Kırgız Türkçesi Sözlüğü
a
I, 1. taacüp haykırması; 2. taaccüp veya memnuniyetsizlik edasiyle sual; 3. a dep: hemen, derhal; a dep algan kezinde: aldığı dakkada (alınca, hemen); a dep ele men keldim: ben birinci geldim, herkesten önce geldim; a degende bk. de. II = al II; a tügül: şu değil, o değil; yalnız şu değil; a beregi: işte şu. III, (rabıt) a; a sen bolsoñ: sana gelince..; sen ise…
aa
bk. al II.
aaçı
= aarçı I, II.
aalam
a. dünya (alem).
aalım
a. es. 1. alim; 2. ilahiyatçı.
aamıyat
a. manalık; ehemmiyet; aamıyatı cok: ehemmiyeti yok.
aar
I = naar I. II = naar II.
aarçı
I = aarçuu.
aarçı-
II. temizlemek; adamakıllı temizlemek, temizleyip bitirmek.
aarçıl-
adamakıllı temizlenmiş, temizlenip bitmiş olmak.
aarçış-
hep beraber temizlemek, gereği gibi temizlemek, temizleyip bitirmek.
aarçıt-
et. aarçı II den.
aarçu
bet aarçu yahut bet aarçu cooluk: burun mendili (yahut onun yerini tutan bez, kusak v.s. gibi şeyler) . işs. aarçı I den.
aarı
1. yabani arı; 2. (daha doğrusu orus aarı veya bal aarı) arı; 3. (daha doğrusu capan aarı) eşek arısı.
aba
I, 1. amca; 2. ihtiyarlara hitap tarzı; uluu-kiçüü abalar! folk: sayın ihtiyarlar! II, a. 1. hava; havai nesimi; aba ırayı bk. ıray; taze aba: temiz hava; 2. iklim; aba şarttarı: iklim şartları.
abak
r. (gauptvaxta) : hapis mahalli, hapishane; abakka tüş-: hapishaneye düşmek; abakka sal- veya abakka kal- : tevkif etmek, hapse atmak; şiş abk tar. ayrıca sıkı hapishane (işkenceli) .
abal
I, a. = obol; abaldan yahut abaltan: ötedenberi; eski zamanlardan beri. II, a. yahut (al-abal) vaziyet, halet; calbı abal: umumi durum; uruş abalı: harp vaziyeti; abalı caman: o, fena vaziyettedir.
abala-
havlayarak atılmak.
abalak
ordo oyununda vurulmuş (bk. ordo 3) (dağ koyununun boynuzundan yapılan dört köşeli tahtacık) ; abalak murun: basık burun (insan hakkında) .
abalat-
kışkırtmak (köpeği) .
abalattır-
et. abalat fiilinden.
abalatuu
kışkırtma (köpeği) .
abalı
= obol; eñ abalı: herşeyden önce.
abalkı
= obolku; abalkı zamanda: eski zamanlarda.
aban
= obon.
abançı
= obonçu.
abandat-
abandatıp süylö- : sesi uzatarak konuşmak.
abans
abansa, abansı, kon. = avans
abat
I, a. = nabat. II, f. 1. meskün; 2. mamür.
abay
ihtiyat, basiret; abay kıl = abayla.
abayı
kıymetli kumaşın adı; abayı köpçük: abayı kumaşından teğelti.
abayla-
dikkat etmek; ihtiyatlı, basiretli olmak, sakınmak; cılandan abaylap cür: yılandan sakın; köpüröödön abaylap öt: köprüden ihtiyatlıca geç.
abaylat-
ikaz etmek.
abaylattır-
ikaz ettirmek, basiretli, ihtiyatlı olmıya sevkeylemek (üçüncü şahıs vasıtasiyle) .
abaysız
apansızın; abaysız karmatıp saldı: ansızın kendisini kaptırıverdi; o, kendisini nasıl yakaldıklarını sezmedi.
abcip
1. büyü, büyülem; 2.(halk inanına göre) büyülemeden hasıl olan hastalık.
abcör
çevik, çabuk hareketli; arzan körbö buruttu: azelden beri körbödüm mınday abcör curuttu folk: Kırgızlar hakkında ciddiyetsiz davranma: ben hiçbir zaman bu gibi çevik halk görmedim.
abdan
= abıdan.
abdıra
büyük tahta sandık, büyük sandık.
abet
r. öğle yemeği; abet ubakı: öğle yemeği zamanı; abetten kiyin: öğle yemeğinden sonra, öğleden sonra.
abıdan
f. büsbütün, tamamen, kamilen, pek, gayet; abıdan cakşı: pek iyi: abıdan maakul kişi: pek likayetli adam; abıdan biyik: pek yüksek.
abıger
p. abıger çektir- : gaile çıkmasına sebebiyet vermek, insanı uğraştıracak bir iş çıkarmak.
abıgıy
(destanda) amca (yaşça büyük olan erkeğe hitap tarzı) .
abılgazı
sabanın ağaç çivilerinden birinin adı.
abır
abır – şabır: hızlıca; çeviklikle; abır – şabır at toku folk. : çabucak atı eğerle.
abırak
I = arbak. II, (Rad.) nezaket.
abıraktuu
(Rad.) nezaketli; müsamahalı.
abısın
gelin, elti (öteki kardeşin veya akrabanın karısına nisbeten beriki kardeşin karısı) ; abısın – acın: akrabaların karıları birbirine nisbeten; abısınıñ bolso, künüm cok debe ats. : abısının varsa, rakibim yok deme.
abışka
ihtiyar.
abıyır
= abiyir.
abiyençik
abiyeççik, r. = kargay başı (bk. karagay) .
abiyir
f. 1. abru; vicdan; iyi nam; abayiri cok: hayasız, utanmaz; abiyiri tögüldü: rezil oldu; o, otoritesini kaybetti; abiyiri ayranday tögüldü veya abiyiri küldöy çaçıldı: o, rüsvai alem oldu; o, büsbütün lekelendi; abiyirimdi ketirdi: o, benim namusumu lekeledi; abiyir tab- : otorite kazanmak; abiyiribiz cabıldı: biz benliğimizi (şerefimizi) muhafaza ettik, biz rezaletten sakındık; abiyir emes munubuz folk: bu bizim için şeref değildir; 2. tevazu; haya; 3. mec. insanın cinsi uzuvları; abiyiriñdi cap: eteklerini indir.
abiyirdüü
iyilikle tanınmış, hayalı, mütavazi; abiyirdüü kişi: iyilikle tanınmış kimse, mütevazi adam.
abiyirsiz
hayasız; sefih.
abiyirsizdik
hayasızlık, sefahat.
abonement
r. abone.
abort
r. çocuk düşürme.
aboz
r. (arabalar katarı: M.) ; absolyut çındık: mutlak hakikat.
absolyutizm
r. absolutisme.
abuyır
(Rad.) = abiyir.
abzats
r. satırbaşı, bent.
abzel
I, a. en iyi, mükemmel. II, f. 1. koşum (takımı) ; 2. techizat; 3. (destanda) bir nevi top.
aca
büyük; "ay!" degen (yahut deer) aca cok, "koy!" degen koco cok ats.: susturan, bağıran, intizama bakan kimse yok (harfiyen: "ey" diyecek büyük yok, "bırak!" diyecek hoca yok) .
acaan
gazaplı; acılanan (köpek hakkında) ; acaan duşman: fena, amansız düşman.
acal
a. ölüm saati; acalı cetti: onun ölüm saati geldi.
acalduu
1. fani, ölmeye mahküm (canlı varlıklar hakkında) ; 2. sonu yakın olan, ölüm saati gelen; acalduu kargaday kolgo tüştü ats. : "şçi" denilen çorbaya düşen tavuk gibi ele geçti (harfiyen: eceli gelmiş karga gibi ele geçti) .
acalsız
ölmez (canlı varlık hakkında) ; acalsız bende cok: ölmeyen kimse yoktur.
acap
a. acayip! ; acap emes: şaşılacak şey değil, bunda şaşılacak ne var! pek mümkün olan şey.
acapsın-
taaccübetmek.
acar
güzel yüz rengi; hoş, sevimli çehre, çehre sevimliliği; acarı ahiyiri bar kişi: hatırı sayılır, muhterem adam; acarı suuk: çirkin, suratsız.
acardan-
1. taze, parlak,şen olmak (yüz hakkında) ; 2. iyi olmak; neşeli olmak.
acardanış
müş. acardan-dan.
acardant-
et. acardan-dan; enesi (yahut katını) erkek tuuganday betin acardantıp: anası (yahut karısı) erkek çocuk doğurmuş gibi, çehresine şenlik vererek; kabak acardant- : yüzünde sevinç izhar etmek.
acardantuu
işs. acardant-dan.
acardanuu
işs. acardan-dan.
acarduu
güzel (yüz hakkında) , çehresi sevimli.
acarsız
dermansız, gevşek.
acarsızdık
dermansızlık, gevşeklik.
acat
a. hacet, ihtiyaç, zaruret; acattan çık- : ihtiyaçtan çıkmak, kurtulmak; acattan kutkar- : ihtiyaçtan kurtarmak, ihtiyaç zamanında yardım etmek.
acattık
ihtiyaç, gereklilik.
acattuu
muhtaç.
acayım
= acayip.
acayıp
a. acayip; hayreti mucibolan; nadir bulunan
acayıpkana
a-f. es. müze.
aces
= öcör.
acı
I, a. hac (Mekkeyi ziyaret) . II, a. hacı (Mekkeyi ziyaret eden kimse) .
acıdaar
1. ejderha; korkunç nesne; 2. timsah.
acıkıyık
dikkafalı; vurdumduymaz.
acıkız
hünsa (hermaphrodite) .
acılda-
1. hiddetle homurdanmak; 2. sövereküzerine atılmak, sövmek; acıldap sülö- : yüksek sesle, açık ve çabuk söylemek.
acıldaş-
sövüşmek;çekişmek; hep beraber sövüp sayarak üzerine atılmak; acıldaşıp cakın keltirişpedi: onlar söverek üzerine atıldılar ve hatta (kendilerine) yaklaştırmadılar.
acıldaşuu
işs. acıldaş-tan.
acıldat-
et. acılda-dan; acıldatıp cür- : hızlı yürümek.
acın
abısın sözünün tekidir.
acına
a. 1. dev nevinden bir varlığın adıdır (ecinne-cinler. M.) ; 2. akıl hastalığın ismidir.
acınala-
1. ayrılmak, ayrı düşmek; senden acıragım kelbeyt: senden ayrılmak istemiyorum; köpçülüktön acıragan: kütleden ayrılmış; 2. mahrum olmak; ukuktan acıradı: hukuktan mahrum oldu.
acıralgısız
ayrılmaz, koparılmaz; kommunister menen partiyada coktordun acıralgısız baylanışı: komünistlerin partisizlerle ayrılmaz bağlantısı.
acıraş
I, ayrılık; ayrılıp gitme; acıraş ayak: göçen kimsenin göçmeden bir gün önce verdiği ziyafet.
acıraş-
II, 1. müş. acıra-dan; 2. boşanmak; katını menen acıraştı: o, karısından boşandı.
acıraşuu
1. ayrılıp gitme, ayrılık; 2. boşanma (karıkoca) .
acırat-
1. ayırmak; ayrı düşürmek; kavga edenleri ayırmak; 2. mahrum etmek; erkinen acırat- : serbesliğinden mahrum etmek.
acıratıl-
mut. acırat-tan; erkinen acıratılgan: serbesliğinden mahrum edilen; şayloo ukugunan acıratılgan: seçim hukukundan mahrum edilmiş.
acıratış
I, 1. ayrı düşürme; 2. ayırdetme.
acıratış-
II, müş. acırat-tan.
acırattır-
ayırtmak, ayrı düşürtmek.
acıratu
1. ayrı düşürme; kavga edenleri ayırma; 2. mahrum etme; erkinen acıratuu: serbesliğinden mahrum etme; şayloo ukugunan acıratuu: seçim hukukundan mahrum etme; 3. mat. tahvil, irca; tüpkü köböytüüçülörgö acıratuu: ilk madrubun fihlere tahvil.
acıroo
işs. acıra-dan.
acıt
aidiyet; görülecek iş; vasıf; acıtın ayırıp ber: bu işin künhüne var, bakalım.
aç
I, 1. aç; açmın yahut karnım aç:ben acım; açtan öl- :açlıktan ölmek; köp coylogon tülkü açtan ölöt ats. : çok yelen tilki açlıktan geberir; aç köz karş. açkarak: aç közdük: kıskançlık; haset; 2. açık (renk hakkında); aç kızıl: açık kırmızı. II, aç bedel: kimsenin yaşamadığı, ıssız dağ geçidi; aç bedel kuu coldo öl! söv. : ıssız dağ geçidinde, kurak yolda mahvol!; aç talaa: çöl; aç aybalta: keskin savaş baltası; aç buudan (at lağabı) : yorulmaz yürük at; aç kıyırık, feryat; aç bilek: ince bilek; aç bolot:keskin kılıç. III, açmak; kilitlenmiş şeyi açmak;bir şeyin kapağını almak;meydana çıkarmak; eşik aç- :kapıyı açmak; köñül aç- : gönülü ferahlandırmak; ferahlamak; uyku aç- 1)uykuyu defetmek, 2) uykusunu almak; ooz aç bk. ooz 1. bet aç bk. bet 2.
aç-
IV, acıkmak; arıp-açıp bk. arı III.
aça
1. yahut eki aça: birşeyin çatallandığı yer; ikiye ayrılmış; eki aça oy bar: iki türlü fikir vardır; 2. kupa (iskambil kağıdı) , açanın tuzu: kupanın birlisi.
açakey
açakay, bir nesnenin çatallaştığı yer; ikiye ayrılmış.
açar
= naçar.
açarçılık
açlık, açlık çağı.
aççılık
açlık, kıtlık, kıtlık günleri.
açekey
= açakey.
açendik
kon. = naçalnik; açendik miliyse: milis amiri.
açeyke
kon. = yaçeyka.
açı-
1. ekşimek, tahammür etmek; acılanmak; kımız açıdı: kımız ekşidi; 2. ağrı hissetmek; balaga booru açıdı: çocuğa acıdı.
açık
I, açık: kapı açıktır; kün açık: gün açık, hava açık; kabağı açık bk. kabak I; açık cigit: temiz kalpli, dürüst delikanlı; içi dışı bir olan çocuk; açık ayt- : açık söylemek, doğru söylemek, közü açık kişi: zeki adam; açık ooz: geveze; açık oozduk: gevezelik;açık- ayrım bk. ayrım. II = acuu 1.
açık-
III, acıkmak.
açıktık
açıklık;köz açıktık: zeka; açık görme
açıl-
1. açılmak; bir şeyin kapağı alınmak; eşik açıldı: kapı açıldı; konferentsiya bügün açılat: konferans bugün açılıyor; gül açıldı: çiçek açıldı; kün açıldı: hava açıldı; köönüm açıldı: gönlüm açıldı, şenlendim, ferahladım; 2. meydana çıkmak; sırrı açıldı: sırrı meydana çıktı, onun bütün gizli tarafları açığa vuruldu.
açılekey
bk. cumekey.
açılıñkı
hafifçe açılmış; kabagı açılıñkı: keyifli, neşeli bir haldedir.
açılış
I, açılış; konferentsiyanın açılışı: konferansın açılışı.
açılış-
II, hep beraber açılmak.
açılt
et. açıl-dan; oozun açıltıp: ağzını açarak.
açıluu
I = açuuluu. II, işs. açıl-dan.
açın-
I, mut. aç. III ten; kökürögün açınıp: (o) göğsünü açarak. II,üzücü ağrı veya keder hissetmek; alardın booru açındı: onlar acıdılar, onlar merhamet hissettiler.
açır-
I, et. aç III ten; eşik açır- : kapı açmıya müsaade veya icbar etmek.
açır
II, et. aç IV ten; kardıñdı açırba: karnını açıktırma.
açırkan
= açuurkan.
açış
I, açma. II, tahammür etme (mesela, kımız), ekşime.
açış-
III, üzücü, yakıcı ağrı hissetmek;cürögüm tuz cegendey açışat: kalbimde şiddetli sıkıntı vardır.
açıştır-
yakıcı ağrıyı mucibolmak; aşındırmak; tuz caramdı açıştırat: tuz yaramı aşındırıyor, yiyiyor.
açıştıruu
işs. açıştır-dan.
açıt-
I, ekşitmek, tahammur ettirmek; açıktan boorsok; bk. boorsok.
açıt
II, yakıcı ağrı vermek, acıtmak.
açıtkı
maya.
açıtkıç
tahammür vermek kabiliyetinde olan nesne.
açıtuu
I, tahammür ettirme; çöp açıtuu: tahammür eden hayvan yemini sarponda saklamak.
açka
açlık, aç; açka bol- : aç olamk, açlığa katlanmak; açka koy- : aç bırakmak; acıkmaya mecbur eylemek; açka cürgönçö, ayranga talkan salıp içken artık ats. : aç gezmektense, ayrana kavut katıp içmek yeğdir (bk. ayran II) ; kursağım açka: ben açım.
açkalık
açlık kıtlık; açkalık carıya kıldı: o, açlık grevi ilan etti.
açkarak
obur, doymaz.
açkaraktık
oburluk; hırs.
açkıç
maymuncuk, anahtar.
açkıl-
ekşimtrak; ekşi tadı veren; açkıl çarma: kavuttan veya undan yapılmış ekşi cıvık aş.
açtık
açlık.
açtır-
et. aç III ten.
açtıruu
işs. açtır fiilinden.
açuu
I,1. acı; ekşi, ekşilik, acılık, 2. yakıcı, aşındırıcı, ekkal; ağrı veren; 3. hiddet, öfke; ittin açuusu kuyrugunan bilinet; attın açuusu kulagınan bilinet ats.: köpeğin kızması kuyruğundan bilinir; atın kızması kulağından bilinir, açuu al- yahut açuu çıkar- : hıncını almak; açuusun itten aldı: hıncını köpekten aldı; bir colku açuuñdu ber: bu sefer affet; açuuñuzdu surap kaldık: kızmamanızı diliyoruz; sizden hiddetinizi merhamete çevirmenizi rica ediyoruz; açuusu keldi: o kızdı, hiddetlendi; açuu kıl- = açuulan = açuuña tiyip koydumbu? : ben seni kızdırdım mı? açuusu caman: hiddetli, çabuk kızan. II, ekşime, tahammür etme. III, 1. açma, kilitlenmiş şeyi açma; 2. aydınlatma, ifşa etme; ayıbın açuu: suçu aydınlatma, ifşa etme.
açuulan-
1. hiddetlenmek, kızmak, öfkelenmek; 2. sövmek; haşlamak; aga açuulanıp koy: haşlasana şunu!
açuulanış-
müş. açuulan-dan.
açuulant-
kızdırmak, hiddetlendirmek.
açuulanuu
işs. açuulan-dan.
açuuluu
öfkeli, kızmış, hiddetli, gazaplı, çabuk kızan; açuuluu duşman: fena düşman.
açuurkan-
gereğinden fazla ekşi veya acı nesne kullandıkta nahoş bir hisse tutulmak; ekşiyi veya acıyı sevmemek; caşbala kımızdı açuurkanıp içpeyt: ekşi tadını sevmediğinden, küçük çocuk kımız içmiyor.
açuurkant-
et. açuurkan-dan; balanı kımız berip açuurkantpa: çocuğa kımız verme, onun karnını ekşi şeylerle doldurma.
açuurkantuu
işs. açuurkant-tan.
açuurkanuu
işs. açuurkan-dan.
ada
a. uç, nihayet; kemal; ada bol- : bitmek,sonuna ermek; ada kıl- : bitirmek, sonuna erdirmek.
adabat
a. düşmanlık (adavet ? M.) .
adabattuu
muhasım (düşmalık besleyen)
adabiy
a. edebi; adabiy til: edebi dil.
adabiyat
a. edebiyat.
adabiyatçı
edebiyatçı, edip.
adabiyatçıl
edebiyat meraklısı.
adabiyatçılık
edebiyatla uğraşma veya edebiyata kapılma.
adal
a. 1. temiz (şeriat tarafından müsaade edilen), eşektin küçü adal, sütü aram ats. : eşeğin gücü helal, sütü ise haram; koy adal öldü:koyun dinimerasimle öldü (kesildi) ; adal malım:namusluca kazaöılan hayvanlarım; kolumda bir uy, bir torpokton başka adaldan tügüm cok: elimde bir inekten ve bir buzağıdan başka hiçbir hayvanım yoktur.
adalda-
helallığa riayet etme (şeriatın istekleri hususunda) ; koydu adaldap keldi: koyunu dini merasime riayet ederek kesti.
adaldoo
işs. adalda’dan.
adalduu
= adal 2.
adalsın-
sofuluk taslamak; adalsıngan moldonun üyünön ceti kamandın başı çıgıptır ats. : sofuluk taslayan hocanın evinden yedi tane yabani domuzun başı çıkmış.
adalsınuu
işs. adalsın-dan.
adam
I, a. insan ; adam balası: insan dünyası (beşeriyet) ; insan; adam kıl- : adam etmek; mınday kılsañ adam bolboysuñ: böyle yaparsan adam olmazsın. II, taaccüp haykırması (adet olduğu üzere kadınlar tarafından kullanılır) ; adam, bizçe süylöp olturbaysıñbı! : vay, sen bizim gibi konuşuyorsun ya!
adamçılık
inssani vasıflar (insan has olan bütün şeyler) .
adamdık
= adamçılık.
adamgerçilik
a-f-k. insanlık, insaniyet.
adamgerçiliksizdik
insaniyetsizlik.
adamgerçiliktüü
insanca, insaniyetli.
adamsat
= adamzat.
adamsın-
kendisini adam saymak; kendisinin başkalarından aşağı olmadığı fikrini beslemek.
adamsınt-
et. adamsın-dan; balañdı adamsıntıp koy: çocuğuna çeki düzen ver (harfiyen: insan kılığı ver) .
adamsınuu
işs. adamsın-dan.
adamsıt-
adam saymak.
adamsıtuu
işs. adamsıt-tan.
adamzat
a. insani varlık, insan; insanlar, beşeriyet; adamzat koomu: insan cemiyeti; toonu, taştı, suu buzat, adamzattı söz buzat ats. : dağları, taşları, su tahrip ediyor, insanları ise söz (yalan, bühtan) bozuyor.
adaş-
yolu şaşırmak,,yanılmak; coldon adaştım: yolu şaşırdım; akıllınan adaştı: pusulayı şaşırdı; başım adaştı: sersemleştim,şaşaladım.
adaşçaak
daima şaşmalara ve yanılmalara müstaiy olan.
adaştır-
delalete düşürmek, şaşırtmak.
adaştıruu
işs. adaştır-dan.
adaşuu
yolu şaşırma, hata yapma, yanlış iş görme.
adat
a. adet, itiyat, an’ane; adat adat emes, cön – adat ats. (sade) adet –adet değil, makul olan şey adettir; adat oorusu: mutat hastalık; adat ayda bk. ayda, adatınday yahut adatınca: mutat olduğu üzere, bermutat.
adattan-
itiyat etmek; erte turup adattandım: erken kalkmayı itiyat ettim.
adattandır-
itiyat ettirmek.
adattandıruu
işs. adattandır-dan.
adattanuu
işs. adattan-’dan.
adep
a. terbiyelilik, nezaket, zarafet, adebi cok: terbiyesiz, nezaketsiz; adebi cok cigit, cügönü cok atka okşoyt ats. : terbiyesiz delikanlı oyansız ata benziyor; adebin kolgo bereli!: kendisine adamakıllı bir terbiye dersi verelim!
adepki
evvelki (başta olan şey) , adepki cıldarda: evvelki yıllarda; adepki ubakta: ilk zamanda.
adepsiz
terbiyesiz, nezaketsiz, zarafetsiz.
adepsizdik
terbiyesizlik, nezaketsizlik; zarafetsizlik.
adepten-
nezaketli, terbiyeli, zarafetli olmak.
adeptüü
nezakeli, terbiyeli, zarafetli, edepli.
adet
= adat.
adeyi
= atayı.
adıbeket
kon = advokat.
adıl
= adil.
adıldık
= adildik.
adılkeç
= asilkeç.
adım
adım, hatve.
adımda-
adımlamak.
adımdoo
adımlama.
adır
tepemsi yer, küçük tepeler; adır – küdür: tepeciklerle ve çukurlarla kaplanmış.
adırañda-
1. cesaret taslamak 2. şen, neşeli, heyecanlı olmak; adırañdap süyünüp: bütn mevcudiyetiyle sevinerek: adırañdap çaap cüröt: o, şen koşuyor (at üstünde) .
adırañdat-
et. adırañda-dan; közüñdü adırañdatba: gözünü faltaşı gibi açma.
adıraşman
yabani sedefotu, pehanummalahar (sahte tabiblerin tedavi usullerinde tütsüleme ve haşlama suretinde kullandıkları bir nevi ot) .
adıray-
gözünü faltaşı gibi açmak; emine adıraya tikteysiñ? : sen neden gözünü faltaşı gibi açtın ve dimdik baktın?
adırayt-
et. adıray-dan.
adırgı
çulha gergisi.
adırlan-
tepelenmek, tümseklenmek.
adırluu
tepemsi, tümsekli.
adırmak
sırt (coğrafi manasiyle) .
adıs
a.dn. hadis (Muhammed Peygamberin sözleri ve işleri hakkında) .
adıyal
r. yorgan (sırılmamış) .
adil
a. adaletli.
adildik
adalet.
adilet
a. 1. = adildik; 2. = adil.
adiletsiz
adaletsiz.
adiletsizdik
adaletsizlik.
adilettik
= adildik.
adires
kon. = adres.
adis
1. tabiye (taktik), usul (metod) , gidişat, yüryüş; ar iştin adisin biliş kerek: her iş için usul gerek; 2. uzman (mütehassıs) ; kooz söz adisi: sanatkarane söz üstadı; ayıl çarba adisi: köy iktisadiyatı uzmanı; 3. mahir; adis mergen: mahir atıcı, iyi avcı.
adistik
1. uzmanlık; 2. ustalık.
adöölöt
= adilet.
adöölöttük
= adilettik.
adrañda-
adırañda.
adres
r. adres.
aduula-
dağ yokuşunu çıkmak.
advokat
r. avukat.
aerodrom
r. tayyare meydanı
aeroplan
r. tayyare.
afişa
r. afiş.
aga
I, büyük erkek kardeş; aga ini (agayın, agaynı şeklinde telaffuz edilir) : erkek kardeşler; eşik aga bk. eşik; tör agası bk. tör. II, bk. al II.
agalık
büyük biradere has olan evsaf veya vaziyet; tör agalık bk. tör.
agan
bk. al II.
agançeyin
bk. al II.
agar
I, agar altın, ak kümüş folk. : kıymatli eşya, servet.
agar-
II, ağarmak, yıldırmak, ağarıp kögör- : bitmek (bitkiler hakkında: M.) . çiçek açmak; tañ ağarıp atkan cok: henüz şafak sökmedi.
agara
a. davul, darbuka.
agarıñkı
beyazımsı, aka çalar; agarıñkı tart- : bir parça ağarmak, hafifçe parlamak.
agarot
r. sebze bostanı (rusçası ogorot: M.) .
agarotçu
bostancı.
agarotçuluk
bostancılık.
agart-
ağartmak, aklık haline erdirmek.
agartuu
1. ağartma; 2. maarif; el agartuu: halk maarifi.
agaruu
ağarma.
agatay
birader, biradercik (büyüğe hitap ederken) .
agatayla-
ağa diye çağırmak (büyüğe hürmet ederken) .
agayın
bk. aga I. agayın tuugan: akraba, hısım.
agayınçıl
hısım ve akrabalarına hürmet eden.
agayındık
hısım, akrabalık münasebetleri, akrabalık duygusu; agayındık kıl- : akrabaca hareket etmek.
agayınduu
akrabaları bulunan.
agent
r. ajan, acenta.
agentstvo
r. ajans, telgraf agentstvosu: telgraf ajansı.
agenttik
ajans.
agentura
r. acenta.
agıl-
sel, kalabalık, kütle halinde yürümek; cayloodogu el capırılıp cakaga karay agıldı: yaylakta bulunan bütün ahali aşağıya, dağ eteklerine doğru yürüdü.
agılga
set, kalkan.
agılgala-
1. izini takibetmek; 2. herhangi bir işi gizlice yapmak.
agılış
sel, kalabalık, kütle halinde yürüyüş
agım
cereyan, akım; sayası agımdar: siyasi cereyanlar; adabiyatta cañı agım: edebiyatta yeni cereyan; zaman agımındagı söz: cari hadiseler hakkında konuşma.
agın
cereyan, cari, akıcı, akar, agın suu: akar su; akını katuu suu: hızlı akan su, hızlı ırmak.
agış
aşk maceralarının mütemayil (yatkın) olan; zendost (Kırgız destanının bir kahramanının adı) .
agıt-
bırakmak, koyuvermek (bağlı hayvanları) ; beye agıt- : kısrakları koyuvermek (sağmak için bağlanmış oldukları yerden) ; at agıtatı bırakmak (otlasın diye) ; it agıt- : köpeği koyuvermek (yabani hayvan üzerine) .
agıtıl-
mut. agıt-tan.
agıtış-
müş. agıt-tan.
agıttır-
et. agıt-tan
agıtuu
işs. agıt-tan.
agız-
akıtmak (suyu, mavi nesneyi) ; aksın diye suya bırakmak, yüzdürmek, sal agız- : bk. sal I.
agızdır-
yüzdürmek.
agızıl-
mut. agız-dan.
agızış-
mut. agız-dan.
agiles
r. iyi çelik; agiles orok: sağlam ve keskin orak.
agitator
r. propagandacı.
agitatsiya
r. propaganda.
agressiya
r. tecavüz, agression.
agressor
r. mütecaviz.
agrotexnika
r. ziraat tekniği.
agzam
a. dn. en ulu, azam (allah sıfatı) .
ak
I, 1. beyaz: ak caan bk. caan I; ak eyek bk. eyek I; ak üy bk. üy I; aktı köktü aytıp: hem doğrulukla, hem eğrilikle; ak söök bk. söök I; ak bata bk. bata 3; 2. temiz, namuslu; ak emgek: namusluca emek; köönü ak: hiylesiz, kalbi temiz, namuslu; ak kızmat: namusluca, hulusla yapılan hizmet; ak malım: kendimin, namusluca kazandığım hayvanlar; ak sır bk. sır II; ak col bk. col 1; 3. masum, suçsuz; iş agına ketti: iş beraete doğru gitti; aktı – karası açılar: hakikat aydınlanır; kimin haklı, kimin haksız olduğu anlaşılır; 4. süt, süt mahsülleri; ak çaç- : süt serpmek (yılan gördüklerinde Kırgızlar böyle yapardı) ; enemdi açka sen koyduñ: kışta kızılın berbediñ, cayda agın berbediñ folk. : annemi açlıktan sen öldürdün, kıs-şın et vermedin, yazın süt vermedin; ak calgasın bkç calga 4; 5. yumurta akı; 6. aktar, sis : aklar ("Bolşevikler" demek olan "Kızıllar" ın karşıtı: M.) . II, a. 1. hakikat, hakiki, haklı (suçsuz) ; ak ur- :"hak!" diye haykırmak (dervişler veya dilenciler hakkında) ; meni ak cerden öltürsöñ, öltür: beni öldürmek istersen, öldür, ancak ben haklıyım; 2. = akı; 3. Tanrı. III = ok V. IV, a. reddedilmiş (kovulmuş); uulun ak kıldı: oğlunu reddetti (lanetledi); emçegim sütün ak kılam folk. : (nankör çocuğum sana) mememin sütü haram olsun! ; ak moko bk. moko. V, ak etkende tak etet bk. tak IV.
ak-
VI, akmak, akıp geçmek.
akademik
akademi azası.
akademiya
r. akademi.
akak
1. kehrübar; 2. kırmızı akikten halka (ziynet) ; akak taş renkli, kıymetli taşlar.
akakta-
1. dilini çıkararak sık sık solumak (köpek hakkında) ; tilin sunup akaktap: dilini çıkararak ve sık sık soluyarak; 2. takatten düşmek, bitkin bir halde bulunmak; akaktap cıgıldı: kuvvetten düşerek yıkıldı.
akaktoo
işs. akakta-dan.
akalakçın
Çinde Kırgızlar arasındaki bir memur (Çini Türkistan’da oturan müslümanlar arasındaki şañıya gibi) .
akar
akar-çakar: tecrübeli, haberdar insanlarla muamele etmenin kaidelerini bilen.
akarat
a. hakaret, tahkir, akarat kıldı: tahkir etti.
akbar
a. en büyük, ekber (allahın sıfatı) .
akça
I, 1. sikke, para; kagaz akça: kağıt para; kümüş akça: gümüş para; 2. es. maliye, akça bölümü: maliye şubesi; akça inspektri: maliye müfettişi. II, beyazımtırak, oldukça beyaz, oymoktoy oozum, akça cüzüm folk. : küçücük ağzım, akça yüzüm.
akçalata
= akçalay.
akçalay
para ile, nakden; akçalay berdim: para verdim, nakden verdim; akçalay mayana: para olarak verilen iş ücreti.
akçaluu
paralı, zengin; akçaluubusuñ? : paran var mı, üzerinde para bulunuyor mu?
akçasız
parsız, parası olmayan.
akçasızdık
parasızlık.
akçı
kendisinin veya başkasının suçunu inkar eden adam.
akçılan-
yalandan kendisini haklı çıkarmaya çalışmak, suçunu inkar etmek; akçılanıp kün murun keliptir: vakti zamanında geldi ve kendisinin haklı olduğunu temin etmeye başladı; akçılanıp ıylap iydi: kendisinin haklı olduğunu ispat etmek için ağladı bile.
akçıldoo
beyazımsı, akçıl.
ake
1. baba; 2. (bazı bölgelerde) = ata I; 3. amca (yaşça büyük erkeğe hitap tarzı) ; 4. (çokca "ke" şeklinde olmak üzere) yaşça büyük olanlara karşı saygı ifadesi için yarayan söz; atake: babacık; eneke: annecik, eceke: hemşirecik (büyük hemşire için) .
akı
a. hakedilen şey, birisinin alınmaz hakkı olan; mende akıñ cok 1) ben sana borçlu değilim, benden hiçbir alacağın yoktur; 2. senin bana karşı hakkın yoktur; akısın aldı: hakkını aldı; akım ketti: hakkımı kaçırdım, bir som akımdı cep ketti: bir rublemi yedi; akısın cedirbeyt: hakkını yedirmiyor: hakkını bırakmıyor; akıbızdı duşmanga ketirbes: bizim menfaatlerimizi düşmana geçirmez; kızmat akı: iş ücreti; cetim akı 1) öksüzlere ait olan kısım; yetim malı, mülkü; 2) koyun çobanına emek mukabilinde verilecek hisse; taman akı: iş ücreti (başlıca hayvan gütmek mukabilinde) kirüü akısı: bir şirkete veya cemiyete intisabederken verilen ilk para; köz akım bar: "görüş" hakkım vardır (diyelim, etin nasıl doğrandığını görenin bir parça ete hakkı vardır) .
akıbal
a. = abal II; al-akıbal: vaziyet, ahval, şartlar.
akıl
a. idrak, akıl, iz’an; kebiñ akıl: akıllı konuşuyorsun, ciddi konuşuyorsun; akıl körsöt- yahut akılayt- : fikir vermek, yol göstermek; akıl oylo- : düşünmek; her yandan düşünmek, eni konu düşünmek, men bir akıl oylop turam: ben bir şey düşünüyorum; akıl sal- yahut akıl sura-: danışmak, danışmak için başvurmak; katınına akıl saldı: karısına danıştı; akılga tüş- : fikrini değiştirmek, akla gelmek; aklıña tüşö kör- : aklına getirmeye çalış; akılga sal- : akıl etmek, mülahaza eylemek; bulardın sözün akılga salıp: bunların sözünü mülahaza ederek, tartarak; akıl tap- : akıl erdirmek, farkına varmak, akılanmak; akıl taptım: (bunda ne yapmak lazım geldiğinin) farkına vardım; tabılgan akıl: ustaca düşünülmüş, iyi bulunmuş; akıl kıldık: kararımızı verdik, lüzumlu bulduk; akılga ceñdir bk. ceñdir, akılım ceñip bk ceñ II; akılım cetpeyt: aklım almıyor, anlayamıyorum; akılga mıktap tokuñar folk: hakkiyle aklınıza koyunuz.
akılaş-
haklaşmak; akılaştık: haklaştık (birbirimizden hakkımız olanı aldık) .
akılaştır-
haklaşmaya yardım etmek, haklaştırmak (üçüncü eşhas hakkında) ; haklaşmaya icbar eylemek; eköön akılaştırıp akısın alıp ber: onlara haklaşmaya yardım et.
akılaştıruu
haklaşmaya yardım etme (üçüncü eşhas hakkında) .
akılaşuu
haklaşma.
akılat
= akilatnoy.
akılçı
1. müşavir; 2. akıl öğreten.
akılda-
1. pek fazla susamak; 2. şiddetle arzu etmek; 3. acele etmek, ivmek.
akıldaş
I, 1. müşavir, akılca birbirine denk olan; 2. fikirdeş, hemfikir.
akıldaş-
II, akıl danışmak.
akıldaşuu
işs. akıldaş II den.
akılduu
akıllı, idrak sahibi; akılduu otko karayt, akmak kazanga karayt ats. : akıllı ateşe bakar, ahmak kazana bakar.
akılduuluk
akıllılık.
akılduusun-
akıllılık taslamak, ukalalık etmek.
akılman
a-f. düşünceli, kavrayışlı, akıllı, en akıllı, hakim.
akılmanduu
1. içinde düşünceli, kavrayışlı, idrak sahibi kimse bulunan (muhit) ; 2. = akılman.
akılsız
akılsız, ahmak.
akılsızdık
akılsızlık, ahmaklık.
akıluu
1. haklı; şayloogo akıluu: seçim hakkında malik olan, 2. ücretli.
akın
şair; el akını: halk şairi.
akındı
1. suyun getirdiği herhangi bir nesne; 2. yüzdürülen şey.
akındık
1. şairlik istidadı; 2. şairlik vaziyeti yahut mesleği.
akır
a. 1. son, ahır; akırı-ayagında yahut akırı-ayagı: en sonunda, nihayet; akır zaman dn: dünyanın sonu, ahır zaman; 2. son; 3. nihayet, işin ucunda. II, f. yemlik, yem teknesi. III, akır-çikir: eski püskü şeyler.
