalıklar.sezgenüüiltihap; aldınan sezgenüü: belsoğukluğu, zührevî hastalık: kabırğadan sezgenüü: zaturriye:sergi. sezi.sezgiçkavrayışlı, sezişli, anlayışlı, tetikte bulunan, basiretli, hassas.sezgiçtikkablevuku his, kavrayış, feraset, hassasiyet.sezikten-hissedilmek, sezilmek.seziktüüşüphesi olan, her şeyden şüphelenen.sezimhis, kavrayış, anlayışlılık; sokur sezim: sevki tabiî, insiyak.sezimdüühassas, kavrayışlı, anlayışlı, şuurlu.seziş-müş. sez- III’ ten.sezonr. mevsim.sezonçumevsimci (muayyen bir mevsimde çalışan işçi).sezüüidrak, his; sezüü müçölörü: his uzuvları, organları; sezüü kanattarı: levahiki lâmise.shemar. taslak, şema, kroki.shemalıktasak kabilinden; shemalık karta: taslak kabilinden olan harita.sıdamızrağın günderi.sıdır-kazımak.sıdıra: sıdıra basık: emin ve sert adım.sıdırğıderiyi sırım veya kayış şeklinde kesmek için kullanılan bir aygıt (7-9 santim uzunluğunda ve bir tarafında hafifçe oyuğu bulunan bir tahtadan ibarettir).sıdırımhafif ve serin yel, esin, sabah esini, lâtif rüzgâr, nesim; sıdırım suuk: hafif rüzgârlı soğuk; tündün sıdırım suuk celi: gecenin serin yeli.sıdırımda-hafif surette esmek (rüzgâr hakkında); soğuk yapmak, hafifçe ayaz olmak.sığanr. çingene, kıptı.sığıl-sıkılmak, kısılmak, ezilmek.sık-sıkmak; kir sık-: çamaşırı sıkmak; bit sık-: bitleri ezmek.sıkımcimri, hasis.sıkmasıkmaktan hasıl olan şey, sıkma maylar: tüplerdeki kosmetik yağlar.sıkta-acı-acı ağlamak, tasalanmak; ıylap - sıktap yahut ıylay – sıktay: acı – acı ağlıyarak; oonup – sıktap kaldıbı? hastalandı mı yoksa?.sıktat-et. sıkta-‘ dan.sıktır-et. sık-‘ tan.sıktooişs. sıkta-‘ dan.sıla-1. sıvamak, sıvazlamak, okşamak; sılap – sıypap asıradım: üzerine titriyerek besledim; 2. sılay cüktö-: tam denki derli toplu yükletmek.sılağıla-sıvazlamak; sakalın sılağılap: sakalını sıvazlıyarak.sılama= sılankoroz.sılan-kendi kendini sıvazlamak; taranıp sılanıp: kendine çeki düzen vererek.sılankorozzarif, şık kimse.sılañda-kırıtmak.sılañkoroz= sılankoroz.sılanma= sılankoroz.sılık1. düz, pürüzsüz; 2. kırıtkan, kırılgan; 3. nâzik, nezaketli, zarif.sılıktık1. çıt kırıldımlık; 2. nezaket, zerafet, incelik.sıltı-hafifçe aksamak; sıltıp basıp cüröt: hafifçe aksayarak geziyor; at bir butun sıltıp kalıptır: at bir ayağı ile hfifçe aksıyor.sıltıkhafifçe aksayan.sımf. tel.sımakbenzeyişi ifade eden sözdür; akıl sımak azırak sır aytayın: nasihatımsı bir parça söz söyleyim; kişi sımağı cok: insana bile benzemiyor.sımapcıva, simap; kükürök sımap kim: mercure fulminant.sımbatendamlılık, biçimlilik, güzellik.sımbattuuendamlı, boylu poslu, güzel.sımçıarazi ölçen mühendis, kadastro mühendisi.sımpat= sımbat.sımpay-sımpıy-, endamlı olmak.sımsıztelsiz; sımsız telgraf: telsiz telgraf.sınI, 1. imtihan, uzmanlar vasıtasiyle yapılan muayene (expertise); tenkit; sın cana öz özün sınoo: tenkit ve kendine tenkit (autocritique); sın tak-: tenkit etmek; sın cukpayt yahut sın tayğılat yahut sın takkıs yahut sın tağar ceri cok: tenkit edecek yeri yok, tenkide bir behana yok; her tenkitten üstün; 2. iç vasıf karakter, seciye; 3. sın atooç gram sıfat ismi, adjectif. II: sınım tutaşıp turat: bütün vücudumda bir ağırlık hissediyorum; (ağrıdan) arkamı bile doğrultamıyorum; sın sööğü kalğan: yalnız kemiği kalmış, aşırı zayıflamış; kurumuş.sın-III, 1. kırılmak; 2. iflâs etmek.sına-müşahede etmek, denemek, sınamak, tadını bakmak, tenkit etmek.sınakdeneme, sınav, tecrübe; sınak hat: şehadetname.sınakıdenenmiş, tetkik edilmiş; sınakı at: vasıfları mâlum olan at.sınalI = sın I, 1.sınal-II, tecrübe edilmek, denenmek, sınalmak; sınalğan colbaşçılık: denenmiş rehberlik.sınalışkendi kendini tenkit.sınaluuişs. sınal- II’ den kendi kendini tenkit.sınamaldenenmiş; özümö sınamal bolğon at: vasıfları ve tabiatı kendime belli olan at.sınaş-müş. sına-‘ dan.sınaşuukarşılıklı tenkit, karşılıklı deneme; öz ara sınaşuu: kendi kendilerini tenkit.sınat-et. sına-‘ dan.sınçiskelet, kafes (carcasse).sınçı1. insanların savaşlık hassalarını, atların yürüklük sıfatlarını anlıyan uzman; caynap catkan san koldu, sınçılarğa sınatıp, çubatuuğa saldı emi folk: binlerce kişiden ibaret olan orduyu teftiş etti ve uzmanlara o ordunun savaşlık evsafını tayin ettirdi; kayrattuu cigit, külük at – munun kadırın biler sınçısı folk: cesur yiğit ve yürük atın evsafını sınçı bilir; 2. at tanıyan kimse; 3. tenkitçi; ehlihibre, esper; adabıyat sınçsı: edebiyat tenkitçisi.sınçılıksınçı (bk.) mesleği yahut vaziyeti.sında-= sına-; calğanın çının sındaymın folk: yalanın, doğrulığun neresinde olduğunu meydana çıkaracağım.sındal-= sınla- II.sındaş-evsafça denk olan.sındat-= sınat-.sındır-1. kırmak, yırtma; 2. iflâsa kadar götürmek.sındırım: bir sındırım nan: bie dilim ekmek, bir parçacık pide.sındırt-et. sındır-‘ dan.sınduu1. güzel, endamlı, iyi evsafa malik olan; sınduu cigit: yakışıklı delikanlı; 2. gibi, benziyen; çoyun sınduu: çöygen gibi ( dökme demir misilli).sıñarçiftin teki, yalnız, birlik (vâhit), egizdin sıñarı: ikiz çocukların biri; sıñar ötük: çizmenin teki; sıñar tizelep otur-: bir ayağını altına alarak oturmak (nitekim nişancı diz çökerek attığında böyle yapıyor); oşonun sıñarı: onun gibi.sınıkI, kırık, kırılmış. II, terbiyeli, nezaketli, nazik, mütevazi, kendi halinde olan; sınık cigit: nezaketli, terbiyeli delikanlı; sınık söz: nezaketle hitap.sınış1. kırık, kırılma, dönüm noktası; 2. iflâs.sınooişs. sına-‘ dan; özün özü (yahut öz özün) sınoo: kendi kendini tenkit.sınooçudeneyici; sınooçu – uçkuç: tecrübe pilotu.sınsıztenkit haricinde; sınsız köp: gayet çok.sıntabrkon. = sentyabr.sıpsı hecesiyle başlıyan sözlere takviye için katılır: sıp – sınık: çok nezaketli, çok mütevazi, gayet terbiyeli.sıpaa= sıpayı.sıpakerlik= sıpayılık.sıpat= sapat.sıpatta-1. tasvir etmek, tavsif eylemek; 2. aşırı derecede övmek, göklere çıkarmak.sıpayçılık= sıpayılık.sıpayısıpaa f. nezaketli,zarif, nâzik, terbiyeli; "sen" degen sıpayığa ölüm ats. : nezaketli adama "sen" diye hitap etmek ölümdür; spayı söz: nezaketli söz; sıpayı toñbos, kaltırar ats.: sıpayı üşümez ama titrer.sıpayıkerf. = sıpayı.sıpayılıknezaket, incelik, zerafet; terbiyelik.sıpçı(r. "şçiptsı") kerpeten.sıpılda-= zıpılda-.sıpırıpır sözünün tekidir.sıpıradefa, sefer; bir sıpıra: bir defa, bir sefer; bir sıpırası: bir kısmı.sıpıratırkon. = separator.sıpra= sıpıra.sırI, boya, cilâ; sır sırda-: boyamak, boya sürmek. II, a. sır, mahrem; oo sırın coo bilet ats.: düşmanın sırrını düşman bilir; sır ber-: bir sırrı ifşa etmek, ağızdan kaçırmak; ak sır: mukaddes sır.sıra1. herhangi bir zaman, genelce; sıra körgönüñ barbı? herhangi bir vakit gördün mü? 2. (menfi cümlede): büsbütün, tamamiyle katiyen; sıra oşonun işi oñbos: bunun işi hiçbir zaman, asla yoluna konmaz.sırak: sırak – sırak et- = sırakta-.sırakta-çifte atmak, kıç atmak.sırañke= sirañke.sırastıbir efsanevî yılanın adıdır.sıray-kütleden ayrı bulunmak, tek başına kalmak.sırçıboyacı.sırda-boyamak, boya sürmek, cilâlamak.sırdal-boynmak; cilâlanmak.sırdanaa – f. malûm, etraflıça tetkik edilmiş olan; sırdana at: bütün adetleri ve tabiatı gereği gibi bilinmiş ve tetkik edilmiş olan at.sırdaşI, sırdaş, sır arkadaşı.sırdaş-II, biri birine sırlarını söylemek.sırdaştır-et. sırdaş-‘ den.sırdat-et. sırda-‘ dan.sırdığaçsırdığaş, kaşı boyalı olan (eyer hakkında).sırduu1. boyalı; cilâlı; 2. bir sırduu: ayrıca bir hususiyete malik olan.sırga= sırğak; kulağına sırğa kılabız mec.: kendisini malûmattar ediyoruz, kulağında küpe. olsun (harfiyen: kulağına küpe takıyoruz).sırğakküpe.sırgana-kaymak.sırğanakta-= sırğana-.sırkoo1. hastalık; 2. hasta.sırkoola-hastalanmak.sırkooluuhastalıklı.sırmakönceden suda ıslatılmaksızın kabuğundan ayıklanmış olan darı.sırt-1. dış taraf, dış görünüş; sırttan okutuu yahut sırttan okuu: muhabere ile tedris; sırttan kes-: gıyaben hükmetmek: sırttan kesil-: gıyaben mahkûm olmak; sırt sal-: hasmane ve beğenmiyerek muamele etmek, surat asmak, küsmek; sen mağa emne sırtıñdı salıp kalgansıñ?: sen bana neden küstün!; at kuyruğun sırtına salıp (yahut basıp) oynoktop ketti: at kuyruğunu dikerek ve kıç atarak gitti; 2. sırt (bıçağın, palanın); bıçaktın sırtı: üzerindeki düz ova, yayla.sırtkıharicî, dıştaki; sırtkı körünüş; haricî görünüş; sırtkı okuu yahut sırtkı okutuu: muhabere ile tedris.sırttan1. mit. köpekler hükümdarı azgınlık ve uyanıklık ile temeyyüz eden bie efsanevî köpektir); 2. mec. cesur, pervasızlı, mert-sırttandıkcesaret, pervasızlık,mertlik.sıyI, 1. hediye, mükâfat, ikramiye; 2. hürmet, izaz, ikram; sıy kör-: hürmete ve takdire mazhar olmak; sıyğa al- = sıyla-; üyünö çakırıp, sıyğa aldı: evine çağırarak, ikram etti; sıyıñ menen ber: iyilikle ver; saltanattuu sıy es. ziyaret. II, ( krş. sın II) Kırgız dilinde kaybolmuş sı- ("kırmak") fiilinden şimdiki zaman sıla siygasıdır: kolumdu sıy çaap taştadı: kolumu kırdı; arka moynun sıy koydu: sırtının kemiklerini kırdı.sıy-III, sığmak; cerge sıyar iş emes: yere sığacak iş değil (havsalanın almadığı bir iş); oozğo sıyar kep aytsañçı: "ağıza sığacak söz söylesene" (adamakıllı ve işe ait söz söylesene).sıyaf. mürekkep (yazı yazmağa mahsus boya terkibi).sıyak1. yüz, çehre, surat (insanın); sıyağına karasa, közü eskirgen oroodoy folk.: suratına bakarsan, gözleri eski hububat sarponu gibi (batmış); 2. misil, benzeyiş, müşabehet.sıyaktan-benzemek, andırmak; çoñ kişi sıyaktanıp: büyük adama benziyerek, büyüklük taslıyarak; mağa kereksiz sıyaktanat: bana luzümsüz gibi gözüküyor.sıyaktanış-müş. sıyaktan-‘ dan.sıyaktaşmümasil, misli olan.sıyaktaştıkbenzeyiş, müşabehet, ayniyet.sıyaktat-benzetmek; benzer hale komak; özünün ömür bayanı sıyaktatıp: kendi tercemei haline benzeterek.sıyaktuumüşabih, benziyen, mimasil; cok sıyaktuuday: yok gibi, mevcut olmadığına benziyor.sıyazkon. = syezd.sıydadüz, pürüzsüz; sıyda otun: budaksız odun, dalları etrafa dağınık bie surette durmıyan yakacak; sıyda sakal: küçücük ve derli – toplu sakal; sıyda cal; düz yele.sıydı-et. III’ ten.sıygız= sıydır.sıyılsığnak.sıyımhürmet, itibar.sıyın-1. hürmetle iğilmek; 2. himayeye sığınmak; atasına sıyındı: babasının himayesine iltica etti: sığındı; kert başına sıyınat: yalnız kendine güveniyor; küçünö sıyınıp: kuvvetine güvenerek.sıyınış-müş. sıyın-‘ dan.sıyınt1. siper, sığınak; 2. istiap.sıyınt-II. 1. hürmetle iğilmeye zorlamak; 2. himate aratmak; üyünö sıyınttım: evinde saklanmıya mecbur ettim, ben onu evine sığındırdım.sıyınuu-hürmetle iğilme.sıyır-sıyırmak, kabuğunu soymak; üy sıyır-.: keçe evin örtüsünü kaldırmak.sıyırıl-sıyrılmak, kabuğu soyulmak; üy sıyrıldı: keçe evin örtüsü kaldırıldı.sıyırımta: körsö – barımta, körbösösıyırımta, barıp alıp kel ats.: görürlerse – barımta (bk.) görmezlerse – sıyırımta git ve (ne pahasına olursa olsun) al, getir.sıyırış-hep beraber sıyırmak.sıyırt-et. sıyır-‘ dan.sıyırtmakilmik.sıyırtmakta-ilmik yapmak; moynuna sıyırtmaktap arkan saldı: boynuna ilmik yaparak kement geçirdi.sıyış-mut. sıy- III’ ten; sıyışıp tura albayt: bir biriyle geçinemiyorlar.sıyıt(krş. sıy I) uyat sözünün tekidir; uyat – sıyıtka karabağan yahut uyat – sıyıttı bilbeğen: vicdansız, ahlâksız.sıykıgûya, anlaşılan; sıykı sizdi taanıy turğan körünöt: galiba o sizi tanıyor.sıykıra. 1. sihir, sihirbazlık; sıykır oku: afsunlamak, sihirlemek; canıña kelgen adamdı, sıykır okup uktatıp, buzğan kempir sensiñbi? folk.: yanına gelenleri sihirli sözler söyleyip uyutan ve bozan kocakarı sen misin? 