akırañda-
fırlamak (gözler hakkında) .
akırañdat-
et. akırañda-dn; közüñdü akırañdatpa! : gözlerini faltaşı gibi açma!
akıray-
etrafa bakınmak, şaşkın gözlerle bakmak, gözlerini geniş açmak; közü akırayıp, oozu çormoyo tüştü: gözleri bebeğinden fırladı, dudakları sarktı.
akırayt-
et. akıray-dan.
akırayuu
işs. akıray-dan.
akırek
köprücük kemiği, göğüsün köprücük kemiği yanındaki kısmı; akırekte koş kaltek folk. : göğsünde iki tane küçücük cebi var.
akıret
a. dn. öteki dünya, ahret; kefin akıret: kefen.
akıretçil
ahrete umut bağlayan.
akırın
yavaş; akırın süylö- : yavaş konuşmak; akırın cür- : ağır yürümek.
akırında-
yürüyüşü yavaşlatmak; akırıdap: yavaşça, tedricen, ağırca, azar azar; akırındap bar- : ağır, ihtiyatlıca gitmek.
akırındat-
yavaşlatmak; koydu akırındatıp cay! : koyunları, onlara ağır yürümek imkanını vererek güt!
akırındatuu
yavaşlatma, ağır yürümeye icbar etme.
akırındık
ağırlık, yavaş davranma; akırındık menen: yavaşça ağır ağır.
akırkı
son, ahır, nihai; akırkı cıldarda: son yıllarda; akırkı söz: son söz, icmal, hülasa.
akısız
1. haksız; akısız kıl- :hukuktan mahrum etmek; 2. bedava; akısız berilet: bedava veriliyor.
akısızdık
hukuksuzluk, hakkı olmama.
akış
cağli işvebazlık, kırılma (kırıtma) .
akıştan-
işve yapmak, kırıtmak, cilve yaparak çığlık koparmak.
akıştuu
cilveli, kırıtkan kadın.
akıy
I, kızların bahse girişmesi.
akıy-
II, göz dikmek, muayyen bir noktaya bakmak, gözünü almadan hırsla bakmak; akıyıp tamak añdıp oturat: oturuyor ve hırsla yiyecek bekliyor.
akıykat
a. hakikat; çeksiz akıykat fel. : hakikatı mutlaka; iştin akıykatına cet- : işin esasına varmak.
akıykatta-
hakkiyle anlamak, tahkikat yapmak.
akıykattal-
gereği gibi anlaşılmış olmak, tahkikat yapılmak
akıykattaluu
işs. akıykattal-dan.
akıykattoo
gereği gibi anlama, tahkikat yapma.
akıylaş-
çekişmek, sövüşmek, birbirini terzil etmeye çalışmak.
akıynek
= akıy I; akıynek aytıp kordodu folk. : onu şarkıda kepaze etti.
akıyt-
et. akıy II den; köz akıyt- (mana itibariyle) = akıy- II.
aki
I, f. alçı; aki taş: alçı alçılı toprak. II, f. akisi urat: bunun için cezaya çarparsın (mukaddes bir şeye veya bir ulu adama hakaret etmek için)
akilatnoy
r. kon. es : vergi tarhına ait; akilatnoy kagaz: vergi tarhına ait kağıt.
akim
a. vali.
akimdik
hakimiyet, idare.
akitaş
= aki taş (bk. aki I)
akiyan
= okean.
akkuu
kuğu (kuş) .
akma
akıcı.
akmaçılık
akıcılık (müstahdemlerin ve işçilerin gizlice şuraya buraya sıvışmaları) .
akmak
a. ahmak, aptal; akmak kıl- : delice işler yapmak, iğfal etmek, eğlenmek; akmak doston akılduu duşman artık: ats. ahmak dosttan akıllı düşman yeğdir.
akmakçılık
= akmaktık; akmakçılık kılba. ahmaklık etme!
akmaktan-
yalandan ahmak görünmek, ahmakça sözler söylemek veya işler yapmak.
akmaktık
ahmaklık, yaramazlık.
akmala-
gözetlemek, göz kulak olmak, takibetmek, birisinin gizlice izini takip eylemek, tarassut etmek; cılkı kayda keter eken, akmalap karap turçu: atlar nereye giderler, acaba? gözetleyip dursana! akmalap cürüp öltürdü: izi üzerinde yürüyerek (tarassut ederek) öldürdü.
akmalık
akıcılık, sıvışkanlık.
akmaloo
işs. akmala-dan.
akret
= akıret.
aksa-
aksamak, topallamak.
aksak
topal.
aksakal
I, ak sakallı, elin ulusu, en yaşlısı, kabiyle başı (kabiyle içinde en yaşlı kimse)
aksakaldık
aksakal vaziyeti bk. aksakaldık koom tar: uluya itaat temelinde kurulan cemiyet; eski aksakaldıktın kaldıgı: eski aksakallık devrinden kalma.
aksaktık
topallık.
aksañda-
hafifçe aksamak.
aksañdat-
et. aksañda-dan.
aksaray
saray, hükümdar konağı.
aksargıl
bk. sargıl.
aksarı
tüylü ayaklı bir nevi küçük baykuş, puhu, Strix scops.
aksat-
aksamayı mucibolmak, topal yapmak.
aksay
= apsay.
aksener
= aktsioner.
aksioma
r. mütearife, belit.
aksiye
= aktsiya.
aksiz
= aktsiz.
aksöök
= ak söök (bk. söök I) .
akşak
övütülmüş pirinç, pirinç yarması.
akşam
1. akşam; 2. akşam namzı çağı.
akşıy-
1. kararmak (gözler hakkında) 2. hiddetten dönmek (gözler hakkında) .
akşıyt-
et. akşıy-dan; köz akşıyt- 1. göz belirtmek; 2. hiddetle gözlerin akını döndürmek.
akta
I, eyerdin aktası = aktırga. II, iğdiş at. III, 1.ağartmak; taruu akta- (kavrulmuş) darıyı ayıklamak; 2. kabahatsiz bulmak, kabahatsiz çıkarmak; enesinin sütün aktadı: annesiyle alakadar oldu, anasına, terbiyesi için, şükranda kusur etmedi; partiyanın işeniçin aktay algan: partinin itimadını haketti.
aktal-
1. ağrtılmak; 2. beraat kazanmak; sotton aktalıp çıktım: mahkemede beraat kazandım.
aktan-
1. ağarmak; 2. beraat etmek, aktanganı menen işi kara. beraat etse dahi suçludur.
aktanuu
beraat etme.
aktat-
1. ağarttırmak; taruu aktat- : (kavrulmuş) darıyı ayıklatmak; 2. beraat ettirmek.
aktattır-
et. aktat-tan.
aktık
I, beyazlık, aklık. II, suçsuzluk, haklılık; aktık ber- : suçsuzluk delili ileri sürmek ( yemin etme, şahitlerin ifadeleri v.s. gibi vasıtalarla) . III, son.
aktırga
eğer kaşının yan kısımları.
akti
r. akt. akıt; grajdan cayının aktisi: medeni durum akdi; üstünen akti kıl- (birisi hakkında) zabıt tutmak.
aktip
kon. = aktiv.
aktiv
r. 1. aktiv; 2. devlet müessesesinde veya amme teşkilatında çalışan memur.
aktivdeş-
aktifleşmek.
aktivdeştir-
aktifleştirmek.
aktivdeştiril-
müt. aktivdeştir-den.
aktivdeştirüü
aktifleştirme.
aktivdeşüü
işs. aktivdeş-ten.
aktivdik
aktiflik; aktivdik menen. faal bir tarzda.
aktivdüü
aktif, faal; aktivdüü katnaş: aktif suretke iştirak.
aktivdüülük
faaliyet, aktivite.
aktoo
1. ağartma; 2. suçsuz çıkarma.
aktsioner
r. hissedar.
aktsiz
r, (accise) , oktruva.
aktuu
beyazlı; aktuu koy: içinde beyaz koyunlarda bulunan koyun sürüsü.
aktsiya
r. hisse, aksiyon.
aktsiyalık
hisseye ait; aktsiyalık koom: hissedarlar şirketi.
akun
= akın; akun kuş = öten kuş.
akunduk
= akındık.
akuşerke
r (akuşerka) : ebe.
akuşerkelik
ebelik; akuşerkelik punktu: ebelik merkezi
al
I = al, alga bas- : ileri hareket etmek, terakki etmek; alda: ileride. II, o, şu (genitif: anın: onun) ; dataga, aa, agan: ona, şuna, şunun yanına, ak. anı onu; lok. anda: onda, orada, ozaman; abl. andan: oradan, ondan, ondan sonra, sonra: al emes: şu değil, o değil, al cerde: orada, şu yerde; anı menen birge: onunla birlikte, şununla beraber, şununla aynı zamanda; an üçün yahut anın üçün: onun için, şunun için, şundan dolayı, şu sebepten; ansız: onsuz, şunsuz: ansız da berem : şunsuz dahi veririm, ben öylede veririm; agançeyin: şuna kadar, o esnada; anısı: şu onun (ona ait olan), onlardan şunu: anısı da eçteme emes: (onun) busu hiçbir şey değil, bu, şöyle böyle. III, a. 1. kuvvet, kudret; alım ketip turat: gevşeklik hissediyorum; alı az: hali az, dermansız; can alı kalbay calınat: bütün kuvvetiyle rica ediyor, yalvarıyor; can alı kalban kubandı: gayet sevindi, kendisini kaybedercesine sevindi; aldan tay- : bk. tay IV; 2. vaziyet, halet; alı caman: fena vaziyette, hali fena; caman alga tüştüm: fena vaziyete düştüm.
al-
IV, 1. almak; katın al- : karı almak, evlenmek; algan 1) almış; 2) koca, karı (zevce); alganım 1) almışım, benim aldığım nesne; 2)kocam, karım; alganıñ 1) almışın; 2) kocan, karın; kançalık caman bolso da, alganıñdan sürdöysüñ folk. : kocan nekadar kötü isede, onun karşısında korkuyorsun; alıñar: alınız ( yiyiniz) alıp ket- : 1) götürmek (vasıtasız veya vasıta ile); 2) bozmak (mideyi) ; bir parça iç yumuşamak; süt içimdi alıp ketti: süt midemi bozdu; alıp kel- : getirmek (vasıtasız veya vasıta ile) tedarik etmek; alıp bar- :söylerken sık sık alpar, apar denir. götürmek, vasıta ile götürmek, sürüp götürmek; cıyın (yahut cıynalış) alıp bar-: toplantıyı idare etmek; alıp cür-: kendisiyle taşımak, daima kendisiyle bulundurmak; alıp ber- : 1) sunmak 2) herhangi birisi için satın almak, hediye olarak satın almak; atam maga tay alıp berdi: babam bana tay satın aldı; alıp kal- : 1) kendinde bırakmak; 2) kurtarmak; ala sal- bk.sal IV 7; al emese, baştadım: o halde ben başladım; aldım- cuttum. dolandırıcı, kalleş; bet al- bk. bet 5; 2. tesellüm etmek; kat aldım: mektup aldım; 3. satın almak; at aldım 1) at aldım; 2) at satın aldım; 4. (av kuşu hakkında) : yakalamak, kapmak; 5. yardımcı fiil rolünde: 1)baş fiilin hal zaman gerondifi ile birlikte "al" imkan ifade eder (eğer müsbet şekilde ise) , yahut imkansızlık ifade eder (eğer menfi şekilde ise): çıga alamın: çıkabiliyorum, yukarı çıkabiliyorum; kire alasıñ: girebiliyorsun; okuy alat: okuyabiliyor; bara albayt: gidebilmiyor; kıla albaysıñ: yapamazsın; okuy albadım: okuyamadım; ala albadıñ: almadın; 2) baş fiilin geçen zaman gerondifi ile birlikte ise, "al" daha fazla iş yapanın bu işi kendisi için yaptığını ve iş neticesinin iş yapan şahsa tevcih edildiğini gösterir (ber-fiilinin hilafına olarak) ; satıp aldım: satın aldım (kendim için) ; cep aldım: bir parça yedim; kılıp aldım: yaptım (kendim için); cüzün aarçıp aldı: kendisinin yüzünü sildi; catıp aldı: yattı; uyumak için uzandı; oturup aldı: oturdu, gereği gibi oturdu; üydön kempirin çakırıp aldı: evden koca karısını çağırdı; töşünö bir karap alıp: göğsüne bir göz atarak; kirip al- : sokulmak, içeri dalmak; bolup al- : oluvermek "yapılmak" (herhangi biri tarafından) .
ala
1. benekli, alaca; al too: karlı dağ; ak ala: beyaz benekleri olan; kara ala 1) doru benekli, kara alaca; 2) kartal yavrusu; kök ala: açık mavi benekleri olan, külrenkli kula; kök ala kıl- : vücutta (vurmaktan: M.) mor renkler varlığa getirmek; ala koydoy soyup: yarı ölü haline gelinceye kadar döverek; kök ala sakal: kır sakal; kızıl ala kıl- : kan akıtırcasına vurmak; toru- ala: doru kula; çaar ala: benekli kula; boz ala 1) beyazı galip olmak suretiyle kül rekli kula; 2) pürüzlüce toz tabakasıyla örtülmüş; 3) mec. terzil edilmiş, rüsva olmuş; öñü boz ala: rezil olmuş; iştep közü boz ala bolgon: gözü kararıncaya kadar çalışmış; ala ayak: beyaz ayaklı; ala tuyak bk. tuyak I; böksönün alası: kartalın bir çeşidi; ala küü bk. küü; ala küülön bk. küülön; ala çakmak bk. çakmak; ala-bula: alaca bulaca, rengarenk; ala-kula 1)kurt renginde olan kula; 2) mec. darmadağınık, inhilal; ala-kula kılıp cibar- : çığırından çıkarmak, inhilal ettirmek; ala-kula kör- : herkese aynı gözle bakmamak, birini üstün, ötekini alçak saymak; 3) müsavi olmayan; ala- kual eli bar cer: çeşit çeşit kavimlerin bulunduğu ülke(mahal); ala köödön: saf, hilesiz( çokça bahadırlar hakkında); ala kolduk: eli temiz olmamaklık; 2. ayrı gayrılık, ittifaksızlık, inhilal (ihtilaf), müsavi olmayan; ala tabak tarttırbay: herkese aynı yemeği vermeyi emrederek (birine daha lezzetlisinive daha fazla, ötekine daha kötüsünü ve daha az vermeyerek); ayıl iti ala bolso da, börü körsö-çogulat ats. : köy köpekleri kendi aralarında birbirine düşman olsalarda, kurdu görünce birleşirler; 3. cüzam; 4. ala cazdan: baharın başlangıcından; ala caydan: yazın iptidasından; 5. mec. namussuzluk; adam alası içinde, mal alası tışında ats. : insanın namussuzluğu içerisindedir, hayvanınalası dışındadır.
alaa
1. baldırın dış tarafındaki ince ve uzun kemik;2. (don) ağı; alaası cok şım: çocuk donu (yırtmaçlı, ağsız) .
alaagan
sık sık alam, çok alan, çok almaya tehalük gösteren, aç gözlü; bereegenkolum alaagan ats. : cömert (çok veren) elim çok alıyor da.
alaamat
a. 1. çok güç olan, ıztıraplı şey; tabiatın getirdiği felaket, şiddetli kar tipisi ve s. ; 2. alamet, ayırıcı vasıf.
alaamattık
tabiatın doğurduğu ve sebebi belli olamayan şey.
alabakan
= al bakan (bk. bakan) .
alabarmanda-
telaş etmek; ot alabarmandap canat: ateş kararsız yanıyor (bir söner gibi oluyor, bir bakarsın, şiddetlice alevleniyor); corgo alabarmandap cakşı salbay koydu: yorga at kararsız koştu.
alabarmandan-
mut. alabarmanda-dan.
alabuga
tatlı su hani balığı, Perca fluviatilis.
alaça
1. bir çeşit yollu pamuklu kumaş; 2. bel alaca (Rad.) : bir at donu ismi.
alaçık
küçücük keçe ev, obacık; kulübe, salaş; kan üyünüñ tardığı, kara alaçagımdın keñdigi ats. : dar olsunda zor olmasın (harfiyen: han evinin darlığı, benim kulübemin genişliği) .
alagaçma
= ala kaçma (bk. kaç) .
alagaçtı
= ala kaçtı (bk. kaç) .
alaganat
bir kuş adıdır.
alagar
büyük, dışarı fırlamış (gözler hakkında) .
alagay
patlak gözlü.
alagaylık
patlak gözlülük.
alagdı
dalgın; alagdı kılba: işimden alıkoma, fikrimi temerküz ettirmeye mani olma; alagdı bolup turam: fikirlerim ikiye ayrılmış vaziyettedir, fikrimi temerküz ettiremiyorum.
alagdılan-
fikrin bir yana sapması, duraklamak; bir işke alagdılanıp: bir iş yüzünden gecikerek.
alagdılık
dalgınlık.
alaaguu
bir nevi yabani orman güvercini.
alak
dışarı fırlamış, çıkık (gözler hakkında); alak közdüü: gözleri dışarı fırlamış olan; alak-culak et- : korkaraketrafa bakmak.
alakaçma
bk. kaç.
alakaçtı
bk. kaç.
alakan
avuç; alakanın çap koydu: el çırptı, avuçlarını birbirine vurdu; alkanga sal- : methü sena ederek yükseltmek, saygı göstermek ((harfiyen: avuca koymak); kamçının aşkanı (yahut düzce alakan) : kamçıyı sapıyla birleştiren kayış; uuktan alakanı bk. uuk; kur alakan yahut kuru alakan: boş elle, boş avuçla; kur alakan keldim: boş elle geldim, hiçbir şey getirmedim; elime hiçbirşey geçmedi.
alakanda-
avuçlamak; alakandap eş- : bir nesneyi avuçlar arasında sıkarak bükmek; kamçı alakanda- : kamçıyı sapına bağlamak.
alakandal-
mut. alakanda-dan; alakandalıp saptalgan kamçı: sapına kayışla pekitilen kamçı (bk. alakan) .
alakandaş
müş. alakanda-dan.
alakandat-
et. alakanda-dan.
alakandoo
işs. alakanda-dan.
alakayım
= çalakayım.
alakayır
kar kasırgası, kar çevrintisi.
alakçı
1. aldatıcı; 2. mec. bu dünya (öteki dünyadan ayırmak üzere) .
alakçıla-
1. bir işi başkalarından gizlice yapmak; alakçılap şüylöş- : başkaları duymasın diye kuytu bir mahalde konuşmak; 2. birisini üstün tutarak, müsavatsızlıkla muamele etmek.
alaket
a. mahvolma, halak olma; can alaketke tüşüp iştedi: bütün kuvvetini sarfederek çalıştı.
alakolduk
= ala kolduk (bk. ala 1) .
alaksı-
1. rahatsızlanmak, fikren pek fazla meşgul olmak; alaksıp kaldım: dikkat etmedim, dikkatim başka tarafa çevrilmişti; 2.bakınmak.
alaksıt-
birisinin dikkatini başka tarafa çevirmek, oyalamak.
alaksıtuu
işs. alaksıt-tan.
alakta-
bakınmak, korkarak etrafa bakınmak, gözlerini geniş açmak.
alaküülön-
bk. küülön.
alal
= adal.
alala-
alacalanmak, beneklerle örtülmek; alalap –kulala- : müsavatsızlıkla muamele etmek (berikini daha iyi, ötekini daha fena saymak, birinisevmek, ötekini hor görmek) .
alalda
= adalda.
alaldoo
işs. alalda-dan.
alalık
1. alacalık, müsavatsızlık; ataga balanın alalığı cok ats. : baba için bütün çocuklar müsavidir; 2. nifak (bozgunculuk) ihtilaf, darmadağınıklık.
alaluu
alacalı, tamamıyla alacalardan müteşekkil olan; alaluu cılkı 1) içinde benekli atlar bulunan at sürüsü, 2) şüpheli at sürüsüdür, ki içinde çalınmış atlar bulunduğu tahmin edilebilir.
alam
I, acele, iveklik; alam saat: dakikasında, göz kırpmaya yetişmeksizin; aş içken- alam saat ats. : yemek yemek ehemmiyetsiz iştir (bunu çpk çabuk yapmak mümkündür); alam ur- 1) acale etmek, bir işi acele yapmak; 2) atılmak, ileri yürümek. II, a. incitme, kızdırma; alam kıl- :incinmeyi mucibolmak, kızmaya sebebiyet vermek.
alaman
1. intizamsız saldırış, akın; alaman koy- (dağınık bir halde, teşkilatsız bir tarzda) hücuma geçmek; 2. kalabalık (halk yığını); calpı alaman: yığın halinde; 3. baş alaman (yahut düpedüz alaman) : inhilal, intizamsızlık, kargaşalık (chaos), anarşi; baş alaman bol- : şaşalamak
alamançılık
= alamandık; baş alamançılık: içinden çıkılamayacak bir durum, anarşi.
alamanda-
toplu halde harekete geçmek.
alamandat-
intizamsızlık yaratmak; alamandatıp süylö- : karmakarışık söylemek.
alamandık
baş alamandık karmakarışıklık, içinden çıkılmaz durum, anarşi.
alamandoo
işs. alamanda-dan.
alamay
(ala+may) bir parça "may" (yağ) karışık; alamay tuuralgan et: yağ karıştırarak doğranmış et; beye alamay çıgıp kaldı: (kesilmiş) kısrak pek okadar semiz çıkmadı.
alamık
alaca, tek renkli olmayan, beyaz benekleri bulunan; alamık et: seyrek ve ince yağ tabakacığı ile örtülmüş olan et; alamık kar (yerin ancak şurasını burasını örten kar) .
alañ
= alagdı; alañ köz: büyük gözlü.
alañda-
bakınmak, korkarak, gözlerini geniş açmak.
alañdat-
et. alañda-dan.
alañgir
= aleñgir.
alañdoo
işs. alañda-dan.
alañgasar
çabuk intikal edemeyen, aptalımsı; hafif.
alañgasarlık
çabuk intikal edememezlik, hiffet.
alap
I, ufak doğranmış kuru ot, arpa ve kepek halitası (hayvan yemi) . II, 1. alap-şalap: tam bolluk durumu; alap-şalap toytuk: adamakıllı doyduk; 2. alap-çelep bolup turam: nedense, içimde bir sıkıntı var.
alapay
alapayın tappay kaldı : şaştı, şaşaladı.
alapta-
1. sahillerinden taşarcasına yükselmek (taşan ırmak hakkında) ; 2. mec. kibirlenmek.
alarman
alacak olan kimse, tesellüm eden; alarmanga altoo az; berermenge beşöö köp ats. : alana altıda az, verene beşte çok.
alas
1. ardıç dumanıyla tütsüleme (sahte tabiplerin tedavi usullerinden); alas- alas balaketten kalas (dua ve tazarru) : alas-alas- felaketten halas (kurtuluş) ; 2. alas ur- : kudurmak (tehevvüre gelmek), taşkınlık etmek.
alasa
I, alçak; alasa boyu: kısa boylu. II, 1. (birisinden) alacak; sizden akça alasa bolsom: eğer sizden para alacağım olursa, eğer ben sizin alacaklınız olursam; 2. alasa car: alınacak (mukadder) yar (sevgili kadın); alasa carıñ men emes folk. : senin alacağın kadın ben değilim, benim varacağım adam da sen değilsin.
alasaçı
alasaluu: alacaklı.
alaskı
= alaksı.
alaskıt-
= alaksıt; sen meni alaskıtpa, columan kaltırba: beni lafa tutma, yolumdan alıkoyma; balasın alaskıtat: çocoğunu avutuyor, meşgul ediyor.
alasta-
1. ardıç dumanıyla tütsülemek (sahte tabiplerin tedavi usullerinden) suu menen alasta- : (hastanın başını) buharla ıslatmak; 2. koğup çıkarmak.
alastan-
müt. alasta-dan
alastat-
müt. alasta-dan.
alastoo
1. ardıç dumanıyla tütsüleme (sahte tabiplerin tedavi usullerinden) 2. kovup çıkarma, uzaklaştırma.
alaş
1, tar. Kazakların cidale davet haykırışı; 2. (Rad) : başka kabileden, başka mahalden, yabancı; 3. alaş ordo ist. Kazak aksi inkilap teşkilatı.
alaşa
güzel, sevimli; alaşa kelin, suluu kız folk. : güzel gelin, sevimlikız.
alaşta-
1. "alaş!" diye bağırmak (bk.) alaş, cidale davet haykıruşı olarak; 2. (Rad.) ecnebi gibi hareket etmek, yabancı, ecnebi olmak.
alatkak
dev nevinden bir varlığın adıdır.
alay
I, dülöy sözünün teki: alay dülöy. II = anday.
alay-
III, 1. korka korka bakınmak; közü korkkon töödöy alaydı: gözleri korkmuş deve gözü gibi yerinde duramıyordu; 2. feri kaçmak, cansızlaşmak (gözler hakkında) .
alayt-
et. alay III den; köz alayt- : gözlerini geniş açmak, çehresinde korku alametleri göstermek.
alayuu
işs. alay III ten.
alba
a. helva.
alban
a. renk nevi, çeşit (arapça elvandan: M.) ; alban yahut alban-alban: rengarenk, mütenevvi; eçen alban door bolgon: türlü zamanlar oluşmuştur; alban-alban külük bar, alına karay cügüröt ats. türlü türlü yürük at vardır, ki her biri yapabildiği kadar koşar; alban-türdüü: muhtelif, her neviden.
albar
albardan tayıgan: hırpalanmış.
albars
1. bulat: iyi çelik; bulat kılıç; 2. deri hastalıklarını tedavi etmek için kullanılan bir zehirin adıdır.
albarstı
mit. dev nevinden kadın varlık (güya geceleri, çocuk doğuran kadına zara ika ediyor ve onun boğazını sıkıyormuş) .
albay-
sarkmak (mesela kalın dudak hakkında) .
albayt-
et. albay-dan
albette
a. elbette, şüphesiz.
albettüü
= alibettüü.
albın
tedavi ederken tazarru. (bk.) tütök.
albır-
nur saçmak, parlamak, alevlenmek, tutuşmak, kızarmak (yüz hakkında) , heyecana gelmek; ot albırıp küyüp atat: ateş alevleniyor; albırgan bet: parlak, pembe yüz.
albıra-
sallanmak (paralanmış giyim hakkında) ; etek ceñi albırayt: (paralanmış elbisenin) eteği ve yenleri sallanıyor.
albırak
albıraktan-salbırak: sallanan, itreyen.
albırış-
müş. albır-dan; betteri albırışkan: yanakları aldır, yanakları kızarmıştır.
albırluu
pembe, al yanaklı.
albom
r. albüm.
albuut
çabuk kızan, sinirli, ateşin, mütehevvir, şataretli; albuut at: ayak patırtısını duyunca heyecana gelen at; albuut katın 1)çabuk alevlenen kadın; 2) ateşin, şataretli kadın; albuut cürök: ateşli kalp.
alcagay
büyük ağızlı.
alcakta
= alcañda.
alcañda-
1. durmadan söylemek, gevezelik etmek; 2. nazlanmak, hırçınlıketmek.
alcañdat-
et. alcañda-dan.
alcay
I, f-a. dumım, hal (bk. cay I.)
alcay-
II, büyük görünmek (delik hakkında) ; geniş açılmak (insan ve hayvan ağzı hakkında) .
alcı-
1. yanılmak, yönelmekte hata etmek; 2. bunamak; alcıgan-karıgan abışka: kocamış, bunamış ihtiyar; 3. saçma sapan şeyler söylemek.
alcıt-
et. alcı-dan.
alçaak
til alçaak : söz dinleyen, uysal
alçakta-
= alçañda; at alçaktap basat: at güzel bir tavırla etrafına bakınarak sağlam adımalarla ilerliyor.
alçaktat-
et. alçakta- dan; attı alçaktatıp: atı canlı adımlarla yürüterek.
alçañda-
1. azamet taslamak; atıñ alçañdap basat: atın azametlice yürüyor (adım atıyor); 2. kendisini serbest, sade tutmak, serbest görünmek; biröönün üyündö öz üyündöy alçañdayt: yabancı evde, kendi evinde imiş gibi serbest davranıyor.
alçañdat-
et. alçañdat
alçañdoo
1. azamet taslama; 2. teklifsizlik gösterme, serbest davranma.
alçay-
ürpermek, apışmak; alçayıp atka mindi: bacaklarını apışarak, ata bindi atan töödöy alçayıp: iğdiş deve gibi apışarak.
alçayış-
müş. alçay- dan.
alçayt-
et. alçay- dan.
alçaytuu
işs. alçayt- tan.
alçayuu
ürperme, apışma.
alçı
aşık kemiğinin ve taa denilen kısmın (bk. taa, 1) karşıtı olan yanıdır, ki (en ziyade kazandırıcı sayılmaktadır) ; alçı- taasın añtardı: onların evsafını ve hususiyetlerini inceden inceye tetkik etti, kimin ne olduğunu ve ne işe yarıyacağını tamamiyle meydana çıkarıdı; işi bütün incelikleriyle anladı; alçı tüşpöy taa tüştü: işin kazançlı değil de, zararlı olduğu anlaşıldı; alçı- taasın cegen yahut alçı taasın kemirgen: kurnaz, sokulgan (oğlan hakkında)
alçılan-
1. yakışıklı bir yürüyüşle yürümek, yakışıklı gözükmeye çalışmak; alçılangan cigit: yiğit tavırlı, yakışıklı delikanlı; 2. temeddüh etmek, övünmek.
alçılant-
et. alçılan- dan; attı alçılantıp bastırdı: atı yiğitçe yürüttü; tebeteyin alçılantıp kiyip: kalpağını yakışıklı bir tarzda giyerek.
alçılanuu
işs. alçılan- dan.
ald
yahut aldı (âdet olduğu üzere mülkiyet zamirleri ile kullanılır) , 1. ön; ön kısım; aldında: önünde; ona göre önde; aldı menen: her şeyden önce; birinçi attanıp, aldıga bastırdı : birinci olarak ata bindi ve başkalarından önde yürüdü; aldı- artın karabastan: etraflıca düşünmeden, ihtiyatsızca; aldınan öt- : (herhangi birisine) ihitiramkârane ricada bulunmak; sakalduulardın aldına öttü: ihtiyarlara ihtiramkârane bir rica ile müracaat etti; aldınan çıgıp keldi: karşısına çıktı; aldıda: önde; 2. öz aldınça: kendi başına müstakillen; öz aldınça kün köröt: kendi igeliğiyle yaşıyor, kendi rızkını kendisi kazanıyor; aldı aldınan buzulup folk. : kendiliklerinden çözülerek (inhilâl ederek); 3. en iyi; adamdın aldı: en iyi adam; 4. aldıñan keteyin, yahut aldıña keteyin okş. ; sevgilim (harfiyen: senden önce gideyim, yani bensenden önce öleyim de, sen uzun yaşa); 5. aşağı; aşağı kısım; kilemdin aldında: kilimin altında; mıltıktın aldına aldı, tüfek ateşi altına aldı, ateş etmeye başladı; kol aldında: tabiiyette, itaat altında.
alda
I, a. allah; ilah. II, alda kanday: nasıl olduğu belli değil; bir..; alda kaydan 1)bilmem nereden; 2) uzaklardan; alda emne: bilmem ne; alda kim: bilmem kim; alda kança köp: çok fazla. III, alda sen ayye! : vay, sen ne budalalık yaptın! ; vay ne fena yaptın! IV, bk. al I
alda-
V, aldatmak, dolandırmak.
aldaganday
= alda kantay(bk. alda II)
aldagıç
; aldatıcı.
aldakı
mevcut olan,şimdiki hal; aldakı emne? : bu ne? ; aldakı koluñdaki emne? : ellerindeki nedir? aldakı türüñ menen kantip konokko barasıñ? : bu kıyafetle nasıl msafirliğe gidersin?
aldam
; aldatış.
aldamçı
aldatıcı.
aldamçılık
aldatma, kafese koyma.
aldan
I, önden. II, aldanmak, aldatılmış olmak.
aldant-
dalalete düşürmek, aldatmak.
aldar
aldatıcı (bk. kösöö).
aldarak
bir parça önde.
aldas
aldas ur = aldasta.
aldasta-
1. kıvranmak (ağır hastalık esnasında ateşten); 2. şiddetli sıkıntı içinde bulunmak; cürök aldastap turat: kalp sıkıntıdan çarpıyor.
aldastat-
et. aldasta- dan.
aldastoo-
işs. aldasta-dan.
aldaş-
birbirini aldatmak, hep birlikte aldatmak.
aldat-
et. alda V den; saaaldattım: sana aldandım.
aldattuu
işs. aladat- tan.
aldayar
a- f. tar. hanın, hükümdarın, padişahın hürmet ifade eden ünvanı.
alde
= alda II.
aldey-
ninli! (beşik sallarken söylenen ninnilerin sonuna ilâve edilen nakarat).
aldeyle-
ninni ninni!demek, ninni söylemek.
aldeylen-
kendisi için ninni söylemek, ninni söylenerek uyutulmak.
aldeylent-
et. aldeylen- den.
aldeyleş-
müş. aldeyle- den.
aldıkatkan
bk. kat IV
aldıkı
= aldakı.
aldıñkı
1. öndeki, önde bulunan, ileri gelen,; aldıñkı sınıptagı baldar: yukarı sınıf talabeleri; aldıñkı kişiler: ileri gelen adamlar; 2. alttaki.
aldır-
1. almaya misaade etmek veya almayı emretmek; tedarik atmeye misaade etmek yahutemretmek; uşu kitepti taşkenden aldırdım: bu kitabı (ısmarlamam üzerine) bana Taşkent’ten tedarik ettiler; sır aldır- : sır öğrenmeye müsaade etmek;omuroodon aldırıp: göğsüne kadar girerk(hayvan hakkında); bet aldır- : bk. bet 5; 2. çaldırmak,eşyası çalınmış olmak;aldırgan enesinin koynun açat ats. : eşyası çalınan adam(çalınan eşyayı aramak üzere) annesinin koynunu karıştırır;atımdı aldırdım: atımı çaldırdım(daha bir örnek bk. kuu 1);oozunan aldırgan börüdöy yahut aldındağı aşınaldırgansıp: aptalca şaşlamış suratla (kendisini) yendirmek, yenilmiş olmak, dayanamayıp düşmek; küröştö aldırdım: güreşte yenilmiş oldum,beni yendiler;kolu-butun suukka aldırdı: ellerini ve ayakalrını dondurdu;möröy aldır- , bk. möröy 2)eç kimge aldırbayt: kimse karşısında alt olmuyor, kimseden çekinmiyor; aldırıp salbagay ele! : korkarım ki bir gaf yapmasın!; otoogo aldırgan egin: fena otlarla kaplanmış ekin; arakka aldır- : sarhoş olmak; arakka aldırgan kişi: votkadan sarhoş olan adam.
aldıra
1. şaşalamak, apışmak; 2. kuvvetten düşmek, gevşetmek; bütünkön boyum aldırap kuyap: büsbütün kuvvetten düştüm.
aldıraş-
müş. aldıra- dan.
aldırat-
1.şaşkınlığı mücibolmak; 2. takatten düşürmek, gevşetmek.
aldıratuu
işs. aldırat- tan.
aldırıl-
mut. aldır- dan, teveccüh etmek, yönelmek.
aldırış-
müş. aldır- dan.
aldıroo
1. şaşkınlık hali; 2. dermansızlık durumu.
aldırt-
et. aldır- dan.
aldırtan
1. önden; 2. aşağıdan, alttan; aldırtan karap koy- : göz ucuile (işvekârlıkla) bakmak; abıdan içtiküygüzöt aldırtan karap koygonuñ folk: senin işven insanın bütün içini yakıyor; 3. mec. gizlice, mahremane.
aldıruu
işs. aldır- dan.
aldoo
aldatma, aldatım.
aldooç
= aldagıç.
aldooçu
= aldagıç.
aldooçuluk
aldatma faaliyeti, aldatış.
alduu
1. kevvetli muktedir, kudretli; 2. zengin, hali vakti yerinde olan; alduu kişi: zengin adam.
alek
I, bir çeşit pamuklu, yolu kumaş. IIa. talâş, uğraşma, ıstırap, balañ ıylap meni alek kıldı: çocuğun ağlayıpbeni fazla rahatsız etti; meni alek kılbaçı: beni üzmesene,arkim öz canı menen alek: herkes kendi hayatını korumakla meşguldür,alın bilbegen alek ats. halini bilmeyen (hesabını bilmeyen) adamzahmet çeker; alekdelek: acelelikle telâşla. III = alik.
aleki
aleki saat: çabucak, dakkasında; aleki saatta barıp keldi: çabucak gidip geldi.
alekimasalam
bk. salam.
alekten-
uğraşmak, fazla meşgul olmak, sıkıntı çekmek.
aleñgir
1. tahribat, yıkma, aleñgir sal- : yağma etmek; coloy bahadirin kılıcının adıdır; mütkiş kılıç; aleñgirdi asındı aleñgir kılıcını kuşandı.
aleşem
yarı yaş, yarı nemli; aleşem otun: yarı yaş odun; aleşem tezek: yarı yaş tezek.
aley
I, r. hıyaban, alee. II = apiy.
aleyet
aleyeti çok: yakışıksız, külüstür.
aleyetsiz
= aleyeti çok (bk. salam)
aleyisalam
a. den. allah selamet versin (her hangi bir peygamberin adı anıldığı zaman ilâve edilen tabirdir)
aleykim
a.müslümanca selâmlaşmanın bir kısmı(bk.salam)
alga
bk. ald.
algaçkı
birinci, baştaki, algaçkı natıyçalar: ilk neticeler.
algala-
ileri hareket etmek.
algansı-
k almış sanmak, almış imiş gibi gözükmek.
algı
I, bk. bergi. II, öndeki, baştaki; algı söz: önsöz, mukaddime. III,bir yabanî, basleli bitkinin adıdır, algını çüçüt- : algıdan nişasta( yenir kısmını) kaynatmak.
algıç
alıcı; til algıç: söz dinleyen; canalgıç 1) mit. azrail; 2) mec. gaddar.
algılaş-
kapışmak, dövüşmek, vuruşmak.
algılık
almıya değer, çabandıñ algılıgı kalgan emes: çapanın tutar yeri kalmamış, büsbütün örselenmiş.
algılıktuu
= algılık.
algır
iyi kapan, yakalıyan; algır kuş: iyi yakılayan(avlayan) kuş, algır taygan: iyi avcı köpek (av köpeği)
algıs
= algısız.
algısız
sözgö algısız: konuşmak ve danışmak için çağrılmıyalikadı olmıyan kimse, bir colu kalpıñ bilinse, sözgö algısız bolorsuñ ats. : bir kere yalan söylersen artık musahabeye iştirak edemezsin.
algış
= alkış
algoo
şu aşağıdaki yollarla karşılıklı yardımda bulunmak; 1) toprak sürmek için birbirine hayvan vermek; 2) birbirine kendisininemeğiyle yardımda bulunmak.
algooloş-
(ziraat işlerinde) birbirine yardım etmek.
algooloşuu
işs. algooloş- tan.
alık
(Rad) yükseklik, tepe.
alım
1. haraç,mükellefiyet; alım al- : tar. haraca almak; alım sal- : haraca kesmek; 2. tokuz korkol oynarken kazanma (bk.korkol); 3. rüşvet;alım- berim sütü bar uy: ortaca süt veren inek; 4. mat. suret (kesrin sureti) ; pay.
alımça
alma (koşumça’nın karşıtı) buga alımça- koşumçalar cokpu? buna değişmeler, katmalar yok mu?
alımsak
= alasa II; bir kişide ala turgan alımsagım bar: bir adamda alacağım var.
alımsın-
tatmin edilmek; it ayagın calamayınça alımsınbayt ats. : köpek kabını tamamiyle yalayıp bitirmeden tatmin edilmiş olmaz.
alımsınarlık
tatmin ederlik (kendisiyle tatmin edilebilecek olan şey).
alımsındır-
tatmin etmek.
alımsındırarlık
tatmin ederlik (tatmin edebilirlik) ; kılgan işteri alımsındırarlık emes: yaptığı işler tatmin ederlik değildir.
alımsındıruu
tatmin etme.
alımsınuu
tatmin edilmiş olma.
alın-
1. alınmış, tesellüm edilmiş olmak;daarat alın- : folk. aptes almak (dinî ayin) ; 2. satınalınmak; 3. hoşa gitmek, itimat, sempati kazanmak; bat ele kişige alınıp ketet: çabucak itimat, sempati kazanıyor; koy kozusuna alındı: koyun (bir defa bıraktığı) kuzusunu yeniden kabul etti.
alıp
= alip.
alıpkaçtı
bk. kaç.
alıpsatar
bk. sat.
alıs
kuzak, uzaklık; alıska ketti: uzağa gitti; alıstan keldim: uzaktan geldim; kün alıs: gün aşırı; kün alıs gel- : gün aşırı gelmek; başınan alıs attım: onun başı üzerinden ateş ettim (attım).
alısın
çayır biçildikten sonra yeniden biten ot.
alsında-
bitmek (çayır biçildikten sonra yeniden çıkan ot hakkında) ;çöp alsındadı: çayırda ot yeniden bitti.
alıskı
uzak, uzaktaki.
alısta-
uzaklaşma; yadırgamak; kün alıstap: gün aşırı (her gün değil) ; kün alıstap gazetakelip turat: gazeteler gün aşırı geliyor.
alıstat-
uzaklaştırmak, uzağa atmak.
alıstatuu
işs. alıstat- tan; uzaklaştırma.
alıstık
uzaklık; miñdegen kilometre alıstıkta turat: binlerce kilometre uzakta bulunuyor.
alış
I, yana çıkarılan kanal, büyük ark. II, alış, tesellüm;alış- beriş: alışveriş, karşılıklı mübadele.
alış-
III, birbirinden almak; hep beraber almak, ot alış- : birbirnden ateş almak; mec. dost yaşamak; ot alışpasboldu (kadınlar hakkında) : aralarında bütün münasebetleri kestiler, kavgalıdırlar; es alış- : hep beraber dinlenmek; ün alış- : (hayvanlar hakkında) birbirinin boynuna başlarını koymak; kız alış es. : karşılıklıca evlenmek (biri ötekisinden, ötekisi berikisinden kız almak) ; karşılıklıca kız alabilmek derecesindeki akrabalık (kabileler, oymaklar mübessilleri arasında) ; şilekey alış bk. şilekey; 1. kapışmak; 3. dövüşmek (aygırlar hakkında).
alışman
alışman- berişmen 1) aralarında ticarî münasebetlerde bulunanlar, alışveriş edenler; 2) birbirine yardım edenler; 3)ahbaplar.
alıştır-
1. birbirine tutşturmak; aygır alıştır- : aygırları birbirine kışkırtmak; 2. karıştırmak, yuğurmak, birbirine karıştırmak, katmak; değiştirmek, birini alıp ötekini koymak, çeşitlendirmek; et alıştır- : (haşlanmış ufak doğranmış) eti çevirerek karıştırmak; cegeniñdiköp körböym alıştırganda az bolbosom ats. : başı kıymetli değil, sonu övülmüş olsun (harfiyen: et doğradığın zamançok yiyorsun demiyorum, yalnız karıştırdığın zaman ve sunduğun zaman az çıkmasın.)
alıştıruu
işs. alıştır- dan.
alışuu
işs. alış- III ten; kız alışuu es. karâbet ve din bakımından) olan münasebetlerde karşılıklıca kız almıya müsait olan durum; bikir alışuu: fikir taatisi.
ali
a. henüz, daha, şimdicik; ali kelgen cok: henüz gelmedi; ali keldim: şimdicik geldim; alige yahut aligeçe;şimdiye kadar, henüz; alige cok: henüz yok; alige deyre yahut ali küngö: bu zamana kadar; ali da balso: hâlâ, o takdirde bile.
alibet
kudret, enerji (gayret).
alibettüü
kudretli, gayretli; alibettüü cigit: gayretli, muharip delikanlı.
alige
bk. ali.
alik
a. (müslümanlarda) selâmın cevabıdır; alik al- yahut salamga alik al- : selâma karşı cevap vermek.
aliment
r. (karıya ve çocuklara verilen) nafaka.
alip
a. elif, alfa (arap alfabesinin birinci harfidir ve dikey küçük değnek şeklindedir; alipti tayak dep bilbegen: karacahil (harfiyen: elifin değnek şeklinde olduğunu bile bilmeyen).
alipbee
a. 1. alfabe; alipbee ireti: alfabe sırası; 2. alfabe kitabı.
alipbeelüü
alfabeye mensup; alipbeelüü kinege: alfabe kitapçığı.
alk
a. tabiat, seciye;alkı buzuk yahut alkı ketken: vicdansız, hayasız.
alka
I, caka ve şalka sözlerini tekidir; alka- cakadan al- : mec. gırtlağa sarılmak. IIa. dn. 1. dervişlerin dinî âyin yaparken topalanarak pturmalarından varlığa gelen daire; 2. dervişlerin dinî âyini.
alka-
III, takdis etmek, hayır dua etmek.
alkak
1. çocuk beşiğinin her iki yanındaki kavisler; 2. çenber; 3. coğ. mıntaka; melüün alkak: mutedil mıntaka.
alkamdu
a. dn. hamd (allaha şükretmek).
alkı
şalkı sözünün tekidir; alkı- şalkı.
alkılda-
şiddetle, gayretle ileri atılmak, nbaşını sallıyarak ileri doğru saldırmak.
alkıldaş-
müş. alkılda- dan.
alkıldat-
ileri atılanı durdurmak; alkıldatıp ur- : kurtulmıyaçalışanı bir eliyle tutarak, öteki eliyle dövmek.
alkıldoo
işs. alkılda- dan.
alkım
a. 1. gırtlak (hulkum : M.) , boğaz; cegeni alkımınansıgılsın! (başlıca rüşvet almalar hakkında) : yediği boğazına tıkansın! ; aş içse, alkımınan kürünöt (dilber hakkında): yerken yemek gırtlağından görünüyor (teni o kadar nazik) ; 2. dağ eteği.
alkın-
nefes tutulmak, ateşlenmek, kızmak ileri atılmak, saldırmak, gayretle hücum etmek, taşkınlık etmek, ileir hareket etmek için özenmek; at alkındı: at ileriye atıldı; nar töönü örgö tartsa- alkınar ats. eğer deveyi yokuşa doğru çekersen, o, bütün kuvvetiyle ilerler.
alkınt-
et. alkında- dan; altıñdı alkıntpa: atını ateşlendirme, ona gemi azıya almıya müsaade etme.
alkınuu
işs. alkın- dan.
alkış
1. hayırdua; 2. selâmlama, hamdü sena, şükran; alkış al- : teşekküre, hamdü senaya mazhar olmak; alkış kat: taktirname, şerefhattı; kızuu alkış : şiddetli alkşılama.
alkışta-
taktis etmek.
alkagol
r. alkol.
alla
(yalnız eski mekteplerde okuyanların lisanında) = alda I.
alma
elma;alma cıgaçı : elma ağacı, alma baş (destanda) : tüfek ismi.
almaç
yahut almaç- telmeç: asılı duran yahut her tarafa çıkık bir halde;almaç örgöç atandar: sarkık hörgüçlü develer.
almak
almak salmak bk. salmak I.
almaluu
elması, elma ağacı bol olan;almaluu cer: elması, elma ağacı mebzul olan yer.
alman
I = algır;alman bürgüt közdöngön: avcı kartal gözlü. II, vergi, haraç.
almanax
r. almanak.
almas
f. elmas; almas kılıç: âlâ çelikten yapılan kılıç.
almaş
I, nöbet, münavebe.
almaş-
II, nöbetleşmek, değişmek, başka bir şekle girmek.
almaşıl-
değiştirilmiş olmak, birinin yerine başkası koyulabilmek.
almaşıluu
işs. almaşıl- dan.
almaşın-
değişmek, başka şekle girmek.
almaştır-
değiştirmek, başka şekle sokmak; gizlice değiştirmek; birinin yerine başkasını koymak.
almaştıruu
işs. almaş- II, den; partiya dokumentterin almaştıruu: parti vesikalarını dğeiştirme; almaştıruuga mümkün bolbogon: değiştirilmez.
almaşuu
trampa, mübadele.
almurut
f. armut.
aloo
f. alev.
aloolon-
1. alevlenmek, alevlenerek yanmak; beti aloolonup kızarıp çıktı: yüzü yandı; 2. buram buram fışkırmak (diyelim, şiddetli alev hakkında).
aloolont-
et. aloolon- dan; aloolontup attarın folk. : atlarını kızdırarak.
alp
I, aşırı uzun ve iri boylu mefhûm insan cinsi (geant); bahadır, kahraman; ilgerkinin alpı köp, alpınan kalpı köp ats. : eski zamanlarda alplar çok olmuş, ancak kalpları (sahteleri) daha fazla olmuş; alp kara kuş bk. kuş I. II, alp dedire sugundu folk. : hırsla yuttu.
alpar
= alıp bar (bk. al IV)
alpeşte-
birisiyle fazla meçgul olma, bir çocukla uğraşır gibi uğraşmak.
alpeyle-
yaranmak için uğraşmak; anı alpeyleyt: onun önünde yaltaklanıyor.
alpeyleş-
müş. alpeyle- den; anı urmattaşat, alpeyleşet: onu sayıyorlar, onun karşısında yaltaklanıyorlar.
alpıldat-
= apıldat.
alpuruş-
= alpalış; bala menen alpuruştum: çocukla uğraştım.
alsıra-
takatten düşmek.
alsırat-
takatten düşürmek
alsıratuu
işs. alsırat- tan.
alsıroo
işs. alsıra- dan.
alsız
halsiz, gevşek, kuvvetsiz.
alsızdan
halsizlenmek, kuvvetten düşmek.
alsızdık
zaiflik, kudretsizlik, kuvvetsizlik.
altadar
= altı atar (bk. altı)
altay
bir nevi tilki.
altayla-
“altay!” diye haykırmak (cidale davet haykırması)
altek
altek- teltek- bas- : gevşek, korka korka basmak.
altı
altı atar: altı atımlı.
altıgana
sarı akasya (çalı).
altılık
(oyun kağıdında) altılık.
altımış
altmış.
altımışınçı
altıncı.
altın
altın, altından olan.
altınçı
altıncı.
altında-
altınlamak, altın sürmek, altınla işlemek.
altındat-
et. altında- dan.
altındattır-
et. altındat-tan.
altınduu
altınla süslenmiş, işlenmiş, altın sürülmüş.
altoo
altı, altı tane.
altündö
bk. tün I.
aluu
1. alma, kabul etme, tesellüm; 2. satınalma, mat. tarh (çıkarma).
aluuçu
1. tesellüm edici; 2. satın alıcı (müşteri).
aluuçuluk
satıp aluuçuluk bk. şık.
alximiya
r. ilmi simya (alchimie).
amal
a. 1. amel faaliyet, hareket; esep amalı mat. amelî hesap; tört amal: mat. : dört amel (ameli erba) ; teskeri amal mat. : makûs amel; 2. vaziyetten çıkmak çaresi, hiyle, kolayını buluş; amalı köp: kurnaz, hiylekâr, çevik, çareler bulan, çıkar yolunu bulan; amal cok: çare yok, çıkar yol yok, imkânsız; amalım caman tügöndü: ben gayet müşkül, içinden içinden çıkılmaz vaziyetteyim;amalın tababız: çaresini buluruz; emi amalım ne bolot: ben şimdi ne yaparım? , bu vaziyetten nasıl çıkmalı, şimdi bana çıkar yol nerede? ; amal barbı? : yapılacak bir şey yok, bu vaziyette ne yapılabilir?
amalda-
bir kolayını bulmak, hiyleye başvurmak, işin içinden sıyrılmak; vaziyetten bir çıkar yol bulmak; amaldap al- : herhangi bir nesneyi almak için hiyleye başvurmak; amaldap karmadı: ustalıkla yakaldı.
amalduu
çevik, işin içinden sıyrılmasını bilen, çıkar yolunu bulan.
amalkeç
a- f. = amalköy.
amalköy
a- f. hiylebaz, kurnaz, el çabukluğiyle iş gören.
amalsız
1. müşkül vaziyete konuşmuş olan; 2. zaruret ilcasiyle (bu mânâ ile daha fazla amalsızdan şekli kullanılır)
amalsızdık
içinden çıkılmaz durum, müşkül durum.
aman
a. mesut, tam eksiksiz; aman alıp kal- : mütezarrır olmadan kalmak; aman bol! : sağ ol! amansıñ bı? : 1) sağ mısın? ; zararsız mısın? ; 2) merhaba! ; aman aldıñbı? : herhangi bir şeyi bütün ve zararsız olarak aldın mı?
amanat
a. 1. muhafaza edilmek üzere verilen şey; rehin; amanat kassası: tasarruf sandığı; 2) (bilhassa folklorda) sık sık “can” ın sıfatı olarak kullanılmaktadır: amanat canga ölüm ak ats. : emanet cana ölüm muhakkatır.
amançılık
saadet, bütünlük.
amandaş-
karşılıklıca sağlık, esenlik sormak, selâmlaşmak.
amandaştır-
et. amandaş-tan.
amandaştıruu
işs. amandaştır-dan.
amandaşuu
işs. amandaş- tan.
amandık
1. = amançılık; 2. selâmlama; amandık aytsa, şügür cok folk : “merhaba” dedi, cevap yok.
amaz
= namaz.
ambal
çin. amaban (Çin Türkistanında kaza âmiri).
ambulatoriya
r. revir.
amır
a. emir, buyruk; amır tut- : emri yerine getirmek, emire, talebe boyun eğmek.
amırken
r. 1. amerikalı, amerikaya mensup; 2. amerika tohumundan yetişen pamuk; 3. cilâlı deri; amırken ötük: cilalı çizme.
amız
= namıs.
amızdan
= namıstan.
amızköy
= namısköy.
amızköylük
= namısköylük.
amirken
= amırken.
amma
= amme.
amme
f. hepsi, hep, heme.
amortizatsiya
r. bir borcun itfa edilmesi, amortissement.
an
. bk. al II.
anaçı
1. ebe, kabile; anaçı kir- : ebelik mesleğine girmek; ebelik etmek; açki özü tuuy albay atıp, kovgo anaçı kiriptir ats. : keçi kendisi doğuramamışken, koyuna ebelik etmiye gitmiş. 2. = eneçi.
analiz
r. tahlil, analyse.
anan
ondan sonra, sonra, ötekinden sonra; anan emine kılu kerek? : sonra ne yapmak lâzım? ; anançı? : öyle değil mi? , öyle değilse, başkaca nasıl olur?
anar
f. nar (bitki ve meyva.)
anarxist
r. anarşist.
anarxiya
r. anarşi.
anarxisizm
r. anarşizim.
ancı
eki ancı: iki ihtimalli, şüpheli; köñülüm eki ancı bolup turat: müterreddidim; el eki ancı bolup uruş boldu: halk ikiye ayrıldı dövüş vukua geldi.
ancır
f. incir.
ança
o kadar, işte bu kadar, oldukça çok; ança emes : pek okadar (çok, büyük, iyi ve s.) değil; ançamınça: biraz; ança bolboy = añgıça bolboy (bk. añgıça).
anşalık
o kadar, o derece; ançalık emes: pek o kadar değil; ançalık biyik emes: pek o kadar yüksek değil; işteri ançalık cakşı emes: işleri o kadar iyi değil.
ançeyin
şöyle böyle; düpedüz; ançeyin keldim: böyle geldim (muayyen bir maksadım yoktur).
anda
orada; o zaman; anda- mında: şurada burada; anda- sanda: arada sırada, nzaman zaman, nâdiren: anda- sanda kele koyot: arasıra geliyor.
andaala-
muhteklif cihetlere dağılmak, darma dağınık olmak; andaalap çaap ketti (atlılar) : dağılıp gittiler; andaalap kar tüşüp turat: kar sepeliyor.
andagı
oradaki.
andakı
= andagı.
andan
1. ondan, şundan, oradan; 2.ondan dolayı, sonra, ondan sonra.
anday
o gibi, bu gibi, böyle, öyle; anday bolso: öyle ise, o halde; anday (yahut alay) bolsun! haydi öyle olsun! (iyilik dileyene cevap) ; andaymınday degiçe folk. : kaşla göz arası, çabucak.
andayeki
işte eğer.., işte bakalım; menin sözümö könböyt, andayeki atası kelsinçi; künböğönün köröyün: benim sözümü dinlemiyor, bakalım babası gelsin de onun sözünü dinlemediğini görelim.
andelek
f. çabuk yetişen bir çeşit kavun (Orta asyada yaşıyan Rusların dilinde) ; engelek, angeleyka, handaliak, xandaliaçka.
andıktan
onun için, o sebepten, şunun tesiriyle.
andızda-
(at üstünde) alabildiğine koşmak; andızdap çaap cüröt: dolu dizgin gidiyor.
andızdat-
et. andızda- dan.
anet-
(anı et; telâffuzda “t” incedir) : öyle hareket etmek, öyle yapmak; anetip (antip) ; öyle, o suretle; anetkende (antkende) : eğer öyle hareket edilirse, o taktirde; anetseñ (antseñ) : eğer öyle hareket edersen; anetkeni (antkeni) : bu ise onun için; antpese = aytpasa.
anetil-
mut. anet- ten; anetilgen tagtırga: o taktirde.
anetiş-
(söylenişte : antiş) müş. anet- ten; nege antişet? : onlar nereden öyle hareket ediyorlar? neden öyle yapıyorlar?
añ
I,çukur, sel yeri, selin açtığı yol. II, yabani hayvan, şikâr; añuulap çıktım: avlanmaya çıktım. III, fikir, şuur;sayası añ: siyasî şuur, siyasî gelişim. IV, tañ II nn teki, añ- tañ.
añçı
avcı.
añçılık
avcılık.
añda-
anlama, künhüne varmak.
añdat-
et. añda- dan.
añdı-
beklemek, tarassut etmek.
añdış-
müş. añdı- dan.
añdoo
işs. añda- dan; aytkan sözdü añdoo kerek: söylenen sözü anlamak gerek.
añdooston
ansızın, beklenmeksizin, birdenbire.
añdoosunan
= añdooston.
añduu
I, şikârı bol olan. II, şuurlu, kavrayışlı, söz anlar. III, izinden yürümek, gözetlemek, takibetmek. IV, çukurluk.
añduuçu
izin üzerinde yürüyen, gözetliyen, bekliyen, pusuda duran, takibeden, daima kovalıyan.
añgek
kazılmış çukur, selin kazdığı yol, suyun eştiği kıyı.
añgeme
1. musahabe, hikâye, yeni haberler; kalada emine añgeöe bar? : şehirde ne gibi haberler var? , şehirde ne giib lâkırdılar var? ; 2. geçmiş zamanlar (olup bitenler) hakkında anlatma; azırkı kepti taştaşıp, añgemeni baştaşıp folk. : bugünküler hakkında lâkırdıyı bırakarak, geçmişler hakkında konuşmıya başladılar.
añgemeçi
añgemeçil, neşeli, eğlenceli hikâyeler anlatmayı seven.
añgemele-
hikâye söylemek, anlatmak.
añgemeleş-
öteden beriden konuşmak, lâf atmak.
añgemeleştir-
et. añgemeleş- ten.
añgemeleşüü
sohbet etme (bir vetire olmak üzere).
añgemelüü
añgemelüü kişi: istifadeli, neşeli sohbettaş.
añgezer
= eñgezer.
añgıça
ona kadar, o sırada, o esnada; bolbodu yahut añgıça bolboy: bu da olmadı, dada on akadar, daha bu vukua gelmemişken... men küngönümdü aytıp bereyin dedi “gu-gu” degen dabış çıktı: gördüklerini anlatmak istiyordu, derken çınlayan bir ses işitildi.
añgır
: añgır- tuñgur: eğri büğrü.
añgıra-
1. anırmak (eşek hakkında) ; nâhoş sesler çıkarmak; 2. hayvan, ağzını geniş açmak, açık kalmak; 3. gayri meskûn olmak.
añılda-
1. ulumak, bağırıp çağırmak; añıldap ıyladı: ağzını geniş açarak, yüksek sesle ağladı; añıldap ırda- : yüksek sesle ve nâhoş bir surette şarkı söylemek; añıldap eşikten şamal kirdi: kapıdan rüzgâr şiddetle girdi: 2. açık konuşan, içi dışı bir5 olan.
añıldaak
geveze, boşboğaz.
añıldat-
et. añılda- dan; añıldatpay ünüñ bas: sus! yırtınma!
añır
I, Rusçası”atayka” : Beyazdeniz ve Kamcatka ördeği, anas tadorna.
añır-
II, tereddüt ve kararsızlık içinde kalmak, şaşalamak, apışıp kalmak; añırıp karap kaldı: hazin ve şaşkın bir halde bakıyor; añıra çaap ketti: (atlı) cin çarpmış adam gibi dört nala koşturup gitti (maksat ve istikamet gözetmeksizin).
añırakay
büyük bir yarık manzarası arzeden, büyük boş saha (diyelim gayet geniş dağ geçidi)
añırañda-
1. kendisinin hareketlerinde, burun delikleri geniş olan kimseye benzemek, benzetilmek; 2. kudurmuşçasına, söverek atılmak.
añıray-
ardına kadar açılmak, açık kalmak; eşik añırayıp açılıp turat: kapı ardına kadar açık durıyor; 2. ağzını açarak bakınıp durmak, aptalca ve şaşkınca bir çehre arzetmek; añırayıp tañ kaldı: şaşmaktan ağzı açık kaldı.
añırayt-
et. añıray- dan; ooz añırayt- : ağzını geniş açmak.
añrıt
I, tahkik olunmamış şayialar, lâkırdılar, deikodular.
añırt-
II, et. añır II den.
añız
I, tarla, sürülmekte olan toprak; kısır añız: sürülmemiş tarla, kıraç. II, gönül okşayıcı şayialar; añız kıl- : meraklanmak, meraktan çatlatmak; atka minip celgemin, añız kılıp kelgemin folk. : ata binerek, yeleidirerk gittim, meraktan çatlayarak buraya geldim.
añgi
1. (ögürü olmıyan) sık sık yüksek sesle kişneyen (aygır) ; 2. mec. (hafifmeşrep olan kadın hakkında).
añgil
= añkildek.
añka
= suusa.
añkay-
I, birteviye, baştanbaşa. II, geniş açılmak, açık kalmak.
añkayt-
et. añkay II den.
añkı-
çıkmak, yayılmak (koku hakkında).
añkılda-
inlemek (köpek hakkında) ; añkıldabay tim otur: rahat otur, inleme; it añkıldap üröt: köpek inleyerek havlıyor.
añkıldoo
işs. añkılda- dan.
añkıt-
çıkarmak, yaymak (koku hakkında).
añkıy-
insanlardan boş kalmak, tenhalaşmak.
añkildek
bir çocuk oyununun adıdır.
añkişte-
hırslanmak, sinirli sinirli konuşmak.
añkoo
safdil, saf, aptalca, basit, safderûn; ak koydon añkoo, boz koydon momun ats. : sudan daha yavaş, ottan daha alçak (harfiyen: beyaz koyundan daha saf, boz koyundan daha yavaş, sâkin)
añkoolon-
yalandan saf gibi görünmek.
añkooluk
aptalımsılık.
añkoosu-
yalandan saf görünmek, anlamazlıktan gelmek.
añkoosun-
(mana itibariyle) = añkoosu.
añkuş
(dağ sıçanının) acı acı bağırması.
añkuşta-
1. acı acı bağırmak (dağ sıçanı hakkında) ; 2. mec. : boşu boşuna gevezelik etmek.
añrakay
= añırakay.
añray
= añıray.
añsa-
1. susaman, susamaktan bitap düşmek; 2. mec. can atmak (şiddetle arzu etmek).
añsız
şuursuz, inkişaf etmemiş, cahil.
añsızdık
gelişim eksikliği (akıl cihetinden) ; şuursuzluk; cehalet.
añşay-
1. (ihtiyarlıktan) dişsiz kalmak; tişi tüşüp añşayıp kempir bolup kalıptır: dişleri dökülerek, bir dişsiz kocakarıya dönmüştür. 2. (aralıktan) kemik kesilmek.
añtar-
1. tersine çevirmek, 2. birisinin üzerini veya evini araştırmak
añtara
tersine, içini dışına getirerk; tonun añtara kiygender yahut tonun añtarasınan kiygender: 1) kürkü tersine çevirenler; 2) mec. : içtimaî menşelerini saklıyanlar, tufeylîler.
añtarıl-
tersine çevrilmiş olmak.
añtaruu
tersine çevirme
anı
bk. al II.
anık
aşikâr, şüphesiz, hakikî, mevsuk; anık kabar: mevsuk haber; anık boldu: tevazzuh etti, aydınlandı, muhakkak surette bilindi; anık müçö: hakikî aza.
anıkı
onun, ona ait olan.
anıkta-
noktası noktasına aydınlatmak, tesbitetmek; anıktap ayt- : tam ve muayyen olarak söylemek; bararıñdı anıkta: gidecek misin, gitmeyecek misin, doğru olarak söyle.
anıktal-
muhakka olarak bilinmek, sabit olmak, tavazzuh etmek.
anıktat-
et. anıkta- dan.
anıktoo
tam olarak aydınlatma, tesbitetme, tereddüde mahal bırakmama.
anın
bk. al II .
anıy
= aniy
aniy
1. niçin? ; 2. çoc. istemiyorum, istemez.
anket
= anketa.
anketa
r. anket; anketa kagazı: anket yaprağı; anketa toltur- : anket yaprapını doldurmak; ankete tolturt- : anket kağıdını doldurmak.
anneksiya
r. ilhak, annexion.
ansayın
bk. sayın I.
ansız
bk. al II.
ant
I, es. yemin, ant; ant iç- : yemin etmek, ant içmek, tahlif ettirilmek; ant içir- : tahlif etmek, yemin ettirmek; antka cet- : andını tutmak; ant şert: yemin; ant içerek söz verme; ant urgan yahut anturgan: mel’un.
ant-
IIbk. anet.
antogonizm
r. tezat, antgonisme.
antala-
1. başkalarının omuzları üzerinden bakarak, arkadan sıkıştırmak, kalabalığın üzerinden bakarak ileriye sokulmak; 2. mec. : şiddetle arzu etmek.
antalañda
= antañda.
antañda-
telâş etmek, apışmak.
antenna
r. anten.
antisemit
r. yahudi aleyhdarı.
antisemitizm
r. yahudi aleyhdarlığı.
antiş-
bk. anetiş.
antkeni
bk. anet.
antkor
k- f. 1. ant bozan, yalancı, iftiracı; 2. yalan (sahte) , münafık; antkor söz: sövüş (sövme) , bühtan; antkor külkü : yalancı (ca’lî) gülüş.
antkorsu-
bilmezlikten gelmek, yalandan hayret izhar eylemek.
antkorsun-
(mânâ itibariyle) = antkorsu- ; antkorsunup küldü: yalandan güldü.
antkoru
yalandan; antkoru küldü: yalandan gülmiye başladı.
antpese
= aytpasa.
anttaş-
antlaşmak; anttaşıp dos bol- : antlaşarak dost olmak.
anttaştır-
et. anttaş- tan.
anttaşuu
işs. anttaş- tan.
anttuu
antlı, yeminli; unutpas anttuu coldoşum folk: unutulmaz sadık arkadaşım.
anturgan
bk. ant. I.
ap
I, “a” ile başlıyan kelimelerin önüne takviye etmek için konulur; ap- açık : bütün açık, tamamiyle vazıh; başka örnekler için appak, apakay sözlerine bk. II, 1. hav! (köpek hakkında; 2. vay, seni! (korkutma enterjeksiyonu).
apa
büyük hemşire, anne; ayıl- apa: avul (obalar yığınağı) ; avul ahalisi; ayıl- apa boluñar: aranızda dostça, barış içinde yaşayın! ; ayılapañarda: siizn avluda; ayıl- apabız menen: avuldaşlarımızla birlikte.
apak
= appak.
apakay
1. beyaz, apak: ap- apakay: bembeyaz; 2. çoc. : güzel, iyi.
apala-
“apa” diye çağırmak (yaşça büyük kadını) ; “anne” diye seslenmek.
apaloo
işs. apala- dan.
apan
apan- tapan : kaba saba; aran- tapan; caman çapan, iyri komuz, çolpon cıldız (bilmece) : kaba saba, kötü, palto, eğri komuz (kopuz), zühre yıldızı (töö deve)
apapta-
es. (sahte tabipler usuliyle) boğazdaki şişi tedavi etmek(ocağın ayağı yanındaki kül alınır ve tazarru sözleri okunarak, boğaza koyulur)
apar
bk. al IV, 1.
aparat
= apparat.
apartunizm
= opportunizm
apas
= apaz.
apat
a. afet; tabiatın getirdiği felâket; apat aydagır! : sığır hayvanları için ilenç sözü.
apaz
a. nefes; caman apaz ayt- : muvaffakiyetsizlik tahmin etmek, fena iş hakkında kehanette bulunmak, muvaffakiyetsizliği önceden haber vermek; mec. : karga ötmek.
apazıtsiya
= oppozitsiya.
apçil
kömür maşası.
apende
rum. saf, aptalımsı.
apendi
= apende.
apı
a. lûtuf, merhamet, afiv.
apıkele-
1. (büyük hemşireye) “ablacık” demek; 2. okşanmak ister gibi hareketlerde bulunmak (insanlar hakkında).
apıl
apıl- tapıl: acelelikle, telâşla.
apıldaş-
acele etmek, telâş etmek,
apıldat-
acele ve hırsla yemek, apıldatıp aşadı: acele tıkanarak yedi.
apıñ
apıñ- upuñ kılıp ketti: (sahte tabip) şöyle böyle tedavi etti.
apırañda-
övünmek, farfaralık etmek.
apırık
mübalâğa, farfaralık.
apırt-
mübalâğa etmek, yalan söylemek; apırtıp ayttı yahut apırtıp süylödü: mübalâğa etti, olmadık şeyler söyledi.
apıt
teessüf, pişmanlık; apıtta kalba: sakın pişman oolmıyasın; apıtka ket- : beyhude yere mahvolmak, hebaya gitmek.
apirativtüü
= operativdüü.
apiril
kon = aprel.
apişe
kon. = afişa.
apiy
vay, vah vah, ne oluyoruz!
apiyim
afyon.
apiyimçi
afyon tiryakisi.
apkaarı-
şaşırmak, apışıp kalmak; apkaarıp söz aytalbay kaldı: şaşırdı ve tek bir kelime söylüyemedi.
apkıt
ayakkabının huşağacı kabuğundan yapılan ökçe kısmı.
apkiç
f. su taşırken omuzlara konan eğri sırık.
appak
(ap+ak) büsbütün ak, bembeyaz.
apparat
r. cihaz, appareil.
aprel
r. Nisan.
aps
= apsi.
apsala
a. ruhî hâlet; apsalası bas- : cesareti kırıldı; surat astı; apsala söz: boş söz, lâfü güzag; apsala sözüñdü koy: boş sözlerini bırak; apsalaga çappa: her saçma sapan sözlere inanma.
apsañda-
hareketlerinde, sakalı, bıyığı uzamış olan ve kendisine gençlerin yaptığı işler yakışmıyan yaşlı adama benzemek; apsañdap maa emine bar? : ben ihtiyara ne gezer? ; hayır bana artık bu yaşta yakışık almaz.
apsay-
1. sakalı bıyığı uzamış adamın suratına malik olmak; 2. tüy ve kıl ile kaplanmış olmak.
apsıy-
fazla tüylü, kıllı olmak.
apsi
a. nefs, heves; apsisi caman yahut apsisi buzuk: harîs; apsiñdi tıy: nefsini tut, hırstan vazgeç.
apta
f. hafta; apta künü toy berip folk. : bir hafta süren ziyafet çekerek.
aptabuz
kon. = avtovuz.
aptama
f. yıkanmıya mahsus liğen, ibrik ve s. içine alan masa, lâvabo.
aptamabil
kon. = avtomobil.
aptap
f. güneş, afitap; güneşin şuaları; güneşin ılıklığı; aptapka cat- : güneşte yatmak; kün aptabı tiyerde folk. : güneş ısıtmıya başladığında.
aptarıyat
kon. = avtoritet.
apteek
f. dn. kuranın yedide bir kısmı; heft’yek (eski mekteplerde okuma öğretmek için bir ders kitabı olarak kullanılan kitaptır).
aptek
kon. = apteka.
apteka
r. eczane.
aptıguu
işs. aptık- tan.
aptık-
(heyecandan, şiddetli nefes darlığından) söz kesilmek; aptıgıp ayta albadım: (korkudan) tek bir kelime söyliyemedim.
aptıktır-
şaşırtmak; tek bir kelime söyliyemez derecede korkutmak.
aptoroy
hep; hepsi; kâffesi; baştanbaşa.
ar
I, f. her; ar bir: her biri, herkes; ar kim: her kim; ar cerde: her yerde; ar dayım yahut ar kezde: daima; her zaman; her vakit; ar oyluu (adam) : sabit bi fikre malik olmıyan; ar türdüü: her türlü, mütenevvi; ar kıl- = arkıl; ar kim iç oorusun özü bilet ats. : herkes içinde nesi acıdığını kendisi biliyor; ar kanday: her türlü, muhtelif. II, = nar. III, a. vicdan; hayâ, âr; arı çok: arsız, vicdansız; hayâsız, utanmaz; ar kör- : haysiyet kıran saymak; ar keldi: utandı; arına keltirdi: utandırdı. IV = arı I. V, kaydagı ar koşkondon kurulgan: her ormandan birer çam; dermaçatma.
ara
1. ara, fasıla; iki nokta arasındaki mesafe; öz ara: aramızda; öz ara cardam: karşılıklı yardım; öz ara uruş: dahilî harp, vatandaşlar savaşı; araga cür- yahut araga tüş- : hakemlik rolünü kabul etmek, barıştırıcı sıfatiyle ortaya çıkmak; arabızda (sıkı ve samimî bir muhit bahis mevzuu olduğunda) ; artel müçölörü arasında: zanaatçı birlikleri âzâları arasında; tez arada yahut tez (cakın) aranıñ içinde : yakın zamanda; aradan 45münütçö ötköndön kiyin: aradan takriben 45 dakka geçince; arabök = arabök; ara- çolo bk. çolo I ; iç ara bk.iç I 1. 2. münasebetler, ilgiler; arabız çakşı: aramız iyidir; aramızda tatsızlık yoktur; 3. zamanından evvel doğmuş; ara kuzu: zamanından önce doğan kuzu; ara tuu- : zamanından evvel doğurmak yahut doğmak; ara tuup koyuptur: vaktinden evvel doğuruvermiş: ara zat: arada (ne öteye ne de beriye) ne biizmki, ne sizinki; ara zat kal- : belirsiz bir durumda kalmak; mütereddit, şaşkın bir halde kalmak; 4. nişan, hedef; atıp cürsö, ak kelte araga cetpey tüşpögön folk. : tüfekten attığı zaman nişana muhakkak değdirirdi.
araa
f. testere.
araaçı
testereci.
araala-
testere ile biçmek.
araalat-
et. araala- dan.
araan
I, oozun araanday açıptır: ağzını geniş açmış; araanı açılgan: doymaz, açgözlü; añ ele araanı açılıptır: aşırı açgözlülük ediyor; başkasının mülküne pek fazla göz koyuyor; araan talaa: çöl. II, tar. müfreze (ordu üç araan’a bölünüyordu: oñ aran : sağ; sol araan: sol ve orto araan: sol ve orta müfrezeler) ; araanı cürüp turat: işleri iyi gidiyor.
araanda-
şiddet kasbetmek; suuk ansayın araandadı: soğuk gittikçe şiddet kesbetti.
araandat-
şiddetlendirmek.
araandatuu
şiddetlendirme; büyütme.
araba
araba; ot araba: lokomotif.
arabaçı
= arabakeç.
arabakeç
k- f. arabakeş araba çeken (yük arabacısı).
arabala-
(yalnız folklorda geçen zaman gerondifi şeklinde) : arabalap taşıyt: arabayla taşıyor; araba araba.
arabalat-
et. arabala- dan; arabalatıp taşıttım: arabayla taşıttım.
arabök
bir şeyden mahrum olan, aradığımda bulunmıyan kimse; “ne bizimki ne siiznki”.
araça
(dövüşenleri yahut kavga edenleri ayırma) ; araça, araça: ayır, ayır!
araçacı
(kavga edenleri veya dövüşenleri) ayıran kimse; araçaçıga altı tayak: aracıya altı sopa.
araçala-
(kavga edenleri veya dövüşenleri ayırmak) ; arasına düştü deyt folk. : barıştırıcı sıfatiyle ortaya çıktı ve (onları) ayırdı.
arçalat-
et. arçala-dan.
araçaloo
(kavga edenleri veya dövüşenleri) ayırma.