2. es. hipnoz.sıykırçı1. sihirci, sihirbaz; 2. es. hipnoz yapan.sıykırda-1. büyülemek, sihirlemek; 2. es. hipnoz yapmak.sıykırduusihirli, esrarngiz, sihirliyen, müsahher eden.sıykırla-= sıykırda-.sıyla-hürmet ve takdir göstermek, ikram etmek, ağırlamak; seni emine menen sıyladı?: seni ne ile ağırladı.sıylan-mut. sıyla-‘ dan; orden menen sıylañan: nişanla mükâfatlandırılmış.sıylaş-II müş. sıyla-‘ dan.sıylat-et. sıyla-‘ dan.sıylığış-biri birine sıkışmak, yaklaşmak; biri birine sıkışık oturmak.sıylığışuuişs. sıylığış-‘ tan.sıylıkI, ikramiye.sıylı-II, yerinden oynamak, kımıldamak.sıylıktır-et. sıylık- II’ den.sıyluumuhterem, sayılan.sıymık1. talih, muvaffakiyet; sıñanı cok düşmandan, sıymığı bar başımda folk.: düşmandan yenildiği yoktur, başında talihi vardır; sıymık kuşu başında folk.: başında devlet kuşu vardır, sıymık koñon kişi: cemiyette itibar sahibi olan kimse, cemiyette ileri mevkiî bulunan kimse; 2. mafharet; bizdin ölkönün sıymığı: memleketimizin mafhareti (kendisiyle iftihar edilen adamı).sıymıktan-iftihar etmek; biz süyünöbüz cana sıymıktanabız: biz seviniyoruz ve iftihar ediyoruz.sıymıktıiftiharı mucip olan.sıynat= zıynat.sıypa-sıvazlamak, okşamak; upa sıypa-: pudra sürmek, ak düzgün sürmek.sıypal-kaybolmak, yok olmak, yerin dibine batmak, kökünden kaldırmak; körkünön sıypaldı: cemalinden mahrum oldu.sıypala-sıvazlamak, elle yoklamak, araştırmak, el yordamiyle harekette bulunmak; toppasañ, sıypalap kal: farkına vardın, tam hedefe isabet ettin.sıypalat-et. sıypala-‘ dan.sıypat-et. sıypa’ dan.sıypır(r. "tsıfra") rakam.sıypırla-rakamlar koymak, sıra numarası koymak.sıyradefa, kere; bir sıyra: bir kere; eki sıyra kiyim: iki takım giyim; keseler törtünçü sıyrasın kıdırıp cetken soñ: kâseler dördüncü defa dolaştıktan sonra.sıyralat-: üç – tört sıyralatıp cutup: üç dört defa yutarak.sıyrıkkabuğu soyulmuş; sıyrık bet: derisi soyulmuş yüz.sızI, (sıhhî olmıyan) rutubet; sız cer: rutubetli yer; sızğa oturğuz mec.: kafese koymak, iğfal etmek, dolandırmak.sız-II, 1. çizmek, çizgi geçirmek; sızıp uç-: süzülerek uçmak; asmanda corular sızıp kele catat: gökte akbaba kuşları süzülerek uçup geliyorlar; 2. dokumak (kordeleyi); sızmasız bk. sızma 2, 3. teraşşuh etmek, sızmak; may sızıp çıktı: (daracık delikten) yağ sızdı; atadan sızbay kalsamçı: folk. keşke doğmamış olsaydım!; 4. sıvışmak; sızsam dep turam: bir yolunu bulup sıvışmayı düşünüyorum; 5. keçeten bei daam (yahut tamak) sızğanım cok: dünden beri hiçbir şey yemedim; içimden sızdım: sabır edip kendimi tuttum.sızda-sızlamak (ağrımak); zonklamak; sızdap ıyla-: acı acı (fakat sesle değil) ağlamak.sızdaş-müş. sızda-‘ dan.sızdat-şiddetli ağrıyı mucib olmak.sızdır-1. çizdirmek; 2. atıhızlıca koşturmak.sızğıç1. çizmek için cetvel; 2. plânlar çizen, ressam.sızğır(yağı) eritmek, sızırmak.sızğırıl-mut. sızğır-‘ dan.sızğırılt-et. sızğırıl-‘ dan.sızğırt-et. sızğır-‘ dan.sızğıruuişs. sızğır-‘ dan.sızıkI, çizgi, hat; tüz sızık: düz çizgi; orolmo sızık: helezonî çizgi; çalır sızık: iğri çizgi; tolkuma sısız: dalgalı çizgi; çekit sızık: noktalarla yapılan çizgi; çırpına sızık: paralel çizgi; tik sızık. şakülî, çizgi; cantık sızık: eğik (maîl) çizgi; içine alıñan sızık: ihtiva edilen çizgi; içine aluuçu sızık: ihtiva eden çizgi; gorizont sızığı: ufkî çizgi (yatay). II, kıkırdak (kuyruk yağı eridikten sonra kalan).sızıkçaçizgi, tire.sızıl-I = sızda-; armandarı ar tamırda sızılğan: tâ ruhunun derinliklerine kadar küsmüştü (harfiyen; bütün daarlarında küsme sızıyı mucib olmuştu). II, 1. çizilmek (çizgi hakkında), bir hat gibi uzamak; 2. sızılıp uç-: kanatlarını gerip kımıldatmadan uçmak; 3. sızıla – sızıla karayt: ciddiyetle, vekarla (aynı zaanda güzel) bakıyor; 4. sızmak, akmak; biz atanın belinen sızılıp, ene kursağınan cay alğan kezibizde ele: bu, daha biz doğmamışken olmuştu (harfiyen; daha bir baba belinden akarak, ana karnında yer tuttuğumuz zaman).sızılt-et. sızıl II’ den; sızıltıp cönöp kaldı: (atlı) dolu dizgin koşturdu.sızma1. çizilmiş, grafik; 2. kuskun, kolan ve s. için kullanılan dar, dokuma şeritler; sızma sız-: bu gibi şeritleri dokumak.sızmalluuçizgiler, hatlar grafiklerle mücehhez olan; sızmaluu körsötmö şayman: grafikli öğretim araçları.siber(Sibirya) tar. kürek cezası; sibirge ayda-: sibiryaya kürek cezasına sürmek.sibirlet-tar. Sibirya’ ya kürek cezasına sürmek.signalr. işaret.sikünt= sekunda.silersizler (çoklara hitaptır; karş. siz); siler kimsiñer?: sizler kimsiniz? siler taraptan: sizin tarafından.silindr= tsilindr.silk-titremek.silkin-silkilmek.silkinüüişs. silkin-‘ den.silkiş-hep beraber silkmek.silluloyidr. selüloyt.silosr. silo.simmetriyar. tenazur, simetri.simvolr. timsal, sembol.sindikatr. sendika.siñ-simek, kökleşmek, hazmedil- mlk (mideye geçen yiyecek hakkında); sööğünö siñgen: "kemiğine sinmiş" eti ve kanına girip kökleşmiş.siñdiküçük kız kardeş (büyük kız kardeşe nisbeten olup, erkek kardeşe nisbeten değildir; karş. karındaş I).siñimdüükolay hazmedilen; hazmı kabil olan.siñimtalduubesleyici, mugaddi; hazmı kabil olan (yiyecek hakkında).siñir-1. sindirmek, benimsemek, hazmetmek (yemeği); emgek siñir-: emek vermek, zahmet etmek; emgek siñirgen artist: emekli, emektar artist; 2. mec. benimsemek, kendine alıkomak.siñirt-et. siñir-‘ den; emgek siñirt-: emek verdirmek, istismar etmek.siñirüübenimseme; tamak siñirüü: yemeği hazmetmek, sindirmek; emgek siñirüü: emek vermek.siñiş-müş. siñ-‘ den.siñiştir-temessül ettirmek.siñiştirüütemesül etme.sintabir= sentyabr.sintakisisr. nahiv, sentaks.sintezr. terkip, sentez.sirenr. leylak.sireñker. kibrit.sireşkatılaşmak, kısılmak; bütkön boyu sireşken: bütün vücudu büzülmüş.sirk= tsrik.sirkeI, bit yumurtası, sirge; birin eki kılıp, bitin sirke kılıp ats. habbeyi kubbe ederek (harf.: biri iki yaparak, biti sirke yaparak); sirkedey da: sirge kadar bile, hiç; sirkedey da özgörgön cop: zerre kadar bile değişmemiş. II, sirke; sirkesi suu kötörböyt: şakayı kaldırmıyor, derhal alınıyor, (sirkesi su kaldırmıyor).sirkekte-kendini keyifsiz hissetmek (çocuk hakkında).sirkekten-= isirkekten-.sirkele-sirkelenmek, sirke ile kaplamak.sirkelüüsirkesi çok olan kimse.sirkul= tsirkul.sirkular= tsirkulyar.sirpilde-= zirkilde-.sistemr. usul.sistemdeş-bir sisteme girmek, sistemleşmek.sistemdeştir-sisteme komak; sistemleştirmek.sistemdeştiril-sisteme konulmak; sistemleştirilmek.sistemdeştirüüsisteme koyma; sistemleştirme.sistemdüüsistemli.sitat= tsitata.sitatta-= tsitatta-.siy-işemek; tuzğa siy- bk. tuz.siydik-sidik, idrar; kara ayğırdın siydiginen bolğon kulun: kara aygırdan doğan tay; siydiydir, catını başka: babları bir, anaları başka olan (çocuklar); aram siydik: piç; Azizkandın Almambet- aran siydik uulu eken folk. Almam- bet, Azizkanın gayri meşru oğlu imiş.siydikteş(karş. kindikteş) bir babadan, muhtelif annelerden olan çocuklar yahut yavrular.siydir-et. siy-‘ den; atıñdı siydirip al: atını işet; tuzğa siydir- bk. tuz.siygelekte-1. tekrar tekrar, sık sık işemek; 2. mec. aşırı derecede hiddetlenmek, acı acı bağırarak sövmek.siygiz-= siydir-.siypa-= sıyha-.sizsiz (bir şahsa hitap ederken nezaket şeklidir); sizderge: sizlere (her şahsa ayrı ayrı "siz" diye hitap edildikte).skameykar. iskemle, sıra; sot skameykası: suçlular sandalyası; sot skameykasına olturğuzulğan: suçlular iskemlesine oturtulmuş.skektikr. septik, reybî.sklatr. anbar, depo.slesarr. çiliñir.slesarlıkçilingirlik.slovarr. sözlük, lûgat kitabı.slöt= slyot.slyotr. birlikte uçan kuşlar sürüsü; her memleketten gelerek bir arada toplanan insanlar yığını.smenar. münavebe.smetar. keşifname.snaryadr. gülle, mermi.sobogöyf. kehanet eden; önceden haber veren.sobola. sual; sobol ber-: sual sormak.sobolo= zobolo.sobraniyer. sis. içtima, toplantı.sobur: kıbır, sobur: gürültü patırtı.soğonyabanî soğan.soğonçoktopuk, pençe (hayvan ayağı); soğonçoğu kanabağan ayal: harf.: topuğu kanamamış olan kadın); soğonçoğun kanabay, körhödüm perzent balanı: folk. topuğum kamadı, ve çocuk doğurmadım.soğono: soğono bolgun teke: (iğdiş edildikten sonra) husya torbası şişmiş olan teke.soğol-çarpmak, vurulmak; çülündöy tütün soğulat: şerit gibi duman kıvrıla kıvrıla yükseliyor.soğum1. güzün hayvan kesimi; 2. kış için ihzar edilen et.soğuşI, 1. çarpma; cürök soğuşu: kalp çarpması; 2. harp, muharebe; basıp aluuçu soğuş: baskın harbi istilâ savaşı.soğuş-II, dövüşmek; muharebe etmek.soğuşçul1. harpçı; 2. es. asker.soğuştukaskere ait; soğuştuk naam: askerî unvan.soğuştur-et. soguş- II’ den.soğuuvuruş. darbe, dövme, çekiçle dövme.sok-1. vurmak, dövmek, çarpmak (kalp, nabız hakkında); cetkire sok-: gereği gibi vurmak; tamırı soğot: nabzı tepiyor; 2. demiri dövmek; temirdi kızığanda sok.: demiri tavında dövmeli; örmök sok: cul dokumak; 3. örmek; meley sok-: eldiven örmek.sokbilekhavaneli.sokkudefetme, darbe; tap duşmandarğa sokku berildi: sınfî düşmanlara darbe indirildi.sokmo: sokmo col: toprak yol (taş v.s. döşenmemiş araba yolu) sokmo dubal: balçıktan örülmüş olan duvar.sokmokI, patika, keçiyolu. II, 1. darbe, vuruş; 2. ağırlık.sokopulluk, saban.sokolo-pullukla sürmek, yer sürmek; soko sokolop cürgön dıykan: çift sürmekle meşgul olan çiftci.sokoo= soko.sokoolo-= sokolo-.soksoğoy(bir kuru ot yığını şeklinde) kabarık saçlı olan.soksokto-seke seke koşmak; uylar kaçat soksoktop: folk. inekler sıçrıya sıçrıya koşuyorlar; ceti baştuu al kempir sokusuna minip, soksoktop: folk. yedi başlı öteki kocakarı havanına binmiş ve sıçrıyor.soksoñdo-kabarık, örperik olmak; bir kuru ot yığını gibi durmak (saçlar hakkında).soksoñdooişs. soksoñdo-‘ dan.soksoñdot-kabartmak, örpertmek; bir kuru ot yığını gibi yükseltmek (saçları).soksoñdotuukabartma, örpertmek; bir kuru ot yığını gibi yükseltme (saçları).soksoy-sivrilip durmak, öne doğru çıkık durmak; cılanbaş soksoyup olturat: açık başını öne doğru çıkararak oturuyor.soksuy-= soksoy-.soktuk-takılmak (kusur aramak) takılgan olmak; bir şeye çarpmak, çatışmak; coldo coldoşuma soktuğa ötkün: geçerken arkadaşıma söyle bir uğra.soktukkuçtakılgan, muzip.soktuktur-et. soktuk-‘ tan.sokuhavan; soku bilek = sokbilek; soku baltır: kalın baldır; soku kant: kelle şeker.sokula-havanda dövmek.sokulat-havanda dövdürmek.sokulatuuişs. sokulat-‘ tan.sokuloohavanda dövme.sokurkör; sokur tıyın bk. tıyın II; sokurğa tayak karmatkanday boldu: (bu), köre değenek tutturulmuş gibi oldu (yani bu artık işe vuzuh, katiyet ve emniyet verdi; sokur sezim bk. sezim.sokuray-kör olmak; kör gibi gözükmek.sokuraytet. sokuray-‘ dan.sokurduksokurluk, körlük; sayası sokurluk: siyasî körlük.sokuy-sivrilip durmak; sokuyup oltur-: biçimsizce oturmak (açık baş ile); başı sokuyğan: başı sivrıdir; emne sokuyasıñ, barsañ bolboydu?: ne (burada) diklip duruyorsun, gitsen olmaz mı?sokuyt-et. sokuy-‘ dan.solI, 1. sol; sol kol: sol el; 2. sol cenah (orduda); oñ sol: sağ ve sol cenahlar (orduda), yanlar; 3. (bu manayla sık sık: sol tüştük cak) kuzey, şimalî; sol celkelik cak; kuzey doğu; 4. yanlış, kötü; kılğan işi sol: yaptığı iş hata, fena hareket etti. II, 1. biçilen ot yerinde açılan yol; sol sol kılıp çapat: tırpanla geniş yol açarak biçiyor; 2. haşhaş tarlasında, orada çalışan kimsenin geçmesine yarıyan dar yol; 3. bu gibi iki yolun arasında bulunan uzunca tarla kısmı; başkalar bir sol otoğonço, Abdiş bir carım soldon otodu: başkaları birer parçadaki zararlı otları ayıklamışken, Abdiş bir buçuk parçanın zaralı otlarını ayıkladı.solbu-: at butun solbup turat: at kâh bir ayağına, kâh öteki ayağına basıp duruyor.solbuyolbuy sözünün tekidir.solçulsis. sol cenah mensûbu, solcu.soldoy-1. gevşemek, sölpümek; sol doyup catıp kaldı: uzandı, yattı (bacaklarını ve kollarını ne topladı, ne de uzattı); soldoyup oozdu açıp karap curöt: gevşek ve ağzı açık geziniyor; soldoyğon: hareketsiz ve çolpa; 2. uzun yahut yüksek ve biçimsiz olmak; soldoyğon neme anı kantip kötöröm? hantal bir şeydir onu nasıl kaldırayım?solğun1. gevşek; işke solğun karadı: işe lâkayit baktı; 2. sukut, tedenni.solk: solk et-: esnemek, sallanmak, elâstiki olmak; cüröğü solk etti: kalbi oynadı; cüröğüm üzülördöy solk – solk kaktı: kalbim yerinden koparcasına gayet şiddetlice çarptı; asker solk etti: ordu şaşırdı; solk etpey catıp: kımıldamadan yatarak.solku1. soldaki; 2. olku kelimesiyle bir arada kullanılır; 3. solktu at: mukavemetsiz at.solkulda-1. esnemek (uzayıp kısalmak), sallanmak; solkuldağan çıbık: bükülgen çubuk; solkudapıyla-: hıçkırarak ve vücuduyle sarsırarak ağlamak; 2. tam tazeleik çağında bulunmak; sokuldağan ciğit: terü taze delikanlı; solkuldap turğan caş ösümdük: taze ve usareli bitki.solkuldakesnek, sallanan; solkuldak araba: yaylı araba.solkuldat-et. solkulda-‘ dan.solkuluksallanma.solo-1. (hapse) kapatmak; 2. tıka basa doldurmak, tıkmak.soloğoysolak.soloğoylon-sol elle iş görmek (solak hakkında).solok: solok en, bk. en II.solot-et. solo-‘ dan.solu-1. solmak; 2. = solukta-; solup solup: sık sık soluyarak.solukta-1. solumak, şiddetle ve sık sık nefes almak (sıcaktan, yorgunluktan, nefes darlığından); 2. hıçkırıkla ağlamak.soluktat-et. soluta-‘ dan.solutet. solu-‘ dan.som1. ruble; 2. kalıp; 3. maden külçesi; som balka: balyoz; som temir: büyük demir parçası; som tuyak: kalın tuynaklı (hayvan), som cigit: sağlam, tıknaz delikanlı, hantal; som et: bir gövde et.somdo-kalıp yapmak, ihzarî bir şekil vermek, eer somdo-: eyer kaltağı yapmak.somdol-pas. somdo-‘ dan.somdot-et. somdo-‘ dan.somdukbir rublelik; beş somduk: beş ruble kıymetinde olan.somke(r. "sumka") çanta; kol somkesi: kadın çantası.somoI: somodoy: sağlam, iri yarı; somsodoy cigit: sağlam, iri yarı delikanlı. II, r. yekûn.somolo-takriben, umumî olarak tayin eylemek; yekûnunu hesaplamak.somoo= somo II.somoolo-= somolo-.soñondan sonra, arkasından; birdin soñu: ikinci; soñuñdan: senden sonra, senin peşinden; andan soñ: ondan sonra, sonra; kelgen soñ, berüü kerek: geldikten sonra vermek lâzım; bul sözdü ukkan soñ: bu sözü işittikten sonra; beş münit ubakıt ötkön soñ: beş dakika geçtikten sonra.soñkuson, sonuncu, sonra gelen; soñku eki cıl içinde: son iki sene içinde; bizden soñkular: bizden sonrakiler, gelecek nesil.sonoI, at sineği. II, yeşil baş ördek.sonorilk kar; sonor kar menen: ilk karla.sonun1. iyi, ala; sonun körünöt: 1) iyi görünüyor, 2) eğlenceli, zevkli görünüyor; 2. dilber (güzel kadın); 3. nahoş hal, felâket; başıma sandıñ sonundu: folk. başıma felaket getirdin; kör gözüpsüñ közümö adam körbös sonundu: folk. sen benim başıma kimsenin uğramadığı işi çıkardın.sonundat-bir işi iyi yapmak.sonurka-taaccup etmek; şaşmak; bir şeyi olağanüstü, tuhaf ve acaip saymak; bir şeye kapılmak, candan verilmek; sonurgabay turğan keppi?: taaccube değer söz değil midir?sonurkoo1. hayret; taacup; 2. kapılma, merak, heyecan.soosağ, esen; deni soo: vücudu sağ; esen.soodaf. ticaret; mamleket soodası: devletlik ticaret; sırkı sooda: harici ticaret; içki sooda: dahili ticaret; mayda sooda: es. bakkaliye ticareti; kolmo – kol sooda: parası peşin verilmek üzere yapılan ticaret; sooda kıl: ticaret yapmak.soodaçı= soodager.soodagerf. tüccar, tacir.soodagerçilik1. ticaret; 2. alış verişte yalnız menfaati düşünme.soodala-1. bir şeyi satmak gayesiyle hareket etmek; 2. (Acc. ile) satmak.soodalanuupazarlık; soodalanuuğa kirişti: pazarlık etmeye başladılar.soodalaş-pazarlık etmek.sooğaharpta yahut avda elde edilen şikârdan hediye; tolup catkan kiyikten bizge sooğa beriñiz: folk. gyet çok avladığınız geyiklerden bize de hediye veriniz; can sooğa: cana kıyma; kurtar; galibin merhametine teslim oluyorum; can sooga, can sooğa: can kurtaran yokmu.