araçı
iki kabiyle, avul veya ahali zümresi arasında aracılık eden (onun uhdesine barışma için bir zemin bulmak düşüyordu)
arak
votka, rakı; arak kaynat- yahut arak tart- : rakı yapmak; arak kanatuuçu: rakıcı, evinde rakı yapan.
arakeç
k- f. ayyaş.
arakeçtik
ayyaşlık.
araket
a., hareket; çalışma; teşebbüs; uğraşma; araket kılsañ- berek ats. çalışırsan bereket bulursun; kıştın areketin kılıp atam: kış için ihtiyat (lâzım olan her şeyi) hazırlıyorum; araketke tüş- : işe başlamak; faaliyete geçmek; soguş areketi: askerî harekât.
arekette-
harekete getirmek; faaliyete geçmek; kolu- butum menen arakettep: ellerim ve ayaklarım ile harekete getirerk.
areketten-
hareket etmek; teşebbüs etmek; çalışmak; çabalamak; emine ele arekettenip atasıñ? : neyle uğraşıyorsun?
arekettenüü
işs. areketten- den.
areketteş
karşılıklıca hareket eden; hep beraber iş gören.
araketteştik
karşılıklıca hareket.
arekettüü
müteharrik; faal.
arakkeç
arakeç.
arakkeçtik
= arakeçtik.
arakkor
= arakor.
arakor
k- f. ayyaş.
arakorduk
= ayyaşlık.
aral
ada; eki suunuñ aralı; nehrin iki kolu arasındaki ada; carım aral: yarımada.
arala-
bir şeyin arasında gezmek; tokoy aralap: ormanda dolaşarak; tınçtık aralapturdu: sükûnet hüküm sürüyordu; sakal murutun ak aralap kalgan: sakalı bıyığına kır serpmiş.
aralaş
I, karşık; karıştırmak suretiyle; uyku aralaş: yarı uymuş halde; yarı uykuda iken; cibek aralaş: yarı ipekli.
aralaş-
II, 1. karışmak; mezcedilmek; bul işke men aralaşpaymın: bu işe ben karışmayacağım, bu işte benim iştirâkim yoktur.
aralaştır-
et. aralaş- II den.
aralat-
et. arala- dan; arak menen bozonu aralata aşagan folk. : kâh votka, kâh boza içiyordu.
aralattır-
et. aralat- tan.
aralcı
bir dereceye kadar başkasının yerini tutabilen; bedel; tamakka aralcı bolot: (bu) bir dereceye kadar yiyinti yerini tutuyor; carma togoçko aralcı bolot: övütülmüş arpa veya buğday çorbası (bk. carma) bir dereceye kadar ekmeğin yerini tutuyor.
aralık
el aralık: milletlerarası, beylemilel, enternasyonal.
araloo
bir şeyin arasında gezme; araştırma.
aram
a. (adal’ın karşıtı) pak olmıyan; necis; dince memnu olan, haram; aram öl- : 1) (hayvanlar hakkında) : gebermek (kesilmiş olmak; bu gibi hayvanın eti necis sayılır ve yenmez) ; 2) söv: tövbe istiğfarsız gebermek; moldo köp bolso, koy aram ölöt ats. : yedi dadının baktığı çocuğun gözü çıkmış (harfiyen: hoca çok olunca koyun haram geberir); aram kıl- : pisletmek; aram pööş bk. pööş; içi aram sinsi; içinde fena fikirler ve maksatlar saklıyan; aram oy: fena fikir; caniyane düşünceler; aram tamak: çalışmadan yiyip içen, tufeylî; aram peyil : bethah; suikast; desîse;aram peyildik: bethahlık; suikastlik; aram peyilden- : suikast tertibetmek; desîse kurmak; aram oyluu: fena fikirli; aram ter yahut aram terdik: iktidariyle mütenasip olmıyan ve faydasız uğraşma; kendini zorlama; aram sana: bozuk fikirli.
aramda-
pisletmek, telvis etmek.
aramdal-
pislenmek, telvis edilmek.
aramdık
1. haramlık; necislik; fena fikirlilik; bozuk düşünce; saklanan bir fikir; aramdık kıldı: namussuzca, fena hareket etti.
aramdoo
pisletme, telvis etme.
aramı
a- f. = aramzaa.
arampööş
= aram pööş (bk pööş)
aramsınt-
bir şeyi haram saymak, haramsınmak (dince memnu saymak)
aramzaa
aranıza, a- f. necis; leş.
arancı
= ancı.
arañ
ancak, hemen; müşkülâtla; arañ keldim: güç hal ile geldim; arañ kutuldum: arañ ele basıp cüröt: güç hal ile gezişyor; arañ ele ünü çıgat: sesi zor çıkıyor; arañ can: zayıf; bitkin; canlı cenaze; arañ- arañdan yahut arañdan zorgo yahut arañ degende: dar 8güç hal ile).
arapça
arapça; arap diliyle; arap alfabesiyle.
arapçalat-
arapça okumak veya konuşmak; bir işi arapvâri yapmak.
arapçıl
arap alfabesi taraftarı.
araşan
şans. 1. şifalı memba, sıcak kaynak; 2. haşlanmış (et hakkında) ; araşan kaynatıp ber- : (eti) haşla!
araşanduu
şifalı membaları bulunan.
araşıt
bir efsanevî böceğin adıdır.
araz
a. 1. kavgalılık durumu; 2. kavgalı olan; biz arazbız: biz kavgalıyız.
arazdaş-
kavga etmek.
araşdaştır-
kavga ettirmek.
arazdaştıruu
işs. arazdaştır- dan.
arazdaşuu
kavga, husumet.
arazdık
ara açılma; kavga.
arba-
büyü yapmak; sihir yapmak; tazarru, niyaz etmek; cılança arbaby otur! : yılan gibi fısıldama, hışırdama! ; sövme; cılan torgoydu arbadı: yılan tarla kuşunu böğüledi.
arbak-
a. ruh, ölünün ruhu; dedelerin ervahı; arbakka sıyın folk. : dedelerin ervahına sığınmak; onlardan istimdat etmek; arbak kongon kişi; 1) daima muvaffak olan adam; 2) es. muhterem insan; atababañdın arbagı konsun! : sana başarılar dilerim (harfiyen: üzerine dedlerin ervahı konsun!) : arbak urgur! : kahrol!
arbaktant-
methü sen aetmek: göklere çıkarmak.
arbaktuu
her işinde m uvaffak olan; talihli.
arbalañda-
it. arbañda- dan.
arbañ
I, arbañ- arbañ : ürpermiş; apışık. II, bk. arı III.
arbañda-
dimdik dikilerek yürümek (diyelim, arık, uzun boylu adam veya gayet yüksek tekerlekli araba ve s. hakkında).
arbap
a. efendi; hâkim (âmir).
arbaş-
1. karşılıklıca büyü yapmak; tehsir etmek (meselâ yılan veya herhangi bir diri varlık) ; 2.kavga etmek; karşılıklıca husumet beslemek; boy ölçüşmek; arbaşpay oturgula: kavga etmeden oturun!
arbaştır-
et. arbaş- tan; ceti kara koydu cılan menen arbaştır- : (halk inanışı) (yılan sokmasınakarşı bir ilâç olmak üzere) bir yılana yedi tane koyunu karşı koymak.
arbay
I = arbak.
arbay-
II, ürpermiş kılığa girmek; cürgömüş adamdın közüne arbayıp körünöt: örümcek insanın gözüne ürpermiş giib görünüyor; arbayıp- terbeyip : ürpererk, apışarak.
arbayıñkı
bir parça ürpermiş, dimdik dikilmiş; kolu arbayıñı tartıp sunuldu: parmaklarını açarak, elini uzattı.
arbayt-
ürpertmek; kolun arbaytıp: elini dimdik dikerek.
arbı-
büyümek; çoğalmak; işim arbıbay kaldı: istediğim kadar ve istediğim gibi yapamadım.
arbın
çok; pek çok , ekseriyet, büyük kısım; plândı arbın orundatuu: plânı fazlasiyle başarmak.
arbış
büyütme, çoğalma.
arbıt-
büyütmek; kuvvetlendirmek; külüt at çapkan sayın arbıtat: koşu atı ne kadar uzak koşarsa, okadar (yürüyüşünü) arttırır; mitaamdık kılganıñ menen dele arbıtalbaysıñ: ne kadar dolandırsan da onunla hiçbir şey elde edemezsin; tün arbıtıp mol cürdü folk. : geceleyin çok gezdi; daha bk. ör. arzıt.
arbıtıl-
büyütülmek; koş aydoo planı arbıtılgan: ekim plânı büyütülmüş.
arbıtuu
işs. arbıt- tan.
arbitraj
r. hakem usulü, arbitrage
arbuu
büyütme, arttırma.
arcak
(bk. arı I) : öteki taraf; arcakta: öteki tarafta; öte yanda; arcaktan: öte taraftan; oradan.
arça
ardıç ağacı.
arçaluu
ardıçlı; arçaluu cer: ardıç ağacı biten yer, ardıç ağacı mebzul olan mahal.
ardak
1. nazlı; şımarık; ardagım: canım, sevgilim (annenin çocuğuna söylediği okşama sözü) ; 2. şeref; saygı; ardak kagazı: şeref hattı; ardak taktası: şeref levhası; “ardak belgisi” ; ordeni: “şeref alâmeti” nişanı.
ardakta-
ihtiram etmek; saymak; alâkadar olmak; attı baksañ ardaktap, coogo berbes tar cerde folk. : ata alâka ile bakarsan, o seni zor dakkada düşmana vermez.
ardaktal-
sayılmak, ihtiram edilmek, araktaluu = araktuu.
ardaktoo
hürmet etme, sayma; alâka gösterme.
araktuu
muhterem, sayın; değerli; cardının canı ardaktuu, baydın malı ardaktuu ats. : fakirin canı kıymetli, zengini malı.
ardan-
1. utanmak; arlanmak; küsmek; hırsalanmak; muğber olmak; süzgö ardanıp: sözden küserek.
ardanış
müş. ardan- dan.
ardant-
utandırmak; kepaze etmek.
ardanuu
utangaçlık; vicdanlılık, vicdan azabı; arlanma.
ardayım
f- a. her zaman, daima.
ardeme
f- k. her türlü şey; her ne; ardeme- birdeme : her türlü şey.
ardık-
utanmak, arlanmak.
arduu
vicdanlı; mahçup; vesveseli; kuruntulu.
arenda
r. icar, kira; arendaga ber- : kiraya vermek; icar; arendaga al- : kira ile tutmak, isticar.
arga
= ayla, amal: kuvvet; çeviklik; çaresazlık; vaziyetten çıkabilme yolu; argam ketti (yahut tügöndü yahut kuuruldu) : çaresizim; müşkül durumdayım, vaziyetten çıkmak imkânını verecek olan bir çare bulamıyorum; argam ketti, ne kılarım bilbeymin: içinden çıkılmaz bir vaziyetteyim; ne yapacağımı bilmiyorum; argamdı ketirdi 1) beni müşkül, sıkı vaziyete koydu; 2) beni bıktırdı; arga- parga: her nevi vasıtalar ve çareler.
argamcı
kıldan veya yünden yapılmış ip.
argamcıla-
argamcıla bağlamak.
argamcılan-
argamcıla bağlanmak.
argamcılat-
argamcıla bağlamak, argamcıla bağlatmak.
arganday
= ar kanday (bk. ar I).
argasız
çaresiz, zarurî; mecburî, muztar; argasız bol- : mecbur olmak; argasız kıl- : mecbur eylemek.
argasızdan-
zorluk, çaresizlik hissetmek.
argasızdık
çaresizlik, zaruret, ıztırar.
argen
r. yahut argen sandık: lâterna çalgısı; argendin ünü: hoş ses; aytkan sözüñ argendey folk. : sözlerin ahenklidir, hoştur; ünüñ argen cez nayday folk. : sesin lâterna, bakır ney gibi (hoştur).
argı
I, cel argı: hafif rüzgâr,nesim.
argı-
II, hızlı koşmak (koşu atı hakkında).
argımak
argamak, (cins, asil at) ; argımaktın cakçısı çapsa- külük, satsa- bul ats. argımağın şusu iyidir, ki binilirse, koşu atı olur; satılırsa para eder.
argın
1. Çin mandasiyle evcil inek melezi; 2. melez, metis, hybride.
argıt-
et. argı- II den; teltoru at menen argıtıp folk. : doru at üzerinde dolu dizgin koşarak.
arı
I, ötede, öte yanda; arı tur: ötede dur! , öteye çekil! ; defol! ; bazardan arı: pazarın ötesinde; pazar arkasında; arı cak (talâffuzda arcak) : öte taraf; bazardın arcagında : pazarın öte yanında, pazarın arkasında; arı- beri : şöyle böyle; öteberi; arı oyloduk, beri oyloduk: öylede düşündük; aga arı ayttım, beri aytttım bolbodu: ben ona öyle de anlattım, böyle de anlattım, bir şey çıkmadı; arı- beri bastırıp cüröt: ileri geri geziyor; işsiz dolaşıyor; arısı eki, berisi bir ay: azamî iki, asgarî bir ay; arısı üç, berisi eki ere kün turamın: iki, azamî üç gün kalırım; mından arı yahut mından arı karay: bundan böyle; arı beri kıla saldı: şöyle böyle yapıverdi, baştan savma yaptı; şiliden (betten ve s.) tokat aşketmek, yapıştırmak. II, al menim arı dosum, arı atam; o, benim hem dostum, hem babamdır. III, yorulma, bitap düşmek; bitmek; zayıflamak; arıp- çarçap yahut arıpaçıp: bitâp düşerek, acıkarak; arıp- çarçap keldim: gelinceye kadar büsbütün bittim; attı arıganda kör, cigitti karıganda kör ats. : atı arıkladığında gör, yiğiti kocadığında gör; arbañ! : çalışnalara verilen selâm tarzı (harfiyen: yorulma!).
arık
I, zayıf; kurulmuş; açtın toktuğu bar, arıktın semizi bar ats. : aç doyabilir, zayıf semirebilir. II, ark (sulama kanalı) ; arık çap- : ark kazmak, ark açmak; akkan arıktan suu agat ats. : para paraya koşar, para parayı çeker(harfiyen: su aktığı arktan akar).
araıkcı
(rad.) kanal, ark kazmakla meşgul olan işçi.
arıksı-
kendini zayıf addetmek; arık gözükmeye çalışmak.
arıksın-
(mânâ itibariyle) = arıksı.
arıksınt-
arık saymak; zayıflığını yüze vurmak.
arıksıntuu
işs. arıksınt- tan.
arıksınuu
işs. arıksın- dan.
arıkta-
I, zayıflamak; kurumak; adam kursagınan aıktabayt, kulagınan arıktayt ats. : insanı iş kurutmıyor (harfiyen: insan miydeden zayıflamıyor, kulaktan zayıflıyor). II, (rad.) kanal, ark açmak.
arıktat-
zayıflatmak, arıklatmak.
arıktık
zayıflık kuruluk.
arıl-
1. temizlenmek; yakayı kutarmak; 2. uzaklaşmak; cüröktön kaygı arıldı: kalb kederden kurtuldu; dartım arıldı: derdim geçti; kaygıdan arıldım: kederimden kurtuldum; tuman arıldı: sis açıldı, dağıldı.
arıla-
uzaklaşmak, çekilmek; arılap ketti: öteye gitti.
arılat-
uzaklaştırmak, öteye atmak.
arılattır-
et. arılat- tan; koydu arılattırıp caydırıp koy: koyunu öteye sürdür ve (o arada) güttür!
arılatuu
uzaklaştırma; öteye atma.
arılda-
ümüldemek; gürlemek; şamal arıldap turat: rüzgâr uluyor, ıslık sesleri çıkarıyor, kuduruyor; arıldap akkan suu: gürleyip akan su.
arıloo
uzaklaştırma; çekilme (kendisi).
arılt-
temizlemek.
arıltuu
1. temizlemek; kurtarma; 2. uzaklaştırma.
arıluu
işs. arıl- dan.
arım
iri adım; adım atlama; arım- arım cügürsö, atıın çeri cazılat folk. : iri adımlarla koşarsa, at canlanıyor, neşeleniyor.
arımda-
adımlamak; iri iri adımlarla yürümek.
arımdan-
et. arımda- dan.
arımsız
ağır; çolpa.
arın-
(rad.) 1. yorulmak; 2. sızlanmak; can sıkılmak; özlemek; arına = arna.
arıñkı
argın, yorgun.
arıp
I, a. 1. harf; 2. bilgi; marifet (bir işi yapabilme) ; kırk bir arıbı bar: kurnaz; hiylekâr (harfiyen: 41 arıbı vardır: fal açılırken kullanılan 41 tane kürecikler kastediliyor). II, (karşılaştır: alpuruş) : arıp ur- : gayret sarfetmek, olanca gayretiyle çalışmak.
arıpta-
ustalıkla, çeviklikle hareket etmek, iş görmek.
arıs
yahut arıs çıçkan : as, kakım (hayvan) ; ör. bk. as. 1.
arısta
f. 1. genç; sabi; 2. masum, günahsız; arısta bala yahut arıstakı caş : masum çocuk.
arıstavayt
r. kon. arıstavayt et- : tevkif etmek, hapsetmek.
arıston
= arıstoon.
arıstoon
r. kon. tevkif, hapis, mevkuf (tevkif edilmiş kimse) ; arıstoon kıl- : tevkif etmek; arıstoonsuñ: tevkif edildin!
arış
adım; adım atlama; arış kıskart- : yürüyüşü yavaşlatmak; arış keñit- yahut arış uzart- : adımı genişletmek; arış ker- : geniş adımlar atmak; arış sal- yahut arış şilte- : adım atmak; arışı uzun: adımı geniş olan, uzun bacaklı; tört arış (rad.) : dünyanın dört ciheti.
arışta-
iri adımlar atmak; arıştap: 1) geniş adım atarak; 2) her mec. adımda.
arıştuu
geniş adımlarla.
arıt-
I, 1. temizlemek; temizleyip bitirmek; silmek; murduñdu arıt: burnunu sil! ; 2. baştan başa dolaşmak; her yerden tetkik etmek; araştırmak; koktunun için arıtıp kel: derenin içini eni konu araştır! ; köz cetken derdi arıttı: gözün görebildiği yere baktı, araştırdı; daha ör. bk arzan.
arıt
II, yormak, bitirmek; ör bk. arzan.
arıtan
öteden, oradan ; o yandan.
arıttır-
et. arı I den; içegi karındı arıttır- : bağırsakları ve mideyi temizletmek.
arıtuu
yorma; bitirme (bitap düşürme).
arız
a. ar!ıza, istida; şikâyet; üstüñön arız berem: senden şikâyet edeceğim; dattuu arız: istinaf ( yukarı mahkemeye müracaat) ; arız ayt- , şikâyet etmek.
arızdan-
şikâyet etmek, şikâyetle müracaat etmek; arızdanıp kel- : şikâyetle, arîza ile gelmek; kimge arızdanasıñ? : kimden şikâyet ediyorsun? , kimden şikâyetle müracaat ediyorsun?
arızdanış-
mahkemede duruşmak; kavga etmek.
arızdanuu
işs. arızdan- dan.
arızdaştır-
birbirinden şikâyet ettirmek; işi mahkemeye, kavgaya kadar vardırmak.
arızdaştıruu
işs arızdaştır- dan.
arızdaşuu
karşılıklı davâ; kavga.
arip
= arıp I.
ariste
= arısta.
ariyne
f. elbette, şüphesiz.
ark
= nark.
arka-
arka, art taraf, art kısım, geri, cephe gerisi; arka çaç: örgü (kadınların) ; arka çaçıñ örböy kal! folk. : dul kal! (harfiyen: sana örgü örmek nasip olmasın) ; arkamda 1) arka tarafımda, sırtımda; benim geri tarafımdan; peşimden; 2) benim yardımımla; arkañmenen: sayende, senin yardımınla, senin muzaharetinle; seniñ arkañ tiydi: senin yardımın dokundu; arka kıl- : istinadmek, ümit bağlamak; attay arka, tooday meder kıldım: seni zahîrim sayıyorum; taştan dağa güvenir gibi sana güveniyorum; oşonun arkasında: ondan dolayı, o sebepten; arka ber: arkasını dönmek, yüz çevirmek; arka beriş: arka arkaya oturmak veya durmak; arka beriş cer: sınırdaş toprak parçaları; kır arka: amudu fıkarî.
arkagay
çıkık durma; her yana çıkıntılı olma; arkagay müyüz ak bugu folk. : sarkık boynuzlu beyaz geyik.
arkak
argaç (mensucatta en ipliği).
arkala-
1. sırtına almak, sırtlamak; sırtında götürmek; 2. arka (himaye) aramak.
arkalat-
(birisinin) sırtına koymak, yükletmek; maa arkalatıp koy- : benim sırtıma koy, yüklet!
arkalatuu
(birisinin) sırtına koyma, yükletme.
arkalık
1. (Cenubî Kırgızistan’da) ; şimalli (Kırgız) ; 2. (bu mânâ ile daha fazla arkalık temir şekli kullanılır) : kadın örgüsüne süs olamk üzere takılan madenî levhacık.
arkaloo
1. kendi sırtına alma, sırtlama; sırtında taşıma; 2. himayeye başvurma.
arkaluu
üzerinden; vasıtasiyle; poçta arkaluu aldım: posta vasıtasiyle aldım; uşul col arkaluu: bu yolda, bu usulle.
arkan
(kıldan, yünden örülmüş olan) kalın ip; kıl arkan: kıldan örülen arkan; arkan tarttırmay: bir çeşit spor; kün batuuga arkan boyu kaldı: güneş şimdi batmak üzeredir.
arkanda-
arkanla bağlamak; arkanlamak; attı arkandap koy: atı arkanla! ; al meni sayga arkandap ketti: o beni aldattı, fena vaziyete koydu.
arkandal-
arkanla bağlanmak.
arkandat-
et arkandadan.
arkandatuu
işs . arkandattan.
arkandoo
arkanla bağlama ; arkanma.
arkar
arxar (dağ koyunun dişisi): üç arkar: mizan yıldız topu; altı arkar; düppüasgar (yıldız topu; ceti arkar; düppüekber ( yıldız topu .
arkay-
1 . her yana çıkık durmak ; 2 . yükselmek ; göklere doğru çıkmak ; arkaygan aska menen zoolar : tepeleri göklere yükselen dağlar ve vahşi kayalar .
arkayt-
et . arkaydan ; azuuların arkaytıp folk . : azı dişlerini sırıtarak
arkaytuu
işs . arkayt – tan .
arkayuu
işs . arkay – dan .
arkı
öte taraftaki ; uzaktaki ; ileride bulunan ; arkıbı , berkibi ? : öteki mi beriki mi ? ; daha ileride bulunan mı , daha yakında bulunan mı ? ; arkı – berkini tüşüngön ( yahut bilgen ) : bir şeyler bilen ; şunun bunun farkına varan ; arkı – terki : çapraz , haçvari ; mütekati . ; ulaktı arkı – terki baylayt : oğlakları çaprazlama bağlıyorlar ( şöyle ki onlar karşı karşıya dururlar ve birinin kafası öbürünün kafasının ötesine geçer ) ; arkı – terki bas - : yürürken ayaklar birbirine dolanmak , ayak dolaşmak ; ileri geri yürümek ; arkımaktın azganı – arkı – terki başkanı folk . : atın yorulduğunun alameti – yürürken ayaklarının dolanmasıdır ; murdaagı kündün arkı künü : dördüncü gün geride ; üç gün önce .
arkıl
f . çeşit çeşit ; türlü ; mütenevvi .
arkıp
= arxiv .
arkıra-
gürlemek , gürüldemek ; çağlıyarak akmak .
arkırat-
et . arkıra – dan ; balanı arkıratpa ! : çocoğu ağlatma ! arkıratıp çaap keldi : atı doludizgin koşturarak geldi .
arkıroo
gümbürtü , gürleme ; gürlüyerek akış .
arman
f . kutsal rüya ; nail olunmamış arzu ; armanga cet - : arzu edilene ermek ; adamzat caralgandan berki armanıñarga cektirebiz : beşeriyetin ötedenberi arzuladığı kutsal gayelere erdireceğiz .
armandan-
tatmin edilmeme hissini ifade eylemek .
armanduu
1 . arzularında tatmin edilmiyen ne buna acıyan kimse ; armanduu obon : hazin melodi ; 2 . tatmin etmiyen ; armanduu düynö folk . :" bu " dünyanın vasfıdır ( " öteki " dünyadan , ahretten ayırmak için ) .
armansız
ermediği arzuları bulunmıyan ; kutsal rüyasının tahakkukunu gören , armansız düynödön öttü : onun hayatta arzu ettiği hiçbir şeyi kalmadı , hayatını iyi geçirdi .
armiya
ordu ; Kızıl armiya : Kızlı Ordu .
arna-
tahsis etmek ; ithaf eylemek ( birisine veya bir nesneye ) ; konokko arnap koygon kozu : misafire tahsis edilmiş olan kuzu .
arnal-
tahsis edilmek ; ( birisine veya bir nesneye ) ithaf edilmek ; Oktyabirdin cıyırma cıldığına arnalat : Teşrinievvel ( inkılabının ) yirminci yıldönümüne ithaf ediliyor .
arnalın-
= arnal .
arnoo
tahsis ; ithaf ( birisine veya bir nesneye ) ,
arp
= arıp II.
arpa
arpa ( hububat ) ; oloñ arpa , cırım arpa : arpa nevilerinin adıdır .
arpakan
başağı yulaf başağına benziyen bir çeşit zararlı ot .
arpal-
çok yorulmak , savrulmak ( israf edilmek ) ; didinmek ; caydın künü – tiriçiliktin arpalıp turgan kezi : yaz , maişet uğtasmaları mevsimidir .
arpalış-
1 . telaş etmek ; uğtaşmak ; çabalamak ; bugün keçkeçe bala menen arplaştım : bugün akşama kadar ( bütün gün ) çocukla uğraştım ; 2 . kucaklaşarak sarmaş dolaş olmak .
ars
I, = arıs . II, ars – ars ür : ince sesle havlamak ; alabildiğine , amansız , kovalamak ; kak etken karga , ars etken it cok : hiçbir diri varlık yok ( harfiyen : öten karga , havlıyan köpek yoktur ) .
arsak
çıkıntılı ; arsak taş : çıkık duran taş , kaya ; arsak – tersek : her yana çıkık duran ; tişi arsak – resek : dişleri düz değildir ; ireti cok arsak – tersek : tam bir intizamsızlık içinde bulunan .
arsaktal-
sivri uçlariyle çıkıp durmak ; arsaktalgan zoolar : çıkık duran kayalar .
arsaktuu
sivri uçları çıkık duran ; arsaktuu too : tepeleri taşlı olan dağ .
arslañda-
= arsañda .
arsañ
arsañ , arsañ etip kül - : kıs kıs gülmek .
atsañda-
ferahlı , keyifli gözükmek ; arsañdap kül : sevinerek gülümsemek , keyifli keyifli tebessüm uzatmak .
arsarluu
( mana itibariyle ) = arsar .
arsarsı-
süphe , tereddüt ve kararsızlık içinde bulunmak ; tahminler içinde bocalamak ; munun eç bir arsarsıy turgan ceri cok : bunda kararsızlık , tereddüt uyandıracak hiçbir sey yoktur .
arsay-
sivri uciyle çikip durmak .
arsayt
et . arsay – dan .
arsı-
I, sıkılmak , utanmak …
arsı
II = arzı
arsılda-
gümbürdemek .
arsıldat-
et . arsılda – dan .
arsıldoo
gümbürdeme .
arsıy-
ağzını açarak dişlerini göstermek , sırıtmak .
arsıyt-
et . arsıy – dan .
arsız
utanmaz , arsız ; vicdansız .
arsızdık
utanmazlık ; arsızlık ; vicdansızlık .
arstan
arslan ; arstan katuu kaçırat , cumşak alat ats . : arslan savletle saldırır , anak yumuşak kapar . arş , marş ; şagöm arş : ileri , arş !
art
I, dağ geçidi . II, art kısım , arka taraf ; artınan : peşinden ; artında : peşinde arkasında ; biri artınan birinin : biri arkasından birini ; artıñdı baykay cür : mütevazi ol ; hareketlerine dikkat et ! dikkat et , ki gidişatın fena neticeler vermesin (harfiyen : arkana bakarak yürü ! ) ; aldı – artın karabay kaçtı ; önüne arkasına bakmadan kaçtı ; arta kal - : geri kalmak ; arkada kalmak ; artına tüş - : takibetmek ; araket artında boldu : çalıştı ; tedbirler aldı ; malı artında kalsın ! ( hasis adam hakkında ) : malmın hayrını görmeden gebersin ! ( harfiyen : davarları arkasında kalsın ! ).
art-
III , 1 . fazla olmak ; köçköndön otun artrat , ölgöndön katın artat ats . : göçenden odun kalıyor , ölenden karı kalıyor ; 2 . yükletmek ; atka arttı : ata yükletti ; köz art – bk . köz . IV, = arıt I .
artel
r . zanaatçılar birliği .
artelçi
borsa komisyoncusu ; sanaatçılar birliği azası .
arteldeş-
birleşerek " artel " teşkil etmek .
arteldeştir-
" artek " kılığında birleştirmek .
arteldeştiril-
" artel " kılığında birleştirilmek .
arteldeşritüü
" artelleştirme " .
arteldeşüü
" artelleşme " . İşs . arteldeş – ten .
artık
daha fazla ; daha iyi ; arta kalan ; fazla ; ziyade ; men artık berdim ; 1 ) ben fazla verdim ; 2 ) ben fazlasını verdim ; artığı menen orundaldı : fazlasile yerine getirildi ; cıkton barı artık ats . : " var " tan yeğdir ; ölgön colborston tirüü çıçkan artık : diri fare ölü kaplandan daha iyidir ; artık tuugan bk . tuu II ; artıkbaş = = artık baş ; berbegeninen artıgan çıgardı : verdi amma vermese daha iyi olacaktı . ( aşırı fazla karşılık almak şartiyle , yahut minnet ederek , sövüp sayarak verdi ) .
artıkbaş
fazla ; lüzumundan fazla ; arta kalan .
artıkbaştık
fazlalaık ; artıknaştık kılbas : fazla olmaz ; lüzumsuz olmaz .
artıkça
ayrıca ; bilhassa ; artıkça senin özüñ bolgonuñ cakşı ele : kendinin bulunduğun çok iyidir .
artıkçılık
1 . fazlalaık : fevkaladelik ; 2 . üstünlük ; meziyet ; menden artıkçılığı kaysı : onun nesi benden üstün ?
artıktık
= artıkçılık .
artıl-
arta kalmak ; ziyade olmak ; artılıp cat : asıl halde yatmak : 2 . yükletilmiş olmak .
artılt-
et . artıl – dan ; artıltıp kamçı çaptırba folk . : ( kadına hitaben ) 1 ) sırtına kamçı vurdurma ; 2 ) mec . : haysiyetini elden bırakma ; böyle bir tavır takın ; ki kimse seni hakaret etmeye kendisinde cesaret bulamasın .
artın-
sırtına yüklenmek yahut kendisi için yüklemek .
artındı
arta kalan , artık .
artış
I, artma ; fazlalık .
artış-
II, birlikte yükletmek : yükletmekte birbirine yardım etmek .
arışun
işs . artış II den .
artilieriya
r . topçuluk , tupçu sınıfı .
artilieriyaçı
topçu askeri .
artist
r . artist , sanatkar ; artist ayal = artisteka .
artistka
r . kadın artist .
artkı
arkandaki ; son ; aldıñkının adaşkanın artkı kişi bilet ars . : ön – dekinin yolu şaşırdığını arkadaki anlar .
arttır-
1 . büyütmek ; çoğaltmak ; fazlalaştırmak ; üçtü ekige arttır - : üçü ikiye zarbetmek ; aylıgımdı arttırdılar ; cegen tamagın arttırbayt : ondan yiyecek kalmıyor ( nekadar verilse de hepsini yer ) ; algan aylıgıñdan kança arttırdıñ ? : aldığın maaştan ne kadar tasarruf ettin ? ; 2 . yüklettirmek .
arttırıl-
büyütülmek ; çoğaltılmak , arttırılmak .
arttırıluu
işs . arttırıl – dan .
arttıruu
kbüyütme ; çoğaltma ; arttıruu kerek : büyütmeki , arttırmalı .
artuu
I = art I . II, 1 . büyüme ; çoğalma , artma , 2 . yükletme .
arut
I. 1 . temiz , arı : namuslu ; masum ; aruu cuu : temiz yıkamak ( başlıca , ölüyü ) ; 2 . sevimli ; güzel ; aruu kız : sevimli kız .
aruu
II, sar ‘ a ; aruusu karmap kalıp – tır : sar ‘ ası tutmuştur .
aruula-
aruulap : temizce ; aruulap taza cuudurup folk . : temiz yıkamayı emrederek (ölüyü).
arxitektor
r . mimar .
arxiv
r . arşiv .
arxivçi
arşiv muhafızı , arşivist ; arşiv müdürü .
arz
= arız .
arzan
f . 1 . ucuz ; 2 . ( iflas ) kolay ; at arıtmak arzan , curt arıtmak kımbat . ats . : at yormak kolay , halkı anlamak güç .
arzançılık
ucuzluk .
arzanda
ucuzlamak .
arzandat
ucuzlatmak .
arzandatuu
ucuzlatma .
arzandık
. 1 . ucuzluk ; 2 . ( başarmak için ) kolaylık ; sühulet ; 3 . yardım .
arzandoo
ucuzlama .
arzı-
1 . değmek ( paha ve kıymeti , değeri olmak ) ; arzıbayt : değmez ; tıyınga arzıbagan sözdü aytat : on para etmiyen sözü söylüyor ; saçma söylüyor ; 2 . tatmin edilmek ; kılgan işine arzıbadım : yaptığı işle tatmin edilmedim ; bu toodan bu tooga arzıbagan kiyik ölüptür ats . : bir dağda durarak öbür dağa göz diken geyik ( kiyik kelimesine bakıla ) ölmüş ; 3 . arzu etmek .
arzıt-
tatmin etmek ;san cagınan arbıtpayt ; sapat cagınan arzıtpayt : kemiyetçe az , keyfiyetçe tatmin edici değil .
as
I = arıs ; kökürögün aska bölödü , köçügün kişke cölödü folk . : göğsünü kakım kürk ile kındakladı , ve kendisini samur kürküne oturttu . II, bk . ast . III. asmak ; sallandırmak ( asmak suretiyle cezalandırmak ) ; kazan as – 1 ) kazanı , tencereyi ocağa yerleştirmek ; 2 ) yemek hazırlamak ; at as - : et pişirmek .
asa
a . uzun el geğneği , asa .
asaat
a . nasihat ; öğüt ; ders vermek ; nasihat etmek ; asaat ayt – 1 ) nasihat vermek ; 2 ) ölünün yakınlarına başsağlığı dilemek , taziye etmek .
asaba
a . sancak ; bayrak .
asel
a . bal .
asem
1 . şık ; zarif ; işvekar ; kırulmayı seven ; aemi bütüp kalıptır : cilve yaparak kuruluyor ; 2 . matmun iştahalı ; nazlı .
asemden-
1 . şıklığa riayet etmek ; işve yapmak , kurulmak ; 2 . hırçınlık etmek ; nazlanmak .
asemdet
1 . mübalağa ile süslendirmek , bezemek , tezyin etmek .
asemdik
1 . şıklık ; zarafet ; işvekarlık ; 2 . hırçınlık ; naz .
asemdüü
1 . şıklığa riayet eden ; zarif ( taylan ) ; işvekar , cilveli ; 2 . hırçın ; nazlı .
aser
a . 1 . tesir ; 2 . telif ( edebi eser ) .
aserlüü
tesirli .
asıl
a . 1 . yüce soylu ; asil , asıl tukumduu : yüce soylu ; cins ; asıl çorom : asaletli dostum ; 2 . kıymetli tal ; inci ; kıymetli kumaş ; asıl buyum : mücevherat ; asıl taş : kıymetli taş ; asıl – baştan , asıl – baştan ats . : akıl kafadadır ; cevherler ide , taşlar arasında bulunur . II, 1 . asılmak ; sallandırmak ( asılmak suratiyle cezalandırılmak ) ; asılsañ , asıl cıgaçka asıl ats . : ölsen de çalgı ile öl ( harfiyen : asılırken bile soylu ağaca asılmak hoştur ) / 1 / ; 2 . hücüm etmek ; 3 . takılmak ; maga asılba : bana takılma ! ; asılıp sura - : ısrarla , çamsakızı gibi yapışarak istemek ; ricada ısrar etmek .
asıldan-
asalet kesbetmek .
asıldandır-
asalet kesbettirmek ; cinsini iyileştirmek , ıslah etmek ; mal tukumun asıldandır - : hayva cinsini iyileştirmek , ıslah etmek .
asıldatka
adaletli ( folklorda : hanım sıfatıdır ) .
asılı
a ( menfi cümlede ) asla ; katiyen ; hiçbir zaman ; dünyada ! asılı işiñ bolboyt folk . : senin işin hiçbir zaman yoluna girmez .
asılış-
birbirine asılmak ; birbirini itmek , sıkıştırmak .
asılkeç
= asilkeç .
asılma
1 . asılı ; asma ; 2 . tek . şakul .ipini ucuna takılan kurşun .
asılt-
astırmak ; sarkıtmaya zorlamak .
asıluu
İşs . asıl – II den .
asın-
takınmak ; kılıç , mıltık asın - : kılıç , tüfek takınmak ; silah kuşanmak .
asınt-
et . asın – dan ; mıltık asıntıp al ! : emret , ki sana tüfek taksınlar .
asıral-
terbiye edilmek ; beslenmek .
asıra-
terbiye etmek ; beslemek ; yadirmek ; mal asıra - : hayvan beslemek , yetiştirmek .
asırandı
terbiye altında bulunan ; evlatlık .
asırat-
et . asıra – dan .
asırese
= asirese .
asıroo
terbiye ; bakım .
asıy
beşinci yaşına basan ( sığır hayvanı hakkında ) ; cañı asıy yahut bir asıy : altıncı yaşına basan ; üç asıy : yedinci yaşına basan ve vs .
asıya
a . mali itibar , kredi ; borç ( başlıca , emtia için ) ; asıyaga ber - : veresiye vermek ; asıyaga sat - : veresiye satmak .
asili
= asılı .
asilkçe
f . 1 . latifeci ; alaycı ; şen şatır ; 2 . dost ahbap ( aralarındaki münasebetler , karşılık latife adişmek ve teklifsiz bulunmak derecesine varan dostlar ) .
asirese
ayrıca ; hele , bilhassa .
asiresi
= asirese .
aska
yanaşılmaz , yüksek , kayalık dağ ; aska taş : yükselen kaya .
askala-
çıkıntılı durmak ( kaya hakkında ) ; askalap turgan kızıl taş : çıkıntılı kırmızı kayalar .
askalan-
göklere doğru yükslen ( dağ hakkında ) ; sakalangan too : göklere doğru yükselen dağ .
askalauu
kayalı .
askar
= aska .
asker
a . 1 . ordu ; cöö asker : piyade askeri ; attu asker : süvari ; 2 . es . er ( asker ) , nefer ; muharip ; savaşçı ; Kızıl armiyanıñ askerleri cana komandirelri : Kızıl Ordunun erleri ve komutanları ; kızıl asker kon . : kızıl ordu eri .
askerdik
= askerlik .
askerleş-
askerleşmek .
askerleştir-
askerleştirmek .
askerleştiril-
askerleştirilmek .
askerleştirüü
askerleştirme ; askerleştirim .
askerlik
askeri ; askeri hizmet ; askerlikke çakır - : askere çağırmak .
asma
1 . asılı ; asma ; 2 . lavha ( dükkan ve benzerlerinin kapıları üzerine asılan lavha ) ; 3 . arabacının atalrı idare etmek için kullandığı uzun dizgin ; saçayak .
asman
I, büyüdükten sonra iğdiş edilmiş olan öküz . II, f . gök ; semavat ; yücelik .
asmanda-
semaya yükselmek ; havalanmak .
asmandat-
et . asmanda – dan .
asmandatuu
işd . asmandat – tan .
asmay
= nasıbay .
aspaaniy
f . asfahani , asfahanlı ; aspaanıy kilem : asfahan halısı .
apap
a . alet ; teçhizat .
asra-
= asıra .
asrandı
= asırandı .
asreyil
= azreyil .
assalamu
a . assalamu aleyköm : size barış dileriz . ( Müslümanca selam ) .
assistent
r . asistan .
ast
( bitişik zamirsiz kullanıldığında sonundaki " t " sesini kaybediyor ) 1 . alt , alt kısım ; astın üstünö keltir : altüst etmek , karma karış etmek ; zirüzeber etmek ; calınıp astı üstünö tüşüp : yalvarıp yakararak ; askabı , üsköbü ? : aşağıya mı , yukarıya mı ? ; 2 . ön ; ön kısım ; astımda 1 ) altımda ; 2 ) önümde ; astıña 1 ) senim altına ; 2 ) senin yanına ; açuuluunun astınan çıkpa ! : hırslanan kimseye çatma ! menin atım eç bir attı astına salbayt : benim atımı hiçbir at geçemez . ( harfiyen : benim atım hiçbir atı önüne koymaz , bırakmaz ) ; kızmatkermin astıñda folk . : senin hizmetkarınım ; 3 . başlangıç ; cazdın astı menen : baharın başlangıcından beri ; baharın iptidasında .
asta
f . yavaş ; aheste ; ağır ; ihtiyatlıca .
astakputulda
a . ne korkunç , ne dehset !
astala-
bir işi yavaş , ihtiyatlıca yapmak ; astalap ayt - : ihtiyatlıca demek ; söylemek .
astalık
yavaşlık , ahestelik ; ihtiyat .
astam
fazla ; daha ziyade ; kazısı eki eliden astam çıktı : sucuğu iki parmaktan fazla çıktı.
astapırılda
= astakpurulda .
astar
f . 1 . giyimin iç bezi astar ; astarlık kımaş ; 2 . eski püskü şeyler ( terzilerde ) .
astarla-
astar geçirmek .
astarlat-
et . astarla – dan .
astarlık
astara ait ; astarlık kumaş .
astarloo
işs . astarla – dan .
astarkuu
astarlı .
astaydil
f . candan ; gerçekten ; ciddi olarak .
astıñkı
1 . alttaki ; herhangi bir nesnenin altındaki ; 2 . öndeki ; önde bulunan .
asıtr-
asmayı emretmek ; kazan astır - : yemek pişirmek ( harfiyen : kazan tencere astırmak ) .
astırt-
et . asıtr – dan .
astırtan
gizliden gizliye ; astırtan içkelep bil - : gizlice öğrenmek ; koklamak ( istişmam etmek ) .
astırtın
= astırtan .
asti
astı = asılı .
asuu
işs , as . III ten .
aş
I, 1 . gıda ; aş tart - : yemek sunmak , yemeği sofraya vermek ; aşuudan kaldı : iştahası kesildi ; içkenim aş bolboy oturat : yediğim , içtiğim aş olmıyor ; atın ukkanda dalayları içken aşın cerge koyuçu folk . : birçokları onun adı anıldığı zaman bile titriyorlardı ( harfiyen : birçolkarı onun adını duyduklarında ellerindeki yemeklerini yere koyuyorlardı ) ; 2 . yemiş , mahsul ( yalnız bazı bitkiler hakkında ) ; 3 . ölüyü anmak üzere verilen ziyafet , yoğ aşı ; kökötöydün aşınday : mükellef ziyafet , şölen ( harfiyen : Kököteyin yoğ aşı giib ) ; atasına aş berdi : babası için yoğ aşı verdi ; 4 . pilav ; aş demde - : pilav pişirmek .
aş-
II, bir şeyin üzerinden geçmek ; aşmak ; aşuu aş - , yahut bel aş - : dağ geçidini geçmek ; işke aş - : meydana gelmek ; işe yaramak ; işke aşpayt dep eseptelet : hükümsüz sayılıyor ; turmuşka aş - : hayatta tatabik edilmek , ameli bir şekil almak ; aşıp – taşıp tögülüp ketti : taşarak saçıldı ( döküldü ) ; kün aşkan sayın : gittikçe daha fazla ; gün geçtilçe ; önörü aşkan : hüneri gayet uz , usta ; aşkan mitaam : dolandırıcıların elebaşısı ; aşıp tüş - : üstün gelmek ; andan aşıp tüşkön bay cok : onun üzerine zengin yoktur .
aşa-
tatamak ; yemek ( ağza azar azar alarak) ; içmek ; bk . aralat .
aşam
bir defada ağza konulmasımümkün olan yiyecek miktarı , lokma ; bir aşam et : bir parça ( lokma ) et .
alar
a . aşar ; emece ; emece suretiyle yapılan iş ( hayvan ve emek vermek suretiyle karşılıklı yardım ; İnkilaptan önce fakirleri istismar etmek maksadiyle zenginler bundan istifade ederlerdi ) .
aşarçı
aşara iştirak eden ( bk . aşar ) , emecci .
aşat-
I , deriyi tüyü dökülmek üzere , içine bir madde atılan kaba komak , sepilmek . II 1 . birisinin ağzına lokmayo bizzat kendi eliyle koyarak ikram etmek ; et aşat , at aşatsañ beş aşat ) tekelreme ) : eti ağza ver , ağza verirsen .beş defa ver ! 2 . mec . sövmek .
aşatkı
maya ( deri için ) .
aşattır-
et . aşat – I den ; teri aşattır - : deri sepiltmek .
aşattuu
işd . aşat – II den .
aşıgıç
çabuk ; müstacelen ; acele , müstacel ; tezlik .
aşıgıçta-
acele etmek ; tez davranmak .
aşıdıçtık
acele ; tezlik , iveklik ; müstaceliyet .
aşıgıçtuu
müstacel ; aşıgıçtuu kün : dağdağalı , gergin zaman .
alşıguu
işs . aşık IV ten .
aşık
I , fazla olan ; fazla gelen ; üstün gelen ; fazla ( artık ) ; aşık tap - : fazla bulmak ; aşıgı menen : fazlasiyle ; ziyadesiyle ; plandı aşıgı menen büttü : planı fazlasiyle yerine geitrdi ; beş metirden aşık : beç metreden fazla ; beş somdon aşıgın maga ber : beş rubleden fazlasını bana ver ! II. a . aşk ve alaka dösteren , tutkun ; aşık car : mahbup , mahbube ; aşık bol - : aşık olmak , birisine tutulmak . III = çükö ; kızıl aşık : aşık kemiği onun , ayağının yanındaki çıkıntısı ) ; kök aşık : iki yaşına ban köpek ; koy aşık : üçüncü yaşona basan köpek ; akinçi ( üçüncü ) kuu aşık : beşimci ( altıncı ) yaşına basan köpek ve s .
alık-
IV, acele etmek ; çabuk davranmak ; aşıkpa ! : acele eteme ! iveklik etme ! ; aşıkkan aşka bışkan ats . : iveklik edersin : elleri güldürürsün ( harfiyebn : acele eden kendini yemekle yakar ) .
aşıkçılık
= aşıktık .
aşıkmaktık
acele ;iveklik .
aşıktık
aşık olamklık , tutkunluk ; aşık olanın hali .
aşıktır-
acele ettirmek ; taciz etmek ; küz dıykandı da , malçını da aşıktırgan : güz çiftçiyi de , davarcıyı da sıkıştırmış , rahatını kaçırmış .
aşıktırt
= aşıktır .
aşıktıruu
işs . aşıktır – dan .
aşıktuu
aşıklı , aşık kemiği olan ; aşıktuu cilik : art ayağın aşıklı kemiği .
aşm-
üstün gelmek ; fazla olmak ; ziyade olmak ; komozçulugu aşıngan : üstün kopuzcu ( çalgıcı ) dır : ısıgı aşındı : şiddetli ateşi var ; hararet derecesi yükseldi ; aşıngan : müstesna ( mümtaz ) ; fevkalade .
aşmt-
mübalağa etmek .
aşır-
1 . büyütmek ; mübalağa etmek ; geçirmek , aşırmak ( bir şey üzerinden ) ; aşırıp süylö - : mübalağa ederek konuşmak , söylemek ; üstübüzdön aşıra mıltık attı : üzerimizden ateş etti ; dubaldan aşıra ırgıttım : duvar üzerinden fırlattım , attım ; turmuşka aşır – yahut işke aşır - : fiiliyatta tatbik etmek ; varlığa getirmek ; çekten aşırıp ciberdiñ : çok ileri gittin ; fazla mübalağa ettin ; aşıra öndürüü yahut aşıra öndürüş : fazla istihsal ; aşıra orundoo : fazla istihsal ; aşıra orundoo : fazlasiyle yerine getirme ; 2 . ( oğlak çekişme müsabakasına iştirak eden atlı hakkında ) ; oğlağı rakibinin elinden kaparak , kendi eğerine geçirmek .
aşırgandık
mübalağa .
aşırıl-
mut . aşır – dan ; meçitter ceri el baydasına aşırıldı : camilerin toprakları halk faydasına geçirildi ; işle yahut turmuşka ) aşırıl - : fiiliyat alanına çıkarılmak ; hayata tatbik edilmiş olmak .
aşırıluu
işs . aşırıl – dan .
aşırış
büyütme ; mübalağa etme ; ( bir şeyin ötesine ) geçirme ; işke aşırış tiyiş : hayata tatbik etmek , fiiliyata geçirmek lazım .
aşırkı
1 . uzaktaki ; aşırkı curt : uzak ülke ; uzak ulus ; aşırkı keler çak gram : gelecek zaman partisipi ;müstakbel infinitif ; aşırkı ötkönçak gram : geçen zaman partisipi ; çoktangeçen ( plus – que – parfait ) ; 2 . yabancı ; hısım olmıyan .
aşırt-
et . aşır – dan ; maldı toodan aşırt ! : hayvanları dağdan geçirt , aşırt !
aşıruu
işs . aşır – dan ; cüzögö aşıruu : hayata tatbik etme ; varlığa getirme .
aşış-
müş . aş II den ; beld, aşıştı : dağ geçidini aştılar .
aşkana
k - f . 1 . aşevi , mutkaj ; 2 . lokanta ; yemek odası ; 3 . keçe evin kapıdan sağ tarafta çiy ile örtülen yeri ( bk . çiy ) ; obanın kadınlara mahsus kısmı .
aşkere
f . aşikar ; hakiki , fiili ; meşru , kanuni ; aşkere kıl - : açığa vurmak ; meydana çıkarmak ; aşkere bol - : malum olmak ; açığa vurulmak ; meydana çıkmak ; aşkere suluu : hakiki güzel ; gerçekten dilber .
aşkerele-
. 1 . metdana çıkarmak ; ifşa etmek ; 2 . kanunileştirmek .
aşkerelen-
I , mut . aşkerele – den .
aşkerelöö
1 . meydana çıkarma ; ifşa etme ; 2 . kanınileştirme .
aşkorok
k – f . , tar . öğle yemeği paydosu ( medresede ) .
açmacı
aşçı ; çeşnici ; çeşnigir ; aşmaçı katın : ahçı kadın ; aşkanaga kirgizip , aşmaçı katın kılbasın folk . : dikkat et , ki seni mutfağa sokarak , aşçı kadın yapmasın .
aşmuşke
r . ( osmuşka ) sekizde bir .
aşna
f . bildik ; ahbap , aşina .
aşnalık
muarefe , bildiklik ; ahbaplık , dostça münasebetler .
aşpoz
aşpos , k – f . 1 . aşçı ; 2 . aşçı dükkanı.
aşpozçu
aşçı dükkanı işleten .
aşpuzulu
ik – çin . , aşçı dükkanı .
aşta-
takmak ; kulp takmak ; geçirmek ; perçinlemek ; nayza aşta - : mızrağın sapına temren geçirmek ; kerki aşta - : baltayı sapına geçirmek ( aştama kerki ) ; aştama kaşık : sapı takma olan ( iğreti ) kaşık .
aştama
takma ; eklemeli ; aştama kerki bk . kerki .
aştar
f . kan almak için kullanılan neşter .
aştaş
I, sofradaş .
aştaş-
II, müş . aşta – dan .
aştık
hububat veren bitkiler ; hububat veren bitki tarlaları , ekin ; aştık sal - : ekin ekmek ; aştık saldır - : et . aştık sal – dan .
aştıkçı
tar . kışlaklarda asıl sahibi bulunmadığı zaman ekinleri sulayan ve buna mukabil . ekilen hububat miktarında mahsulden hisse alan kimse .
aştoo
I, kalıp . II. işs . aşta – dan .
aşuu
geçit .
aşuun
geçen ; fazla ; daha fazla ; bütünkül cumuşçular , sezonçular koşulup , miñden aşuun ele : bütün işçiler , mevsimlikler de dahil olmak üzere , binden fazla idiler .
at
I, ( bildiğimiz hayvan ) ; iri ve güzel at ; küç at : iş atı ; at – erdin kanatı ats . : at yiğitin kanadıdır ; at salış : yarışmak , çalışmak ; at koy 1 ) atı koşturmak ; atı dolu dizgin koşturmak ; ayılga cakındaganda at koyduk : köye yaklaştığımızda atları alabildiğine koşturduk ; 2 ) taarruza geçmek ; saldırmak ; at üstünön : üstünkörü ; ihtimamsızca ; dikkatsizce ; at üstünön iştey saldı : şöyle böyle , baştan savma yapıverdi ; at üstünön karap ketti : üstünkörü bakıp gitti ; ak boz at kök boz at : Castores ve Pollux ( yıldız topu ) ; çañ tiybeske bergen at tar kunkor ( bk . ) ‘ nun hakimlere verdiği at ; at çapan ( yahut ton ) ayıp tar . : at ve kaftan ( yahut kürk ) leklinde alınan ceza , at calınan ( yahut üstünön ) tabat : ( başkalarını istismar ederek ) kolay kazanıyor ; at kara til bolgondı : yaz geldiğinde ( harfiyen : atın dili karardığında ) , aksak sarı atıñdı minip ket ( destanda ) : ahdı bozan kimsenin yüzüne karşı söylenen sözdür ( harfiyen : kula atına bin ve çekilip git ! ) ; atka min - : ata binmek ; atka otur : at üstünde bulunmak , oturmak ; at keser : atın göğsüne kadar battığı ( kar tabakası ) . II, 1 . ad , isim ; iyi ad ; atınan ayt - : ismiyle söylemek ; at koy - : isim vermek , ad komak ; tesmiye etmek ; at sat bk . sat ; atı cok 1 ) adsız ; 2 ) adsız parmak ; atıñ kim ? : adın ne ? , seni nasıl tesmiye ediyorlar ? daha ör . bk . azan 1 . ; 2 . şöhret ; marufiyet ; atka kon - : tanınmak ; şöhret kazanmak ; caman atka kon - : bednam olmak ; 3 . at atooç gram . :zamir ( pronom ) ; 4 . lakap ; bir hayvana verilen ad ; ittin atı : köpeğin adı . III, 1 . fırlatmak , atmak ; ateş etmek ; tañ at – bk . tañ I ; kuş asmanga atıp çıktı : kuş ( dikey hat boyunca ) havalandı ; kubangandan cürögüm atıp ketti : sevinçten yüreğim çarptı . IV, yardımcı fiil olan " cat " ın kesik şekli ( bk . cat III ) ; töö çeçip atkanda : deve çözerken ; bıröö ölüp atsa , bıröö külüp atat ats . : biri ölürken öbürü gülüyor .
ata
I. baba ; ceddi ala ; çong ata : baba tarafından dede ; tay ata : ana taraından dede ; teñ ata : soy itibarile müsavi ; atası ! ( harfiyen : babası , yani benim senden doğurduğum çocuğun babası ) = eskiden kadın kocasını tesmiye ederdi ; çünkü o , onu ismiyle çağırmak hakkına malik değildi ; ata saltı menen : dedeler adeti üzerine ; atadan ayşangan bk . aylan ; atası başka : babası başka olan ; başka kabileden olan ; atam zamangı : çok eski ; atalar zamanından kalma ; ata – baba : ecadat ; ata konuş yahut ata curt : vatan , öz yurt ; ata curtçul : yurtsever , vatanperver ; ceti ata : baba silsilesinden yedi tane dede , cet ; Çolpon ata mit . : koyun hamisi ; mec . : koyunlar ; Kambar ata mit . : at hamisi ; mec . : atlar ; Çıçañ ata mit . keçi hamisi ; mec . : keçiler ; Oysul ata mit . : deve hamisi ; mec . : develer . II, arzu veya esef eylemek için kullanılan kelime : ata , oşo kelse bolot ele ! : yahu , gelmiş olsaydı , ne iyi olacaktı ! ; ata , balam sga caman bolgon eken ! vah , çocuğum , halin fena imiş !
ata-
III, adiyle söylemek ; atap aytkanda : açıkçası .
ataa
= ata II .
ataandaş-
I, birbirine atmak ( isnad temek ) ; pazarlaşmak : pazarlık etmek .
ataandaşuu
işs . ataandaş – tan .
atacurt
= ata curt ( bk . ata I ) .
ataganat
eyvah ! , vah – vah ! ; vay , eğer ! ; ne yazık ! ataganat dep barnagın tiştedi : çok pişman oldu , teessüf etti ; üyü çakşı eken , ataganat , astı cer eken : evi iyi imiş ama , yazık ki , tabanı toprakmış .
atak
1 . şöhret ; marufluk ; atagı çıkkan : tanınmış ; meşhur olmuş ; atagı cer cargan : şöhreti afakı tutmuş ; 2 . unvan .
ataka
r . " ataka " ; ataka koy - : hücuma geçmek , saldırmak .
atakanat
= ataganat .
atake
babacık ; beybaba .
atakun
adlı sanlı ; maruf ; namdar ; mümtaz ; ataktuu kişiler : mümtaz adamlar .
atal-
adlanmak ; tesmiye edilmek .
atala-
I, ( su . un vr yoğurt halitası ) bir nevi tirit . II, " ata " kelimesini telaffuz etnek ; babayı yardıma çağırmak ; atalap ıyla - : babasına başvurarak ağlamak .
atalaş
babadaş ( babaları bir olan ) ; soydaş ; atalaştan altoo bolgonço ; eneleşten eköö bol ats . : altu soydaş olmaktan iki karındaş ( anabir ) olmak yeğdir .
atalga
= atalgı .
atalgı
kıvrık yüzlü baltacık ( eğer ustasının aygıtıdır ) .
atalık
1 . babalık hakkı ; atalık akım bar : babalık hakkım vardır , baba sıfatiyle hakkım vardır ; 2 . şeflik ; atalıkka al - : şefliği almak .
atalm-
tesmiye edilmek ; adlanmak .
ataluu
babalı , babası olan ; ataluu cetim : babalı öksüz ( babası varsada , annesi olmıyan çocuk ) .
ataman
r . " ataman " / 2 / .
atan
I , enenmiş deve .
atan-
II, = atal .
atar
kabar I in tekidir : atar – kabar .
atarman
nişancı .
atasız
babasız ; hısım akrabası olmıyan .
ataş
I. f . ataş kürök bk . kürök .
ataş-
II, 1 . hep birlikte tesmiye etmek ; birbirini adlamak ; 2 . birbiri için tahsis edilmek ; birbiriyle nişanlanmak ; er Semetey baatırdın ataşkanı Çaçokey folk . : Semeteybahadırn nişanlısı – Çaçıkey : ataşkan dosum : sadık olmak üzere , antlaşmış dostum .
ataşuu
işs . ataş – II den .
atayı
mahsus ; hassaten ; bile bile ; atayı keldim : mahsus geldim ; atayı çaralar kör - : eyrıca tedbirler almak .
atayıla-
: atayılap : hassaten ; atayılap koşçuñ bolboso , cügönüñ alıp atka bar ats . : eğer seyisin yoksa , nizzat kendin oyanını alarak , atının yanına git ! atayılap : hassaten ; atayıla ; atayılanıp casalgan : hususi surette kurulmuş yahut yapılmış .
atayın-
= atayı ; atayın kabarçı : hususi muhabir .
atçan
atabinen ; suvari , atlı .
ateke
atike = atale .
atık-
tesmiye edilmek , lakaplanmak bir unvan almak .
atıktır-
et . atık – tan .
atıl-
1 . atılmış olmak ; 2 . ateş edilmiş olmak ( silah hakkında ) , mıltık atıldı : tüfek atıldı ; 3 . silahla vurulmak ; atılıp öl - : intihar etmek tabanca ile ) ; 4 . sıçrayıp kalkmak ; ordunan atılıp : yerınden sıçrayıp kalkma .
atır
I, a . iyi kokulu , iyi koku saçan ; iyi koku ; kokular , ıtriyat .
atır-
II, attır 2 yalnız " tañ " söziyle birarada .
atırıl-
1 . doludizgin koşmak ( at hakkında ) ; 2 . atılmak , saldırmak ; sözverek hücum etmek .
atırılt-
et . atırıl – dan .
atırıltuu
,işs . atırılt – tan .
atıruu
bk . attıruu .
atış
I. ateş etme ,atma ;atış carışı : atış müsabakası .
atış-
II, hep beraber ateş etmek ; atış yarışı yapmak ; karşılıklı atışmak ; üyröngön coo atışarga iygi : ats . : öğrenilmiş , hali belli , düşmanla atışmak iyidir .
atıştır-
atış müsabakası yaptırmak ; birbiri üzerine ateş etmeye zorlamak .
atışuu
hep beraber ateş etme ; atış müsabakası yapma ; karşılıklı atışma .
atiles
r . atlas ( kumaş ) .
atiret
kon . = otryad .
atkana
k – f . at ahırı ; aran .
atkarıl-
başarılmak ; icra edilmek .
atkarış-
müş . atkar – dan ; üydü çeçüü işin calañ gana ayaldar atkarışkan : evi sökmek işini münhasıran kadınlar başarmış .
atkar-
1 . ata bindirmek yahut binmeye tardım etmek ; anı atka atkarıp yardım etmek ; anı atka aktarıp koydu : onu ata bindirdi ; 2 . yollamak , yola çıkarmak ; kol atkar - : askeri teçhiz ederek , yola , sefere çıkarmak ; 3 . başarmak , icra eylemek ; yerine getirmek ; mildet atkar - : vazifeleri başarmak , tevdi edilen yumuşu ( işi ) yerine getirmek ; 4 . kocaya vermek ; kızın atkarganı turat : kızını kocata vermeye hazırlanıyor .
atkaruu
başarma ; atkaruu komiteti : icra komitesi .
atakruuçu
başaran ; ubaktııluu atkaruuçu : muvakkaten , vekaleten başaran
atkaz
= atkar .
atkez
r . kon . 1 . ret , imtina ; kaçakçılık ; memnu , yasak olan herhangi bir nesne ; atkez mal : memnu mal , emtia , kaçak mal ; 2 . caşınbak oynarken , bk . ) : para cezasından , cezadan kurtarma , kurtulma ; tapsañatkez – tappasañ – bir tay : bulursun – kurtulursun , bulmazsın – ( senden ) bir tay ( bilmece söylerken böyle derler ) .
atkezci
kon . kaçakçı .
atkı
I, av kuşunun miydesini yıkamak için kullanılan ( ağaçtan veya " coru " denieln uyluk kemiğinden yapılan ) borucuk .
atkı-
II, 1 . tırmalamak ; 2 . kapmak : 3 . hırpalamak .
atkıç
atkıçıl , iyi nişancı .
atkıl-
mut . atkı – II den .
atkıla-
bir parça ateş etmek , atmak .
atkılat-
et . atkıla – dan .
atkom
( atkaruu komiteti sözünün kısaltılmış şeklidir ) : İcra komitesi .
atkuur
= çapçuur .
atlas
r . atlas .
atlet
r . atlet , pehlivan , güçlü kuvvetli , adam .
atıluu
işs . atı – dan ; atıluuga öküm kılındı : kurşuna dizilmeye mahkum oldu .
atım
1 . fırlatış ; 2 . ateş etme ; calgız atım darı : bir defa atacak kadar barıt ; bir atım nasıbay : bir defa çekecek kadar enfiye ; buta atım bk . buta I 2 .
atmosfera
r . havayi nesimi , atmosfer .
atoo
1 . adlama , tesmiye etme ; 2 . garam . nominatif , ismin mücerret hali .
atooç
gram . isim ; san atooç : sayı ismi ; zat atooç : zat ismi , substantif ; sın atooç : sıfat ismi ; at atooç : zamir ( pronom ) ; suroo atoç : istifham zamiri .
atpay
hep , tamamiyle ; baştan başa ; atpay Kırgız balası : bütün Kırgız evladı , bütün Kırgızlar ; bütün Kırgız halkı ; atpay curtum : bütün halk .
atsaloomu
= assalamu .
atsız
I. adsız , isimsiz . II. atsız .
atsızdık
atı olmamaklık .
atta-
adımlamak , adım atmak ; sıçramak , atlamak ; attap öttü : atlayıp geçti ; altımıştı geçen , atlatan ihtiyar ; ok attagan katın es . : iffetli kadın ( bk . attat ) ….; başımdı attabasın : namusuma dokunmasın , hakaret etmesin ( harfiyen : başımın üzerinden , başımın ucundan atlamasın ) .
attam
adım ; atlama .
attan-
1 . ata binmek ; attan ; : atlara ! ( tehlikenin yaklaştığını ikaz eder ) ; 2 . sefer çıkmak , yola çıkmak ; 3 . niyet etmek ; karar vermek .
attandır-
1 . ata bindirmek ; konoktu attandır : misafiri , konuğu ata bindir , konuğa ata binmeye yardım et ! 2 . yol . sefer iin teçhiz etmek ; 3 . nişanlı kızı nişanlısının avuluna ( köyüne ) yollamak.
attaş
I, adaş .
attaş-
II, hep beraber sıçramak ; hep birlikte atlamak ; atlamada tayışmak .
attat-
et . atta – dan ; attatıp oku - : atlayarak okumak ; katınga ok attat : ( iffetli kadını ) yaralının üzerinden atlatmak ( halk inanışına göre , böyle yapıldıkta kurşun yaradan çıkıp düşüyormuş ; ubalım attatpasın ! : ( bana karşı yapılan ) haksızlılara adım atmak imkanı vermesin !
attattır-
et . attat – tan ; arıktı attattır - : ( mesela , atını ) ark üzerinden atlamıya zorlamak .
atteñ
= attiñ .
attır-
1 . atmıya müsaade etmek veya zorlamak ; 2 . ateş ettirmek ; birisinin üzerine ateş açtırmak ; tañ attır - : sabaha kadar uyanık kalmak , bütün gece uyumamak .
attıruu
işs . attır – dan ; tañ attıruu yahut tañ atıru : sabaha kadar uyanık kalma .
attiñ
ne yazık ! ; attiñ barbay beker kılgamın : yazık , ki gitmedim .
attu
I, 1 . isimli , ismindeki ; namında , müsemma ; Manas attu baatır : Manas isimli bahadir ; 2 . mümtaz ; meşhur ; attu – baştuu kişiler es . : mümtaz adamlar ; 3 . mes ‘ ut ; çok güzel , ala ; anday attu kün kayda ! : o gibi mes ‘ ut günler nerde !
attuu
II, 1 . atlı , at sahibi ( ata malik olan ) ; calkız attuu : tek atlı ; 2 . atlı , süvari , ata binen .
atuu
işs . at II – ten ; atuu cazası : kurşuna dizme ( bir ceaz olmak üzere ) .
ava
= aba II .
aval
= abal I , II .
avangard
r . öncü asker .
avans
r . avans , peşin verilen para .
avansıla-
avans vermek ; avansılap : avana olarak .
avansıloo
avansu verme .
avantyura
r . macera .
avantyurist
r . maceracı .
avgust
r . ağustos .
aviator
r . tayyareci .
avlatsiya
r . tayyarecilik .
avtobus
r . otobüs .
avtomat
r . otomat ; avtomatça : otomat gibi ; kendiliğinden , binefsihi .
avtomattuu
otomatla mücehhez , otomatlı .
avtomobil
r . otomoboil .
avtonomiya
r . otonomi , muhtariyet .
avtonomiyaluu
otonom , muhatriyetli ; avtonomiyaluu respublika : muhtariyetli cümhuriyet .
avtor
r . müellif . itet , r . otorite , itibar .
ax
! , 1 . ay ( yer küresinin peyki ) ; ay ( ayın yer küresi çevresinde dolaşarak bir devir yapmasiyle ölçülen zaman ) ; tolgon ayday : tolun ay gibi ( güzel ) ; ar kimdiki özünö ay körünöt ats . : kendisininki kirli olsa da temiz görünür ( harfiyen : herkese kendininki ay gibi görünür ) ; ayı oñunan tuugan : işleri yürüyor (ayı sağ taraftan doğmuş ) ; ona ahval musait oluyor ; o , muvaffak adamdır ; ayı cetpegen bala : vaktinden evvel doğan çocuk ; ayıkünü cetip oturat ( cetip yerine tolup da denir ) : o kadının doğuracak zamanı gelmiş ; ay başı : 1 ) yeni ay ; 2 ) ramazanın arifesi ( bk . ramazan ) ; ay camal yahut ay camalduu : ay gibi ( güzel kadın hakkında ) ; bi be boduk ( deve yavrusu ) gözlü ; birdin ayı : Kırgız halk takviminin birinci ayının adı ( takriben Kanunusaniye tevafuk eder ) ; üçtün ayı : üçüncü ayın adıdır ; cetinin ayı : yedinci ayın ismi ; toguzdun ayı : dokuzuncu ayın adı ( geriye kalan ay ların adlarını mütenazır sözler münasebetiyle bk . ) ; 2 . ay tuyak 1 ) tırnağı bakanak olmıyan hayvan ; 2 ) dn . kurban kesilen at ; ay tuyaka çal - : atı kurban kesmek .
ay
II, ( ablatif ile kullanılır ) : - den dolayı – den ötürü ; senin ayıñan dalay til uktum : senin yüzünden çok tekdir işittim ; can baguunun ayınan : gıdalanma için . III, 1 . at sürüsüne böyle haykırılır ; 2 . hey ! ; ay . tañ : hey , bilmiyorum ; 3 . ay – ay ! vay ! ne iyi ( tasvip haykırması , başlıca çocuklara hitap ederken ) . IV, ay cür , aman cür : sana iyi yolculuk dilerim ( nekadar gezersen gez , sağlılka gez ! ) . V, ay – aalam : bütün cihan ; ayaalamdı kıdırdı folk . : bütün dünyayı dolaştı : ay – aalam mülktün barı bar folk . : bütün cihan serveti var . VI, ay talaa : yaşayanları bulunmıyan , ıssız yer ; ay dalı : omuz .
aya-
merhamet etmek , acımak ; senden ayabayt : senden esirgemez ; seni ayabayt : o sana acımıyor ; el çetine coo kelse , can ayagan - : cigitpi ? folk . memleet sınırına düşman geldiğinde canına acıyan – yiğit sayılır mı ? ; ayabay : acımadan , merhametsizce ; alabildiğine ; mükemmel ; pek , çok ; ayabay cedim : çok yedim ; ayabay mas boldu : büsbütün sarhoş oldu ; ayabay kurgagıça : tam kuruyıncıya kdar ; ayabagan köp : gayet çok ; bihisap .
ayak
I, 1 . ayak , bacağın aşağı kısmı ; kırk ayak : kırkayak ( böcek ) ; calgız ayak : kimsesiz ; koş ayak = koşayak , ayagı asmandan keldi : bacakları havay dikilerek düştü ; ayagına çık - : ezmek , zulmetmek ( herhangi birisini ) ; manaplar halkı soygına çıkkan : manaplar halkı soydular ve ona zulmettiler ; 2 . son , netice ; ayagında : sonunda , nihayet ; ayagına çeyin yahut ayagına çıgara : sonuna kadar ; suu ayagı : ırmağın mansabı ; ayagı cok cogoldu : eser bırakmadan kayboldu . II, fincan , çanak ; ayak – tabak : mutfak ve yemekodası kapkacağı ; sır ayak : boyalı ( sırlı ) ağaç çanak ; kara ayak : boyasız ( sırsız ) kulplu ağaç çanak ; keñeş ayak es . : düğün ziyafetlerinden yahut yoğ aşlarından ( ölüyü hatırlama ziyafetlerinden ) biri ; acıraş ayak bk . : acıraş I ; bata ayak es . : takdis ( dua ) çanağı ; ant ayak es . : ant çanağı ( ant içerken içiliyordu ) ; camanga çomğ ayagıñdı körsöptö mats . : kötü adama büyük çanağını gösterme ; ölbögön kişi altın ayaktan suu içet ats . : kafa omuzlar üzerinde bulundukça ekmek bulunru ( harfiyen : ölmiyen adam altın çanaktan su içer ) .
ayakap
ayakkap , fincan kutusu .
ayakçı
1 . kımızı çanaklara dökerek , misafirlere sunan kimse ( ör . bk . kıyakçı ) ; 2 . saki , şerbettar .
ayakı
sonraki , son .
ayaksız
1 . ayağı olmıyan ; 2 . sonsuz ; 3 . neticesiz ; ayaksız kal- : neticesiz kalmak ; 4 . eser bırakmaksızın ; at ayaksız cogoldu : at eser bırakmadan kayboldu.
ayakta-
1 . bitmek , sonuna yaklaşmak ; iş munu menen ayaktabayt : iş bununla bitmiyor ; 2. bitirmek ; sözüğndü ayakta : sözünü nutkunu bitir , kes ; 3. ayakları yere değdirmek ; suu tereñ eken , at ayaktabay kaldı : su derinmiş atın ayakları suyun dibine ermedi ; 4 . bindirmek ( öküze , ata ayağiyle veya eliyle destekliyerek) .
ayaktaş
sınırdaş ; birbirinin anı olan ; uçları birbirine dokunan ; ıy menen külkğ ayaktaş ats . : göz yaşiyle arası uzak değildir (harfiyen : ağlama ile gülme bitişiktirler ) ; ekönün sözü ayaktaş çıktı : her ikisinin ifadeleri birbirine benziyor .
ayaktat-
bitirmek ; bitirmek üzere bulunmak , sonuna kadar erdirmek ; sözüñdü ayaktat : nutkunu sözünü bitir artık .
ayaktatuu
işs . ayaktat – tan .
ayaktoo
bitirme ; bitirmek üzere bulunma , sona erdirme , tamamlama ; beş cıldıktan törtünçü ayaktoo cılı : beş yıllık ğlanın dördüncü tamamlayıcı yılı .
ayaktuu
1 . ayaklı ; eki ayaktuu : iki ayaklı ; mec . insan ; 2 . sonu olan : sözü ayaktuu çıktı : onun dediği çıktı , sözü doğru çıktı ; 3 . hayvan ; 4 . kavi yürüyüşlü ( at hakkında ) .
ayal-
I, yavaşlama ; azıraak ayal kılatur : bir parça bekle ; ayal kılbay cürö kör : gecikmeden hareket et . II, a . 1 . kadın ; kolxozçu ayal : ( kolhoz denilen ) ziraat kolektifinde çalışan kadın ; 2 . karı ( zevce ) .
ayakda-
yavaşlama , gecikme ; üç kün ayalday tursañar , birge barabız : üç gün beklerseniz beraber gideriz ; attı minip alıñar , ayaldabay salıñar folk . : ata bininiz , durmadan hareket ediniz .
ayaldat-
durdrumak , bekletmek .
ayaldık
kadın hassaları ve evsafı ; kadın hareketleri ; ayaldıkka al - : karı olarak almak , karı edinmek ;,,, ayaldık ooruları : kadın hastalıkları .
ayaldoo
yavaşlama , gecikme .
ayalmet
ayalmat caş baldar : çoluk çocuk , küçük çocuklar .
ayaluu
bk . ayooluu .
ayan
I, 1 . belli , aşikar ; 2 . ( folklorda ) ikaz , telkin " yukarıdan " ( rüyada ) tündö catıp tüş körsöm , tüşümö ayan beriptir folk . : gece uyudum ve düş gördüm , düşte bana telkin etti ( kadın söylüyor : M . )
ayan-
II, kendisine acımak ; ayanbay küröş - : amansız güreşmek ; kat ‘ i mücadele etmek ; kolumdan kelgen cardamımdı ayanbaymın : elimden gelen her şeyi yaparım .
ayañ
I, 1 . ağır yürüme ( at yürüyüşü ) ; 2 . = ayal I . II = ayıñ .
ayañda-
ağır yürümek , yavaş gitmek .
ayañdat-
et . ayañda – dan .
ayañdoo
ağır hareket , yavaş hareket .
ayañduu
iyi yürüyüşlü ( at hakkında ) .
ayanıç
merhamet , acıma .
ayanıötuu
acıklı , merhanet uyandıran ; hazin ; ayanıçtuun ün : hazin ses .
ayant
1 . meydan , saha ; baldar ayantı : çocuksahası ; ayant beti met . : sathın yüzü ; 2 . dağdaki sanovber ormanı ortasındaki alan ( açık yer ) .