(öldürülme tehlikesine çarpan adam böyle bağırır).sooğala-: can sooğala-: hayatını kurtarmak, aman istemek.sooğat= sooğa.sook= zook.sool-tükenmek. kuruma; kaynap atıp soolup kaldı: kaynayıp tükendi, yalnız dibinde kaldı; köz dörü kirip soolğondoy: gözleri büsbütün batmıştır.soolo-soola-, teşkin etmek, teselli vermek; aldap soolop: her türlü öğütlerle, tatlı sözlere avutarak, tatlı sözlerle igfal ederek.soolot-soolat-, teskin eylemek; teselli etmek.soolt-yok etmek, kökünden kaldırmak, helâl etmek, kurutmak.sooltul-yok edilmek, kökünden kaldırılmak.sooltuluuişs. sooltul-‘ dan.sooltuuimha etmek, kökünden kaldırma.soolukI, sağlık, sıhhat; den sooluk: beden sağlığı; den sooluk- çoñ baylık ats. sıhhat- büyük zenginliktir. II, beş yaşına basan koyun.sooluk-III, sükunet bulma, susmak, dinmek, gevşemek.sooluu1. tükenme; kuruma; 2. zamanı geçme.soopa. dn. sevap, sevaplı iş, soop boluptur: hakketmiş (-sin, -ler –siz).soopkera- f. dn. sevaplı iş yapan, bu gibi bir işe sebep olan kimse; bilseñ er, menmin soopker, soop- ko cakın men bir er folk.: eğer bilmek isterseniz, sevaplı işi yapan benim; zaten ben sevaplı işlere yakın duruyorum.sooron-sükunet bulma, teselli bulmak, avunmak.sooronuusükun; teselli.soorop-teskin eylemek; teselli vermek; cakşı- sözü menen soorotot, caman- tokmoğu menen ıylatat: ats. iyi adam sözü ile teselli verir, kötü adam ise tokmağiyle ağlatır.soorotkuçteskin edici, teselli verici çare.soorotuuteskin etme, tesliye.sooru1. sağrı; kapkan sooru: dik sağrılı; may sooru: oturak yeri; 2. sağrı derisi; sooru ötük: sağrı derisinden yapılan çizme; 3. bir çeşit ayakkabı; 4. cerdin soorusu "yerin sağrısı": en iyi (en mümbit) toprak.soorula-1. sağrıya vurma; 2. sağrıyı ısırmak (aygır hakkında).soorulat-(manaca) = soorula-.sootzırh, cebe.sopI, r. (öküzleri yürütmek için kullanılan nida); sop kamçı: uzun kırbaç. II, so hecesiyle başlıyan sözleretakviye için katılır; sop- soo: sapa sağlam.sopokuzunca, söbe; sopok kuyruk: kılsız, tüysüz (yolunmuş yahut yenmiş) kuyruk.sopol= sopok; sopol kuyruk koy: sivri kuyrulu koyun.sopula.dn 1. sofu (mystigue – pantheiste), mutasavvıf; 2. zahit müttaki; 3. müezzin; 4. tesbihte en büyük tane; sopusu altın şuru tespe: folk. en büyük tanesi altın olan mercan tesbih.sopusun-sofuluk taslamak; sopusuñan moldonun üyünön ceti kamandın başı çağıptır ats. "hacı çıktı" (harf.: sofuluk taslıyan hocanın evinden yedi yaban domuzunun kafası çıkmış).sopusunuuişs. sopusun-‘ dan.soremmek; çekirt kenin alın kör da, kanın sor: ats. çekirgenin halini gör de, kanını em.soratnikr. silah arkadaşı.sordur-et. sor-‘ dan.sordurt-et. sordu-‘ dan.sorğopobur, doymaz.sorğuç: kan sorğuç: kan emici, kan içici (humhar).sorğuz-et. sor-‘ dan.sormodibine çeken bataklık.soroğoysivrilip, dikilip duran, uzun boylu ve ince olan.sorokçıkık duran; sivrilip duran; sorok et-: çıkık durmak, suyun altından çıkıvermek.sorokko-= soroñdo-.soroktoş-= soroñdoş-.soroñ: soroñ et-: ansızın dışarıya çıkmak, sarkmak.soroñdo-1. sivrilip durmak; yukarıya doğru çıkı durmak; 2. kütlenin içinden temeyyüz etmek (başlıca, menfi sıfatlarla).soroñdooişs. soroñdo-‘ dan.soroñdoş-müş. soroñdo-‘ dan.soroñdot-1. yukarıya doğru sivrilmek; 2. kütlenin arasından temeyyüz ettirmek (başlıca, memfi sıfatlarla).soroñdotuuişs. soroñdot-‘ tan.soroy-= soroñdo-; tam üydün töbösünön soroyup çıkkan kermey: ev çatısından sivrilip çıkan baca.soroyt-et. soroy-‘ dan.sorpoçorba, et suyu; emine sonumsorpo bar?: ne var, ne yok? anlat, bakalım; sorp - morpo: çorba morba; sorponun teskeyinen tep kılat: 1) eski azametiyle övünüyor; 2) hep asıl meselenin dışında konuşuyor, kök sorpo: yavan, yağsız çorba.sortr. nevi; taza sort: temiz soydan.sortto-tasnif etmek, çeşitlere ayırmak.sorttol-tasnif edilmek, çeşitlere ayrılmak.sorttotasnif, çeşitlere ayırma.sortot-et. sortto- ‘ dan.sorttuuseçme; sorttuu dan: seçme tane (hububat).soruk-bir parça kurumak.sorul-emilmek.sorunI, aç- gözlü, haris, kazanç düşkünü.sorun-II, emmek temayülüne malik olmak, boyuna yemek istemek, yemeğe düşkün olmak; soruñan: yemeğe düşkün.sorundukaç gözlülük, kazanca düşkün olmaklık.soruşmüş. sor-‘ dan.sostavr. 1) terekküp; 2) heyet, kadro.sot. (r. "sud" mahkeme; hakim; açık sot: açık mahkeme; ibretli mahkeme; başkı sot: baş mahkeme: kıdırma sot: bir yere muayyen bir zaman için gelen mahkeme; coğorku sot yahut uluu sot: yüksek mahkeme.sotke= sötkö.soto(krş. mardek) mısır başağı; kiyimden sotodoy bolduk: giyimden mısır başağı gibi olduk (giyimle biz tamamiyle temin edildik; bol bol elbisemiz vardır).sotsialr. sosyal; sotsial – demokrat: sosyal – demokrat; sotsial kelişkiç: uzlaşıcı sosyalist.sotsialçıles. = sotsialistik.sotsialdık1. sosyal; sotsialdık kamsızdandıruu: içtimaî teminat; 2. = sotsialistik; sotsialdık koom: sosyalist cemiyet: topluluk.sotsialistiksosyalistliğe ait; Sovettik Sotsialistik Respublikalar Soyuzu: Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği; sotsialistik melde (bazan: (carış) sosyalist yarış; sotsialistik koom: sosyalist cemiyet, topluluk; sotsialistik revolyutsiya: sosyalist inkilâp.sotsializmr. sosyalizm.sotsiologiyar. sosyoloji, içtimaiyat.sotto-mahkemeye vermek.sottol-mahkemeye verilmek.sottoluuişs. sottol-‘ dan.sottoluuçumahkemeye verilen sanık, maznun.sottoş-(birisiyle) mahkemede duruşmak, davalaşmak.sottoştur-mahkemede duruşturmak; mahkemeye başvurmıya sebep olmak.sottoşturuu(üçüncü şahısları) mahkemeye kadar götürmek; dava açılmıya sebebiyet vermek.sottoşuudâva; mahkemelerde dolaşma.sottuutahkikat altında bulunan; zan altına alınan; sottuu kıl-: kon. mahkemeye çekmek.sovetr. sovyet; sovetter ökömötü: Sovyet hükümeti; SSSR- dın Coğorku Soveti: S.S.C. Birliği Yüksek Sovyeti.sovhoz(r. "sovetskoye hozyaystvo") sovyet ekonomisi.sovnarkomhalk komiserleri heyeti.soyI, toy sözünün tekidir.soy-II. deri yüzmek; kesmek (hayvanı); soyup kaptağanday: burnundan düşmüş gibi, tıpkısı; balası atasına soyup kaptağanday: oğlu babasının burnundan düşmüş.soyar. alakarga.soydur-et. soy- II’ den; cer soydurup kelişet: folk. gayet çokolarak geliyorlar.soyğok1. kaydırıcı; sarı soyğok: güzün sık bitmiş, yatmış ve saramış olan ot; çöp sarı soyğok boluptur: ot saramış ve yatmıştır (yaz başında dağlardaki otlaklarda); 2. yassı uçlu değnek ( deriden yağı ayıklamak, kürkü tıkamış ottan temizlemek ve s. için yarar).soyğolokto-yukarıdan aşağıya doğru kaymak.soyğuz-= soydur-.soylo-sürünmek (yılan hakkında), karnı üzerinde sürünmek (insan hakkında), içeriye süzülerek girmek, içeriye çekilmek; cılan çeptün arası menen soylodu: yılan otların arasında süzüldü.soylok: karasoylok: yabanî yulaf (Bromus secalinus).soylokto-= soymoñdo-.soylot-et. soylo-‘ dan; biröön soylotuu: onlardan birini öldürdü.soymoñdo-kıvrılmak.soymoñdot-et. soymoñdo-‘ dan; tıl soymoñdot-: dilini çıkarmak (yılan hakkında).soyo: soyodoy: dikili olarak, dikili duran; soyodoy ele bolup kaçıp berdi: arkasına bakmadan sıvıştı.soyolon-şiddetle ileri atılmak (kütle hakkında).soyul-sopa; duşmandın soyulun soktu: düşman tarafından muharebe etti, düşmanın menfaatlarını müdafa etti; kök soyulun kötörüp çıktı: sopasını kaldırarak ortaya çıktı; mec. kudurmuşçasına karşı çıktı (muhalefet gösterdi). II, pas. soy- II’ den.soyulda-sopa ile dövmek.soyuldaşI, mec. müşterek menfaatları müdafaa etmek.soyuldaş-II, biri birini sopa ile dövmek; sopa ile dövüşmek.soyult-et. soyul- II’ den; cer soyult = cer soydur – (bk. soydur-).soyuşI, 1. kesilmek üzere hediye edilen hayvan (eve veriliyor); 2. tar; memurun sofrası takdim edilmek için ehaliden toplanan beleş koyun ve s.soyuş-II, müş. soy- II’ den.soyutkesilmek için ayrılan hayvan.soyuzr. birlik, ittihat; kesipçiler soyuzu: meslekdaşlar birliği daha ör bk. sotsialistik.soyuzdaş-ittifak akdetmek.soyuzdukmüttefik; bütkül soyuzduk yahut calpı soyuzduk: bütün ittihada ait; soyuzduk respublika: ittihada giren cumhuriyet, birlik cumhuriyeti.soz-uzatmak, çekmek.sozduk-uzamak uzun sürmek; ün sozduğup uğulup turdu: ses uzayıp işitilip durdu; iş sozduğup ketti: iş uzadı.sozduktur-et. sozduk- ‘ tan.sozdur-et. soz-‘ dan; tizgin cayıp ciberip, atının arışın sozdurup ciberdi: atını dolu dizgin bırakarak, onun adımlarını hızlattı.sozğula-it. soz-‘ dan.sozğunçukuzatma, sürünceme.sozğunda-bir parça uzamak, sürüncemede kalmak; iştin ayağı sozğundadı: işin sonu uzadı.sozmo1. uzamış, çekilmiş; 2. sallama (müddeti geçiktirme).sozolon-çekilmek, uzamak, uzayıp gitmek, tütün sozolonot: duman uzuyor; sozolonup ırda-: monoton ve uzatarak ırlamak, şarkı söylemek.sozolont-et. sozolon-‘ dan.sozolI: sozul- sıpaa = sıpaa.sozul-II, uzayıp çekilmek, uzamak; sozulup ele olturat: rahat ve sesiz oturuyor.sozulmaçekilmiş, uzun, süren, uzayıp kısalan; sozulma ündüü gram. uzun vokal.sozulmaluuuzama istidadınalik olan; elâstikı uzatma; sozulmaluu un düü = sozulma ündüü (bk. sozulma).sozult-et. sozul- II’ den.sozuluñkuhafifçe uzamış; sozuluñku ün: uzun ses.sozuuuzatma, çekme, geciktirme, sürünceme.sögöl: çöl sögölü: en kuvvetli karakuş.söğül-sökülmek (dikiş yeri hakkında); tigişinen sögüldü: dikiş yerinden söküldü; tañ sögüldü: şafak söktü.sögün-sövüp – saymak.sögüşI, tevbih; tekdir; katuu sögüş: şiddetli tevbih; sögüş al-: tekdire uğramak; katuu sögüş carıya kılanat: şiddetli tekdir ilan ediliyor; mırza sögüş: iğneli söz.sögüş-II, müş. sök- II’ den. III, biri birini sövmek; sövüp saymak.sökI, sövmek, azarlamak; sögüp- sağıp Manastı folk: Manası sövüp sayarak.sök-II, sökmek; (dikiş yerinden) ayırmak.sököt. 1. tevbihe uğramış, tasvip edilmemiş, kötü; 2. kusur; noksan; 3. sövüş; köñülü çögöt bolor dep, köp sököt bizge koyor dep folk. muber olur ve bize sövüp sayar diye düşünerek.söksöölsaksavul (latince adı Haloxylon ammodendron olan bir ağaç).söl1. yaralardan çıkan irin; plazma; 2. kad. kan.sölbötmanzara, şekil.sölbürö-çelimsiz, yoluk, nahif olmak.söldöy-biçimsiz olmak (arık ve uzun boylu adam hakkında).söldöyt-et. söldöy-‘ den.sölköbayr. 1, bir ruble ve elli kapil kıymetinde olan gümüş para; 2. bu gibi paralardan yapılan kadı ziyneti.sölökötşekil, dış görünüş; sölökötünö karasam, Manaska okşoş emessiñ folk. görünüşçe sen Manas’ a benzemiyorsun; attaş sölököt mat. adaş şekiiller; dene sölököt mat. cismanî şekil; calpak sölököt mat. yassı şekil; san sölökötü mat. adedî şekil.sölököttön-kurulmak, nazlanmak, kırıtmak; attan tüşür dep, sölököttönüp turbadı: nazlanmadı ve attan indirsinler diye bekleyip durmadı.sölpöñdö-atı yeldirerek gelmek (kötü giyinmiş ve ata binmiş adam hakkında).sölpör1. topuz kabilinden bir silah, 2. çok mor’ un (bk.) sapı.sölpöt= sölböt.sölpöy-= sölpüy-.sölpüpürüzlü olan (yuvarlaklık hususunda: çarpık çanak, bozuk şekilde olan kafa ve s.).sölpükpürüzlü, yamrı yumru olan.sölpüy-sölpük olmak, sölpümek.sölpüyt-et. sölpüy-‘ den.söltük: sözgö söltük bolobuz: folk. bizim sözümüze inanılmaz.söñgök1. uzun ve ince; 2. bot. sapsak.söödürö= döödürö.söök1. kemik; söök ağart: toplamak (şişmanlamak); söök – saak kemikler; söök – saağı coon yahut söök – saaktuu: geniş kemikli; söök – saağı içke: çelimsiz bünyeli söök saağım oorup turat: kemiklerim ağrıyor;say sööktön ötkön suuk: iliğeişliyen soğuk; söökkö cet-: iliklerine kadar işlemek, tedip etmek; say – söögüm sızladı: 1)bütün kemiklerim sızladı; 2) gayet müteessirim; say – söögümdü sızdattı: beni gayet incitti; ak söök: beyaz kemik, asilzade; ak sööktör: aristograsi;ırğıtkan söök başına tiybeyt: mec. perişan olmuş, iflas etmiş olan; 2. dünür, evlenme yoliyle akraba olan; kuda söök: dünür; 3. na’ş, ölü, ceset; söögü kömüldü: ölüsü defnedildi;söök çığar-: ölüyü evden çıkarmak.söökçülükakrabalık; kabiledaşların biri birine karşı olan tutumları.sööktö-: sööktöp ooruyt: kemiğine kadar ağrıyor ( ağrı kemiğe işliyor).sööktöşI, akraba, hısım.sööktöş-II, dünür olmak nikah yoliyle akraba olmak.sööktöşüüişs. Sööktöş-‘ ten.sööl1. siyil; 2. nasırsöölcantoprak solucanı.söölöt1. kurum (kuruluş), vekar; 2. teşrifat.söölöttön-ciddi, vakur bir tavır takınmak.söölöttönt-ciddi, azametli bir tavır takınmak.söölöttüvakur, heybetli.sööm( krş. Karış I, ukum II ) açılmış şehadet parmağiyle başparmağın uçları arasındaki mesafeden ibaret olan uzunluk ölçüsü.söömöyşahadet parmağı; söömöy menen sayı: parmağiyle göstermek, dürtmek.söömöta. sohbet.söön-= süyön-.söpöt: söögüm söpöt bolğuça: son nefesime kadar, son damla kanıma kadar.sörö= sürö II.söröy( mustakil kullanılmaz ) gibi, benzer; kiyim söröy kiyinip;elbise gibi bir şey giyerek; erkek söröy: erkeklik taslıyarak; erkeğe benzemiye özenerek; al mağa ağa söröy: o bana ağa yerine; ata söröy: baba kılığında; baba yerine.sötkö( r. " sutki ") gece – gündüz: 24 saatsöykö-I, büyük küpeler mahrut şekilnde olup, kulağa takılır, gerdana ve göğse sarkar. II, sürtmek; sürüştürmek;söyköy- söyköy söz aytat: sözle dokunuyor, dokunaklı söz söylüyor.söykön-sürtünmek.söykönüş-müş. söykön’ den; sen mağa söykönüşpö: sen bana takılma, ilişme.söylö-= süylö-.söylömpoz; konuşkan iyi söz söyliyen, beliğ.söyülcan= söölcan.sözkelime, kelam, konuşma; cel söz: (" yek söz") boş sözler; kara söz: mukaddime, önsöz; sözünen tındı: sustu; attıñ sözün kılat: at hakkında konuşuyor, at hakkında anlatıyor; sözdön çık-: emirleri yerine getirmemek; sözünön çıkpaymın: onun dediği gibi yapıyorum; sözdön kal-: dilden kalmak,dilsiz olmak; söz baylaş-: "söz bağışlamak", sözleşmek, karşılıkça söz vermek;cok söz: yok söz, manasız söz; koysoñçu cok sözdü: bırak şu yok sözü.;sözmö – söz: kelimesi kelimesine,harfiyen; söz cügürtüp catat: müzakere ediliyor;sözüm söz: benim sözüm sağlamdır,ciddi vadediyorum; sözgö ak-: değerli, dikkataalınabilir saymak ( insan hakkında); sözüm eki bolboyt: sözümü değiştirmiyorum; sözünö kibre: onun sözüne kulak asma, dediklerine kapılma; söz tiygiz-: paylamak, azarlamak; keler keter söz: yahut kelgen söz: söylenilmesi gerekli, lazım olan söz; keler söz kelin aytat ats.: lüzümlu sözü gelin bile söyliyebilir; sözgö caraşa söz aytpasa, sözdün atası ölöt ats.: söze karşı münasip sözle cevap vermezse, sözün babası ölür (sözün hatırı kalır); müçölömö söz: gram. başarıcı kelime; başarıluuçu söz: gram. değişebilen söz; başkaruuçu söz: gram. başarılan söz; başarıluuçu söz: gram. başarılan söz; kömök söz: gram. yardımcı kelime; karatma söz: gram.hitap; toluk söz: gram. tam yahut müstakil manalı kelime; tuurandı söz: gram. taklitlik kelime; manalaş söz: gram. müradif; söz özgörtküç calğoo: gram. kelimeyi değiştiren ek; 2. davayı halletmek, hüküm vermek hakkı; aydınlığa kelgen böz arzan, astıña kelgen söz arzan: ats. Ayağına gelen bez ucuz, söylenmesine müsaade edilen söz kolaydır.sözdö-= süylö-.sözdüksözlük, luğat kitabı.sözdü: eki sözdü: sözünde durmıyan, yalancı; eki södüü oñubu? folk.:iki sözlü (yalancı) hayır görür mü hiç?sözmörsöz ustası, beliğ.sözsüzitirazsız.sımartakiatar. sparta oyunları (olimpiyat gibi).spetsialistr uzman.spırapkekon. = spravka.spirtr. spirtospiska(r. "spisok") liste, müfreda cetveli.sportr. Spor.sportsmen. r. sporcu.spravkar. malümat, ilmühaber.stacı= staj; kandidat satıcısı: namzetlik staj.stahanovçu; (rusça"stahanovets sözünün kırgızcalaştırılmış şeklidir; bu rusça söz ise ,özenle, aşırı gayretle calışmakla aleksiy sahanow adlı bir amelenin izinden yürüyen işçi demektir ;M); stahanovcular kıymılı = stahanovduk kıymılıstahanovçul= stahanovduk.stahanovdukstahano’a mensup stahanovduk kıyımlı: stahanov hareketi; stahanovduk metod: stahanov usülü.stajr. staj.stakanr. bardak.stalr. çelikstanr. 1) ordugah, 2) mec. saflar.stanokr. tezgah.stansa= stansiya.stansiya. r. istasyon.starancikr tar. birnevi jandarma rusca şekli " starajnik" tir; M.)starşir. üst (rütbe itibariyle), amir; starşi komandir: en kıdemli komutan; starşi leytenant: üsteğmenstartr. start (spor terimi.statyar. madde, bent (bk.)makale (ed.).stipendiyar. burs (mektepte talebeye verilen harçlık).stapar. kağıt topu.sterelke(r. "sterelka") saat sterelkesi: saat akrebi.studentr. talebe ( yüksek tedrisat).studiyar. atelyesubağaymüstatil, söbü, uzunca.subayyavrusuz ( hayvanlar hakkında); subay cılkı ( yahut subaylar): içinde taylar yavrular bulunmıyan hergele (sürü); subay saltañ barabız: biz büyükler çocukları almadan gideceğiz.subyektr. şahissuflyorr. suflörsuğalakharis,doymaz, obur.suğaktan-haris olmak (yemek hususunda).suğar1. içirmek, sulamak; 2. tavlama demiri, çeliği); kumğa suğar-: kuma batırarak tavlamak.suğarıl-iska ve irva edilmeksuğarıluuişs. Suğarıl-‘dansuğarmasulanmış (ıska ve irva edilmiş); sugarma cer: sulanan, iska ve irva edilen toprak.suğart-sulamıya bırakmak yahut zorlamak.suğaruu1. sulama, su verme; 2. tavlama (demiri, çeliği).suğat1. hayvanlara su içirilen yer; 2. sulama ,iska ve irva; suğat malı: sulama zamanı; 3. tavlama ( kızgın madeni suya batırarak soğutma).suğatçısulayan.suğum1. koyu ormanla örtülen (ve mutat olduğu üzere otlak vazifesini gören) dağdaki basık mahal; 2.mec. kon. bir suğum et miktarı ( bir parçayahut bir avuç).suğun-büyük yiyecek parçasını ağzına koymak; yutmak; suğunup iy-: büyük bir parçayı birden yutuvermek.suğunuuişs. Suğun-‘dan.suk1. kıskanç; hasetçi; 2. kıskançlık, haset.sukanf.: sukanı uçup kalıptır: ölüm halindedir.sukar(r. "suhari") gevrek, peksimet.sukna= süknö.suksur1. aras tadorna denilen ördek (kara ördeği); 2. mergus mergenser denilen iri ördek.suktan-imrenerek bakmak; hırs ve haset uyandırmak.suktandır-= suktant-.suktant-imrendirmek, haset uyandırmak.suktanuuhaset, imrenme, hayranlık.suktukhırs, haset.sula-1. uzamak, uzanmak, uzanmak, uzanıp yatmak. yan gelmek, yayılmak; 2. mec. takattan düşmek, kuvvetten düşmek; 3. mec. hareketten kalmak, ölmek.sulat1. devirmek, yere sermek, yaymak, 2. mec. bitap düşürmek; 3.mec öldürmek.sulk: sulk cat-: büsbütün hareketsiz yatmak; çağan atar sulk catat: yorulmuş atlar hareketsiz yatıyorlar.sulkuy-:sulkuyup cat- = sulk cat-(bk. sulk).sulphalis, mahlut olmıyan; sulp et: lop (kemiksiz) et.sultana. hükümdar, sultan.suluI, yulaf; kara sulu: yabani yulaf. II, güzel; sulu sulu emes, süygön sulu ats.: güzel görünür.suluula-bezemek, süslemek, güzelleştirmek.suluulanbezenmek.suluulat-et. Suluula-‘dan.sululukgüzellik.sumbat= sımbat.sumbattuu= sımbattuu.sumsay-ciddi.vakur bir tavır takınmak; sumsayğan sulu: vakur dilber.sumsayuuişs. Sumsay-‘dan.sumtur-samtır sözünün tekidir.sun-uzatmak sunmak; kol sun-: el uzatmak.sunal-1. uzanmak, suanlıp cat-: yan gelip yatmak, serilmek (yatmak) yayılıp yatmak; 2. uzun boylu ve endamlı olmak.sunalıñkıbir parça çekilmiş hafifçe uzamış.sunaly-uzatmak (diyelim, ayakları) sunaltıp ayaklarını uzatarak.sundak-uzamak, ( uzun olmak), uzun sürmek; oorosu sundağıp ketti: hastalığı uzadı.sundur-öne doğru uzatmak; bir hedefi gözlemek.sundurğuç: moyun sundurğuç: boyun iğmiş, muti.sunduy-kas katın olmak (uzamış çekilmiş durumda).sunduyt-et. Sunduy-‘dan; betine bir ak nemeni caap, sunduytup, mınday alıp koyuptur: (ölünün) yüzünü beyaz bir şeyle örterek, kas katı olmuş halde bir yana çektisuñula-it. sun-‘dan.sunul-uzatılmak, sunulmak.sunuñkura-bir parça çekmek; hafifçe uzatmak.sunuşI, teklif, sunma.sunuş-II, müş. sun-‘dan.sunuuuzatma; sunma.sunuuçuteklif edici, sunucu.sunuuluusunulmuş; sunuuluu kol: uzatılmış el.supI, = surp. II, bu hecesiyle başlıyan kelimelere takviye için katılır;sup sur: büsbütün boz; suluu: çok güzel.supaa. tañ supası: şafak; tañ supası bilingende: şafak sökerken; tañ supası carıktay: şafak ziyası gibi.supata. sıfat, hassa; işi supatı cok onda) insan sıfatı yok.supra= supura.supsakmayasız (tuzsuz) , tatsız; supsak carma: tatsız tutsuz carma(bk.); sözü supsak: sözü tatsız. rabıtasız.supua: supu sandık a. = tañ supası (bk. supa).supuraa. hamur için sergi ( ki, sepilenmiş olan koyun ve keçi derisinden yapılır).surI1. gök kır (at donu); sur at: gök kır at; sur kulak bk. kulak I, 1; 2. kır; sur bulut: kurşuni renkli bulutlar; sur kişi: benizi toprak renginde olan adam; kara sur: kara yağız (insan hakkında). II: sur, sal-: mağrurca ve hasmane bakmak;surun salıp turat: mağrur bakışla bakyorı. III, ruh, can; suru kaçtı: ödü koptu: korktu; suru kaçıp kubarıp: folk. Korktu ve benzi attı.sura-1. sormak; rica ermek; 2. hükmünü yürütmek, idare etmek.suraançaksuraak, sırnaşık.suraba(destanda) pala, kılıç; murundarın karasañ, murasanın kabınday: folk. burunlarına bakarsan, kılıcın kını gibidir.suraksorgu, tahkikat.surakçı1. sorgucu, sorgu hakimi; 2. hükümdar, hüküm farma; 3. dn. munkir nekir.surakkanak-f. mahkeme, sorgu yeri.sural-sorulmak,sorguya çekilmek, rica edilmek.suralış-müş.sural’dan.suarluuişs. sural-‘dan.suraaluuçusorguya çekilen, soruşturulan, suçlu.surama: surama kat: post restant.suramcalda-= suramcıl-.suramçıI, sorgu.suramçı-II, soruşturmak.suramçıla-soruşturmak; bir çok yerlerde ricalarda bulunmak.suran-ricada bulunmak, müsaade istemek, inceden inceye sormak, dilenmek; dem alışka suranat: mezuniyet almak için ricada bulunuyor.surançı: surançı sakal: bataklıkta çürümüş ot köklerinden bir çeşididir.surañkarañ sözünün kekidir.suranıçrica.suranıl-sorulmak; tömönkü adres menen bildirüülörü suranıtat: aşağıdaki adrese haber verilmesi rica olunuyor.suranuurica, iltimas, şefaat, uğraşma.suraş-biri birini soruşturmak, biri birinin sıhhatini sormak.suraştır-soruşturmak.surat-et. sura-‘dan; suratpay ayttı:sordurmadan kendiliğinden söyledi; at suratı ciberdi: at rica ederek gönderdi.surayılhilkat garibesi, korkunç şey.surçakül rengi (at donu).surdan-korkunç bir çehre göstermek, tehevvüre gelmek, (hiddetten) yüzü sararmak.surdant-et. Surdan-‘dan.surğultbozumtrak kır rengine çalan; surğult tart-: boza çalmak.surlan-= surdan-.surma1. sürme; surma tart-: sürme çekmek; 2. atın suratına, yakmak suretiyle, vurulan damga (karş. bışañ II, tamğa) ; 3.üst göz tabağındaki güzel bükümler.surmanluu1. sürmeli; surmaluu köz:1) sürme çekilmiş göz; 2)ü üst göz tabağında güzel bükümleri bulunan göz; 2. suratında yakmak suretiyle vurulan damgası bulunan; surmaluu at: bu gibi bir damgası bulunan at.surnayf. zurna,flavta, flüt.surnayçıflavtacı.surnayla-flavta çalmak.surnaylat-et. Surnayla-‘dan.suroçnıy(r. "suroçnıy") müstacel, acele.suroosoruştuma, sorgu ,sorma, talep; suroo sal-: soruşturmak; çiyki buyum suroosu: ham maddeler talebi.surooluusualli, istifhamlı; suroolu süylöm: gram. İstifham cümlesi.surpf. kaba kalikot (kumaş).susf. sukuti, abus, akşi yüzlü, kapalı tabiatlı, muzlim, sus çöl: muzlim sahra, çöl; ireñi sus kişi: muzlim çehreli adam; sus tarta tüştü: kaşlarını çattı, somurttu; sabırı sus bk. sabır I.sustay-düşünceli, somurtkan ve sukuti olmak; sustayıp kara-: hazin ve somurtarak bakmak.sutka= sötkö.suuI, 1. su, nehir; cemiş suusu: meyva suyu; kaşka suu: duru, beraak su; kara suu: yer altı sulariyle beslenen çay; sarı suu: 1) süt kesildikten sonra kalan suyu; 2) pisliklere karıştırılan su; cügörünün sarı suusun aldı: (" yüreğinin sarı suyunu aldı") fena surette korkuttu; sudan kal: sulanmadan kalmak; pakta bir suudan kalıp oturat: pamuk bir defa sulanmadan kaldı; buuday eki suu içti: buğday iki kere sulandı; suu alğan: su basmış, su götürmüş; suuğa al-: (ölüyü) yıkamak; bir suunun eli: bir ırmak vadisinin halkı; aynı çayın kıyısında yaşıyan ahali;meni suu kıldı: o bana çektirdi (bitap bıraktı); suu boldum: canım çıktı (ıstıraptan bitkin hale geldim); oozunan kara suu keldi: fena halde acıktı; suu cürök: yüreksiz, korkak; kıtay tilin suuday bılet: çin dilini su gibi biliyor; suu salık: su vergisi; bel suu: meni; 2. yaş, nemli; suu ciğaç: (yaş) yeşil ağaç; suu kir: ıslak çamaşır; 3. tav; temirdin tasuusun bilgen usta: demirin tavından anlıyan usta: mahir demirci.suu-II, soğumak; kızuu iştin ayağı suuğança: ihtiraslar sükun bulunca, gerginlik kalkınca.suuçu1. sulayıcı; 2,iska ve irva işleriyle uğraşan; 3. = murap I.sunçul1. iyi yüzen, yüzücü, suda yüzen (kuş hakkında); suuçul kara yahut suuçul çımçık: karabatak (ördek): 2.geçit yeri arayan kılavuz; karoolu dürbü salbasın, suçuldar keçüü çalbasın: folk. Nöbetçiler dürbünle bakmasınlar, kılavuzlar su geçidi aramasınlar.suuğarekgözleri açık duran kör.suuk1. soğuk; suuk ce-: soğuğa katlanmak; kün suuk: hava soğuk turmuştun ısık suuğun tatkan suuk: dehşetli ayaz. soğuk; turmuştun ısık suuğun tatkan: hayatın acısını, rahatını görmüş geçirmiş, hayatın değişikliklerine katlanmış; apiyim uu bolot; mında tamaklı küçtöp içpese, kişi suuğuna tegerenip cığılıp kalat: afyon zehirlidir; eğer burada (haşhaş toplarken) insan karnını iyice doyurmazsa, başı dönerek yere seriliyor; 2. çirkin; nahoş; suuk söz: nahoş haber; türü suuk: çehresi nahoş;öngü suuk; yüzü çirkin; suuk kol:pis (temiz olmıyan) el; elge suuk körsöt: halka birisini fena göstermek; birisine karşı nefretini tahrik eylemek; 3. bk.