ayar
I, a . = aylager . II, ilerisini gören , basiretl, ; müteyakkız ; ilerisin, görme ; ayartart - : ilerisini görür olmak . III = ayal I .
ayardan-
kurnazlık etmek ; içtinap etmek .
ayarda-
1 . yavaşlamak , gecikmek ; bir az ayarday kalıp : bir parça gecikerek , bekliyerek ; ayardabay attanıp ketti : durmadan ata bindi ve gitti ; 2 . ihtiyatlı , müteyakkız dav – ranmak ; çarelere başvurmak , kolaylıklar araştırmak ; sır nayzanı tayanıp , izdey basıp ayardap folk . : sırlı kargıya dayanarak ve usullacık izini takibederek .
ayardık
= aylagerlik .
ayarduu
I, acıklı , acımaya değer . II, 1 . ağır ( yavaş ) ; 2 . ihtşyatlı ; ilerisini gören ; 3 . kurnaz ; her işin çıkar yolunu bulan .
ayarla
= ayarda .
ayarlayan-
= ayardan .
ayarlık
= aylagerlik .
ayarluu
= ayarduu I , II .
ayaş
I, 1 . dost ; 2 . ahbabın karısına veya babasına hitap tarzı .
ayaş-
II, müş . aya – dan .
ayat
a . Kura ‘ n ayeti , kur ‘ anın bir faslu .
ayaz
I, 1 . temiz , şeffaf , açık ; ayaz kök : temiz , açık gök ; 2 . ayaz , soğuk ; temir ; temir ayaz : şiddetli ayaz ( kar yağdıktan sonra ilk ayaz gece ) müyüz ayaz : temir ayazdan sonra gelen ve daha az soğuk olan ayaz ; kiyiz ayaz : hafif ayaz ç II, eğriz , bükülmüş .
atbaalı
hilkat garibesi ; kokunç sey ( prk fazla arıklamış olan kimse hakkında ) .
atbalta
bk . balta .
atbaltacı
bk . baltacı .
ayban
a . hayvan ; vahşi hayvan ; aybandar dünyösü : hayvanat dünyası .
atbanat
a . = ayban ; adambı , aybanaptı ? kaspı , dospu ? : insan mı , hayvan mı ? düşman mı , dost mu ?
aybançılık
= ayabandık .
ayabandık
1 . hayavan vasfı ; 2 . hayvanlık .
ayhar
korkunç görünüş ; tehdit ; aybar kıl - : tehdit etmek , korku vermek .
atbarduu
korku veren , korkunç ; arıstanday aybarduu : arslan gibi müthiş .
aybattu
heybetli ; görünüşiyle hürmet telkin eden .
aybıguu
işs . aybık – tan .
aybık-
sıkılmak , utanmak ; asıl seket , sen üçün aybıkpay elden zardadım : sevgilim , elden utanmadan senin yüzünden ağladım .
aybır
şaybır ‘ ın tekidir .
ayçık
hilal şeklinde olan nakış ; aycığı altın tuu : nakışları altından olan sancak .
ayçıkta-
hilala şeklinde olan nakışlarla kaplamak .
ayçılık
aylık müddet ; ayçılık cer : bir aylık mesafe .
ayçıktuu
atçıklı : hilal şeklinde olan nakışlarla bezenmiş .
ayda-
sürmek , koğmak , takibetmek ; aydap kel - : sürüp beriye getirmek ; aydap kel - : sürüp beriye getirmek ; aydap çık - : koğup çıkarmak ; aydao ket - : sürüp götürmek ; aydap bar - : sürmek ( öteye ) ; adat ayda - : adete riayet etmek ; araba ayda - : araba üzerinde gitmek ( atı sürerek ) ; egin ayda – yahut koş ayda – yahut cerayda : toprak sürmek ; buuday ayda - : buğday ekmek ( sürme , sürgüleme , saçma gibi bütün ameliyeleri icra etmek ) ; koon ayda - : kavun ekmek .
aydagar
= acıdaar .
aydak
= aytak .
aydakta
= aytakta .
aydal
mut . ayda – dan ; aydalgan cer : sürülmüş toprak .
aydala-
bağırmak ( ayda – ayda ! diye )
aydalaa
= ay talaa ( bk . ay VI ) .
aydalı
= ay dalı ( bk . ay VI ) .
aydalın-
mut . aydal – dan ; buuday aydalındı : buğday ekildi .
aydaluu
I, işs . aydal ‘ dan ; talaar öz ubagında aydaluuga tiyiş : tarla vakti zamanında sürülmelidir . II, 1 . koğulmuş ; aydaluu malıbız : bizim davarlarımız ( bizim sürdüğümüz hayvanlar ) ; 2 . sürülmüş toprak ; ekilmiş ; balañ paydaluu bolso , aştıgıñ aydaluu ats . : çocuğun faydalı olursa , toptağın sürülmüş olur .
aydaluuçu
1 . koğmaya , koğalanmaya mahkum ; 2 . sürülmesi lazım olan toprak ; aydaluuçu cerler : sürülecek topraklar .
aydama
1 . ekilmiş ( hüdayi nabit değil ) ; 2 . sun ‘ i yetiştirilmiş ; aydama körpö : sun ‘ i astıragan deri ) ; aydama kişi : kendisini hiçbir iş yapmayıp da başkalarının dürtmesini bekliyen adam .
aydar
çocuğun ensesindeki saçlar ; perçem ; örgü ( erkeklerde ) ; arkasında aydarı - , toru aygırdın calınday folk . : erka tarafta onun , doru aygırın yelesi gibi örgüsü vardır .
aydarım
hafif rüzgar ( başlıca sabahki ve akşamki .
aydarluu
ensesinde saçları olan ; perçemli .
aydaş-
müş . ayda – dan ; cer aydaş - : hep beraber yer sürmek .
aydat-
et . ayda – dan ; altmişa ala cılkını aydatıp berdi ustaga folk . : o , ustaya altmış tane benekli ( abraş ) atı sürüp getirti ; koy aydat – 1 ) koyun sürdürmek ; 2 ) es . sürü halinde koyun ticareti yapmak .
aydattır-
et . aydat – tan .
aydatuu
işs . aydat – tan ; koy aydatuu es . : sürü halindeki koyun ticareti .
aydaykel
es . işini bırakıp dolaşan .
aydaykeldik
es . işini bırakıp dolaşma .
aydıñ
1 . ay ışığı ; ay ışığıyle aydınlanmış yer ; aydıñga salıp kırman sapırdım : ay ışığında harman savurdun ; 2 . şa ‘ şaa , azamet ; aydıñnan ay korkot , külpöñünön kün korkot folk . : şa ‘ şaasından güneş korkuyor , parıltısından ay korkuyor .
aydıñduu
şa ‘ şaalı , azametli , şevketli .
aydoo
1 . koğma ; vatan dışına çıkarma ; turmuştun aydoosu menen : hayat şartlarının zoru altında ; 2 . koğalama ; 3 . mal aydoo : hayvanları otlağa çıkarma , hayvanları sürme ; 4 . toprak sürme .
aye
taacüp haykırması ; şeytandın cürögö aye ! : ne cesur be , şeytan !
ayelmet
= ayalmet .
ayey
= aye .
aygak
curnalcı ; caman aygak canınan tartat ats . : fena curnalcu kendi cebinden öder ; aygakka altı tayak ats . : curnalcıya altı dayak .
aygap
kin , intikamcılık .
aygay
= aykay .
aygayla
= aykayla .
aygaylat
= aykaylat .
aygır
1 . damızlık at : aygır bolor kuundan caak eti çoñ bolot ats . : damızlık aygır olabilecek tayın elmacık kemiklerindeki adaleleri büyük olur ; bee körbögön aygır : kısrak görmemiş aygır karadı : aygır ( kısrağa )n aşarak , onu gebe bıraktı ; aygır beelerdi karap cüröt : aygır kızışmıştır ( kısrakların peşinden koşuyor ) ; 2 . sarı aygır : sarıasma (kuş).
aygırak
( Rad . ) genç aygırcık .
aygırluu
aygırlı .
aygış-
kavga sırasında aşırı taşkınlık etmek , kavga kapışmak , kıyasıya dövüşmak ; it aygışıp kaldı : köpekler birbiriyle o derece kapıştılar , ki ayırmak kabil değil ; aygışkan : aşırı kızmış .
aygine
aynen , açıkça ; aygine körünüp turat : açık görünüyor ; aygine süylö : açık ve doğruca söyle .
ayginelen-
atdınlanmak , tavazzuh etmek.
ayıgış
= aygış .
ayıduu
hastalıktan iyileşme .
ayık-
hastalıktan iyileşmek , sıhhat düzelmek ; onulmak ( yara hakkında ) ; ayıgıp kaldı : iyileşti , sıhhati düzeldi .
ayıktır-
tedavi ederek iyileştirmek i şifa vermek ; onultmak .
ayıktıruu
işs . ayıktır – dan .
ayıl
avul ( obalar yığınağı ) ; ayıl – apa bk . apa .
ayılçı
1 . kikram edilmek maksadiyle yabancı avullarda dolaşmasını seven . 2 . mec . : tembel .
ayılçıla-
ikram edilmek ümidiyle yabancı avullarda dolaşmak ; ayıldı ayılçılap : köy köy dolaşarak .
ayılçılat-
et . ayılçıla – dan ; balanı ayılçılatıp kel : oğlanı yabancı köye ( midafirliğe ) götür .
ayıldaş
aynı köyden olan , avuldaş .
ayıldaştık
aynu köye mensublanlar arasındaki münasebetler ve evsaf .
ayım
1 . hanım ; 2 . zevce ; alıp catkan toguz ayımı andan ayrıldı Urumkan folk . : Urumhan beraber yaşadığı dokuz karısından ayrıldı .
ayıñdoo
zemmetme ; sövüp sayma .
ayıp
a . 1 . su. , kabahatli olma ; ayıbı açıldı : kabahati meydana çıktı ; ayıp et - : ayıplamak , kınamak ; 2 . kusur , eksiklik ; 3 . para cezası ; ooz ayıbı : sözle hakaret için para cezası ; ayıp sal - : para cezasına hükmetmek ; ayıp tölö - : para cezası ödemek ; at ton ayıp bk . at I ; ayıpka cık - : para cezasına maruz kılmak , para cezasiyla cezalandırmak ; ayıpka cıkıl - : para cezasına maruz kalmak .
ayıpker
a - f . : suçlu ; cani .
ayıpkerdik
kabahatlilik ; cinayet .
ayıpsız
1 . kabahataiz , masum ; 2 . kusursuz ; ayıpsız kişi bolnoyt : kusursuz insan olmaz .
ayıpsızdık
masumluk .
ayıpta-
1 . itham etmek ; 2 . para cezasına hükmetmek .
ayıptal-
itham edilmek ; maznum olmak.
ayıptaluu
işs . ayıptal – dan .
ayıptaluuçu
maznun , itham edilen .
ayıptar
a – f . = ayıpker .
ayıptoo
itham etme .
ayıptooçu
itham eden .
ayıptuu
suçlu .
ayıptuuluk
suçluluk .
ayır-
1 . ikiye ayırmak ; ayrı düşürmek ; parçalamak ; 2 . ayırdetmek ; 3 . zorla almak , çekip almak ; cılkını ayırıp aldı : atları zorla aldı ; 4 . kırmak ; başın ayırıp aldı : kendisinin başını kırdı .
ayırbaş
trampa ; ayırbaş kıl - : trampa etmek .
ayırbaşta-
mübadele etmek , trampa etmek .
ayırbaştal-
mübadele edilmiş olmak .
ayırbaştoo
mübadele , trampa etme .
ayırgıç
1 . ayırıcı , ayıran ; 2 . gram . es . başka bir cümlenin içinde bulunan tavsifi cümle .
ayırış
= ayrış , I , II .
ayırma
fark , mübayenet .
ayırmaç
çocuk eğeri .
ayırmaçılık
temayüz ; hususiyet .
ayırmaçtuu
çocuk eğeriyle eğerlenmiş ; ayırmaçtuu tay : çocuk eğeriyle eğerlenmiş tay .
ayırt-
eyrı düşürmek ; yırtmak ; ikiye ayırmak .
ayıruu
= ayruu .
ayi
tasvibetmeme , tehdit haykırma – sı ; ayi seni : vay seni ! vay gidi seni !
aykal-
( mana itibariyle ) = aykalış II ; azabıñ tartkan azamat aykalıp birge tünösün folk . : senin yüzünden ıstırap çeken yiğit varsın ( seninle ) sarmaşarak bir geceyi geçirsin .
aykala
= aykara .
aykalış
I, 1 . sarmaşma ; girifit olma ; 2 . birleşme ( biraraya toplanma ) .
aykalış-
II, karşılıklıca sarmaşmak ; aykalışıp cat - : kucaklaşarak yatmak ; aykalışıp körüş - : birbirine arka vermek suretiyle durarak ve birbirine omuz üzerinden bakarak selamlaşmak ; cılkı aykalılıp kaşınışat : atlar birbirinin arkasına başlarını koyarak , kaşınıyorlar .
aykana
= aykara .
aykara
çapanın aykarasınan ( yahut aykaradan ) camınıp cattı : çapanına öyle bürünüp yattı , ki bir eteğiyle bacakları ve öteki eteğiyle başı örtülmüştü .
aykaş-
1 . çapraşık koyulmuş olmak ; birbirine geçmek ; 2 . db . kavuşmak ; oñgu menen müçö aykaşkanda : kelimenin gövdesiyle sonek kavuştuğunda .
aykaşuu
işs . aykaş – tan .
aykay
şiddetli , velveleli ses ( çağırma ) ; velvele ; aykay sal - = aykayla .
aykayla-
şiddetli ve velvele koparırcasına bağırmak ; imdada çağırmak .
aykın
açık ; müşahhas , açıkça ; aykın körsöt : açık göstermek ; aykın colbaçılık : müşahhas rehberlik .
aykından-
aydınlanmak , nurlanmak .
aykındooç
gram . attribıt , na ‘ t .
aykır-
haykırmak , bağırmak , nare atmak .
aykırık
haykırış , bağırma ; aykırıksal - : bağırmak , nare atmak .
ayköl
1 . Destan kahramanının müsbet sıfatlarından biri ( başlıca Manas ‘ ın ) 2 . ayköl salış - : birbirine karşı nefret , husumet izhar etmek ; dövüşmeye girişmek ; uuru meneñ ayköl salışıp kaldım : hırsızla karılaştım ve onunla dövüşmeye başladım .
aykür
= alçı .
ayla
a . hiyle ; çeviklik ; çare , kavrayış , ustalık ; söz aylasın bilbegen sözdü özünö keltiret ats . : söz söylemesini bilmiyen sözü kendi aleyhine çevirir ; aylası kurudu : tamamiyle şaşaladı ; büsbütün dermansız kaldı : eñ ayla bolbogondo : hiç olmazsa , başka bir çıkar yol bulunmazsa ; tildep aylasın ketirdi : ona adamakıllı sövüp saydı ; aylada cok caman : hiçbir işe yaramayan ( adam ) ; ayla barbı ? 1 ) çıkar yol , imkan var mı ? 2 ) nerde ? ! hiçbir çare yok ! can aylasınan yahut can aylası üçün : canını kurtarmak için .
aylager
aylaker , a – f . hilekar , kurnaz .
aylagerlik
hilekarlık , kurnazlık .
aylakerdüü
aylakerlüü = aylager .
aylala-
çaresini bulmak , bir yolunu bulmak , çıkar yolunu bulmak .
aylaluu
çevik ; çıkar yolunu bulan .
aylaluuluk
çeviklik ; çıkar yolunu bulnaklık .
aylampa
= aylanpa .
aylampaş
= aylanbaş .
aylan-
1 . dönmek , deveran etmek , dolaşmak ; aylana uç - : etrafta uçmak ; közübüzdün karası menen tebğ aylanıp tutar : ne istersek onu yapıyor ; o , tamamiyle bizim tesirimiz altındadır ; köt aylanbayt kon . ( mesken hakkında ) : dönecek yer yok ( harfiyen : göt dönmüyor : M . ) aylan köçök 1 ) çocuk oyunu [ çocuklar " aylan köçök " diye söylenerek kebdi etraflarında dönerler ] 2 ) mec . su .evrintisi ( girdap ) : 2 . dönmek ( değişmek ) ; 3 . es . keffaret olmak ; 4 . sahte tabiplerin tedavi usulünde bir kurban veriliyordu , ki bu kurban bilfiil yahut timsali bir tarzda hastanın başı etrafında dönerdi ( alya ‘ nın 4 – ncü manasının variyantları bundan doğmuştur ) ; okşamak ; saygı göstermek ; üstünlüğünü tanımak , önünde eğilmek ; aylanayın yahur aynanayın veya aylayın yahut aylanıp keteyinim : sevgilim ( kendisine kurban olacağım : M . ) ; koy , aylanayın , koy : vazgeç sevgili , vazgeç ; aylanayındam : sevgililerim ; atadan aylangan : yazık ki iyi baba senin gibi ( kötü evlat ) dünyaya getirmiş ; argımak cıydım , at sıydım aylanıp ketsin buudandan folk . : argamaklar topladım , bayağı atlar topladım , ancak onlara buudan ‘ ın topuğuna varmak nerde ! ( bk . buudan I ) ; kelindin tırmagınan bir kündö miñ aylansa , epeken folk . : genç kadının parmakları ( harfiyen : tırnakları ) her gün bin defa hürmet göstermeye değer ( yani o kadın gayet usta elişi yapar ) .
aylana
1 . etraf , civar ( yöre ) ; 2 . muhit .
aylanayın-
bk . aylan 4 .
aylanbaş
aylanbaş bolup kalgansıñ : senin başın dönmüş .
aylandır-
1 . döndürmek , çevirmek , döndürtmek ; 2 . dolaşarak gitnek ; kuşatmak ; 3 . değiştirmek ( tahvil etmek ) ; akçaga aylandır - : paraya çevirmek .
aylandıruu
1 . döndürme ; 2 . tahvil etme .
aylanış-
1 . hep beraber dönmek , 2 . gecikmek ; alıkonmak ; bir cumuşka aylanışıp keçigip kaldım : bir işle eğlenerek geciktim .
aylanma
dönen , tekerrür eden ; aylanma üzüksüz bölçök mat . : kesri aşarii devri ; aralaş aylanma : mat . karışık kesri daim ; taza aylanma mat . : halis kesri aşarii devra .
aylanpa
1 . su çevrintisi ( girdap ) ; 2 . kaalga ( bk . ) nın bir cüzünün adıdır .
aylant-
1 . döndürmek ; çevirmek ; 2 . kuşatmak ; aylanta : her yandan , etrafında ; aylanta karap ; göz gezdirerek , etrafa bakarak .
aylantkıç
dödüren , dönmeyei mucibolan ; baş aylantkıç : şuuru karartan şey .
aylantma
1 . dödüren ; döndürme ; baş aylantma : bir hayvan hastalığıdır , ki bu hastalığa tutulan hayvan boyuna başını döndürür . 2 . tedavül edilen ; aylantma kapital ; tedavül edilen sermaye .
aylantuu
1 . döndürüm , devir ; 2 . tahavvül , değişim .
aylanuu
işs . aylan – dan .
aylasız
1 . çevik olmıyan , çolpa ; intikal süratine malik olmıyan ; aylaszı baatır çoçkogo çabat ats . : beceriksiz bahadir domuza saldırır ; aylasızdan : çaresiz olarak , zaruret hasebiyle muztar olarak ; 2 . pek ; aylasız caman : tutar yeri olmıyan kötü ; pek fena .
aylaş
aynı devrede gebe kalan kadınlar ; aylaş katın – muñdaş ats . : aynı devrede gebe kalan kadınlar hemdettirler .
aylayın
bk . aylan 4 .
aylık
1 . bir aylık müddet ; aylık azık : bir aylık erzak ; 2 . aylıkla çalışan ; bir aylık maaş , aylık .
ayluu
aylı , ayı olan ; ayluu tün : aylı gece .
ayma-
atıştırmak , oburca yemek .
aymak
I, 1 . memleket , ülke , arazi ; aymak taanuu es . : memleketi öğrenme ; aymak taanuuçu es . : memleketi öğrenen ; 2 . ( Rad . ) : halk ; soy .
aynak
II, ( Rad . ) kalpakltaki süs ; altın aymak akmak börük ( Rad . ) : mükemmel surette altınla süslenmiş kalpak .
aymaktık
ülkeye mensup .
aymala-
ağızla kapmak ; balası emçegin , aymalap hırsla kaparak , emiyor ; cel anın betterin aymalap , çaçtarın señseltet : rüzgar onun yüzüne eserek , saçlarını ditmektedir .
ayman
obur ve tahammülü ( at hakkında ) .
aymañga-
= ayma .
aymaş-
müş . ayma – dan ; betterin aymaşıp mec . : şapır şapır öpüşerek .
aymın
= aybık .
aynek
f – a . 1 . ayna ; 2 . cam ; köz aynek : gözlük ; eynektey açık : tamamiyle açık .
aynı-
1 . sözünden vazgeçmek , caymak , rücu etmek ; aynıp kalba : verdiğin sözden vazgeçme ! aynıbay ; tereddütsüz ; çınıgı kızmay akı aynıbay ösüp catat : şe ‘ ni iş ücreti durmadan artıyor ; soodaları cakındap , cıyırma tıyından aynıp ketişti : onların ticareti sonuna yaklaşmışken , yirmi kopek yüzünden bozuldu : 2 . kööüm aynıdı : bende bulantı var ; köönüm aynıp , canım cer tartıp turat : kendimi fena hissediyorum ve yatmak isitiyorum ( ben düşebilirim ) ; 3 . değişmek ; münasebetini değiştirmek ; sen , aruu kulunum , aynıp keter bekensiñ ! folk . benim temiz tayıcığım ( sevgilim ) , değişir misin , acaba !
aynıt-
sapıtmak ( doğru yoldan şaşırtmak ) , caydırmak .
aynıttır-
et . aynıt – tan .
aynikey
aynikeyim karmadı : caydım , fikrimden vazgeçtim , sözümü geri aldım .
ayoo
acıma .
ayooluu
kendisine karşı ayrıca dikkatle muamele edilen , ayrıca takdir edilen şey ; ayooluu buyumum : takdir ettiğim , ihtiyatla kullandığım , acıdığım nesne ; men kaysı ayooluu kul elem ! : bana kim acıyacak ! ben kime lazımım ! ; benim hayatımı hesaba katmak değer mi , dersiniz !
ayoosuz
merhamersiz , amansız ; ayoosuz sokku : kat ‘ i darbe ; kat ‘ i mukavemet .
ayooszuduk
merhametsizlik , amansız davranmaklık .
aypa-
aypap – caypap : basarak ( su hakkında ) .
aypooç
defin esvabı aksamından birinin adıdır ; ak kepindep aruu cuup , aypoo. salıp , belimi buup folk . kefene sararak , temiz yıkayıp , üzerimeaypooç koyarak ve kuşak kuşatarak .
ayran
I, a . taacüp eden , hayrette kalan , şaşalıyan ; ayranga kal – yahut ayran kal - : hayrete düşmek ; akılı ayran kaldı ( yahut ayran – tañ kaldı yahut ayran – azır kaldı ) : şaştı , şaşa kaldı . II, ayran ( hafifçe su katılan yoğurt ) ; ayran içken kutuluptur , çelek calagan tutuluptur ats . : ayran için kurtulmuş , kova yalayan yakayı ele vermiş ; aş ayran : içine yarma koyulmuş ayran ( gerek arpa , gerekse darı yarması olsun ) .
ayrandık
ayranlık ( ayran için hazırlanan şey ) ; bir azıraak ayrandık koy : bir miktar sağmal koyun , bir parça ayran alınabilecek olan koyun miktarı .
ayrı
I, 1 . ikiye ayrılan , çatal , anadut ; temir ayrı : demir anadut ; ayrı kezeñ : eğerimsi dağ ; ayrı kuyruk bk . kuyruk ; ayrı sakal 1 ) çatal sakal ; 2 ) çatal sakallı adam ; ayrı col : yolun ikiye ayrıldığı yer ; eki col ayrı bolso , ittin başı kañgı bolot ats . : yolun ikiye ayrıldığı yerde köpek yolunu şaşırır ; ayrı baş 1 ) iki başlı ; 2 ) = ayrıbaş ; 2 . iki hörgüçlü deve ; …. ayrı emes narça töölördü folk . : iki hörgüçlüleri değil , tek hörgüçlü develeri .. II = ayır .
ayrık
1 . bölüm , bölme , yarık ikiye ayrılmış , yırtık ; 2 . dağlardaki çukur ; iki dağ ırmağının kavuştuğu yer .
ayrıkça
ayrıca , bilhassa ; ayrıkça köñül ber - : ayrıca dikkat etmek , ayrıca meşgul olmak .
ayrıkçalık
hususiyet , istisnaiyet .
ayrıl-
1 . ikiye ayrılmak , bölünmek ; birbirinden ayrı düşmek ; corgo mingen coldoşunan ayrılat, köp caşagan kurdaşınan ayrılat ats. : yorga ata binen yoldaşlarından ayrılır; uzun yaşayan kimse yaşıtlarından ayrılır 2. mahrum olmak; malıman ayrıldım : hayvanlarımdan mahrum kaldım.
ayrılgıs
ayrılmaz, ayrı düşmez, ayrılgıs dos : ayrılmaz dost.
ayrılış
I, ikiye ayrılma ; parçalanma ; ayrılış col = ayrı col (bk. ayrı I1) II, müş. ayrıl-dan.
ayrıluuçu
1. ikiye ayrılan ; ayrı düşebilen ; 2. gram. es. :mevsuf.
ayrım
ayrı, ayrı duran ; bir şeye has olan ; ayrım komissiya : o işe has komisyon ; ayrım bigadalar booyuça : ayrı taburlara göre ; açık-ayrım : apaçık , aynen ; açıkça, vazıhan; açık-ayrım süylöş- : açıkça, candan konuşmak; açık-ayrım tüşündür- : noktası noktasına , açıkça anlatmak.
ayrıpılan
kon. tayyare.
ayrış
I1.ikiye ayırma ; ayrı düşürme; 2. ayırt etme.
ayrış-
II, müş. ayır-dan ; baş ayrışsak- börk içine ; kol sındırışsak – ceñ içine ats. : evdeki çörçöpü dışarı çıkarma (harfiyen : baştan ayrılırsak- kalpak içine, kolumuz kırılırsa – yen içine).
ayruu
ikiye ayırma.
ayrunçu
1. ikiye ayıran; 2. gram. es. na’t (attibut) ; sın atooç atruuçu : na’t sıfat.
aysız
ayı olmayan, aysız; aysız tün : aysız gece.
ayt
I hayt ! taygandarın "ayt ! " dep ciberdi : yürük köpeklerine "hayt" diye bağırdı; ayt-aytta- : "hayt hayt" diye bağırmak (çobanların iykaz edici bağırışı) ; ayt koy yahut ayt kıyt koy- : alabildiğine bağırmak, yüksek sesle bağırmak. II a. bayram (Müslümanlarda) . III, 1i demek, söylemek, tekrar söylemek; hikaye etmek; aytmayınça kim bilet ! açmayınca – kim köröt ! ats. : söylemeyince kim bilir! açmayınca kim görür!; taap ayt- ; ciddi, akıllıca söylemek ; aytkan cerden çık- : göze alınan işi yerine getirmek ; taahhüdünü ifa eylemek, sözünde durmak : atıp kı- : bir işi iykaz etmek suretiyle yapmak ; aytıp kılgan iştin aybı çok ats. : önceden iykaz etmek suretiyle yapılan iş ayıp sayılmaz; 2. (önce gelen ablatif ile) : hükmetmek (önceden tayin etmek, hissesine vermek), süzögön uyga kuday müyüzdön aytpagan ats. : çok süsen ineğe Tanrı boynuz vermez.
ayta
ayta buyta degice : bir lahzada, göz kırpıncaya kadar.
aytak
bağırma (sürü beklereken).
aytakta-
1. "hayt!" siye bağırmak ; 2. yüksek sesle bağırmak (sürü bekleyen çobanın hakkında).
aytarlık
"çakış"dep aytarlık emes : "iyi" denecek kadar değil; "bali" dep aytarlık iş atkarbadı : "iyi"denecek kadar işi başaramadı.
aytıl-
mut. ayt- III ten.
aytılış
telaffuz.
aytıluu
I, işs. aytıl-dan.
attıluu
II, meşhur, maruf, şöhret kazanmış namlı.
aytım
söylenen (söylenilmiş olan) ; aytımına könömbü! folk.: ben onun dediğine muvafakat eder miyim hiç!
aytımduu
ahenkli, söylenişi hoş.
aytış
I, 1. söyleyiş; gazetanin aytışına karaganda : gazetenin dediğine göre ; 2. takılma; münakaşa; münazaa; ilmî müzakere; 3. bahse girişme (öcüşme)
aytış-
II, 1. dayatışma, çekişmek; kavga etmek; münazaa etmek ; bahse girişmek
aytıştır-
1. birini ötekine kışkırtmak, kavga çıkartmak; 2. bahse giriştirmek; ırçı aytıştır- : ırcıları (hanendeleri) bahse giriştirmek.
aytışuu
1. dayatışam, kavga; 2. bahse girişme; kayım aytışuu bk. kayım III
aytkız-
et. ayt- III ten
aytoru
sözün kısası; umumiyetle; aytoru bilgeniñdi kıla ber : hulâsa, ne istersen yap.
aytpasa
o halde; öyle mi, acaba !; aytpasa töğünbü : doğru değil mi, acaba!
aytta-I
ayt-aytta bk. ayt 1.
aytta-II
bayram etmek, bayram kutlayıp ve ikram edilerek dolaşmak, bayram ziyaretleri yapmak.
ayttat-
et. aytta I, II den.
ayytık-
es. bayram hediyesi.
ayttır-
et. ayt- III ten; kız ayttır-: kız istemek; kızga ayttırıp cürgön cigit : kendisine nişanlı arayan, kız isteyen delikanlı ; bir tıyın berip koydura albayt ats. : bir kopek mukabilinde söyletemiyor, (bir defa söylemeye başlayınca) bin kopek mukabilinde durduramıyor.
aytuu
söyleme, anlatma; teleffuz: aytuuna karaganda : onun dediğine göre.
aytuuluu
= = aytıluu II.
ayuu
ayı; ayuu kulak bk. kulak III.
ayza
= = nayza.
az
I, az, az mikdar, bir parça; bir azdan, yahut bir azdan soñ : biraz sonra, bir müddet geçince; az-maz : azıcık, cüz’ice, azar azar, tedricen; ölörünö az kaldı : ölümüne az kaldı; al da az kelgensip : bunu azımsıyarak; azın- köbün : bir parça istihkakı kadar; azın- köbün ızattap folk. : bir parça hürmat göstererek, azıcık sayarak.
az-
II, yolu şaşırmak. sapıtmak, dalâlete düşmek. III, 1. zayıflamak, kurmak; öñünön azdı : benzi attı; zayıfladı; azıp-tozup cok boldu : dağılıp heba oldu; azgan- tozgun : aç ve çıplak; son derece bitkin; 2. fakir düşmek; azmattın azaganı, köçköndö cöö baskanı folk. : yiğitin fakir düşmesinin beldeği (alâmeti) göçerken, yer değiştirirken yaya yürümesidir.
aza
I, a. mâtem; sagu sağma (ölü için ağlama) ; aza marşı : mâtem marşı; aza kütüü mitingi : mâtem mitingi; aza kütüp oturgan katın : (kocası için) sagu Sagan (ağlıyan) kadın; altı katın azaga barsa, ar kimisi öz muñun aytat ats. : altı karı sağu sağmıya giderse, her biri kendi derdini okur; köñülü aza bolup kaldı : bir parçakırıldı, küstü; balanı aza kılba! : çocuğunu incitme! II = asa.
azaat
= asaat.
azadar
a-f. kederli, tasalı.
azal
= = ezel.
azala-
azalap bar- ( başsağlığı dilemek için) ölenin köyüne gitmek; balasın azalap bardık : çocuğunun ölümü dolayısıyla taziye etmek için gittik.
azamat
yiğit, babayiğit.
azamatçılık
= = azamattık.
azamattık
yiğitlik.
azan
I, a. ezan (ibadete okuma); azan ayt- : ezan okumak; azanda yahut azanı menen : sabah erkenden; azadagı at : ilkin verilen isin ( at koma ezan okuma zamanına uygunlaştırılıyordu) /3/ ; azandagı stı Samtır emes, Sarıkul eken : meğerse, onun ilkin adı Samtır değil, Sarıkul imiş (Samtır ası ona sonradan ltakılmış imiş). II, kazan sözünün tekidir : azan- kazan
azançı
müezzin (ibadete okuyan).
azap
a. eziyet; ıstırap; azap kördüm yahut azap tarttım ; azap çektim; sening asabıñ maga öttü : sen bana azap çektirdin; azap-tozok : aşırı ıstırap; azabın kolgo bergile folk. : kendisine adamakıllı bir ders verin!
azaptan-
azap çekmek, ıstıraba katlanmak.
azaptandır-
tazibetmek; çektirmek.
azaptanuu
işs. azaptan-dan
azaptuu
eziyetli.
azar
I, f. tazip, ıstırap, hararet, zulüm, azar sal- : zulmetmek, tazip eylemek; azar tart- : tazyik ve tahkire uğramak; azar tarttır- : eziyet vermek, çektirmek. II; bezer ve kazar sözlerinin tekidir. III, f, azar tümön : hesapsız; azar maktansañ, eki kişilik alıñ bardır : nekadar övünse de, yalnız iki kişiye karşı koyacak kuvvetin vardır.
azarman
azarmandan benzemen bol- : hayretten şaşa kalmak; azarmandan benzer bolup : yaka silkti (olanca gayretiyle imtina etti) .
azat
I, f. serbest, hür, erkli; okuudan azat bolduk : dersten serbest bırakıldık (tatile girdik yahut ders bitti) . II = asaat. III, azat boyu : bütün vücudu.
azatçıl
hürriyet seven.
azattık
hürriyet
azay-
azalmak, eksilmek; menden ekçim azaybayt : bulunsam da, bulunmasam da, bundan kimseye zarar olacak değildir (harfiyen : benim yüzümden kimse eksilecek değildir) .
azayt-
azaltmak, eksiltmek; ölüp kimdi azaytam? : ölümüm kimin ağlamasını mucîbolur? ( harfiyen : ölmek ben kimi eksilteceğim? )
azaytıl-
azaltılmak.
azayttır-
et. azayt-tazı
azaytuu
azaltma.
azayuu
işs. azay-dan.
azbaray
f. için sebebinden.
azçılık
akalliyet.
azda-
azdap : azar azar, tedricî surette.
azdek
candan sevilen, taparcasına sevilen.
azdekte-
tazim ve sevgi ile eğilmek, taparcasına sevmek.
azdık
azılk, kifayetsizlik; bul maga azdık kılat : bu benim için azdır, kâfi değildir.
azdır
I, et. az II den ; azdırıp – tozdurup cok kıldı : her yana koğdu; saçıp savurdu
azdır-
II, et. az- III; öñünön azdırıp cibergen : onu bitkin bir hale düşürdü.
azem
= = asem.
azezil
azazil a. şeytan, iblis.
azgana
azganakay, biraz, cüz’î, bir parçacık.
azgansı-
yolunu şaşırmış olanın durumunda bulunmak, sapıtmak.
azgın
yolunu şaşıran; sapgın; nesli bozulmuş, yozlaşmış, dejenere; at azgını corgo, adam azgını moldu ats. : atın azmanı yorgadır, adamın azmanı da hodur.
azgır-
baştan çıkarmak, kandırmak, kışkırtmak; şaytan azgırdı : şeytan baştan çıkardı.
azgırgıç
baştan çıkaran, kandıran, dalâlete düşüren; tahrik eden.
azgırgıçtık
kışkırtıcılık.
azgırık
baştan çıkarmak, doğru yoldan çıkarma; kişinin azgırına kibre! : başkalarının iğvasına kapılma!
azgırıl-
baştan çıkarılma, kandırılmak, kışkırtılmak.
azgırma
kışkırtıcı, kandırıcı.
azık
1. yiyecek, erzak rızk; hayvan yemi; börü azığı coldon ats. : kurdu bacakları besler ( harfiyen : kurdun rızkı yoldan ) ; col azık : yol için alınan erzak; azık-tülük bk. tülük; kül azık = = külazık; 2. mahsul, istihsalât; süt azıktarı : süt mahsulleri.
azıksız
yiyeceği, erzakı olamyan, azıksız.
azıktan-
rızıklanmak, beslenmek, erzakla mücehhez olmak.
azın
azın köbün bk. az I.
azına-
sıksık ve yüksekselse kişnemek (üğüründen uzak düşmüş aygır hakkında) .
azınat-
et. azına-dan.
azıñkı
son derece arıklamış olan, sararıp solmuş.
azınoolok
= = azoolok.
azır
I, a. 1. şimdi, şu dakkada; azır keldim : şimdi geldim : azırınça : şimdilik; azırınça barbay tur! : şimdilik gitme! ; 2. hazır bulunan; hazır (anık) ; erteñ azır bolsun : yarın hazır olsun; 3. uyanık; kolxozdun malına azır bol : kolxoxun (ziraat kolektifinin) hayvanlarını bekle, bak! II, ayran I sözünün tekidir : azır- ayran. III, a. dn. nezir, adak , kurban, atiye; azır tayı- : adağı (neziri) yerine getirmek (başlıca, ölü nama)
azırda-
hazırlamak, önceden hazırlamak.
azından-
hazırlanmak, vakti zamanında hazırlanmak.
azıret
= = aziret.
azırınça
bk. azır I, 1.
azırkı
şimdiki muasır, çağdaş; azırkı ubakta yahut azırkı kündo : bugünkü günde.
azırkısın
şimdi, bu zamanda.
azırtan
daha şimdiden, daha bu vakitten itibaren.
azız
I, a. iki gözünden kör olan, darîr. II, a. muhterem, kıymetli (kalbden sevilen) , aziz.
azik
f. 1. ince zarif; 2. incelmiş; 3. nazik (iş, meesle hakkında) .
azilkeç
= = asilkeç.
aziret
a. es. kutsiyetmaâp, asâletmaap, şevketmaap.
azireyil
= = azreyil.
aziz
= = aziz II.
azoo
vahşi binilmemiş, harın (hayvan hakkında) .
azoolok
azıcık; cüz’îce; azoolok akça bere tur! : bir parça para ver!
azooluk
harınlık, vahşilik, binilmemiş olmaklık (hayvan hakkında) .
azot
r. azot.