ısılık 2.suuktuk1. soğuluk; 2. bk. ısılık 2.suula-ıslatmak.suulan-ıslanmak.suulaşaynı nehir kıyılarında bulunan (köyler) ; ottoş-suulaş: aynı jöyün ahalisi.suulat-et. Suula-‘dan.suuluk1. gem; 2. havlı; 3.yağmurluk (giyim).suuluusulanan; iska ve irva edilebilen; suulu cer: sulanan toprak;suuluu buuday: sulanan buğday.suun-soğumak; denesi bir ısıp, birsuunat: vucudu kah kızıyor, kah soğuyor.suurI, dağ sıçanı.suur-II,çekip çıkarmak, yolmak, sürükleyip çıkarmak.suuraykuuray sözünün tekidir.suurma1. çekip çıkarılabilen; 2. kad. bıçaksuurt-st. Suur- II den.suurul-sürükleyip çıkarılmak; kökünden koparılmak; suurulğan yahut koldon suurulğan: çevik, atik, ele avuca sığmıyan: çattan suurulğan at: ateşin at.suusa-susmak.suusağıçsık sık susayan ve çok içen.sunsarzardava.suusat-susatmak.suusun1. susama; 2. = susunduk.suusundukiçecek (harareti teskin etmeye mahsus olan nesne).suuş-biri birinden soğumak; biri birini sevmez olmak.suutI, soğutma, dinlendirme (atı).suut-II, soğutmak; at suut-: atı idman ettirmek, koşulara hazırlamak için atı inceltmek; izin suutpay: izini soğutmadan.suy: suy cığıl-: pek fazla yorulmak, kuvvetten düşmek, bitap düşmek, bitkin bir hale gelmek; suy cık-: kuvvetten düşürmek, bitkin bir hale komak.suyambuçin, bir nevi bez.suykay-1. kırıtmak, nazlanmak; 2.süzülerek yürümek; 3. ciddi, vakur bir tavır takınmak.suysalI, saç örgüsünü uzatmak için ona karıştırarak, siyah yünden örülen şeritler.suysal-II, kırıtarak yürümek; suysala bas-: işve yaparak yürümek.suysalma= suysal I.suyuk1, sıyık mayi; 2. seyrek ( koyu değil); suyuk sakal: (kadın hakkında) hafif meşrep, (at hakkında) başı boş dolaşan; eteği suyuk (Rad.) = ayağı suyuk.suyul-1. cıvıklanmak; 2. seyrekleşmek (kuyuluğu bitmek); ak sakalı suyulğan folk. beyaz sakalı seyrekleşmiş.suzI. = sus; sabırsız bk. sabır I. çekmek, kepçelemek.;kırman suz-: harman yerinden savrulmuş, ayıklanmış hububatı toplamaksuzdan-somurtmak, surat asmak.suzğubüyük tahta kepçe.sübö= süböö.sübööyalancı kaburga;sübööñdü kötör: bir parça canlan, şenlen.süknö(r. "sukno") çuha.sükünt= sekunda.süküta.sükut, susma, sözsüzlük.süldörcisim, ten, beden.süldörsüzcismani olmıyan.sülgü(yüz) havlusu.sülküldö-mevzun ve seri hareketler yapmak; süzülerek gitmek (iyi yorga hakkında) ; sülkükdöğön corğo: mevzun ve yumşak yürüyüşle yürüyen yorga; 2. bazı azalarını güzel ve kırıtarak oynatmak.sülküldöt-et. sülküldö-‘den.sülöñkü( rad.,V) nahif, ince.sülöösünvaşak.sülüksülük.sümböharbi ( çakmaklı ve kapsüllü tüfeğin ağızdan doldurup fişeği bastırmaya yarayan demir çubuk; M.).sümbölö-harbi ile doldurmak.sümbölööharbi ile doldurma.süñgü-saplanmak; ayza süñgüdü: mızrak saplandı; şaardı közdöy süñgüdü: şehre doğru istikamet aldı.süñgüt-et. süñgü-‘den.sünnöta. dn. hitan, sünnet.sürI. heybet; heybwetli ve kurumlu görünüş, azamet, kurum, kurulma; sürü bar kişi: heybetli ve kendisine karşı başkalarının ihtiramını telkin eden çehreye malik olan adam. II. açık havada kurutulmuş (et. balık); sür et: açık havada kurutulmuş et.sür-III. 1. sürtmek, rendelemek (rende, planya ile), kazılmak; 2.ileri hareket ettirmek; hüküm sürmek; dooron sür-: yahut door sür,: hüküm sürmek; tañ sürgöndö: şafak sökerken; ömür sürmek, var olmak, yaşamak.sürdö-sıkılmak,mahcup olmak, şaşırmak, afallamak.sürdön-(manaca) = sürdö-.sürdönt-et. sürdö-‘den.sürdöönkütlevi hareket. akın (bir kütlenin boşanıp akyığı zaman).sürdük-sürçmek ( ayakları sürüklerken); sürdügüp barıp, cığıldı: ayağı sürçtü ( ve bir müddet sürüklendikten sonra) düştü; at sürdügüp barıp uzununan tüştü; at sürdügüp barıp uzununan tüştü: atın ayağı sürçtü ve düşerek yere serildi.sürdür-et. sür III’ten.sürdüü1. heybetli; korkunç; 2. kurumlu, azametli.sürgürende.sürgüç= sürgü.sürgülö-et. sürgülö-‘den.sürgün1. sürme, sürgün körsöt-: nefiy etme; sürgün körsöt-: sürmek; sürgün kör-: şürülmek, memleketten çıkarılmak; 2. iyi damızlık (erkek hayvanlar hakkında).sürmösürme; oğma sürme darı : sürmek, oğmak için kullanılan ilaç, vücudun dış yanından kullanılan ilaç.sürnöt= sünnöt; sürnöttöy bolğon: suratsız.sürnöttö-= sünnöttö-.süröI, a. dn. sure ( kurandan bir fasıl ). II, koşu atlarının koşarken varıp duracakları yer, finiş. III, 1. koşu atını finişe doğru çekmek; 2. = sürömölö-.sürökI, işs. sürömölö-‘densürönharp narası; sürön sal-: harp narası atmak, harbe davet etmek.süröö1.işs. sürö III’ten; çalpı süröö yahut köpçülük süröösü: umumi römörkör; 2. hipodrom (at meydanı); 3. = süröön.süröön( koşan ata bir yardım olmak üzere) koşularda yabancı bir atı katmak.süröönçü1. koşanatın finş’e varması yardım eden: 2."kahve dövene hınk diyen", bağırmalar çağırmalarla teşvik eden ve kuvvet vermeye çalışan.sürötI, a. resim, tasvir, portre, tablo, timsal; tez süröttö; çabucak hızlıca, tezelden; aktivdüü süröttö: aktif tarzda; süröt tart-: tersim etmek, resim çıkarmak.sürotII, et. sürö III’den.sürotçuressam; fotğrafçı.süröttö-tasvir etlemek, tersim etmek, resimlerle bezemek.süröttöl-tersim, tasvir edilmek, resimlerle donatmak.süröttöötersim, tasvir.süröttür-et. süröt- II,’den.süröttüüresimli.süröttüişs. süröt- II’den.sürsü-1. açık havada kurutulmak(et,balık hakkında); 2. mec. uzun zaman yatıp kalmak.sürsüt-1. açık havada kurutmak (eti, balığı); 2. mec.uzun zaman yatmaya bırakmak.sürsütül-açık havada kurulmak (et, balık hakkında).sürt-sürtmek közgö sürtörgö cok: göze sürmek için bile yok (aşırı kıt).sürtül-pas. sürt-‘ten; közö sürtülgöndöy boldu: göze sürülecek gibi (kıt) oldu.sürük= sürök I.sürül-pas. sür.- III’ ten; tañ sürüldü: şafak söktü.sürült-et. sürül-‘den.sürün-memleketten sürülmek; sürgünde sürünmek.sürüş-müş. sür, III’ten.sürüümemleketten çıkarma; nefiy etme.süsönök= süzöögön.süt. süt; süt teep ketti: memeleri şişti ( çocuk emziren kadının); ene sütü: ana sütü; emçegim sütün ak kılam: mememin sütü seni affetmez ( anne nankör oğluna böyle söyler); ene sütübüz oozubuzğa tatıdı: burnumuzdan geldi; bışkan süttöy caktırat: gayet seviyor (harf.: sıcak süt gibi seviyor); süttön ak: gayet ak: hiçbir kusursuz; ay süttöy carık: ay süt gibi aydın.sütçülüksüt ekonomisi, sütçülük.sütkersütkör, k-f (Cenubi Kırgızlıkta) sütlü (hayvan hakkında); sütkör uy: sütlü (cok süt veren) inek.sütkora-f. muharabacı.sütkorçuluk= sütkorduk.sütkodukmuharabacılık.sütkölbolluk, feyiz, bereket (ör. bk. mayköl).süttükönsütlüğen (euphorbia).süttüüsütlü (hayvan).süy-I, 1. sevmek; 2. öpmek; betten süy-: yanaktan öpmek; 3. okşamak; karğa süyöt balasın " appağım" dep ats. : karğa dahi yavrusunu "bem beyezım" diye sever. II, toplayıp bağlamak (atın kuyrugunu, yelesini, perçemini).süydür-et. süy- I, II’ den.süygöndük: özün süygöndük: kendini beğenmiş: hotkâm, hotbin.süygünçüksempati.süygünçüktüü= sevimli, şirin, güzel, sempatik, sevilen.süygünçülüktüü= süygünçüktüü.sükö-sürmek, sürtmek; baldı naña süyködü: ekmeğe bal sürdü.süykön-1. sürtünmek, ilişmek; 2. kendine sürmek, bir şey sürünmek, pudra sürmek.süykönüüişs. süykön-‘den.süykümdüühoş; süykümdüü cel: hoş rüzgâr.süykümsüzçirkin, sevimsiz, görünüşü hâhoş.süykümsüzdüksüykümsüz’ den mücerret isimdir.süylö-söylemek.süylömgram. cümle; bolumduu süylöm: olumlu cümle; birikme süylöm: katışık cümle; koşmo süylöm: katmerli cümle; baş süylöm: baş cümle; bağınıñkı süylöm: mütemmim cümle; atooç süylöm: isimleri içine alan cümle; etiş süylöm: fiiliye cümle; coktuk cümle: menfi cümle; öksük süylöm: eksik süylöm: faili (suje’si) bulunan cümle; süylömdün bir türdüü müçölörü: cümlenin aynı cinsten öğeleri.süylön-1. paylamak, azarlamak; almağa süylöndü: o, beni payladı: 2. sayıklamak, kendi kendine söylenmek; özünün özü süylönö berdi: kendi kendine söylendi.süylönt-et. süylön-‘den.süylönül-pas. süylön-‘den.süylönüü. işs. süylön’den.süylöö. söyleme, söz, söylev.süylöökçok söyliyen, geveze.süylöş-konuşmak, sohbet etmek.süylöştür-et. süylöş-‘ten.süylöşüü1. konuşma; sohbet; 2.müzakereler, görüşmeler.süylöt-söylemeye bırakmak yahut zorlamak.süymölçökcevfi sadır kemiklerinden birinin adıdır.süyö-dayanmak, desteklemek, tutmak (müzaheret etmek).süyömöldö-yardım etmek (tutmak); müzaheret, muavenet etmek.süyömöldööişs. süyömöldö-‘den.süyön-dayanmak, söykenmek, yaslanmak.süyönçdayangaç, destek.süyöödayama, muzaheret.süyöölüüdayanmış olan, desteklenmiş olan.süyrö-sürüklemek, yerde çekerek götürmek.süyröl-sürüklenmek, yerde çekilmek.süyrölmösürüklenen.süyrölt-et. süyröl-‘den; etegin süyröltüp: eteklerini (yerde) sürükliyerek.süyröndüsürünen (gayet yavaş yürüyen), geri kalan.süyröñsürüklenen, süyröñ çapan: uzun etekli kaftan.süyröñdö-eteklerini sürükliyerek yürümek.süyröñdöt-et. süyröñdö-‘den; kağazga süyröñdötüp bir demeni cazıp koydu: kağıt üzerine bir şeyler karaladı.süyrööişs. süyrö-‘den.süyröt-sürükletmek.süyrötkü1. bir taşıt (pulluk için); 2. mec. (insan hakkında) hiçbir işe yaramıyan, elinden hiçbir iş gelmiyen.süyröttür-et. süyröt-‘den.süyrötül-sürükletilmek.süyrötüñkürö-hafifçe sürüklemek.süyrüuzunca, müstatil, mahruti; syrü caak: uzun yüzlü.süyrülö-uzunca, mustatil, mahrutî yapmak; uzunca, mahrutî şekil vermek.süyrülööuzunca, mahrutî şekil verme.süyrülöt-et. süyrülö-‘den.süyül-I. sevilmek.süyül-IIpas. süy II’den ; cal-kuyruğu süyülüp çubatuudan ötkön bayge atı: yelesi – kuyruğu toplanıp bağlanmış ve çubatuu boyunca geçirilmiş (bk. çubatuu) koşu atı.süyült-et. süyül- II’den.süyün-sevinmek.süyünçüsevinçli haber getirene verilen hediye, müjde, muştuluk.süyüngöndüksevinmelik; süyüngöndüktön: sevinçten, sevinmeklikten.süyünt-sevindirmek; sürögümdü süyüntüü: kalbimi sevindirdi.süyünüçsevinç.süyünüçtüüsevinçli, sevinç getiren; süyünüçtüü kabar: sevinçli haber.süyüş-sevişmek.süyüüsevme, muhabbet.süz-1. süsmek, tos vurmak: 2. yüzmek; suudan süzüp ketti: suda yüzüp gitti; 3.süzmek: sözgeçten geçirmek; 4.sepetle balık avlamak; 5. köz süz-: kırıtarak, umut vererek gözü yarı kapamak; kunacın közün sözsö, buka cibin üzöt ats.: dana göziyle süzerse, boğa ipini koparıyor.süzdür-et. süz-‘den; at menen suuğa süzdürdüm: atı suda yüzdürerek geçtim; muzoo kezeginen süzdürüp, korkup kalıptır: gençliğinden beri korkutulmuş ve şimdi de hep korkuyor.süzgüç1. (karş. tarak) iki yanından sık olan tarak; 2. balık avlama ağı.süzmöI, at koşumundaki yassı, uzunca,madenî süsler. II, peynir.süzökyahut süzök ooruu: sürekli (müzmin) hastalık.süzöktö-müzmin hastalıktan ıstırap çekmek; köptön beri süzöktöp cüröt: coktan beri rahatsızdır.süzöögöntos vurmayı sven (hayvan).süzül-I, delik – deşik olmak. II,güzel ve sâkin bir çehreli olmak (insanın gülmediği ve ağzını açmadığı zaman); süzülüp uktap catat: sâkin bir halde uyuyor.süzüş-müş. süz-‘den.süzüştür-et. süzüş-‘ten.süzüüişs. süz-‘den; süzüü kanattarı: balık kanatları.svarşikr. tek. kaynakçı.svodkar. hulâsa, icmal.syezdr. kongre.şaaI, f.şah ; şaa müyüz: büyük boynuzlar; kızıl kaşka şaa müyüz ögüz: akıtmalı ve büyük boynuzlu al öküz. II: şaası kelbey kaldı: gücü yetmedi, muvaffak olmadı.şaabata. srk. meni.şaabay: şaabayı suudu: maneviyatı kırıldı, ruhu söndü; gayreti eksildi, gevşedi.şaala-kışkırtmakşaalar(karş. şaa I) : döö şaalar: tanınmış şahsiyetler, ileri gelenler.şaansöököt sözünün tekidir.şaani: şaanisine keltirip kıldı: ustalıkla, iyice yaptı.şaarf. şehir; şaarça: şehirli, şehirlice, şaarça bıçak es. şehir bıçağı (el işi, evde yapılmış olmayan); şaar tegeregindegi: şehir civarındaki.şaarat= işarat.şaarçakücük şehir, kasaba; cumuşçular şaarçası: işçiler kasabası.şaardık: şehirli; şaardık sovet: şehir sovyeti (şurası).şabdalıf. şeftali.şabır1. hışırtı, hışıltı; 2. bataklIk yerlerde biten ufak kamş, saz; 3. kad. kamış.şabıra-hışırdamak, takırdamak.şabırat-et. şabıra – ‘dan.şabırluuufak kamışlar biten yer.şabinis= şovinist.şadı( daha fazla: koldun şadısı): elin parmakları.şadıluu( ek hakkında) uzun parmaklı.şagalak= şakmar.şagıl1. moloz, kırma taş; şagıl bolboy, zoo bolboyt ats. molozsuz kaya olamaz; 2. kad. taş.şağıra-çınlmak; tınlamak; şağırağan akça: çınlayan sikke, akçe, madenî para.şağırak-çınlıyan, tınlıyan (maden hakkında).şağrat-et. şağıra – ‘dan; tişterin şağırata kağıp: dişlerini şiddetle gıcırdatarak.şagombk. arş.şahmatr. satranç.şahmatçısatranççı.şahtar. maden kuyusu.şahtyorr. maden kuyusunda çalışan işçi.şakI, f. dal, kücük dal; karagayşak: ağaçlar; duşmandıñ şağı sındı: düşmanın maneviyatı kırıldı, gayreti söndü; balanın şağın sındırıp koyduñ: ( üzerinde kabaca bağırmakla). II, boza yapmak için kullanılan dövülmüş darı. III: başına şak dey tüştü: başına " şak" ederek, bir nesne düştü; oyuma şak etti: birden – bire aklıma geldi; alakanın şak koydu (hayret, esef, keder beldeği olmak üzere) eleyelarını birbirine vurdu:, şak şak: şaklamayı taklit ve hikâyesidir. IV = şaa I.şakabaka III sözünün tekididir.şakapf. suyu bir yana çekmek için açılan ark (kanal).şakar1. nebatat külünden çıkarılan alkali; 2. güherçile, potas; şordu şakarday kaynatıp taştayt: son dereceye kadar kızdırıyor (hırslanıdırıyor), kendinden geçecek hale koyuyor.şakekhalka.şakel1. = kaşek 1; 2.tuzduñ şakeli: tuz mahlûlünün kirli posası.şakelde-1. (at hakkında) yemi seçerek ve artıklar bırakarak yemek; 2. (insan hakkında) bir lokmayı kapmak ve onu yiyip bitirmeden atmak ve başka bir lokmayı almak.şakılda-1. çağlamak, cuşu huruşa gelmek, kaynamak; şakıldap kayna - : fıkır fıkır kaynamak; tişi şakıldayt: dişi gıcırdıyor; eşik şakıldadı: kapıya vuruldu; şakıldagan bala: çabuk iş gören çoçuk; 2. gevezelik etmek, çok söylemek; şakıldağan katındı kız bergende körörmün ats.: gevezelik eden karıyı kızını kocaya verdiğinde görürüz.şakıldak1. (değirmen) çakıldağı; 2. kara şakıldak: Aqila melanaetus denilen kartal.şakıldat-et. şakılda-‘ dan; tiş şakıldat-: dişleri gıcırdatmak; şakıldatıp saba": dövmek, pataklamak.şakıldatuuişs. şakıldat-‘dan.şakıybaş ağrısı, yarım baş ağrısı (migraine) ; şakıyı karmap oturat: baş ağrısı tutmuş.şakirtf. es. çırak (başlıca zanaat sasahasında) , şakirt.şakmarkoyunun kuyruğu altında pislikten uyuşan yün.şakmarla-çamur parçalariyle örtülmek (başlıca, hayvanlar hakkında).