azreyil-
mit. can alıcı melek, azrayil
azsın-
bir nesneyi az, kifayetsiz saymak, azımsamak.
azuu
azı dişi; cılkı asıyında azuu sayat : at beşinci yaşında azı çıkarıyor; azuusun ayga canıgan 1) salaşma; 2) gayretli, enerjik; azuu sal- : hakaret etmek.
azuulu
azılı, azı dişine malik olan, dişli; kuvvetli; azuuluu aska : sivri kayaları bulunan yüksek dağ.
baa
I, hoş görmeme, nefret haykırışı; baa çirkindiki- ay! : ne pis, çirkin! II, f. paha, kıymet; baa ber- yahut baa koy- yahut baa kes- : kıymet biçmek; takdir etmek; öz bası : maliyet fiatı; baa berbegendik- : hakikî değerini vermemk, takdir etmemek.
baakı
katın bakı bk. katın.
baala-
kıymet biçmek, takdir etmek, değerini tayin eylemek; baalap iştöö : kesne çalışma.
baalan-
1. kıymet biçilmek; kendisini
beğenmek
kendisini dev aynasında görmek; tegi ele baalanıp kalasıñ : kendine çok yüksek kıymet biçiyorsun.
baalanuu
işs. balan-dan.
baalaş-
hesaba katmak, ehemmiyet vermek, dikkate almak; turmuş şartımenen baalaşpayt : hayat şartlarını hesaba katmıyor.
baaloo
kıymet biçme, takdie etme.
baaluu
kıymetli, değerli.
baaluuluk
kıymet.
baam
a. anlama, fehim; sözün baam kılıp otur! : sözünü fehmet! baam kılıp oku- : anlıyarak, dikkatle okumak.
baamda-
anlamak, fehmetmek, farkına varmak, kavramak
baamdaş-
müş. baamda-dan.
baamdoo
anlama, fehmeyleme; kahüne varma.
baana
= manaa II.
baar
maldan açtım bardı folk. : mal ve mülkümü cömertçe israf ettim, külünü savurdum.
baarda-
hikâye etmek, anlatmak.
baardaş
I, 1.samimi dost ; canciğer ahbap ; 2. sevgili erkek veya kadın; baardaş senin dartıñdan basarga cok darmanım folk : sevgilim , senin derdinden kamıldamaya dermanım yoktur.
baardaş-
II, samimi candan sohbet etmek ; baardaşsam dep oylop, bardım kelet üyüñö folk : candan konuşmak maksatıyla senin evine gitmek istiyorum.
baarı
onların hepsi; hep; baarı bir: hepsi bir; baaarıñar : hepiniz; baarın-cokun : onların hepsini; ellerde olanın hepsi, varı yoğu.
baarıla-
baarılap : hepsi toptan.
baarlaş
= baardaş II
baasız
takdir olunmayacak derecede kıymetli.
baatır
bahadir , kahraman cesur; emgek baatırı : emek kahramanı; Sovetter Soyuzunun baatırı : Sovyetler birliğinin Kahramanı ; baatırlarça : bir kahraman gibi ; kahramanca, kahramana adi ve müteallik; baatırlarça küröş : kahramanca güreş; baatır süylö- : övünmek ; üydö baatır coodo cok folk : koyunlar karşısında tiğit, yiğit karşısında ise, kendisi koyun (harfliyen : evde cesur, harpte yok) ; baatır başı tar : kandisine binbaşlarının tabi bulundukları serdar.
baatırçılık
cesaret kahramnalık, mertlik ; baatırçık kıla albadı cesaret edemedi, gözü korktu.
baatırdık
= baatırcılık .
baatırsı
kendini bahadır saymak, kahramanlık taslamak.
baba
f. ata-baba : dedeler, ecdat; zeñgi (telaffuzda daha çokca : üzöñgü) baba: 1) mit. : sığır hayvanları hamisi; 2) mec. : sığır hayvanı; baba dıykan bk. dıykan.
babakta
kar babaktap çaap turat : kuşbaşı kar yağıyor.
babañke
sefih, hovarda; sefahet, hovardalık.
babıgan
= babırgan.
babır
çok konuşan geveze.
babıra
çok söylemek, gevezelik etmewk, dırlanmak.
babırgan
1. puhucuk, baykuşcağız (kuş) ; 2. = babır.
baca
bacanak.
bacalısta
ro. kon. "pojaluysta" : lütfen , rica ederim.
bacı
f. resim, vergi, baç.
bacıla
vergi tarhetmek. vergi almak.
bacılda
1. çok ve manasız söylemek, boş söz (herze) söylemek ; 2. mırıldanmak.
bacıldak
geveze, yanşak.
bacıkdaş-
müş. bacılda-dan.
bacıldat-
et. bacılda-dan.
bacıldoo
1. boş söz; 2. Mırıldanma.
bacırakay
büyük gözlü; patlak gözlü.
bacırañda-
hareket ve tavırlarından büyük ve patlak gözlü kimseye benzemek.
bacırañdat-
et. bacırañda-dan.
bacıray-
büyük, faltaşı gibi açılmış olmak (gözler hakkında) ; bacırayıp kara- : gözlerini geniş açarak bakmak ; bacırayıp kül- : neşeli neşeli gülümsemek, gülmek (büyük gözlü ve dolgun yüzlü kimse hakkında. )
bacırayt-
. et. bacıray-dan
baça
f. es. (fuhuşla iştigal eden oynayıcı oğlan ; kırgızlarda böyle bir şey olamamıştır) ; baylarında içkeni arak, cegeni et, oynotkonu baça ele: bayların (zenginlerim) içtiği rakıdır, yediği ettir ve oynattığı da ahlâksız oğlandır.
baçak
= soto.
baçayı
= başayı.
baçşagar
baçagar, f. Söv. Necis, mundar.
baçım
hızlıca; çabuk, çevikce.
baçımda-
hızlatmak, tezletmek.
baçımdat-
et. baçımda-dan.
baçıra-
çatırdamak.
baçırat-
çatırdatmak; bıçarata otun cak- : çatırdata odun yakmak.
baçiki
tilki yavrusu.
bada
f. (sığır hayvanları) sürüsü.
badaçı
çoban.
badal
1. Fundalık; çalılıkç: kalıñ badal : koyu fundalık; 2. badal cörük :şahadet parmağı.
badalduu
funda, çalı ile kaplanmış. yer
badam
f. badem badana, zırh, cevşen, cebe; koş badana:iki katlı zırh.
baderke
r.kon. "padarok" : hediye
badılda-
. dırlanmak.
badır
badır-badır : çatırtı; sürekli çatırtı
badıra-
çatırtı koparmak, çatırdatmak.
badırak
I = batrak. II, 1.kavrulmuş ve kabuğu ndan ayıklanmış olan arpa; 2. kavrulmuş buğday
badırañda-
canlı şen olmak; badırañdap cür- : koz olan kağıdı açmak (kağıt oyununda).
badırapkana
f.avm. ayakyolu, aptesane
badırat-
et. badıra-dan;badıratıp okuyt : hızlı ve açık okuyor (sesle).
badıray-
1.faltaşı gibi açılmak; büyümüş gözükmek (göz hakkında); 2. (büyüklükçe) göze batacak surette temayüz etmek; (büyüklükçe) temayüz eden beyaz oba, keçe ev.
badırayt-
et. badıray-dan ; çın sözdü badıraytıp betine aytuu kerek : bütün hakikati, sıkılmadan, çekinmeden yüzüne vurmalı.
badırek
If. murdar, pis. II, pervasız, cesur.
badışa
f. çar; badışa ökmötü 1) çarlık hükümeti : 2) kon. çarlık hakimiyeti.
badışaçıl
es. padişah taraftarı, monarşist; badışaçıl ökmöt : çarlık hükümeti.
badışalık
1. çara mensup, çarlığa ait; 2. miri, devlete ait;3. çarizm; mutlakiyrt rejimi.
badik
dönme (bir nevi koyun hastalığı) .
badiret
= bödröt.
badiretçi
= bödrötçü.
badrie
ieesai tmia ömt: a. hağk
badiretçilik
r. kon. "podriatçik" : müteahhit.
bagaj
r. bagaj, ağırlık.
bagalak
= bagelek.
bagalçak
atın tırnağının üzerindeki boğum ; tabanla yahut tırnakla aşık kemiği arasındaki yer ; meyli, başı baş, bagalçagı kara taş! : nasıl istersen öyle yap, ne olursa olsun! ; bagalçak kelgen cigit : tıknaz, kısa boylu delikanlı.
bagcañda
neşeli, keyifli bir halde bulunmak.
bagcañdoo
işs. bagcañda-dan.
bagcay
. yassı yüzlü, geniş ve koyu sakallı olmak : bagcaygan teke : ciddi tavırlı, uzun sakallı teke.
bafelek
donun alt kısmı, parça.
bagıl
mut. bak. IV ten.
bagıldır
yabani erkek oglak.
bagılt
bagınt.
bagım
= baguu 2; erinin bagımında : kocasının bakımında.
bagımdat
f. 1. gün ağarması : şafak 2.sabah namazı
bagımsız
= baguusuz.
bagın
ram ılmak, boyun eğmek.
bagındır
ram etmek, boyun eğdirmek ; eldi özünö bagındırıp aldı : halkı kendi tarafına çekti.
bagındıruu
(herhangi birisine ) boyun eğdirme.
bagınıñkı
tâbi, muti; müştak (türeme) ; bagınıñkı süylöm gram : tâbi cümle.
bagınt
kendi tesiri ve nüfuzu altına almak; ram etmek.
bagıntuu
işs. bagınt-tan.
bagınuu
(herhangi birisine) ram olma, boyun eğme.
bagış
sıgın (bu söz yalnız kabiyle ve şahıs atlarında saklanmıştır ) ; sarı bagış (sarı sıgın ) ; çong bagış ( büyük sıgın ) Kırgız kabiylerinin adlarıdır ; ak bagış (beyaz sıgın ) , Kara bagış (siyah sıgın ) ; erkek adlarıdır.
bagışta
ithaf etmek, kurban vermek; atasına bagıştap mal soydu es. babasının ruhuna ithaf ederek kurban kesti.
bagıştal
pas. bagışta-dan.
bagıştan
mut. bagışta-dan.
bagıştoo
ithaf, ihda (hediye, atiye verme).
bagıt
yön, veche ; bagıt al : yönelmek, doğrulmak ; sayası bagıt : siyasî veche.
bagıtta
istikamet vermek, yön göstermek.
bagıttal
et. bagıtta-dan.
bagittoo
işs. bagıtta-dan.
bagıttooçu
istikamet veren, yön gösteren.
bagon
kon. = vagon.
bagön
r. kon. omuzluk; epolet.
bagörnöy
r. yahut bagörnöy kagaz tar. ulak atlarından istifade eylemek için vesika.
baguu
1. nezaret, bakım; mal baguu : davarcılık; cılkı baguu : hayvan yetiştirme işi 2. besleme (iaşe ve infak) ; atasının baguusunda : bababsının bakımım altına.
baguuçu
nezaret eden , bakan.
baguuçuluk
mal baguuçuluk : hayvan yetiştiricilik, davarcılık ; çoçko baguuçuluk : domuzculuk.
baguusuz
nezaretsiz, bakımsız kimse.
baguusuzduk
bakımsızlık, k,msesizlik.
bagzal
kon. = vokzal.
bak
I. f. bahçe, bağ; sebze bostanı. II. f. (ve bakıt) : talih, baht: muvaffakiyet: bak kumar : can harisi, ikbalperest; bak kongon cigit : şanslı delikanlı; bak talaş : mevki peşinde koşmak, mevki için çekişmek; baktıñ ozsun! : talihin yükselsin! bak- taalayı açılsın! : şansı açılsın; bak al yahut bak bas : ezmek yenmek; bak aldır : yenilmek, kendisi yendirmek; bak aç : talih yolunu açmak; menin badıma : talihime karşı; babızga kayçı : bahtımıza karşı. III(bak – bak 1) keçi sesini taklit; 2) mırıldanma: bak-bak etip süylöp atasıñ : mırıldanıyorsun, boş lakırdı söylüyorsun. IV, bakmak, gözkulak olmak: meşgul olmak ; terbiye etmek, itina etmek (bakmak) ;kolgo baga turgan mal : evcil hayvan; başbak : kafayı hafifçe çıkarmak eşikten baş bagıp karadı : kapıdan başını çıkararak baktı; baş bagıp kirerde : tam girecek yerde, madhalde; tam girerken; can bak : dirlik etmek : geçinmek (guda ve mesken bulmak) ban baktı : evfinde oturmıyan; ikram edilmeyi umarak , yabancı avlularda dolaşan.
baka
I, kurbağa; köl baka : su kurbağası ; taş baka kaplumbağa ; baka baş : karaluş çeşitlerinden biri ; baka calbırak bk. calbırak ; bakanın özü çöldö bolso da, közü köldö ats. : kurbağanın kendisi çölde olsa gözleri göldedir; sekirgen bakaga cetpey kaldı : onun kanatları kırpılmıştır; eski kuvvetini kaybetti ( harfiyen : o, zıplayan kurbağaya yetişmek iktidarında değildir). II,üzerinde değirmen üst taşının döndüğü kazık. III, baka-şaka : takırtı; gümbürtü; karmakarışıklık; karışıklıkla beraber gürültü, patırtı.
bakal
Ia. bakkaliye; bakkal; bakl soda : bakkaliye ticareti ; bakal buyum : bakkaliye malları. IIf. saman.
bakala
müşahede etmek, gizlice gözlemek : attı takalagança, coldu bakala ats. : atı nallamaktansa , yolu seçersen daha iyi yaparsın.
bakaçlı
bakkal ; ufaktefek şeylerle alışveriş eden .
bakalda
harman yerinde saman küremek.
bakaloor
1. galsama (balıklarda) : 2. boğazın üst kısmı; 3. çenenin alt kısmı.
bakan
sırık, ki onunla keçe evin iskeletinin üst kısmını kaldırırlar; ala bakan : askı vazifesini gören budaklı sırık ; kol bakan : yaylaya beraberinde aldıkları küçük sırık ; bal bakan : rüzgâr sırasında keçe evin içerisinde dayadıkları sırık ; tündük bakan : rüzgâr veya yağmur sırasında tündük’ü (bk.) dayamak için kullanılan sırık ; baknday azamat : endamlı, güçlü, kuvvetli yiğit; kanlı canlı genç.
bakanda
sopa ile dövmek; bakandap kuu : dayak atarak, kovmak ;tardetmek.
bakandaş
müş. bakanda-dan.
bakanooz
casus, gözcü.
bakanoozduk
gözcülük.
bakat
a. mutlaka; münhasıran : ancak, fakat.
bakatay
taamay ; bakatay özünö tiydi : tam gözlediği yere isabet ettirdi ; tam kendisine, nişana değdirdi; bakatay cakşı çabalbay, çorkoktun biri sen elañ folk. : isabetli vuramayan "beceriksizler"in biri de sensin, çükönün bakatayı : büyük aşık kemiği ; mümtaz aşık kemiği; sık (süngerimsi olmayan ) aşık kemiği.
bakay
(atı veya sığır hayvanının tırnaklarının üst tarafındaki ) kemikçik; aşık kemiği ; bukta bakay : endamlı (at hakkında).
bakañda
bagcañda.
bakcay
= bagcay.
bakça
f. bahçe; baldar bakçası : çocoklar bahçesi, ana mektebi.
bakçı
bahçıvan.
bakçılık
bahçıvanlık.
bakene
f. alçak, kısa boylu ; cüce.
bakenek
f. = bakane.
bakeş
biçilmiş sıra; biçilmiş ot sırası.
bakı
= baki I; bakının baarı : ne varsa, hepsi; nbakı curttun barısı folk. İstisnasız bütün halk.
bakıl
a. hasis, ciri bahil.
bakıla
= bakal.
bakılda
yaygara etmek; bakıldagan tekeni suu keçkende körörmün ats. : yaygaracı tekeyi su geçerken görürüm.
bakıldak
mırıldanma ; boş söz.
bakıldaş
müş. bakıla-dan.
bakıldat
et. bakılda-dan.
bakıloo
müşahide edilme; nezaret: murakebe.
bakır
I, a. fakir. II, 1. bakır (maden) ; 2. madenî kova; 3. iki "kopek"lik bakır sikke; iki "kopek"; eki bakır : dört "kopek". II, yabanî eşeğin aygırı (bk. Kulan) .
bakır-IV
gömürdemek, böğürmek; boğazı yırtılırcasına bağırmak.
bakırakay
patlak gözlü; bakıratay kişi korkok kelet (nişane) : patlak gözlü adam (çokça) korkak oluyor.
bakıray-
= badıray.
bakırçaak
bağırgan, çok bağıran (çoköa deve hakkında) ; bakırçaak töönün barı iygi ats. : hiç olmamaktansa, devenin bağırganının bulunması da iyidir.
bakırçı
bakırcı, bakır ustası.
bakırcılık
fakirlik; ihtiyaç, zaruret; bakırçılık şaarga keldim: işle şehre geldim; bakırçılık kılıp çatabız : dirlik işlerimizle meşgulüz.
bakırçılık
II, bakırcı mesleği.
bakırık
günbürtü; bağırış; bakırık sal- =
bakırt-
et. bakır IV’den.
bakıt
= bak ıı.
bakıtsızdık
= batkısızdık.
bakıy-
kocaman olmak ; bakıygan cigit : sapa sağlam, iri yarı delikanlı.
bakıyış-
müş., bakıy-dan
baki
I, hep, hepsi; baki cok : bütünü; baki coktun baarın ele süylöp oturasıñ : olur olmaz şeylere, söylenmesi lâzım olan ve lâzım olmıyan sözleri söylüyorsun. II, f. Çakı.
bakma
1. Evcil, ehlî (vahşi olmıyan) ; bakma ayban : ehlî hayvan; 2. ahretlik, bakma bala : evlâtlık; ahretlik çocuk; 3. Yemlik; bakmada kança bili bar! Folk. : yemlikte te kaç tane fili var!.
bakmaçı
bakıcı çoban.
bakmala
= bakala.
bakpayak
çatal tırnaklı hayvanların tırnağı (bütünü), bakanak.
baksa
f. Çit çamurundan avlu duvarı; çit çamurundan ev duvarı.
bakşı
sans. Es. Mutatabbip; şaman; bahşı; ,k, türlü bahşı vardı: ak bakşı ve kara bakışı (daha fazla kuvvet tesirli) ; kara cindüü bakşı : seans celse esnasında taşkınlık eden (kızgın demiri yalıyan, kendisine bıçak saplıyan ve s.) bakşı; berkon bakışı yahut döker bakşı : mahir bakışlı; caman kün cakşı bolot, ualbagan bakşı bolot: kötü gün iyi olur, utanmıyan bakşı olur.
başkılık
bakşı şaman mesleği yahut veziyeti.
bakt
= bak ıı.
bakta
= pakta.
baktaçı
= paktaçı.
baktaçılık
= paktaçılık.
baktek
f. Kumru.
baktı
baktı kilem (destanda) : bir nevi pahalı halı.
baktıluu
bahtlı ; baktıluu turmuş: mes’ut dirim.
baktır-
et. bk. Iv ten.
batkısız
talihsiz, betbaht.
batkısızdık
talihsizlik, mahrumiyet; baktısızdığıma karşı : talihsizliğime karşı; talihsizliğim yüzünden.
baktököl
= tobokel; baktökölgö salalı! : haydi, tehlikeyi göze alalım!
baktuu
= baktıluu.
bakubat
f-a. Sağlam; bakubat turasızbı? Yahut bakubat cürösüzbü? : iyi vakit geçiriyor musnuz?. Nasıl yaşıyorsunuz?
bakzal
= vokzal.
bal
I, 1. bal kaynat- : ,y, kaynatmak; 2. Folk. : alkollü içki; baldan yapılan içki, bal birazsı; bal açıt-: balı ekşiterek bir içki yapmak. II, a. 1. Fal; fal açma 2. Fal taşları; bal aç- : fal açmak; bal açtır-: fal açtırmak, açmıya zorlamak veya rica etmek. III, bal-bal can-: alev alev yanmak.
bala
(cemi şekli: baldar) 1. Çocuk; yavru; kız bala: kız çocuk; uul bala : oğlan çocuk; oğlu; kol bala yahut uya bala (daha yavru iken yuvadan alınmış olan kuş) ; tor bala kılıp al- : evlâtlığa almak; bala sal- : çocuk düşürmek; bala saluu : çocuk düşürme; tün balasında : bütün gece; tün balasında uyku körböy çıktım : bütün gece uyumadım; 2.erkek tarafından torun. a. belâ, kaza; bala-kaza : felâket ve kaza; kokus bala bk. Kokus; balağa kal- yahut balaaga tutul- : belâya kalmak bilbegen miñ balaaga tutulat : bilmiyen bin belâya uğrar.
balaaluu
sık sık belâya uğrıyan.
balaçılık
= balalık
balagat
a. bulûğ (erkeklik yaşına erme) ; balagatka cet- : bülûğa ermek.
balak
f. Tar. Kırbaç yahut değnek, falaka (cismanî ceza âleti) ; balak al- yahut balak ur- : cismanî cezaya çarptırmak; cüz kamçı balak uruldu : (cezandırılana) yüz tane kamçı darbesi indirildi.
balakay
çocukcağız;
balakayım
: çocukcağızım.
balakçı
tar. Cismanî ceza ameliyesini yapan.
balaket
a. 1. Felâket, kaza; mihnet; bargan ceriñ ot bolsun, balaketi cok bolsun! (iyi dilek) : vardığın yerin otu bol olsun; felâketi olmasın! : balaketiñdi alayın ok. : sevgilim, canım (harfiyen : sana gelen felâketi üzerime alayım) : 2.belâlı hiylekâr; balakettey bilet : çok iyi biliyor.
balalık
sabilik, çocukluk; saflık; balaloıgıñ başıñdan çoñ : daha gençsin, hamsın (harfiyen :çocukluğun kafandan daha büyüktür) ; balalık kılba! : çocukluk etme!
balaluu
çocuklu, çocuk sahibi; katın- balaluu kişi : karısı ve çocukları olan kimse; aile sahibi; balaluu üy-bazar, balasız üy-mazar ats. : çocukluk ev- pazar; çocuksuz ev-mezar; agayında kadırın calaluubolsoñ bilersiñ, ata- enenin kadıran balaluu bolsoñ bilersiñ : dostun /4/ kadrini iftiraya uğradığın zaman anlarsın; ana babanın kadrini ise, çocuk sahibi olduğunda anlarsın.
balan
a. balança.
balança
a-k. Falanca; balança saarda : falanca şehirde.
balans
r. balans, müvazene; korkundu balans : son muvazene.
balapan
palaz, kuş yavrusu.
balapanda-
balapandap çıkan çöp : hafifçe başgözteren ot.
balasınt-
çocuksumak, çocuk saymak; al meni balasıntpayt, mamilebiz teñtuş kişilerdey : o, beni çocuk saymıyor, münasebetlerimiz yaşıt adamların münasebetleri gibidir.
balasız
çocuksuz; çocuğu olmıyan; ör. bk. balaluu.
balasızdık
çocuksuzluk.
balatı
taze sınavber fidanları, taze sınavber.
balbala-
asılı durmak, sarkmak; salbaalagan keñ ceñ : geniş sarkan yen.
balban
f. Pehlivan; güreşçi : balbanga tüş- : güreşmek, mübarezeye çıkmak.
balbıl
alev alevlenerek yanan ; alevlenen; ot balbıl-balbıl canat : ateş alevlenerek yanıyor.
balbılda-
alenlenmek, yalınmak.
balbıldat-
et. balbılda-dan; balbıldatıp ot cak- : büyük ateş yakmak.
balbıldoo
alevlenme, yalınlama.
balbıra-
et. balbıra-dan.
balca
baştın-balca-bulcasın çıgardı : kafasını parçaladı.
balcala-
kafasını parçalamak; başın balcalap ciberdi : kafasını kırdı.
balcır
balcır-bulbur : eğri büğrü.
balcıra-
bulanmak, bulaşmak.
balcırat-
et. balcıra-dan; balcıratıp ayran tögüptür : ayranı dökmüş her yanı bulaştırmış.
balcuuran
. bir ot adıdır.
balçabek
kon. = bolşevik.
balçakta-
ağır basmak (diyelim, çarıklı ayakla) ; ayak patırtısı çıkarmak (geniş hayvan tırnaklariyle).
balçay-
yassılanmak (kocaman ve hantal bir nesne hakkında)balçayt-, et. balçay- dan; balçayta beçet bastı : (büyük) mührü yapıştırdı.
balçaytuu
işs. balçayt-tan.
baçlı
falcı, falcı kadın, fala bakan karı.
balçık
balçık, cıvık çamur.
balçılda-
adamakıllı ıslatmak.
balçlılık
I, falcılık mesleği. II, arıcılık.
baldak
1. balçak: kılıç kabzasının siperi; 2. Koltuk değneği; baldak menen cüröt : koltuk değneğiyle geziyor; 3. av kulariyle avlananların kolu altındaki destek.
baldar
bk. bala.
baldır
baldır-buldur süylöyt : bir şeyler mırıldanıyor.
baldıra-
vuzuhsuz, anlaşılmaz bir tarzda söylemek; mırıldanmak; anlaşılmayan bir dille konuşmak.
baldıraak
vuzuhsuz, anlaşılmaz bir tarzda konuşan kimse
baldırak
= baldırak.
baldıraş
müş. baldıradan-dan.
baldırat-
et. baldıra-dan.
baldırgan
= baltırgan.
baldız
(insanın karısının kız kardeşi) : baldız; baldızdarı kelgende küyöönün çeri cazılat folk. : baldızlar geldikte damadın derdi dağılır.
bale
= bala.
balek
r. 1. araba falakası; silindir; 2. Çelik ("çelik çomak" oyununda küçük değnek) .
baleket
= balaket.
balgıç
= balçık.
balıgır
dolgun yüzlü (sarışınlar hakkında) ; şişkin, kabarık.
balık
balık; balık et : adaleler (gergin oldukları zaman).
balıkçı
1. balık avlayan; 2. balıkçıl (kuş).
balıkçılık
balık avlama m
esleği
.
balıkta-
(rad.) balık avlamak.
balır
1. bir su yosununun adıdır : akkuu bolup catpasam, başımdı kölgö malbasam, balırdı sorup albasam folk. : eğer koğu olmazsam, başımı göle daldırmazsam ve balırı emmezsem (ben ben olmayım) ; 2. bot. Su yosunları.
balırluu
balırı olan bk. balır) ; balır biten; balırluu köl : içinde balır biten göl.
bali
f. 1. Doğru! ; bravo! 2. İşte sana!.
balit
f. Söv. 1. Pis, necis, balit söz : 2.mundar.
balittik
1. Çamur; necaset; 2. Mundarlık.
baliysa
kon. = politsiya.
bakla
1. Çekiç; değirmen çekici; çaar bakla : değirmen taşçı çekici : ay bakla : topuz, çomak; teke bakla : gümüş ve gayet ufak çivileri dövmek için kullanılan küçük çekiç; çapkı bakla : türpü (bk. Türpü 1) kakmak için kullanılan (saraç âleti; 2. Orman bekçisinin baltasıdır, ki o, onunla ağaçlar üzerine kertikler yapar (karş. balkaçı 2.)
balkaçı
1. Çekiçle iş gören, demirci; 2. Orman bekçisi; ormana nezaret eden (karş. bakla 2.)
balkan
balkan tooday : kocaman; yığın, küme, kütle.
balkanak
kalın etli; balkanaktay bolup şişip ketti : pek fazla şişti, kabardı.
balkay-
yoğun ve gevşek olmak, şişman olmak (insan hakkında).
balkı
bir kıymetli kumaşın adıdır.
balkı-
II, 1. Erimek; yumuşamak; korgoşunday balkıydı(ateşte) kurşun gibi eridi, yumuşadı; 2. Donakalmak, muunu balkıdı : mafsalları, boğumları gevşedi.
balkılda-
dolgun, yumuşak ve nazik olmak(yüz ve ten hakkında).
balkındat
yumuşatmak, eritmek.
balkıt-
fazla yumuşatmak;boy balkıt- :bedeni tam bir rehavet haline getirmek.
balkıtuu
yumuşatma.
balkıy
= balkay ; balkıygan : şişman (insan hakkında).
balki
= balkim.
balkim
a. /5/ olabilir, belkiç hatta, bile.
balo
f. Pilav;balo bas- :pilav pişirmek.
balp
!(ses takliti – onomatopee’dir) çat!
balpagan
şişman, yoğun; hantal; biçimsiz.
balpak
şişman ve kısa boylu.
balpakta-
. Sallanmak (diyelim, boldun ve yenler hakkında).
bolpalakta-
ağır be çolpa bir surette hareke etmek ( diyelim, ağır ve şişman bir adam veya gayet bol giyim yahut ayakkabı giymiş olan kimse hakkında.)
balpañ
balpañ-balpañ bas = balpañda-
balpağanda-
1. ağır ve çolpa hareket etmek; balpañdap bastım : ağır ve sallanarak yürüdüm (diyelim, derin kar yüzünde ağır ve bol giyimle)2. Mec. Naz niymet içinde, debdebe ve tantana ile yaşamak.
balpay-
et. balpay-dan.
balpıgıy
şişman; etine dolgun; balpıgın ayal : etine dolgun, şişman kadın.
baplında-
1. Çolpa olmak; 2. Kirli pis olmak; 3. Pepelemek; balpıldagan ak sakalduu, sarı tiştüü abışka bol! (iyi dilek) : sana uzun ömür dilerim). ( harfiyen: pepeleyen, ak sakallı, sararmış dişli ihtiyar olmanı dilerim; 4. Homurdanarak şikâyet etmek.
balpıldak
kirli, pis; salak; kanıkey kalpıldak yahut korolu balpıldak; bataklıklardaki ot çürüğünün bir çeşidi.
balpıldat-
et. balpılda-dan.
balta
1. balta; ay balta yahut aybalta : savaş baltası, nacak; baltam tap: bir çocuk oyunudur. (harfiyen: baltamı bul! ) ; balta çabar tar. : nacakla müsellâh olan bir nevî asker; ak balta : fabrikada imal edilen balta; kara balta : elişi olan balta; balta cutar yahut balta cutkan 1) bir yırtıcı kuş; 2) büyük ağızlı; 2. Oğlan, bacak (oyun kâğıtlarından. )
baltaçı
baltacı, balta yapan; ay baltaçı yahut aybaltaçı : nacakla müsellâh olan muharip, mızraklı asker.
baltagay
gayet kalın ve hantal olan nesne; buttarı baltagay coon : bacakları kalın ve bantaldır.
baltala-
balta ile
kestirmek
baltalamak.
baltalattır-
balta ile kestirmeye zorlamak.
baltaluu
baltalıi balta ile silâhlanmış olan; baltaluuga otun cokpu? ats. : baltası odun olmaz mı hiç?
baltañda-
1. Hareketlerinde uzun boylu, şişman hantal (kimseye) benzemek; 2. ağır ve iri adımlarla yürümek ( diyelim, derin kar üzerinde).
baltañdat-
et. baltañda-dan.
baltay
I. baltay – şaltay es. (başlıca simsar ve telâlar arasında) : lüzumsuz ve boş lâkırdı; baltay – şaltayıñdı koy! : boş lâkırdılarını bırak!
baltay-
II, şişman ve hantal olmak; baltaygan çoñ : muazzam yığın, küme.
baltayt-
et. baltay ıı den; üstöldün butun baltaytıp casay salgan : masanın ayaklarını kaba ve kalın yapmış.
baltek
köpek adı (çok yaygındır ve onun için genelce "it" mânasında da kullanılmaktadır.)
baltır
baldır; baltır beşik bala : küçük çocuk; meme emen çocuk; baltır bir başka çıgatats. : domuzu sofraya oturtsan, ayaklarını sofraya koyar (harfiyen: baldırdaki bit başa da çıkar).
baltırgan
baldıran (ot) ; uu batlardan : agu otu (ot) ; ayuu baltırgan : kenker otu (ot) ; sasık baltırgan yahut elik baltırgan : bir nevi su yosunu.
baltoo
on. = palto.
banda
I = bende. II, r. banda (güruh, çete).
banderol
r. etiketli kâğıt bağı.
bandit
r. şaki, soyguncu.
bañgi
f. beng tiryakisi, bengî.
bangi
= bañgi.
bañgilik
bengilik.
bañke
I, kon. banka. II, r. bokal; hacamat şişesi.
bañkıl
ak bañkıl (Rad., IV) at ismi.
bank
r. banka.
banket
r. ziyafet.
bap
I, f. hazırlıklı; talim (av kuşu ve at hakkında) ; çakışı kuşka caman kuş babı menen teñelet ats. : kötü doğan talim sayesinde iyi kuşla denkleşir; senin babıñdı tappadım : seni bir türlü memnun edemedim ; bap özü : tam kendisi. II, f. altın bap : altınla dokunmuş. III, "ba" ile başlıyan sözleri takviye için ilâve edilir; bap-balpak : tamamıyle yassı.
bapak
r. "papaxa" (yüksek deri kalpak).
bapay
= apsay, apsıy-.
bapılda-
= balpılda-.
bapıy-
= apsay-, apsıy-.
bapke
kon. = papka.
bapsañda-
= apsañda.
bapsay
= apsay.
bapta-
1. bir işii ustalıkla yapmak; 2. Talim ve terbiye etmek ( atı ve av kuşunu).
baptoo
işs. bapta-dan.
bar
I, 1. varlık; nakit : mevcut olan; bulunuyor; var; bar bolgon : ne varsa, hepsi; kolumda barım : elimde ne varsa; küçünün barınça : var kuvvetiyle, var kuvvetini kullanarak; bar körü turganım : bütün görmekte olduğum; barı cogunan ayrıldı : varı yoğundan mahrum kaldı; maa emine bar? : bunun bana ilişiği ne cihettendir? ;barsıñbı? ; daha sağ mısın? ; bar bol! : var ol! sağ ol! (selâmın cevabıdır) ; 2. (bu mânada daha ziyede : kolunda bar) malik olan; zengin; kolunda bar kişi : varlıklı adam; hali vakti iyi olan, zengin kimse. II = par I.
bar-
III, kımıldamak, yürümek, hareket etmek, yürüyüp g,tmek; varmak; barıp kel- : gidip gelmek; varıp gelmek; ömrü uzak bargan cok : ömrü uzun olmadı, az yaşadı; ayt uuga oozu barbayt : söylemeye cesaret etmiyor, cesaret yetişmiyor; söylemeye dili varmıyor; barsa kebles sapar bk. sapar; barıp turgan : en yüksek derecede, en âlâ; barıp turgan duşman : anmasız, en şeriri düşman.
bara
I, fç 1. cüz, kısım; parça; kırıntı; bükön-bara bk. bükön; 2. rüşvet; bara ce- : rüşvet alamak. II, f. kol, kanat; teğirmendin barası : değirmen çarkının kolu, kanadı.
baran
uzakta görünen bir şeyin nişanesini, beldeği; karaltı; baraanıñdı körgündö baykuş cürök zarpıldap folk. : karaltını gördükte miskin kalp titriyor.
baraanduu
görülen, fark edilen, büyük.
baraban
r. davul, trampete; baraban kak- : davul, trampete çalmak.
barabar
f. müsavi, denk; küçü saa barabar : kuvvetçe o, sana denktir.
barabardık
= barabarlık.
barabarlık
müzavat, denklik.
baraçı
= barakor.
barak
I, tüylü, tüyü fazla olan, tüyü uzun oloan; barak it : uzun tüylü köpek; barak çelek ağaç kova. II, a. (kağıt) yaprağı, varak.
barakat
a. yahut cay barakat : sükûnetle, tam bir rahat ve huzur içinde mülâyimane.
barakattık
cay barakattık : mülâmiyet ; ruhî sükûn ve huzur.
barakça
(kağıt) 1. yaprakçası, varakpare; 2. name, beyanname.
barakeç
f. = barakor.
barakeçtik
= barakorluk.
barakelde
! barak eldi!; a. 1. bravo!; ne maharet!; maşallah!; barekallah!; 2. işte al sana.
barakor
f. rüşvet yiyen, rüşvetçi.
barakorluk
rüşvetcilik.
barako
kon. = paroxod.
barakta
yaprak şeklinde komak; kitabın yapraklarını çevirmek, karıştırmak.
baral
olgunluk; bülûğ, erkeklik yaşına erme; baralga kel- : tam kuvvetinde, kıvamında bulunmak; baralına kelbey öldü : vaktinden evvel öldü, gözü arkada kaldı.
barala-
paralamak; parça parça etmek.
baraloo
işs. barala-dan.
barancı
f. peçe, perde; barancı tartıngan : peçe tutunmuş, peçe ile örtünmüş kadın.
barañ
I, f. pistonlu tüfek (çakmaklı ve fitilli tüfekten farklı olarak) ; barañ emes, miltelüü kara mıltık: pitonlu değil, bayağı fitilli tüfek; aybalta canda şıñgırlap, sır barañ condo carkıldap folk. : nacak böğürde şakırdıyor, sırlı, cilalı tüfek sırtta parlıyor. I, ürüñ sözününü tekidir : barañ- ürüñ.
barat
If. "mayda" sözünün tekidir. II, kon. = parad.
baratke
. r. sıra, sıralama, tanzim etme.
baratkele
sıraya koymak, tanzim etmek, yoluna koymak.
barayız
a. es. İslâm, dinî vazifeleriyle tekliflerinin beyan eden bir kitap adıdır.
barbagay
büyük ve hantal ; barbagay murun : "patates burun".
barbalakta
= barbañda.
barbalañda
= barbañda.
barbañda
1. şişman ve iri yarı bir adamın haraketlerine benzer hareket yapmak ; kolu-başı barbañda-dan : büyük kafalı ve parmak uçları kalın olan ; barbañdagan eme eken : çok şişman ve kocamanmış ; 2. mec. : iyi kalpli ve safça olmak : şen ve halinden memnun olmak.
barbañdaş
müş. barbañda-dan.
barbay
kabarık, şişkin, şişman bir kılıkta lmak; butu barbayıp kalıptır : bacağı kabarmıştır : murdu barbaygan : burnu patatese benziyor.
barbayt
et. barbay-dan : aybaltasın barbaytıp folk. Kocaman nacağı uzatarak.
barbayuu
işs. barbay-dan.
barcagay
= baycaygan ( bk. barcay ).
barcakta
şen ve gamsız olmak; bozo barcaktap köbüröt : boza fışkırarak kabarıyor.
barcañda
= barvakta.
barcay
şişman, etli ve gevşek olmak; kolu barcaygan : elleri ve parmakları kalın ve etlidir; beti barcaygan : kalın suratlı.