şakşak1. cebire (kırık kemikleri yahut alıcı kuşun kırılmış yeleklerini tutturmaya mahsus sargı tahtası); 2, (kösteği gagalanmasına mani olmak için alıcı kuşun boynuna giydirilen) çubuk saçak; 3.koldun şakşağı: parmakların boğumları.şakşakta-çamur parçalariyle örtülmek; idiş şakşaktap kir boluptur: kap kaçak üzerinde çamur parçaları kurumuş.şaktı= şahta.şaktor= şahtyor.şalI, f. 1. felç,mefluç; 2. aciz; gevşek; 3. erkeklik gücü olmayan, impotent. II: şal tögün: saf yalan, tam bir masal; köl şal tüşüp (yahut bolup) terdedi: kan-ter içinde kaldı.şalaI, bitkin; aylıñ ala bolso, eki atıñ şala ats.: köyünde kavga, niza olursa iki atın kuvvetten düşer; şala kulak: kulakları sallanan (at).şala-II, bir işi çabuk, özenle ve verimli bir tarzda yapmak.şalaakı= şalakışalak= şalakı.şalakısünepe, pasaklı, avare.şalakılıkavarelik, pasaklılık.şalakta-1. hızlıca ve canlıca koşmak; 2. boşta gezmek.şalaktık= şalakılık.şalañ1. (öküz eğerinde) kuskun; 2.paldım; 3.mec. mıymıntı.şalañda-(öküze) kuskun geçirmek.şalañtayburunun iki deliği arasındaki ince kemik (vomer).şalay-takattan düşerek sallanmak (mes. kırılmış aza hakkında); eki köz ketti alayıp, eki but ketti şalayıp folk. gözler karardı, bacaklar takattan düşüp sallanıyor.şalbaabataklı çayır; otun yüksek ve sık bittiği rutubetli mahal.şalbırt: ala şalbırt: yer yer karın erimesinden hasıl olan açıklık; ala şalbırt : yer yer karın erimesinden hasıl olan açıkların peydah olduğu mevsim, ilkbaharın başlangıcı.şalçahalıdan teğelti, çul (keçeden astarı olmayan); halı.şaldaakıf. (kadınlar hakkında): beceriksiz,iş bilmez, hiçbir şeye yaramaz.şaldapf.: kök şaldap: mestlerin ökçesine konulan yeşil deri parçası.şalday-bitkin bir halde bulunmak, gevşemek, kuvvetten düşmek.şaldayt-kuvvetten düşürmek, felce uğratmak.şaldaytuuişs. şalday-‘dan.şaldır: şaldır- küldür: çıngırdayan, gürültü yapan; patırtı.şaldırakçocuk kamçısı; şaldırak çöp: ıtır çiçeği (pelargonium).şaldırçakçıngırdayan, çıngırakları bulunan.şalıI, f. kabuklu pirinç çeltik. II: kök şalı: çizme başlarındaki nakışlar. III, f. şalı cooluk: kadınların omuzlarına attıkları örtü: şal.şalıla-:kök şalıla tüşüp terdedi: adamakıllı terledi: kan-ter içinde kaldı.şalka: akla- şalıla-: çizme başına nakışlar yapmak.şalkay-gevşemek; gayreti sönmek.şalkıboş (gevşek), gevşek doldurulmuş; şalkı buuma bk. buuma; kök şalkı: küçük bir kuş adı; aklı " şalkı: büsbütün, gevşemiş olan ; aklı- şalkı mas közü: bulanmış mest gözleri.şakıldagevşemek.şalp: ıslak yere, suya basmaktan hasıl olan sesi taklittir; şalp et-: suya basmaktan "şalp" sesi çıkarmak.şalpañsarkık, sallanan, şalpañ kulak:1) sarkık kulaklı; 2) (Destanda) bir nevi tüfek; 3) = kulakçın.şalpar(rusça adı "kumaç" olan bir kırmızı pamuklu kumaş: M.).şalpay-sallanmak, sarkmak; kulağı şalpayıp turat: kulağı sarkıyor.şalpayt-et. şalpay-‘dan; kulak şal payt": kulakları sarkıtmak.şalpaytış-müş. şalpaty-‘tan.şalpıI: şalpısı boş yahut şalpısı boşop kalıptır: sölpük, gevşek, gayretsiz.şalpı-II sövüş sözleri kullanarak, patavatsız konuşmak; oozuna kelkendi şalpıy beret: 1) ağzına ne gelirse, onu söylüyor; saçma sapan söylemekten çekinmiyor; 2) edebe aykırı sözler söylüyor.şalpılda-1. sallanmak, çırpınmak; 2. çamura veya suya basıldığında "şap" diye ses çıkmak.şalpıldama(basıldığ zaman "şap" diye bir ses çıkarmaya müsait olan).şalpın: şalpınıp turat: at kulağını sarkıtarak, başını ara-sıra sallıyor.şalpıy-sölpümek.şalpıyt-gevşemek; bitap bir hale komak; eegin şalpıytıp ürgülöp turdu: (at) alt dudağını sarkıtıp, uyuklayıp durdu.şalpıytuuişs. şalpıyt-‘tan.şaltakkir,pislik.şaltakta-pisletmek, kirletmek.şaltaktat-et. şaltakta-‘dan.şaltaktoopisletme,kirletme.şaltaybaltay I sözünün tekidir.şalturukavanak, mıymıntı.şamI, a. lamba, mum; şam kulak: sivri kulaklı (at hakkında). II: şam-şum et-: hafif tertip yemek yemek. III: emine şamı kaldı: büsbütün rezil oldu. IV, a.: şam namazı yahut namazı şam: akşam namazı (dır, ki sayıca günlük namazların dördüncüsüdür).şamala. ruzgâr, yel.şamala= şamana; kulağı şamaladay = şam kulak (bk. şam I).şamalda-havalanmak, hava almak , ruzgârda kalmak. (bu manayla «şam» kelimesi, müellifin dediği gibi, arağça değil’ farsçadır (mütercim)şamaldat-havalandırmak, ruzgâra tutmak; şamaldatıp kel- mec. olmadık şeyler, masal anlatmak.şamanaa-f. kandil, mum, meş’ale,şamdagayçevik, haraketlerinde sür’atli olan, atik.şamdagaylıksür’at’ atiklik, çeviklik.şamdak: şamdaktay bol-: tam hazır bir durumda bulunmak.şamıyanf. çırpı, şiş (boyonduruğun bir parçası).şamşarf. pala kılıç, şimşir; altı kulaç ak şamşar folk. altı kulaçlık beyaz kılıç.şamşarduupala ile silâhlanmış olan.şamsay-yıkık ve yamık manzara arzetmek.şamsum= şam-şum (bk. şam II).şañçin. 1. azamet, ihtişam,methü sena; şañ berdi: övdü; şañga ayt:olmayan şeyle övünmek; şañ sal bağırmak (karakuş hakkında); ; 2. kılık, karaltı; eles- bulas şañ körüp folk: müphem bir karaltı görerek; 3. serap.şañdan-şanlı olmak, önemli, muhteşem bir şekle girmek.şañduumuhteşem, şanlı, önemli, azametli, meşhur; tuuğan ceribizdiñ şañduu şumkarları: yurdumuzun şanlı doğanları.şañıyaçin. nahiye müdürü: aksakal (şarkî Türkistan’ın müslüman ahali ile meskûn olan mahallerinde)şañk: şañk etip kül-: etrafı çınlayarak gülmek; şañk-şañk: karakuşun bağırması; şañk- şañk: gürültü, patırtı, yaygara.şağnkılda-= şañsı-; şañkıldağan ün: acı ses.şañkıra-çınlamak, şıngırdamak.şañkırat-et. şañkıra-‘dan.şañsı-1. ötmek (ilkbaharda karakuş hakkında; karş. kilekte-); 2. mec şañşıp süylö-: güzel ve mevzun konuşmak.şankrr. frengi yarası, şankr,:cumşak şankr: yumuşak frengi yarası.şansır. şans.şspI, f. piyade kasaturası.şapII, kağıt oynarken nakdî ceza şlkillerinden biridir; şap ketti: 1) oyuna başlama işareti; 2) " ben pas" ( oyun adıdır); şap al - : parmaklarla ele vurmak (ceza işareti); elge şap şap bolup ketpesin: halka yayılmasın! III: şap etip: ansızın, şıp diye, dakkasında; şap ete tüştü: ansızın düştü; şap diye düştü.şapaf.: şapa- şup yahut şapa-şupa: çabucak; çeviklikle; şapa şup işke kirdi: çabucak işe girişti, gelir gelmez hemen işe başladı.şapalak1. el çırpma, alkışlama:, 2. şapalak kamçı bk. kamçı; 3. çifte (iki namlılı tüfek).şapalakta-ıslak yere yahut irkilip duran suya "şap" ederek basmak.şapar: şapar teep cat: haz duymak, zevk almakşapat= şapkat; şaytan şapatına ketti: cehennem oldu- gitti; onu habis ruhlar bilmem nereye götürdü; şaytan şapatı bolso: çapanoğlu çıkmazsa.şapılda-çene çalmak ( çok ve boşuna konuşmak).şapıldakgeveze, çenesi düşük.şapıldat-et. şapılda-‘dan.şapkata. şafkat, merhamry, iyilik.şapker. kalpak, kasket.şapşap= şap-şap (bk. şap II).şapşı-alt- üst etmek, karıştırmak.şarI, r. küre, top: cer şarı: yer küresi; carım şar: yarım küre. II, 1. hızlı, çağlayan akıntı; suu şar ağıp atat: su ( bir engelle karşılaşmadan) hızlıca akıyor; suununşarı menen talaşıp: suyun şiddetli akıntısiyle mücadele ederek; eldin şarı menen men de kirip kettim. kalabalığa uyarak ben de giriverdim; şar kuyup ciber: birden; birdenbire,: 2. gürleme (nehrin çağlaması); 3. engelsiz duraklamadan, maniasız; attangan colum şar folk. yolum muvaffakiyetli olursa;şar cürdük: duraklamadan yürüdük; şar kişi mec. açık sözlü, doğru adam; 4.iş yerinden müsaaade almaksızın sıvışma.şara: şara tilik: koyunun kulağında uzunca bir yarık şeklindeki damga: im, mim.şaraata. dn. şariat.şaratçatırdı ve patlamayı taklittir; şarak şarak yahut şarak şurak: patlama, gürleme, patırtı, takırtı.şarakta-çatırdatmak, patlatmak, gürletmek; şakardatıp kılıç asıñan:şakırtatarak kılıç kuşandılar.şaraktatuuçatırdatma, gürletme.şaraktooçatırdama, gürleme.şarapa. şarap, alkollü içki,: arak-şarap: 1) hernevi alkollü içkiler; 2) mec. ayyaşlık.şarapata. esalet, şerafet.şaraptatuu1. asîl; 2. mukaddes.şardaan= şar II.şardanI = şar II; eldin kur şardanında gana cürüp kalğan: halkın birden akın etmesi yüzünden ancak hareket etti; yalnız başlarına uyarak harekete geçti.şardan-II, azim ve cesaretle hareket etmek.şardanaf.: bu kılganın elge şardana bolup keliptir: senin bu yaptığın halk arasında faş olmuş.şardanuuişs. şardan – II’den.şarıda-1. çağlamak, kaynayarak akmak; şarıldap suu turat: su şarıl şarıl akıyor; 2. mec. tanılmak, şöhreti her tarafta işitilmek.şarıldat-et. şarılda-‘dan.şarlıdatuuişs. şarıldat"’dan.şarıldooşarıldama; hızlı akıntı.şarıpa. mukaddes, şerif; kelem şarıp bk. kalem.şarıyat= şaraat.şarkburk sözünün tekidir.şarkanburkan sözünün tekidir.şarkılda-= şarılda-.şakırama1. çağlayan; 2. kad. su.şakırarakçağlama (diyelim, bir şelâlenin yahut dalgalı nehrin çağlaması).şarkıratmaşelâle.şarpI, aphte denilen hayvan hastalığı. II, şiddetli ve keskin vuruşu taklittir,: şarp-şarp etip kelip, köl tolkunu carğa soğulat: gölün dalgaları siddetle sarp kıyıya çarpıyordu.şarpılda-şiddetle vıcık-vıcık etmek su hakkında); şiddetle hışırdamak sık bitmiş ot hakkında).şarpıldak1. deriden cebe; 2.eyer tepindirikleri; 3. ağaçtan kocakarı pabucu; 4. dalgaların şiddetle çarptığı yer; şapıldak köl: dalgalı göl ( dür, ki orada dalgalar kıyılara şiddetle çarpıyor).şarpıldat-et. şarpıda"’dan.şarpıldatuuişs. şarpıldat-‘tan.şarpıldoo1. suyun şiddetle ses çıkarması; 2.sık bitmiş otun şiddetle hışıltı yapması.şartI, a. şart; şart belgiler: bir manayı ifade eden alâmetler,: şart bağınıñkı gram.: tabi şartı cümle. II, keskin hareketli taklittir; şart-:tüy-: sıkı bağlamak, düğümlemek; şart ur:- şiddetle vurmak, çalmak,: şart tura kaldı:sur’atla ayağa kalktı; şart-şart çert": kuvvetle fiske vurmak; tlllere kuvvetle vurmak.şartaf.: şarta-şurt çabucak, acelelikle.şartılda-1. çatırdamak; 2. bir kişi çabuk ve çevikliklikle yapmak; atka şartıldap min-: ata çabucak ve hızla binmek.şartıldat-et. şartılda"’dan.şarttandır-: şart koşmak.şarttandrruu: şart koşma.şarttuu: şartlı, maşrut; şartuu süylöm gram.: cümleyi şartiye.şaş-1. ivmek, acele etmek; 2.şaşmak afallamak,: akıldan şaş-: şaşalamak afallamak; şaşırmak; şaşıp" buşup yahut şaşıp- şuşup: 1) acelikle; 2) şaşırarak.şaşılış1. acelelik; şaşılış buyruk: müstacel emir,: 2. apışma, şaşalayış.şaşılıştık. acelelik’şaşırbir odun adıdır.şaşike= şaşke.şaşkalakta-1. telaş etmek; 2. afallamak.şaşkalaktat-et. şaşkalakta-‘dan.şaşkalaktoo1. acele; 2.şaşkınlık, telâş.şaşkalan-= şaşkalakta".şaşkalañ1. acele telâş; 2. şaşkınlık, velvele.şaşkalañduu1. eceleli, teleşlı; 2. dalgalı; şaşkalañduu kün bolso folk.: dalgalı, rahatsız zamanlar hulûl ederse.şaşandık1. acelelik; 2.şaşkınlık;şaşkandıktan: şaşkınlık yüzünden.şaşkef. sabahın geç zamanı; uluu şaşke yahut çoñ şaşke: öğleden biraz evvelki vakit.şaşkelikgüneş doğduğu dakikadan şeşke (bk.) ye kadar kadar olan zamanda yürütülecek mesafe.şaşmasabırsız, aceleci.şaşmala-acele etmek,: teleş etmek.şaştı: şaştısı ketti: telaş etmek. şaştıñ kelet: insan sıkılıyor, şaşkınlık geliyor.şaştır-1. acele ettirmek; 2. şaşırtmak.şaştıruuişs. şaş-‘tan.şaşuu1. acele etme; 2. şaşalama.şatf. sevinmiş, şen, halinden memnun; kapası cok, şat cüröt: tasası yok, memnun geziyor.şatala= şatrak.şatı1. el merdiveni; 2.havutta, ( deve semerinde enine olan ağaç) ; 3. çiyne (bk.)’nin okları.şatıbarbalçık, beyaz çamur (!).şatırşatır " şutur: çatırtı, patırtı.şatıraI: şatıra- şatman kül-: şen bir gülüşle gülmekşatıra-II: çatırdamak.şatıraş-müş. şatıra, II’den; şatıraşıp külüp ciberişti: kahkaha veşenlikle gülüştüler.şatırat-et. şatıra- II’dln; kün şatıratıp caap turat: yağmur oldukça şiddetli yağıyor.şatmanf. sevinmiş, şadman, şen,: şatıra- şatman, bk. şatıra I.şatmandıksevinç, şenlik.şatraksıvık pislik (gait), ishal.şatrakta-ishali olmak.şattan-sevinmek.şattandır-sevindirmek.şattandıruuişs. şattandır-‘dan.şattıksevinç.şattuusevinçli.şay1. pekiyi, muhteşem,: 2.kuvvet; kudret,: şayı boşodu: pek kuvvetten düştü; ölüm halinde; kaçuuğa şayım kelbedi: kaçamadım, kaçmaay kuvvetim yetişmedi; şay mandar şayı: tesisat hazırdır, muntazındır; şayı çok cigit: gevşek, kuvvetsiz, hiçbir işe yaramaayan delikalı; şayma-şay: 1) kuvvetçe denk, kuvvete karşı kuvvet, 2) tam intizam içinde, herşey yerinde; şayı ketip, karğan çal folk.: kuvvetten düşmüş olan ihtiyar; şayımdı caman ketirdi folk..: o, bana büyük bir rahatsızlık getirdi.şaybır: şaybır corğo = col corğo (bk. corğo).şaydoot1. (göç esnasında) sırtına hafif yükletilmiş olan ve başkalarının önünde giden yük hayvanı; şaydoot küç: tam bir intizam içinde yürüyen göç (kafile); 2. faal, aktif; şaydoot top es.faal zümre, hücum kolu.şaydootton-kendine çeki- düzen vermek, gayrete gemek.şaydoottukfaaliyt, aktiflik, gayret; şaydoottuk menen: büyük gayretle.şayıf. (rusça "kanaus" sözile anlatılan ve yapıln bir nevi kumaş; M.)şayıka. şeyh, ruhanî şahsiyet.şayırşen ve şatır, neşeli, canlı; şayir bolboy, er bolboyt ats.: şen olmayan yiğit olmaz.şayırlan-şen-şatır ve canlı olmak.şayırlanuuişs. şayıran-’dan.şayırlıkşen ve şatırlık, canlılık.şayke(r. "şayka") güruh, şebek, çete.şaykeleñmuzip, muzur, rahat durmaz.şaykeleñden-muziplik etmek, çapkınlık etmek.şaykeşf. mütenasip, mütenazır, yoluna konmuş, iyi tsanzim ldilmiş, uygun.şayla-seçmek, intihap etmek.şaylaluutam hazır ve muntazam durumda bulunan.şaylan-seçilmek, intihap edilmek; konferentsiyağa saylañan delegattar: konferansa seçilmiş olan murahhassar; tört şaylañan azamat: dört seçme yiğit.şaylanmaseçme, slçilmiş.şaylanmalıkseçmelik.şaylanuuişs. şayan-‘dan.şaylaş-hep beraber seçmek.şaylat-et. şayla-‘dan.şaylooseçimler.: şayloo komissiyası: seçim komisyonu; kayra şayloo: yeniden seçim; calpı, teñ cana tike şayloo: genel, denk ve vasıtasız seçim.şayluuher şeyle temin edilmiş ve her şeyi muntazam olan kimse.şaymantesisat teçhidat, lavazım, malzeme,: öndürüş şaymandarı: istihsal üretim tesisatı; bodu yahut şaymanı ketti: kuvvetten düştü; kaçuuğa şaymanı kelgen cok: kaçmak elinden gelmedi (kaçamadı.şaymanda-1. tesis etmek; 2. süslemek (bezemek, donatmak).şaymandan-teçhiz edilmek; silâhlandırılmak.şaymandat-et. şaymanda-‘dan.şaymandootesisat kurma, teçhisat tedarik etmek; süs ve ziynet gereçlerile teçhiz etmeçşaytana. şeytan, cin; şaytan bassın!: cin vursun!; men kagamın şaytanın! folk. ben onun cininikovarım.şaytanda-taşkınlık etmek.şaytandıkşeytanet, kurnazlık, sokulganlık.şaytanduuhuzuru yahut hareketi başkalarına felâket getiren adam.şeer(rad., V). askerî müfreze.şeetayçin. şarkî Türkistanda Çin memurlarından biri.şefr. önder şef.şlftikşeflik.şeka. yahut şek-şıba 1.şüphe, şüphelenme; şek cok: şüphe yok, şüphesiz; meniñ şegim senden: senden senden şüphe ediyorum; şek ur-: şüphe etmek; al senden şek şurat: o senden şüphe ediyor; şek urbay cep aldım: şüphelenmeden yedim; şek keltir- yahut şek al-: şüphelenmek; sözünön şek albadı: sözlerinden süphe etmedi; şek al"dır- yahut şek bilgiz-: şüphe uyandırmak; şek aldırbasan süylöyt: şüphe uyandırmaksızın söylüyor,: oşondon şek kılgan cerim bir: bundan şüpheleniyorum; şekşıbasın bilgen kişi barbı!: şüphesi olan kimse varmıdır!; 2. mec. karındaki çocuk (yalnız bu manayla şek denir).şekera. şeker; kum şeker: toz şeker.şekildi= şekildüü.şekildüü(kendi başına kullanılmaz) gibi, müşabih,: ay şekildüü: 1) ay gibi; 2)mec. dilber.şekirt= şakirt.şeksi-şüphe etmek,şüphe ile muamele etmek, tereddüt etmek.şeksizşüphesiz.şekşi-= şeksi-.şekten-şyphelenmek; şüphe etmek.şektendir-şüphe uyandırma.şektenüüşüphe, şüphelenme.şektüüşüpheli (kendisinden şüphe edilwen kimse), meşkûk; şektüü kişi: şüpheli adam.şen-= işen-.şep= şeftik.şerf. 1. tatlı bir içeçek, şerbet; şeker- şerbet: tatlılar; 2. alkollü içkiler.şerden-köpürmek (aşırı hiddetlenmek), korkunç, kudurmuş bir şekil almak.şerdent-et. şerden-den.şereñke= şiriñke.şerika. ortak, şerik.şerikteşI, bir şirkette hissedar.şerikteş-II, şirket kurarak bireşmek, bir işi ortaklık temeli üzerine yapmak; şerikteşip işte-: şirket halinde iş görmek.şeriktikşirket; karız şeriktiği: kredi şirketi; öndürüş şeriktiği: üretim veya istihsal şirketi.şerine= şerne.şermendef. mahcup edilmiş, rezil olunmuş, hayasız, utanmaz; şermende kıl-: terzil etmek.şermendeçilikrezalet kepazelik.şernebir birliktir, ki üveylerindenher biri sıra ile ötekilerine ziyafet çeker (ziyafetin kendisi de şerne tesmiye olunur); üy şerne: bu da aynı şekilde olan bir birliktir, fakat buna iştirak edenlerden her biri eti evine götürür; şerne ce-:şernede yemek.şerta.1. = şart I; 2. ant.şertte-şart koşmak bir şeyi mecburî kılmak.şertteş-sözleşmek, bir şart üzerine mutabık kalmak.şertteşüüişs. şertteş-‘ten.şerttööşart koşma.şerttüüşarıltı, şarta bağlı oan.şeyita. dn. şehit.şeyşembi. f. salı; kara şeyşmbi: betbaht meş’um gün. kara günşeyşepf. yatak çarşafı; şeyşep can ğırt": 1) yatak çarşafını yenilemek; 2) mec. tekrar evlenmek; şeyşebi bekidi: idrarı tutuldu.şıbaI, a. = şıpa II. II, a. şek sözünün tekidir.ştıba-III, sürmek, sıvamak.şıbağahisse, pay (herhangi bir şeyde).şıbağaluuhisseli, hisseye malik olan.şıbakI, kır pelini (ot). II, sıva; şıbak şıba": sıva yapmak.şıbakçısıvacı.şıban-sıvanılmak.şıbat-et. şıba-, III’ten.şıbırfısıltı, fısıldama, hışıltı; şıbır şıbırcel soğulat: ruzgâr hışıltı yapıyor; kulağıña şıbır aytayın: senin kulağına fısıldayım; kübür-şıbır yahut şıbır- kübür: fısıldaşma, fiskos.şıbıra-1. fısıldamak, kulaktan kulağa konuşmak; 2. hışıldamak.şıbıraş-1. fısıldamak; 2. hışıldamak.şıbırat-et. şıbıra-‘dan.şırçı1. fis-kosu seven; 2. es. suflör (tiyatroda).şıbırğa-fısıldamak, kısık sesle konuşmak.şıbırğak1. hışıldayan,: 2.sepeleyen (yağışlar, başlıca yağmur ve bulgur hakkında) ; şıbırğak öşörgö aylandı: sepeleyen yağmur sağanağa çevirdi.şıbırğakta-1. hışıldamak; 2. sepelemek; kün şıbırğaktap caap turat: yağmur sepeliyor.şıbırğaktat-et. şıbırğakta-‘dan.şıbırla-= şıbıra-.şıbırlat= şıbırat-.şıbırsızgürültüsüz, hışırtısız, sessizce.şıbırtta-hışırdatmak. hışıldamak.şıbışfısıltı; şıbış ber-: fısildeyivermek; şırp etken şıbış cok: çıt yok, hiçbir ses- seda yok.şıbooayaktan gelen ter kokusu.şıdırşıdıra-, doğruca; sağa-sola sapmadan; engelsz ve duraklamadan; şıdır ele ötüp kettim: engelsiz geçip gittim; şıdır oku-: duraklamak" sızın okuma; şıdır col: doğru ve düz yol; kele sala şıdır kirip ketüügö batalbadı: gelince hemen hemen girmiye cesaret edemedi; burulbay şıdıra keldim: hiçbir yere sapmadan ve duraklamadan geldim.şırğay: kara şırğay, sarı şığay: turp kömürü nevileri.şığıra. 1. şiir; 2.harp seferi şarkısı.şıkI, 1. talih, saadet, muvaffakiyet; 2.teyamül; 3.istidat. kabiliyet; eldin satı aluuçuluk şığı: halkın satınalma kabiliyeti. II: şık-şık: öküzü. ineği, buzağıyı keskin için kullanılan nida.şıka-sıkıştırmak, sım-sıkı tıkmak; tamakka şıka: tıka-basa yemek; köp şıkabasañçı, cegençe ceyt: fazla zorlama, yiyebildiği kadar yesin; şıkay toldu: ağzına kadar doldu; tepeleme doldu; aşuuğa şıkay (yahut şıkap) barıp konduk: tam geçidin üzerine varıp geceledik.şıkaala-gizlice bakmak, kenardan bakmak, göz koymak, hedef edinmek.şıkaalat-et. şıkaala-‘dan.şıkaaloogizlice bakmak, göz ucile bakmak.şıkal-şıkışmak. sım-sıkı doldurulmak; el üygö şıkalıp kaldı: halk eve tepeleme doldu.şıkıbal1. itibar. hürmet; 2.saadet, talih.şıkıbalduu1.nüfuzlu. muteber, muhterem; 2.mes’ut.şıkılduugibi.şıkılıkta-kıs-kıs gülmek ( kızlar hakkında).şıkıra-tepeleme dolu olmak, pek çok olmak.şıkıray-argın- yorgun, cansız ve meraksız bir bakışla bakmak.şıkıtsol elle tutulan aşık; şıkıtım köönümçö: "tördön tamay" oymarken söylenilen bir cümle (bk. tör); şıkıt bolo albayt: (başkasınınkinden) hayır çıkmaz.şıkoo: anı bay manaptadın şıkoo boyunça kılğan: bunu bayların ve manapların baskısı altında yapmıştır.şıkşıloorşakak kemiğinin kualğa yakın kısmı.şıktan-heyecana gelmek, canlanmak.şıktandır-heyecana getirmek. canlandırmak.şıktandırıl-heyecana getirilmek; canlandırılmak.şıktandıruuişs. şıktandır-‘dan.şıktandıruuçuilham verici, canlandırıcı.şıktanuuheyecana gelme, canlanma.şıktuu1.yatgın hevesli; 2.kabiliyetli.şıktuuluk1. yatkınlık, teyamül; 2.istidat, kabiliyet.şıldıñ: şaka, alay; şıldıñ bol-: alaya duçar olamak, maskara olamak; şıldıñ kıl = şıldıñda.şıldıñçılşakacı ,alaycı.şıldıñda-alaya almak.şıldıñdaş-müş. şıldıñda’-dan.şıldıñdooalay etme, eğlenme.şıldıñkork-f. alaycı, şakacı güldürücü şeyler söyliyenşıldıñkorok= şıldıñkor.şıldır1. şarıldama, hışıldama şarıldayan, hışıldayan; şıldır-şıldır: şarıl-şarıl; şıldır içeği: midenin hazmetmeyişi; şıldır sorpo: al. yavan çorba; 2. kad. demirci.şıldıra-şarıldamak, hışıldamak, hışırdamak;: arıktağı suu şıldırayt: arktaki su şarıldıyor.şıldırakçıngırak.şıldırama1. şarıldayan, hışıldayan; 2.komuz’la çalınan bir melodinin adıdır (bk. komuz).şıldırat-et. şıldıra-‘dan.şıldırkantütün kutusunun alt kısmındaki bir küçük halkadır, ki aly tıpayı açmaya yarar.şılğan-çeşitlere ayrılmış, seçilmiş; tefrik, tetkik edilmiş olmak.şılı-1. yüzmek, soymak, kemiklerden eti ayırmak,: 2. çaprazlamasına kesmek.şılın-müş. şılı"’dan; eki iyni şılıñanday salıñkı emes, ança da dığdayıp kötürülüp turbay: omuzları iğıi değil. ancak o kadar kalkık da değildir.şılkoynayan, sallanan.: sılk etip tüştü: beklenilmeksizin ve hızlıca düştü; şılk etme tar. bir silahın adı.şılkılda-1. aynamak, sallanmak (diyelnm, iyi çakılmamış olan at na’lı hakkında); uzun şıkıldagan kerebet: uzun, gevşemiş karyola; 2.gevşemek, sölpümek.: şılkıldap uykusu kelip olturat: fena halde uykusu gelmiş oturuyor.şılkıldakboşamış, gevşemiş; sabı şılkıldak mokok kerki: sapı oynanayan kör keser.şılkıldat-et. şılkılda"’dan.şılkıy-gayet gevşemiş bir durumda bulunmak: cesaretini kaybetmek; şılkayıp cat-: serilerek yatmak.şılp:şılp et": bütün ağırlığile düşmek; ıslak bir yere, su birikintisine basmak.şılpılda-“şıl-şılp” gibi bir ses çıkarmak (diyelim, çizme içine geçen su hakkında).şılpıldakşılp"şılp gibi bir ses çıkaran.şılta-bahane bulmak, baştan savmaya çalışmak,: başıña şıltaba!: başağrısını bahane etme!şıltaş-müş. şılta-‘dan.şıltoobahane, sebep,vesile, taallül (yalandan bahanelerle bir işten kaçınma); şıltoosu menen: bahanesiyle.şıltoolo-bahaneler bulmak ve taallül etmek; birbirine şıltoolop catışat: (kabahatı, işi) birbirine yükletiyorlar.şıltoosuztaallül etmeden, savsalamadan.şıluun. 1. çevik atik (başlıca, hayvan gövdesini çabucak parçalayan kimse hakkında; 2. başkalarının sırtından geçinen.şımpantolon, şalvar.şimala. srk. şimal, kuzey.şımalan-1. kolları sıvamak; 2. mec. ciddiyetle, azimle girişmek; şımalana katış: faal bir surette iştirak etmek.şamalant-et. şamalan-, dan.şımalanuuişs. şamalan-‘dan.şıman-= şımalan-.şımant-= şımalant-.şımdakçan-gömleğinin eteği pantalona sokulmuş olduğu halde.şımdan-gömleği pantalona sokmak.şınaakama (takoz).şınaala-kama çakmak.şınaalat-et.sınaala-‘dan.şınaaloişs. şınaala-‘dan.şınaarda-= şınaarla-.şınaarla-1. yanaşmak, peşini bırakmadan takip etmek; 2.sokulmak.şıñır: şıñğır et-: çınlamak; madenî ses çıkarmak, tınlamak.şıñk: şıñk-şınk kül-: kahkaha ile gülmek.şıñkıldaş-müş. şıñkılda-‘dan.şıñkıy-ince, endamlı, yiğit tavırlı olmak; şınökıyğan ciğit: yiğit tavırlı delikanlı (ince ve zayıf olmak şartiyle).şıpçeviklikle,: hızlıca; kolun şıp etip tartıp aldı: elini çabucak çekip aldı; şıp koyup çığıp ketti: derhal çıktı-gitti; kelgender attarınan şıp-şıp tüşö kalıştı: gelenler çabıçak atlarından indiler.şıpa1 = şıp; ordunanşıp turdu: yerindren sıçrayıp kalktı. II, a. şifa; şıpa tap-: şifa bulmak; hastalıktan iyi olmak.şıpılda-1. ıslık sesi çıkarmak (diyelim, siddetli havada oynatılan çubuk hakkında); 2. hızlıca ve çevik hareket etmek, sür’atle hareket etmek iş görmek; şıpıldap uç-: hızlı uçmak; şıpıldap bas-: ayaklarını sürükliyerek basmak; sıpıldap süylö-: homurdanarak söylemek.şıpıldakhamarat, titiz.şıpıldat-et. şıpılda-‘dan; şıpıldatıp saba-: şiddetle dövmek (diyelim, yaş çubuklarla).şıpınış-müş. şıpışın-‘dan.şıpırI, yalancı.şıpır-II, 1. süpürmek, küremek, temizlemek, oğmak; 2.kabuğunu soymak; eyer şıpırıp taşta- (at üzerinden) eğerini almak.şıpırğıyapraklı dallardan yapılan süpürge.şıpırğıçsüpürücü.şıpırğıla-süpürüp çıkarmak.şıpırıl-1. süpürülmek, temizlenmek; 2.kabuğu soyulmak, yüzülmek,: 3.şıpırılğan: çaresâz, kurnaz; sokulgan, girgin.şıpırındısüprüntü, çörçöp.şıpırt-et. şıpır-‘dan; atımdın başınan cügönün şpırtıp ciberdim: atımın başından oyanını çaldırdım; kalıptı şıpırt-: yalan söylemek, masal anlatmak, olmadık şeyler söylemek.şıpıruusüpürme.şıpka-1. dibine kadar içmek; 2. şıpkayı: dibine kadar, tas-tamam; şıpkay baarın kıramın folk.: hiç birini bırakmadan yok edeceğim.şıpşın-dudaklarını şapırdatmak ( sık-sık hayret,memnuniyetsizlik beğenmeme teessüf alâmetli olmak üzereşıptaysıkışmış (dar giyim içinde).şır: şır ayda-: çabuk ve doğruca sürmek.şıraalçınaremisiadracunculus denilen pelin.şıralğaavcının avladığı şeylerden veıdiği hediye; şıralğa, baatır!: av ola, babayiğit! (avdan dönmekte olana verilen selâmdır ve aynı zamanda hediyeye de telmih vardır.)şırañkana. f. bir şey satanın tarafından verilen hediye, bahşiş.şırbıkcılız, sıska.şırbıñda-hareketlerile kuru, zayıf adamı andırmak.şırbıy-kuru ve arık bir görünüşte bulunmak.şırda-bir kenarı diğer bir kenarla birleştirerek nakış yapmak.şırdak“tekimat” denilen ve nakışlarla bezenmiş olan keçe.şıdamal= şırdak.şırğalañbuzla karıştırılan mayi (bu mayiin kendisi de donmaya başladığı zaman); şırğalañ suu: buzlu su.şırğıybudaksız, ince ve taze çam; ince, uzun ve kuru küknar.şırı-teyellemek, katlayıp dikmek.şırık= şırğıy.şırıkta-I, şakırdamak. II1.tütsülemek (sahte tabib tedavi usüllerinden),: 2. mec. burnunu kırmak, kibirini gidermek.şırıl-pas.şırı-‘dan.şırıldaçatırdamak, hışırdamak, şarıldamak.şırıldañat çobanlarının şarkısı.şırp: şırp etken can cok cok: hiçbir hayat eseri yok; şırp etken tobuş cok: tam bir sükûn, çıt yok.şırpıda-1. “şırp-şırp” gibi bir ses çıkarmak (su hakkında) .:2.hışırdamak (sık ot hakkında).şırt. hışırdamayı taklittir; şırt etken şıbış cok: çıt yok.şırtılda-hışırdamak; şırtıldap ötüp ketti: hızla geçip gitti.şırtıldat-et. şırtılda-‘dan.şıruuişs. şırı-‘dan.şıtırkıtırtı, hışıltı.şıtıra-kıtırdamak, hışıldamak.şıtırat-et. şıtıra-‘dan.şıybılçak1. çift tırnaklı hayvanlar ayağının bakay (bk.) ile arasındaki kısmı; 2.çift hayvan tırnağının teki.şıyğar-kendisine tevdi edilen bir işi başkasına tevdi eylemek: bu işti sağa şıyğardık: (bize tevdi edilmiş olan) işi biz sana devrettik.şıykşekil kıyafet, görünüş (yalnız menfi anlamda) ; şıykı ketip kalıptır: insan kılığı kalmamış; 16-ncı cılı zamandın şıykı caman bolğon: 1916 senesinde zamanlar çok ağır olmuştu; şıykı buzuk: 1) kurnaz, kalleş 2) bir fenalık düşünüyor.şıykı= şıykı; şıykısı kaçıp kalıptır,: çehresi fenadır.şıykır= sıykır.şıykurduu= sıykırduu.şıykırlıkmenftuniyet; sihre çarpma; şıykırlıktın kayırmağına ilingendey : “sihir oltasına takılmış gibi”: sihirlenmiş, büyülenmiş gibi.şıymılçak= şıbılçak.şıypalakta-kuyruk sallamak.şıypalañtat-et. şıypalakta –‘ dan; kuyruk sallamak.şıypalañda-= şıypalakta-.şıypalañdat-= şıpalaktat-.şıypan-kuyruğunu sallamak (sinekleri kovan at hakkında); kuyruğun şıypanıp: kuyruğunu sallayıp.şıypançaaksık-sık kuyruğunu sallayan.şıypañböcekleri kovmak için at kuyruğundan yapılan yelpaze.şıypant-et. şıypan-‘dan; kuyruğun şıypantıp: kuyruğunu sallayarak.şıypır= sıypır.şıypırla= sıypırla-.şıyrak1. baldır, baldırın çift kemiklerinin büyüğü (tibia) ; mıltıktın şıyrağı: tüfek desteği, sehpası; 2. es. gûya koyunları kurtlardan koruyan ve duman deliğine takılan muska.şıyraktuu(tüfek hakkında): sehpalı, desteğe konmuş olan.şibegebız (kunduracı aleti); buka şibege: bir çeşit bız.şibeñde-1. çevik ve canlı olmak (hayvanlar hakkında; 2. sokulgan olmak (insan hakkında).şiber1. herhangi bir yüksek, sık ot; 2.delice buğday.şibiş= şvits.şiktirsokak kadını, hafif meşrep ka- dın.şilbihanımeli (loniceral).şile-yerinde oynatmak, küremek; tebeteydi çekeğe şilep koyup: kal- pağı alnına indirerek; arcakka şi- lep taştaçı: (bütün bunları) bir parça ileriye at!; akçanı şilep ele alıp atat: parayı adeta kürekle alı- yor çok kazanıyor); karağa-şilep: sövüp sayarakşileenarifane uısuliyle yapılan ziya- feterden bir çeşididir, şölen; şile. en ce-: bu gibi bir ziyafette ikram edilmek yahut ona iştirak etmek.şilekeysalya; şilekey çuurult: salya akıtmak; şilekey alış-: ebedî dostluk hakkında anlaşmak (harfiyen.: salya mübadele etmek); uy şilekey: deniz üzümü ağacı, ephedra vulgaris.şilekeyle-tükürüklemek, tükürük sürmek.şilekeylet-et. şikeyle-, den.şilemey= şilekey.şilmeyle. = şilekeyle-.şilen-şile-'den; şilenip berildi: büyük miktarda verildi.silendirüzgârın tesiriyle peyda olan toprak yığını, suların getirdiği top. rak yığını, sulann getirdiği toprak birikintisi.şiliboyun damarı; ayıldnığ silisinde: köyün ötesinde; şilinde arı koy-: enselemek suretiyle koğmak.siliger. paldım (koşuma ait).şilte-1. sallamak, baş sallamak; ka- lam şilte-: kalem sallamak çabuk yazmak); but şilte-: ağır yürümek, ayaklarını sürüklemek; kılıç şilte: kılıç sallamak, kılıçla vurmak, kılıç çamak; 2. hafiyelik, iftira ve müzevirlik etmek, jurnal etmek.şiltel-mut. şilte-'den.şilteme: şilteme çak gram.: işaret zamiri.şilti: kök şilti bk. kök II 2, şiltisin tügöt- yahut şiltisin kurut-: canına okumak; şiltimdi kuruttu yahut şiltimdi tügöttü: canıma okudu.şiltööişs. şilte-'den.şimek1. sübek (beşikte yatan çocuğun bacakları arasına konulan ve idrar akmasına yarayan küçük boru) ; 2. üst değirmen taşını çeviren zıvanaya değirmen çarkını bağla- yan mil; eldeğirmenin üst taşını döndüren zıvana.şimeñden-= şibeñde.'den.Şimin-emmek; kan şimingen: kan içen (hunhar).şimirI: şimir kuuray bk. şimüür.şimir-II. nefes almadan içmek,, bir ayak kıraızdı tmbastan şimirip iydi: bir çanak kımızı nefes almadan içiverdi.şimiril-pas. şimir- II'den, şaaktarı şimirilgen: yanakları çökmüş.şimirt-et. şimir. II'den.şimirüüişs. şimir- II'den.şimşi-koklamak (köpek hakkında); koklayıp izini bulmak.şimşile. = şimşi-,simşit-et. şimşi-'den.şimüüryahut şimir kuuray: strumaria veya leontodon autumnalis denilen bitki.şinelr. kaput (asker kaputu).şipte-gizlice sıvışmak.şireIf. 1. şurup, çorbanın üstüne çıkan yağ tabakası, tatlı usare, şekerlilik, 2. tat, çeşni. . II. 1. kaynamak (demir ve çelik hakkında): 2. dolmak (diyelim, çukurların tipi zamanında karla dolması gibi); butuma tiken ek şi-rep (yahut şirelip) kaldı: bacağıma, birçok diken battı; koydun cünü-nö kum şirep kaldı: koyun yününe pek çok kum dolmuş.şirel-pas. şire.. ıı'den; kegi cürögü-no şirele herdi: -kini kalbinde birikti; daha ör. bk. şire ıı.şirelüütadı hoş lezzetli; kebiñ tattı folk.: sözün hoş ve tatlı.şirendi1. rüzgârın etkisiyle yığılmış ve sertleşmiş olan kar; 2. maden boku (cüruf).şireñker kibrit; şireñke tart-: kibrit çakmak.şireş-1. yapışmak, bitişmek; 2. kay- naşmak (maden hakkında).şiret-et. şire- ıı'den; temir şiret-: kaynatmak (demiri, madeni).şirge1. tayın suratına giydirilen ve onun meme emmesine mani olan burunsalık; 2. tırpanın sırtı (k.ik.)şirgelüü1. burunsalıklı (tay hakkında) 2. sırtlı (tırpan hakkında).şirisepilenmemiş ve tütsülenmiş o-lan sığır derişidir ki kap-kacak (başlıca saba) yapmak için kullanılır, (bk. saba); şiri idiş: tüsülenmiş olan deriden yapı-an kap, deri kap; şiridey kara: zift gibi siyah.şiirinf. tatlı; şirin söz: hoş tatlı söz.şiröö1. işs. şire- II 'den; 2. maden to-tozu; altın menen kümüştün şiröö. sünön bütköndöy folk.: altınla gümüş tozundan yaradılmış gibi.şiş1. ocağın tör (bk.) e bakan tarafında çakılmış kazıklardır, ki bunlar üzerinde sergileri, giyimleri v.s. ateşe düşmekten koruyan değnek bulunur; 2. sivri uçlu herhangi bir şey; 3. arabanın dingil çivisi; şiş. tin uçuna çığardıñar anı: siz onu büsbütün hırpaladınız; şiş kebek: şiş kebabı; canı şiştin uçunda ele: hayatı tehlikede idi; şişi tolğon: "şişi dolmuş" (birçok fenalıklar yapan ve cezadan yakayı kurtaramıyacak olan adam hakkında böyle söylerler); daha ör. bk. say VII.şişekikinci yaşına basan idiş edilmiş koç.şişi-şişmek.şişikşiş, yumru; şişik basıp kalıptır: şiş kaplamış.şişit-et. şişi-'den.şiştiksivri uçlu çıkıntı, arpacık (tüfekte, tabancada).şlapar. şapka.şlemr. miğfer.şodoıığdo-boyu uzun olarak ve sivrilip duran şekilde gözükmek.şodoñdooişs. şodoñdo.'dan.şodoñdot-et. şodoñdo-'dan.şodoy-1. çıplaklaşmak; 2. tek basına sivrilip çıkık durmak.şoferr. şoför.sokf. şuh, muzip.şokton-şuhluk etmek, muziplik eylemek.şoktukşuhluk, muziplik.şoktuu= şok.şol= oşo.şolobaypolobay sözünün tekidir.şolokto-hıçkırmak; şoloktop ıyla-: hıçkırıklarla ağlamak.şoloktoohıçkırma.şoloktot-et. şolokto-'dan.şolpu(daha doğrusu çolpu); kızların saç örgüsüne takılan zinetler.şoñşoğay(sivri ucile) çıkık duran.şoñşoy-yukanya doğru sivrilip durmak, sivri ueile sivrilip çıkık dur., mak; krrğızdın şoñşoyğon boz üy-lörü: kırgızın sivri tepeli boz keçe evleri; şoñşoyup dağı bir eki boz uy köründü: daha bir-iki sivrilip duran boz uy gözüktü; uluğan it-tey şoñşoyup folk.: uluyan köpeğin göğdesi gibi sivrilip duruyor.şontip= oşontüp.şoodura-(rad.) 1. şıngırdamak; 2. mağrur bir tavırla gezinmek.şookumf. 1. gürültü; özöndüñ şoo- kumıu, karağay, kaymğdm şuudu-ru: nehrin «gürültüsü, çamların, huş ağaçlarının hışırtısı; 2. haber, salık; 3, alâmet.şookumda., gürültü yapmak.şookumdat-gurultuyu mucip olmak.şookumsuzgürültüsüz, sessiz.şoolaa. şu'le; kündüñ şoolası: güneşin şulesi, şuaı; şoolası çok mec.: kabiliyetsiz. II, f. etli pirinç lapası, aydınlanmak.şoolalan-aydınlanmak.şoolldo. = şuulda.şoonadeve yününden kaim iplik.şooşak1. bir sert -bataklık otunun adı; 2. parmak; on şooşağı: on parmağı; 3. pençe, el.şoot., 1. sözü başka bir konuya çevirmek, başka tarafa çekmek; oyuña şoot: şakaya çevirmek; 2. baha. ne bulmak; 3. azarlamak; iğneli imalarda bulunmak.sootuu1. başka bir yana, başka bir konuya çevirmk; 2. tevbih, sitem, serzeniş.şopoy. = şodoy-.şopur= şofer.şorI, tuzlak yer, çorak; mec. felâket; körböğönü kör boldu, içpege-ni sor boldu folk.: her türlü felâket ve mihnetlere katlandı (harfiyen görmediği yalnız kabir oldu, yemediği yalnız çorak oldu); sor mañday: talihsiz, betbaht; soru kattı: felâket çarptı; soru arılbağan: kaygılar ve mahrumiyetler yükü altında foukınan; kör kılıp, sor kılıp: her türlü çarelere usullere baş vurarak; sorumdu kaynatpa!; rahatımı kaçırma, beni kızdırma!; şorduñ soru usul!: asıl felâketin büyüğü budur! II: şor-şor uurta: (bir mayii) ağzı şapırdatarak içmek.şordo., tuzlak yeri yalamak (hayvan hakkında).şordon-: felâkete, kazaya çarpmak.şordot: al-abalın şordottuu: onoan felâketine sebep oldu.şorduubetbaht, talihsiz.şorğolo-sicim gibi akmak.şorğoloosicim gibi akma.şorgolot-et. şorgolo-'dan.şorgolotımişs. şorgolot-'tan.şorkura-ağzını şapırdatmak.şorkurat-et. şorkura-,dan; şorkuratıp iç-: şapırdatarak içmek.şorogözdeki sıvık irin (gözyaşile ka-rışık olan irin); şoro köz: 1) irin yapan göz; 2) gözleri irinli olan kimse.şorolon-irin yapmak (gözler hakkında) ; yaş akmak; şorolonup ıy-layt: acı-acı ağlıyor.şorolont-It. şorolon-'dan; közün şo- rolontup lylayt: acı-acı ağlıyor.şoarolonuuişs. şorolon-'dan.şorpulda-şapırdatmak (içen deve hakkında).şorulda-şarıl şarıl dökülmek. şoruldat-, çır-çır gibi bir ses çıkarmak (diyelim, inek sağarken); şoruldatıp saa-: gerdele düşen sütün ses çıkaracağı şekilde sağmak; şoruldatıp iç-: ağzını şapırdatarak içmek.şoruldooşarıltı, çağlama.şosser. şose.şovinisçil= şovinist.şovinisçilik= şovinizm.şovinistr. şoven (yurtseverlikte mubalağa ve aşırı taassup gösteren kimse).şovinizmr. şovinizm.şoykonmuziplik; bir soy kondu baştağam turat: bir rezalet çıkarmaya hazırlanıyor.şoykonduumuzip, belâlı takılgan; oozu şoykonduu! diline hâkim olmayan (konuşmasile bir tatsızlık çıkmasına sebep olabilecek kimse).şoypokto. = şoypolokto-.şoypolokto-1. yaltaklanmak, yaranmaya çalışarak telâş etmek; 2. hile yapmak.şökölöes. kadınlara mahsus, mahrutî şekilde olan ve başa giyilecek şey.şölbürö-sarkmak (diyelim, arık adamin üstündeki bol giyim).şölpöy-sürüklenmek (uzun elbise. hakkında).şölpöyt-et. şölpöy-'den; eteğin şölpöytüp: eteklerini sürükliyerek.şölpüy-= şölpöy-.şöököta.: şaan şöököt: debdebe, ih-tişam(şan ve şevket).şöököttö-yahut şaan- şöököt1%: tezyin etmek; muhteşem bir kılık vermek.şpionr. casus.şpionajr. casusluk.şpiyan= şpion.şporr. mahmuz.ştabr. kurmay, karargâh.ştampr. ıstampa, damga.ştarap= ştaraf.ştatr. memurlar kadrosu.ştempelr. damga, mühür.ştikr. süngü.ştrapr. para cezası; ştraf tart-: para cezasına çarpmak, para cezası ödemek.şturmar. hücum.şturmaçıhücum müfrezesi mensubu.şu= şuu Işuduñda. = şodoñdo-.şuduñdat-= şodoñdot-.şuk(Rad.) koyu, sık.şukşurul-kanatlarını kısarak aşağıya doğru atılmak (nitekim avına şiddetle atılan yırtıcı kuş böyle ya- pıyor.)şumkurnaz, hilekâr.şumbulçin. (Destanda) çin idarî memurlarından biri.şumduk1. kurnazlık, dolandırıcılık hayasızlık; 2. olmadık şeyler, masal; bir künü şumduk ukpasa, kulak dülöy bolot ats.: kulak bir gün yeni haber duymazsa, sağırlaşır.şumduktuuheyecan uyandırıcı san- sasyonel, ihtimali olmayan, hayret verici: şumduktuu sözdü aytpa!: masal anlatma!şümğuyaorobanchaceae fasilesinden bir bitki, süpürge otu.şumkarsungur (kuş); küygkö şunu kar: türkistan sungurdu.şumpay-alçak namussuz, açıkgöz,, dalavereci,şumuray= şum.şuñkuy-= sivrilip durmak.şuñşuğuy= şoñşogoy; şuñşuğuy tebetey: sivri tepeli kalpak.şuñşuy= şoñşoy.şurakşarak sözünün tekidir.şurkut1. = şurkuya; 2. muzip, küstah.şurkuttuk= şurkuyalık.şurkuyaes. hafif .meşrep kadın.şurkuyalıkes. hafif meşreplik (kadın hakkında).şurtşarta sözünün tekidir.şurumercan, mercan gerdanlık.şurulda-şarıldamak.şuruldat., et. şurulda-'dan.şuştuykama veya diğer bir sivri uçlu nesne seklinde bulunmak; şuştuygan sakal: kama seklindeki sakal.şuştuyt-et. şuştuy.'dan.şuttuur. şakacı, neşeli, keyfli kimse-şuturşatır sözünün tekidir.şuuI: cip.şuu yahut cip-suular: her-nevi iplikler-ipler. II. fısıltıyı, burundan sık-sık nefes alırken çıkan sesi taklittir; murdiun şuu-şuu tartıp kaldı: burnundan sık-sık nefes aldı; kempir katun şuu üşkürüp ciberdi: koca. karı şiddetle ve yüksek sesle nefes alıverdi; cürögüm şuu etti (yahut şuu dey tuştu): (korkudan) yüreğim burkuldu, fena halde korktum.şuudur1. hışırtı, hışıltı (ör. gk. sookum); 2. mırıltı.şuudura., hışırdamak.şuudurakhışıldayan, hışırdayan.şuudurat-et. şuudura-'dan.şuudurla. = şuudura-.şuudurlat-et. şuudurla-'dan.şuulda., hışıltı yapmak (rüzgâr ve ağaçlar hakkında); hışırdamak; terekter şuuldayt: kavaklar hışıldıyor; şuuldap uç.: hışıltı ile uçmak; cürögüm suuldadı: (korkudan) kalbim durdu; fena halde korktum.şuuldat-. gürültüyü, hışırtıyı mucip olmak.şuuldatış-muş. şuuldat-'tan.şuuldoogürültü (rüzgârın), hışıltı.şuumıya= şumguya.şüdüñdö-. uf ak-uf ak-adımlar atarak hızlı yürümek (başlıca, öküz, inek hakkında).şüdüñdöt-et. şüdüñdö-'den; oopa-zm şüdüñdötüp cügürtüp: öküzünü dört nala koşturarak.şüdüñgütçabuk yürüyen, hızlı giden (öküz hakkında).şügür— şükür.şügürdük= şükürçülük.şügürlük= şükürçülük.şük1. sözsüzlük, sessizlik; şük otur!: rahat otur !; 2. ebediyen; nihaî olarak.şüküldüü— şekildüü.şükür. a. şükür; kuday.-ğa şükür: allaha şükür.şükürçülükşükretme; şükürçülük keltir- (Allaha) şükretmek.şümşük= şumpay.şiimüröy-büzülmek, somurtmak, surat asmak; kunu kaçıp, sümüröyö kaldım benzi atarak somurttu.şümüröyt-. et. sümüröy.'den.şümüröyüüişs. şümüröy-'den.şüttüüatılgan, gayretli, enerjik.şüüdrüm. süüdrüm. f. çiğ.şüüşün1. gereği gibi kızartılmamış, haşlanmamış olan etteki kan; 2. kad. kan.şüy-örmek, düğümleyip bağlamak (saçı, kuyruğu); attın kâkülün şüy, (koşu için) atın perçemini örerek bağlamak; attın kuyruğun şüy-: atın kuyruğunun (yukarı kısmını) bağlamak.şüyül-pas, şüy-'den; çal kuyruğu şüyülgen: yelesi, kuyruğu demet şeklinde bağlanmış.şüyülüüdemet şeklinde bağlanmış (yele kuyruk perçem hakkında).şvitsr. isviçre cinsi inek.