barça
f. diba (kumaş).
barçın
altıncı tüy dökmeden sonraki karakuş; ikinci barçın : yedinci tüy dökmeden sonraki karakuş vs. (daha bk. tülök).
barda
f. perde ; tutuk.
bardañke
r. "berdanka" (bir çeşit tüfek sistemi).
bardar
f. varlıklı, hali vakti yerinde olan ; bardar kişi yahut kolunda bardar kişi : varlıklı adam.
bardaş
= baardaş.
bardeñke
= bardañke.
bardık
I, varlık; nakit;oluş: bardığı cıyıldı : hapsi toplandı. II, yorulmak ( hızlı sürülen tok at hakkında).
bardıktır
yormak;bitap düşürmek (tok atı hızlı sürmek suretiyle)adengende katuu çaap, attı bardıktırıp saldıñ : birden hızlı koşturarak atı bitap düşürdün.
bardır
= bargız.
bardiger
f. herkes; ne varsa, hepsi; bardigerimdi saa berdim : elimde bulunanın hepsini sana verdim.
bargek
f. 1. küpe; 2. aylın düğme (ziynet); 3. püskülcük ( ziynet).
bargıt
(toz) sütunu kaldırmak.
bargız
hareket etmeye zorlamak veyaq müsaade etmek.
bargızdır
= bargız.
barı
= baarı.
barık
= bark 1, II.
barıkta
takdir etmek: saymak: hürmet etmek: barıktasa başka cıgat ats. : hürmet edersen, tapene çıkar; yüz verirsen, şımarır.
barıktan
kendini dev aynasında görmek, kibirlenmek.
barıktuu
kıymetli : muhterem; otorite sahibi.
barıktuuluk
değerlilik : otorite sahibi olmaklık.
barıla
( yalnız geçen zaman girondifinde): toptan, yığın halinde iş görmek ; tamaktı barılap içeli; yemeği hep birlikte yiyelim!; yemeğe hep birlikte başlayalım.
barılda-
1. halinden memnun bir tavırla homurdanmak; 2. yüksek keskin sesle konuşmak; kendine güvenen bir tavırla konuşmak.
barımta
tar. haksızlık edenin veya onun hısım, akrabalarının hayvanlarını sürüp götürmek maksadıyla yapılan hücumdur, ki iddia edilen hakkı elde etme şekillerinden biriydi.
barımtacı
tar. elin hayvanlarını aşırmak maksadıyla hücum eden kimse (bk. barımta)
barımtaçıl
tar. barımta yapmaya yatkın olan kimse (bk. barımta)
barımtala-
tar. başkalarının hayvanlarını bir karşılık olmak üzere, sürüp götürmek
barımtalaş
tar. birbirini barımtalamayı caiz kılacak veya ivabet ettirecek münasebetlerde bulunlar; cardı menen coolaş bolgonço; bay menen barımtalaş bol ats. : züğürtle savaşmaktan zenginle barımtalaş olmak yeğdir.
barımtalat
et. barımtala-dan.
barış
yürüyüş; yolculuk; yön: barış kayda! : yolculuk nereye ! barış condomö gram. datif.
barışnı
r. es. "barışnia" : madmazel, küçük hanım, hanım kız.
barıyant
kon. = variant.
barız
a. dn. bir Müslüman için yapılması lâzım olan vecibe, farz.
barikte
f-k. bariktep cıy : (calı çırpıyı ) ufak dallariyle, yapraklarıyla birlikte toplamak.
bariktüü
f-k. dalları çok olan; koyu yaprakla örtülü olan; bariktüü cıgaç : dalları çok ve koyu yapraklarla kaplanmış olan ağaç.
bark
I, a. 1.fark; vasıf; hususiyet; 2. kıymet; değer; liyakat; otorite, haysiyet; barkımdıkeitrdiñ: haysiyetimi kırdın; barkıñdı tüşürbö! : haysiyetini halelder etme! itke temirdin barkı cok ats. : köpek için demir bir kıymet teşkil etmez; koldo bar altındın barkı cok atsa. : elimizde bulunanı saklamıyoruz, kaybedince ağlıyoruz ( harfiyen : eldeki altının kıymeti yoktur); bark al : ehemmiyet vermek; önemli, dikkatle; değer saymak; dikkat etmek; bar albay oltura bedri : aldırmadan oturmakta devam etti; bark kılganım cok : farkına varmadım; haberim yok; kadırı barkı çoñ : kadri, nüfuzu büyüktür; onu çok takdir ve hürmet ediyorlar; barkınan ketti yahut barkı ketti : kadri nüfuzu kalmadı. II, bark-bark : puf puf (lokomotif ve traktör sesini taklit) ; balanın ünü bark etti : çocuğun yüksek sesi çıktı.
barkıldaş
karşılıklıca bağırmak, boğazını yırtarcasına bağırmak; yüksek sesle küfretmek.
barkıldak
bağırgan.
barkıldaş-
karşılıklıca bağırmak, hep beraber nara atmak.
barkıldat
et. barkılda-dan; etti barkıldatıp kaynatıp cattı : eti şakır şakır kaynattı.
barkıra
gümbürdemek, böğürmek; şiddetli çatırtı çıkarmak.
barkıraak
çok bağıran, bağırgan.
barkıraş
müş. barkıra-dan.
barkırat
et. barkıra-dan.
barkıt
r. "barxat" kadife; plöş; çiy barkıt : onulmuş yara izleri gibi yolları bulunan kadife taklidi pamuklu kumaş.
barlık
hep; bütünü; herkes; barlık ölkölördün proletarları, birikile ! : bütün ülkelerin emekçileri birleşiniz!
barmak
parmak; baş parmak : baş parmak; barmaktay : parmak kadar; küçücük; barmaktayımda : küçüklüğümde; barmak bastı, köz kıstıl kıl : işler becersi (harfiyen : parmak bastı, göz kırptı; barmak tişte bk. tişte; barmaktarının başına çeyin titirep turdu : bütün vücudu titredi (harfiyen: parmaklarının ucuna kadar); beş parmak 1) beş parmak; beş barmagınday kılıp tüşündür (ona) öyle anlatmak, ki beş parmağı gibi vazıh olsun; beş barmagımday bilem : beş parmağım gibi biliyorum; 2) kuşbaşı et parçalrından ve hamurdan terekküp eden ve üzerine et suyu dökülen bir çeşit yemek.
barmaktuu
1. parmaklı, parmak sahibi; 2 mec. insan .
barman
f. ferman; buyruk; baydın işi barmen menen , coktun işi darman menen : ats. es. : zengin emirle ( para, mülk ile ) ; fakir ise emekle iş görüyor.
barpı
bir ot ismi ; baskanı harpı çöp eken folk. : barpı otu üzerinde yürüdü.
barpıra
titremek.
barpıraş
müş. barpıra-dan.
barpırat
et. barpıra-dan.
barpıratma
1. titreyen; 2. kaytan halkalardan yapılmış olan tek tuzak ("çele" den bk. ve "kıltak"tan farklı olarak).
barrikada
r. barikad.
bars
I, pars; 2. her biri bir hayvan adı taşıyan ve on iki senelik bir devir ( cycle) teşkil eden yılların üçüncü adıdır. II, bars- bars : pat pat ( şiddetli darbelerin verdiği sesin taklididir).
barsay
kabarmak, şişmek.
barsılda
havlamak.
barksan
çekiç vuranın kullandığı demirci çekici.
barskançılık
çekiç vuran mesleği veya durumu.
barşina
r. angarya ( rusçası "barşçina" M).
bart
bart kekir : yüksek sesle geğirmek; bart-bart kül : yüksek sesle ve keyifli keyifli gülmek.
barta
kon. = patra.
bartay
şişman, tıknaz, kuvvetli olmak; bartaygan kol : kalın ve sağlam el.
bartılkda
kıtırdamak; bartıldao kepşe ( hayvanlar hakkında ): kıtırdatarak çiğnemek; bartıldan süylö : kat’î eda ile ve dâvudî sesle konuşmak.
bartıldat
et. bartılda-dan.
bartıy
= bartay; bartıygan coon kişi : iri yarı adam.
bartıya
kon. = partiya.
bartoo
kemiyetçe az, keyfiyetçe kötü olan bir kısım emtiadır, ki alışveriş yapılırken müşteriye, bir ikramiye olmak üzere, bedava verilir.
barzant
= merset.
bas
I, f. bas kel : denk gelmek; adam uluu bas kelbes folk. : on8un denki, eşi yoktur. III, r. mus. bas, dâvudî. IV, 1. tazyik etmek, basmak; cumurtka bas ( kuşlar hakkında ) : kuluçkaya otyrmak ; kiyiz bas : keçe dövmek ; kırman bas : harman bas : hırsı teskin etmek; hiddet basılmak; ünüñ bas ! : sesini kes! basıp ayt; alçak sesle söylemek; bekte bas yahut etke basıp ayt : yüzüne karşı söylemek; kılgandarın betine basamın : yaptıklarını doğruca yüzüne karşı söyleyeceğim; caltanbay, betine basıp ayt!: sıkılmadan, yüzüne karşı söyle!;bas-bas bolup kal : dinmek, sükûnet kesbetmek , ( diyelim, kılükaller, rezalerler, gürültü, patırtılar vs. hakkında) ; 2. ayak basamak; basıp ketti : yürüyüp gitti; hareket etti; uuru bas : hafifçe, oğrun yürümek; uuru baksan daam ayıl ayagındagı üygö cetti : oğrun yürüyen adam avlunun kenarında bulunan eve yaklaştı; beri bas! : beri gel!; at baspayın degen cerin üç basat ats. : at ayak basmak istemediği yere üç defa basar; çakırgandan kalba, özüñ basıp barba! ats. : çağırıldıkta gitmeden kalma; fakat kendiliğinden gitme!; 3. kaplamak; baştan naşa örtmek; suu aluuçu suğuş bk. soguş I; 4. tabetmek; kitep bas : kitap tabetmek; basıp çıgar : neşretmek (bsılan şeyi); 5. baskın yapmak.
basa
I, bir daha; tekrar; basa bir ayak sundu : daha bir kadeh sundu; basakiy 1. boyuna (aynı giyimi ) taşımak; sık sık giymek; 2. üzerine çekmek; teri sımın basa kiyip : deri donunu üzerine çekerek; çaydı basa oturup iştedim : özemle çaıştım. II, evet, öyle; elbette; baswa deseñiz! : öyle, açık!
basanda
= basançala.
basaandat
= basançalat.
basança
basılmış, alçaltılmış, sükûnet bulmuş, dinöiş.
basançala
alçalmak; gevşemek, sükûnet kesbetmek, dinmek; şamal basançalay tüşkön : rüzgâr dindi, hafiflemeye başladı.
basançalat
et. basançala-dan : ottu basançalatıp koy : ateşi eksilt!
basañda
= basançala.
bsañdat
= basançalat.
basañdatuu
gevşetme.
basav
alçalmak.
basayt
alçatmak.
basaytuu
işs. basayt-dan.
basayuu
alçalma.
baselke
r. kasaba; meskûn yer; köy.
basık
1. gidiş, yürüyüş ( at hakkında); attın basıgı : atın yürüyüşü; corgo basık : ufak adımlarla yürümek suretiyle yorgayı hatırlatan at ; 2. mec. tavrı harekât; gidişat; basıgın cazbaptır : tavrını değiştirmemiştir.
basıl
mut. bas IVten ; ooruganı basılsı : ağrısı durdu; ünü basıldı : sesi dindi; caan basıldı : yağmur dindi; eldin ayagı basılbay; biri kirip, biri cıgıp : halk kesilmiyor ( daima, boyuna) biri giriyor, biri çıkıyor.
basılt
et. basıl-dan.
basıluu
işs. basıl-dan.
basım
1. tazyik; küçü basım keldi : kuvvetli üstün geldi, onu daha kuvvetli olduğu anlaşıldı; barmak basım cer : parmak ucu genişliğindeki toprak sahası; 2. gram. vurgu, aksan; kiçi basım : ikinci derecedeki vurgu, aksan.
basımçala
( kadını ) zorlamak.
basımçaloo
işs. basımçala-dan.
basımduu
1. gram. vurgulu; kendisine vurgu düşen; 2. üstün hâkim, ezici, kahir; basımduu köpçülük : ezici, kahir ekseriyet.
basın
1. alçalmak, basık hale gelmek; 2. ayakların biribirina çarpması yüzünden ön ayağı aksamak (at hakkında); at aygınan basındı : at aksamıya başladı : yürüken ayaklarını biribirine çarptı, topuk çarptı.
basınt
hiçe saymak, küçümsemek, hâkir görmek; konok tandan konot, uuru basıntıp uurdayt ats. : misafir. Konuk seçerken geceler, hırsız ise, korkmadığı kimseden çalr.
basırık
tazyik; otoo basırıgında kalgan eginder : zararlı otlarla kapanıp klamış ekinler; oor basırık : soğuk kanlı; müsbet; ciddi.
basırıkta
1. tazyik etmek, basmak; tenkil etmek; 2. tahkir eylemek.
basırıktat
et. basırıkta-dan.
basırıl
ezimek; kısılmak; üymöktün töbüsü abıdan basırılsın : kuru ot yığınının tepesi adam akıllı basılmalıdır; suuk topuraktın adlında basırılıp kalasıñ : soğuk toprağın altına basılıp ( gömülüp) kalacaksın.
basırıñkı
hafifçe ezilmiş, alçaltılmış; basırıñkı ün : basık, kısık ses.
baksak
bel-baskak : dağ geçidinde küçük çukur, oyuk; murdu bel-baskak : burnu hafifçe eziktir.
baskıç
1. basamak; merd,ven; birinci baskıç : birinci basamak; 2. safha.
baskıçtuu
basamaklı, nasamağımsı.
basma
matbua; matbuat, basın; neşriyat, yayın; neşriyat müessesesi; memleket basaması : Devlet neşriyat kurumu; basama üyü : matbuat evi; basmakana : matbaa, basımevi: taşbasma; basma söz : matbuat.
basmaçı
1. (Orta asyadaki aksi inkılâp hareketine birfiil karışmış olan kimse) ; 2. şaki.
basmaçılık
basmaçı hareketi (bk. basmaçı).
basmakana
k-f. bk. basma.
basmalat
bir şeyi tekrarlamak, sık sık yapmak; basmalatıp kiy : sık sık giymek, uzun zaman taşımak: (giyimi).
basmayıl
(eyer üzerinden geçen) kolan; basmayıl ötközör : teğeltideki bir deliktir, ki oradan kolan geçirilir; işinin basmayılı geçilip kalgan mec. işi bozuldu, çığırından çıktı.
basmayılda
kolanı sıkıştırmak; manattan kılgan körpöçö basmayıldap tartılıp folk. kırmızı çuhadan yorgancığı kolanla sıkıştırak.
basımloo
el koma, zaptetme: zorla seferber haline koma ( başlıca, nakil vasıtalarını).
basmır
es. Mütecaviz, mutaarrız.
basmırdoo
eş. Tecavüz, taarruz; basmırdoo unutuluştar : tecavüz temayülleri.
basmırduu
es. Tecavüzlük, tecavüze ait; basmırduu satasat : tecavüz politikası.
basmırloo
= basmırdoo.
basölkö
= baselke.
basra
1. basık ; 2. basara mal : ayrılmış olan hayvan ( diyelim, oğul için).
basta
alçalmak, inmek; dinmek; suu bastadı : su alçaldı; şamal bastayın dedi : rüzgâr yavaşlamaya başladı.
basatal
= basta.
bastaluu
alçalma, ağırlaşma, yavaşlama.
bastan
f. falanca; bastan cerde : falanca mahalde.
bastança
= bastan.
bastat
alçatmak, yavaşlatmak.
bastatıl
mut. bastat-dan.
bastatuu
alçalma, yavaşlatma.
bastek
f. 1. çaydanlık; ak bastekke çay demdep folk. : beyaz çaydanlıkta çay demlayerek; 2. mec. kısa basık, alçak; bastek boylu : kısa boylu: bastek boyu bar, añtara kiygen tonu bar ( bilmece) : kısa boyludur, kürükünü yersine çevirip giymiştir ( koy : koyun).
bastık
alçaklık; korkaklı8k.
bastır
1. tazyik etmek; basmaya zorlamak; begireek bastırıp koy! : fazlaca sıkıştırıp koy! ; köçügümdü bastırbay bk. köçük; 2. tabettirmek; tabetmek; kitep bastır : kitap tabetmek; 3. harman dövmek; 4. yürümek; yavaş yürümek; bastırgan barabr, çapkam klar ats. : yavai gidersin uzağa gidersin ( harfiyen: yavaş adımlarla giden maksadına varır, koşan geri kalır); katdan bastırdıñar? : yolculuk nerden ( nereden geliyorsunuz?); 5. ilgeri bastır : imkan vermek yahut ileriletmek; 6. kürkten kenar yapmak; kunduz bastır : kunduz kürkten kenar yapmak.
bastırık
= bastırma I.
bastırış
hep beraber harmanı dövmek.
bastırma
1. baskı ( arabaya yükletilen kuru otu ve ekin demetlerini bastırmak için kullanılan sırık); 2. arabalık, hangar, sundurma.
bastırt
et. bastır-dan.
bastıruu
işs. bastır-dan; kırman bastıruu : harman dövme.
bastıruuçu
nâşir.
basuu
1. tazyik; tenkli; 2. ( demirci körüğiyle) ateşi canlandırma, alevlendirme.
baş
1. kafa, baş; çoñ baş : büyükm kafalı; başım ooruyt : başım ağrıyor; öz naşıbdagı töönü körbögön kişi başındagı çöptü köröt ats.: kendi gözündeki deveyi görmez, elin gözündeki çöpü görür; boz baş: 1) büyük, kül renginde olan sakasağan; 2) tepeli doğan sakr; boz baş: bir yırtıcı uşun adaıdır; boz baş katın : genç kadıncağız; boz baş baldar : genç çocuklar; taze gençlik; et baş al. : büyük kafalı; kak baş : kurumuş kafalı; bayga başı bağlanmış, ona köle olmuş fakir; bul iştin başın açış kerek : bu işi aydınlatmalı, onu noktası noktasına bilmeli; başı açık : 1) münakaşa, izah ve aydınlatam götürmeyen iş; 2) alâkası olmayan; 3) serbest ( kimseye ait olmayan); başı açık akıl kalbadı folk. : bilmeyen kalmadı; baş boş 1) birleşmek; 2) yardım etmek; baş tart ( ablatif ile 9 yan çizmek, işin içinden sıyrılmak; ( iy-, ur-, urun-) boyun eğmek; ram olmak; karılıkka baş koyduñuzbu*0 : kocamaya başladınız mı?; 2) baş eğmek : selam vermek; başatan ötkör yahut baştan keçir : baştan geçirmek, yaşamak; bul iş başınan ötkön : bunu yaşamıştır, buna katlanmıştır; bu onun için yeni bir şey değildir; başka kel : başa gelmek 8 dûçar olmak, uğramak); başka kelgendi köz körör ats. : yaşarsak, görürüz (harfiyen : başa geleni göz görür); başına zarıl iş tüştü : ona geciktirilmez bir iş çıktı; öz başı menen : kendi başına, müstakillen, kendi arzusuyla; baş köz bol : göz kulak olmak; sakalduu başıñ menen uşundayda iş kılasıñbı? : senin gibi sakallı bir adama böyle hareket etmek ayıp değil midir?; başı menen )yahut baş otu menen ) bedim; temlik etmek üzere verdim; başma baş sattım : başa baş, üstelik vermeksizin değistim; kara baş (yalnız şahıs, bitişik zamiriyle) : kara başıña . senin kendine, yalnız sana: kara başım : yalnız ben kendim, bir ben; kara başına : onun kendisinde, yalnız ona; kara başıñdı cegir! : vay, seni yaramaz!; baş ıldıy bk. : ıldıy; baş bak bk. IV: bas başında bol bk. kaş I; cabık baş = cabıkbaş; baş kötörböy : baş kaldırmadan, mütemadiyen, özenle; artsız arasız; baş kötörböy : baş kaldırmadan, mütemadiyen, özenle; artsız arasız; baş kötörböy oku : baş kaldırmadan , özenle , yorulmadan , durmadan okumak ; baş kötörböy iç- : ayyaşlığa dalmak , geceli gündüzlü içmek ; 2.başak ; baş sal- yahut baş al- : başaklanmak ; arpa baş saldı : arpa başaklandı ; egin baş alıp kalgan kez : ekinlerin başaklandığı zaman ; 3. reis , amir , serdar ; ulu ; cüz başı tar. : yüzbaşı ; kerben başı : kervan başı , kervan amiri ; karagay başı bk. Karagay ; baş bol- : başa geçmek ; ayıldın başı es. : köyde itibar ve nüfuz sahibi olan ; 4. başlıca ; baş pakta komiteti : baş pamuk komitesi ; baş süylom gram. : baş cümle ; 5. üst kısım , tepe ; toonun başı : dağın tepesi ; biyik toonu körömün desen , başına çıkpa ats. : yüksek dağı görmek istersen onun tepesine çıkma ; 6. başucu ; başımda : başucumda ; daha ör. bk. atta ; 7. iptida , mebde ; arıktın başı : arkın mebdei ; cıl başı : yıl başı ; suu başı : ırmağın başı . membaı ; başta : baştan ; daha evvel ; önce ; uşu baştan : bu dakikadan itibaren ; baştan ayak : baştan sonuna kadar ; baş ayagı cıyırma kün col basıştı : onlar cem’an yolda yirmi gün bulundular ; 8. son köçönön tigi başınan bul başına : sokağın öteki ucundan beriki ucuna kadar ; üç kolunun başı menen tuuragan etten eki aldı : doğranmış etten üç parmağının uciyle üç defa aldı ; temirdin eki başı da ısık ats. : değneğin iki ucu vardır (harfiyen : demirin iki ucu da sıcaktır) ; 9. insan , nüfuz (insanlar sayılırken) ; altı baş : beş nüfus /6/ ; beş kişi ; baartı tört baş can : onların hepsi dört kişidir ; baştık içpeyt , baş içet ats. : yiyeceğin miktarına göre değil de , şnsanların miktarına göre hükmetmeli. (harfiyen : çucal yemiyor , insan yiyor) ; 10. tane (bazı şeyleri sayarken) üç baş pıyaz : üç baş soğan.
başa
başaa = badışa.
başalık
= badışalık.
başat
memba , kaynak
başayı
f. el dokuması olan bir nevi ipek kumaş.
başbak-
bk. bak IV.
başbakta-
şöyle bir bakmak , gözlemek , tecessüs etmek.
başçı
1. işleri çeviren , müdür , amir : çarba başçısı : iğelik müdürü ; col başçı = colbaşçı ; 2. kılavuz.
başçılık
başa geçme , rehberlik.
başıl
kara başıl 1) kara başlı ; 2) (insan hakkında) : sağlam demevi , bol kanlı ; sarı başıl 1) sarı başlı ; 2) bir ot adıdır.
başka
diğer , gayri , özge ; yabancı ; başlı başına ; ayrıca ; başka kişi : diğer , özge adam ; mından başka : bundan başka : başka amal cok :başka çare yoktur : dagı başkalar: ve başkaları , ve saire ; bu ögüzdü başka bayla : bu öküzü ayrı bağla ; adamdan başka sana- : adam saymamak , adam yerine koymamak ; adamdan başka sandaldım folk. : kimsenin katlanmadığı zahmetlere katlandım ; aybandan başka canıbar folk. : (bu at) hayvanların en iyisidir.
başkaça
başkaca , başka türlü ; başkaça aytkanda : başka türlü söylersek , başka ibare ile söylentikde.
başkaçalık
temayüz , hususiyet.
başkala-
1. değiştirmek ; şeklini değiştirmek ; 2. ayırmak , yabancı saymak , yadırgamak ; araya almak ; 3. cay başkala- : dirlik işlerini görmek , kendisinin ve ailesinin geçinmesi ile uğraşmak.
başkalık
temayüz , imtiyaz.
başkar-
I, idare etmek ; başa geçmek ; mal başkar- : hayvanlara bakmak. II, değişmek ; münözü başka tüştü : tabiatı değişti.
başkarma
1. idare , başarma ; sanak başkarması : sayım , istatistik müdürlüğü ; el çarbacılık esep başkarması : halk iğeliği , istatistik müdürlüğü , 2. idarehane (bir müessese olmak sıfatıyle)
başkart-
et.başkar-dan
başkarttır-
et.başkart-tan ; mal başkarttır- : hayvan güttürmek.
başkaruu
başarma ; başa geçme ; idare ; başkaruu mekemesi : idari kurum ; başkaruu bölümü : idari kısım , şube ; başkaruu apparati : idari cihaz.
başkaruuçu
başaran , müdür.
başkaruuçuluk
müdür , direktör vazifesi.
başkasın-
yadırgamak , yabancı saymak ; meni başkasınba : beni yabancı sayma , beni yadırgama.
başkasınt-
başkasın-
başkı
başa ait , öndeki , ilkin ; iptidai ; baş , umumi ; başkı söz : önsöz , mukaddime.
başmabaş
baş I.
başmakta-
ayakkabının alt kısmını tamir etmek , kunduraya yeni yüz yapmak.
başmaktat-
et.başmakta-dan.
başmaktoo
işs. başkata-dan
başmandak
taklak atma ; başmandak atıp oyno - : taklak atarak oynamak.
başpırt
kon. = pasport ; başpırtıñ büttü 1) pasaportun bitti (müddeti geçti) ; 2) mec. : işin berbat , bitmiş bir adamsın.
başsız
1. kafasız ; 2. reissiz ; 3. başına buyruk.
başsızdık
1. reissizlik ; 2. aşırı serbestlik.
başta
I, evvelce , önce.
başta-
II, 1. başlamak ; 2. başa geçmek ; rehberlik etmek ; col başta- : kılavuzluk etmek ; 3. başmakta-.
baştaak
= baştaanak.
baştaanak
rehber , kılavuz olmıya mütemayil ( başlıca sürüyü peşine takarak önde giden hayvan , kösemen hakkında).
baştagı
= baştakı.
baştakı
evvelki ; baştakı eski yerimde çalışıyorum (yahut yaşıyorum)
baştal-
mut . başta II den.
baştalgıç
iptidai , ilk ; baştalgıç okuu : ilk öğretim , tedrisat.
baştalış
başlanış , iptida.
baştalma
başlanma , başlama.
baştaluu
1. alt kısmı ( başı ) yeni olan ayakkabı ; 2. başlama , girişme ; 3. gram. araya sokulan.
baştamal
yürüten , başta giden.
baştan-
1. niyet etmek , kurmak ; uruşçuu baştanıp turat : dövüşmeyi düşünüyor gibi ; keptey kalçu baştanıp turam : gitmemeği düşünmeye başlıyorum ; 2. kafasının şekliyle birisine veya bir nesneye benzemek ; börü baştangan : kafası kurt başına benziyen.
baştandır-
çevirmek ; başını çevirtmek ; ögüzdü oñ baştandır ! :öküzü sağa çevir!
baştandıruu-
işs. baştandır-dan.
baştañ
bir evin (başlıca kadın) gençleri tarafından (baba ve anneleri evde bulunmadıklarında) diğer evin çocuklarına ve büyüklerine verilen ziyafet.
baştant-
1. et. baştan-dan ; 2. baş altına bir şey koymak yahut başı bir şey üzerine koymak ; başın cumşak baştantıp folk. : onun başını yumuşağa koyarak.
baştapkı
iptidai , ilkin ; ilkel (kadim) ; başta ; baştapkı uyumdar : ilkel teşekkürler.
baştaş-
1. hep beraber başlamak ; 2. elbirliği ile yönetmek (sevk ve idare etmek)
baştat-
et. başta- II den ; col baştat- : birisini önde gitmeye ve yol göstermeye zorlamak ; celge col baştatıp ketti : geniş dünyayı dolaşmıya çıkıp gitti (harfiyen : kendine yeli kılavuz edinerek çıkıp gitti).
baştatan
baştan , evvelce , önce ; baştatan koldonup kele catkan kural : ta işin başından beri kullanılan silah.
baştık
I1. amir ; rehber ; başta bulunan ; brigada baştagı : tabur başı ; 2. sergerde , serdar. IItorba , küçük çuval ; at baştık : at başının derisinden yapılan torba.
baştoo
1. başlama , başlanma , mebde , iptida ; 2. rehberlik , yönetim.
baştooç
= baştalgıç.
baştooçu
yürüten , idare edern , yöneten.
baştuu
1. başlı ; ceti baştuu kempirmit : yedi kafalı kocakarı ; 2. reise , amire malik olan ; attuu-baştuu bk. attuu I.
baştuuluk
bir baştuuluk : tek başlılık , mutlakiyet.
bat
Ihızlıca , çabuk. II1. kola , undan dutkal ; batı bar kezdeme : hamurlu , kolalı kumaş ; 2. mec. itibar , otorite , şöhret ; ketiriptir baıñdı folk. : itibarını gidermiş , seni terzil etmiş.
bat-
III, 1. batmak , garkolmak ; sığmak ; sokulmak , geçmek ; suuga batıp ket- : suya batıp gitmek , garkolmak ; cardının bokçosuna koyondun kulagı batpayt ats. : züğürdün kesesine tavşan kulağı bile sığmaz ; tırmagıñ koluma batıp ketti : tırnakların elime battı ; kızıgına bat- : bir şeyin zevkine adam akıllı dalmak ; bizge caman battı : bize pek fazla tesir etti ; 2. gurubetmek , batmak (güneş,ay ve yıldızlar hakkında) ; kün battı : güneş battı ; 3. cesaret etmek , cüret etmek ; oozum batıp aytalbadım yahut aytuuga batpay turdum : söylemeyi kestiremedim ; kirip baruudan batpadık : girmeye cesaret edemdik ; eköögö biröö bata albayt ats. : ikiye karşı bir kişi cüret etmez.
bata
a. Kur’anın birinci suresinin adıdır , Fatiha ; 2.dn. takdis ; hayırlı dua ; kuru ayakka bata cürböyt ats. : kuru kaşık ağzı yırtar (harfiyen : kuru çanağa dua edilmez) ; arbak bata dn. : ölmüş olan adamdan alınan ve onun ruhu ile himaye edilmiş olan dua ; 3. nişanlanma : ak bata dn. : nişanlanma zamanında yapılan dua ; sizdi ak bata , kızıl kanga koyobuz (nişan şartlarını yerine getirmediğinizden dolayı) (edilen) duanın ve (nişan töreni sırasında kesilen hayvanın) kanının sizin başınıza bir ceza olarak düşmesini dileriz.
bataköy
a-f. dua etmesini ve iyilik dilemesini seven.
batalaş
I, işe karışan , methaldar ; fikirdeş , hemfikir.
batalaş-
II, 1. bir işe iştirak etmek ; 2. nişanlanmak , yavuklanmak , namzet olmak ; bolboso , sanga katuu söz tiydibi , ce seni taştadıbı batalaşkan ? folk. : seni sözle mi incittiler , yahut seni yavuklun mu bıraktı ? ; 3. birbirine kat’i söz vermek ; mından kiyin arak içpeyli dep batalaştı : bundan böyle rakı içmiyelim diye birbirine söz verdiler.
batek
ayakkabının içine konulan parça mantar.
batıba
a- 1. tar. şeriata dair müşküş vaziyetlerde müftünün yaptığı tefsir , fetva (bk. muptu) ; 2. mec. karar ; batıba kıl- yahut batıba tok-tot- : karar çıkarmak , karar vermek.
batıl
I, cesaret , cüret ; batılım barbadı : cesaret etmedim , tehlikeyi göze almadım , cüret etmedim. II, a. dn. boş , vahi , yalancı (muatat olduğu üzere , ahretten ayırmak için , “bu”dünyanın sıfatı olarak yahut gayri İslami dinler hususunda kullanılır.)
batım
1. geçinme (bakalariyle birlikte iyi yaşama) ; tük kişige batımı cok : kimse ile geçinemiyor ; 2. cesaret.
batın-
cesaret etmek ; cüret etmek ; batına albadım : cesaret edemedim , cesaretim yetmedi.
batınooz
r. “podnos” : tepsi , sini.
batır
I, batır-butur : sürekli çatırtı.
batır-
II, batırmak (sıvık bir şeye) ; sokmak , batırmak (sert bir nesneye)
batırıñkıra-
hafifçe batırmak ; bir parça ezmek , sokmak.
batıruu
(birisini bir nesneyi) batırma.
batış
I, 1. batırma ; 2. gurup ; kün batış (yahut düzce batış) : garp , batı. II, müş. bat-III ten.
batıştır-
et. batış-II den ; sıylıgışup arañarga batıştırgıla : sıkışarak , (onu) kendi aranıza sığdırınız , sıkışınız da (ona) yer veriniz.
batıştıruu
işs. batıştır-dan.
batışuu
işs. batış-II den.
batinke
r. potin.
batir
r. “kvartira”daire (bir evde)
batirçi
r. kiracı (bir evde)
batka
1. gagalanmış ; delik deşik edilmiş ; 2. kakmak (tezyinat : ağaç , maden üzerine).
batkak
çamur , bataklık.
batkal
oyuk , çukur.
batkala-
1. oymak , çukurlatmak (diyelim , bıçağın uciyle yahut baltanın köşesiyle) ; 2. kakmak (ağaç ve madenin yüzünü noktalar şeklinde olan tezyinatla süslemek).
batkalat-
et. batkala-dan.
batkalış
= batkal.
batkalışta-
batkalıştap kara- : bir şeyi , çukurlara ve derelere bakarak araştırmak.
batkansı-
kendini dalmış , batmış hissetmek ; katın kılıp algansıp zıgına batkansıp folk. : o kadınla evlendiğini ve adamakıllı eğlendiğini tahayyül ederek.
batman
1. batman (Ferganade 4 puddan başlayarak Talas vadisinde 12 puda kadar olan ağırlık ölçüsü /7/ ; baatır tabat , batman ceyt ats. : çok kazanıyor (buna mukabil) : batmanla yiyor ; 2. batman (Talas vadisinde iki desiatina 8 kadar toprak ölçüsüdür).
batmanda-
batmandap : batmanla (bk. batman 1) ; batmandap kirgen ooru , mıskaldap çıgat ats. : hastalık batmanla giriyor , miskalle çıkıyor.
batnus
= batınooz.
batpayak
= bakpayak.
batpirek
f. uçurtma (kağıttan)
batpiske
r. kon. “epodpiska” : imza.
batpol
r. “podval” : bodrum : kon. : hapishane , cezaevi.
batpot
= padbot.
batrak
r. ırgat.
batta-
kola ile un ve dutkal ile yapıştırmak ; kamır menen battap : hamurla yapıştırarark.
battaş-
dutkalla yapıştırılmak , yapışmak.
battaştır-
dutkalla tutturmuak , yapıştırmak.
battuu
undan dutkal sürülmüş.
batuu
I, batma , dalma. II, çukur , oyuk.
bay
1. zengin , servet sahibi ; kolxoz çular malga bay : ziraat kollektiflerinin hayvarnları çoktur ; kordoluu bay tar. : serveti ecdaddan kalma , irsi zengin ; ordoluu bay tar. : hükümndarın karargahına yakın bulunan , hatırı sayılır bir eve malik olan zengin ; sasık bay : hasis zengin ; baylar 1) zenginler ; 2) kapitalistler (sermayedarlar) ; şehirli muteberan ; baylar tabı : şehirli muteberan (burjuvazi) sınıfı 2. bay terek bk. terek ; 3. es. mal sahibi ; 4. koca ; bayga tiy- : kocaya varmak.
baya
son günlerde ; baya künü : bu günlerde , son günlerde ; bayatan beri yahaut bayatadan beri : ötedenberi.
bayagı
deminki ,çoktanki ; bayagıda : eskiden , geçmiş zamanlarda ; bayagıday yahut bayagısınday : eski vaziyette , eskisi gibi , değişiksiz.
bayakı
= bayagı.
bayan
I, a. hikaye (anlatma) , beyan ; tasvir (taslak) ; bayan kıl- : anlatmak , beyan etmek , hikaye etmek ; ömür bayan : hal tercümesi , biyografya. II, çegir bayan bk. çegir ; cabır bayan : efsanevi bir haycanın adıdır.
bayanda-
rapor , beyanname.
bayandamaçı
rapor , beyanname veren.
bayandat-
et. bayanda-dan ; bayandatıp süylöyt : uzun ve tafsilatlı söylüyor.
bayandoo
hikaye etme anlatma.
bayandooç
gram. müsnet , predikat.
bayandooçu
hikaye eden , anlatan ; meddah ; kıssahan.
bayandor
f. 1. enine , arzani; 2. teğelti.
bayansız
f-k (destanda) : kararsız , vefasız (bu yer dünyasının sıfatıdır).
bayatadan
bayatan , bk. baya
baybaça
k-f zengin çocuğu , bey çocuğu
baybay-bay-bay
korku veya hayret haykırışı.
baybayla-
bay-bayla- ,bay bay diye bağırmak , haykırmak (korku yahut hayret ifadesi)
baybiçe
es. , ilkin karı , birinci karı , hatun ; ev sahibesi ; baydı tuup alat , bay biçeni satıp alat ats. mal sahibini doğuruyorlar , ev kadınını satın alıyorlar.
baybiçelik
“baybiçe”durumu (bk. baybiçe) ; baybiçeliğin karaçı! : baybiçelik tasladığına bak!
bayçeçekey
= bayçeçekey.
bayçıl
zenginlerin , şehirli muteberatın kuyrukları (onlara taraftarlık edenler) ; bayçıl ölkö : kapitalist memleket.
bayda
If. baş gösterme , peyda ; bayda bol- : baş göstermek , zuhur etmek. II, a. (son zamanlarda bu söz ve onun üremeleri ilk sesi “p”olmak üzere , payda , paydalan , paydaluu ve s. şekillerinde kullanılmaktadır.) kazanç , fayda , menfaat , tama ; öz baydasına çabat : şahsi menfaati için koşuyor , çalışıyordu.
baydakeç
a-f. tamahkar , haris.
baydalan-
faydalanmak , istifade etmek ; kişi emgeninen baydalan- : başkalarının emeğinden faydalanmak , başkalarını istismar etmek.
baydalangıç-
faydalanan , istifade eden ;kişi emgeginen baydalangıç : istismarcı.
baydalanıl-
faydalanılmak , istifade edilmek ; calpı artel baydalanıla turgan cer : bütün birliğin istifade etmekte olduğu toprak.
baydalanış
müş. baydalan-dan
baydalant-
faydalandırmak , istifade ettirmek ; eç kimge baydalantpaybız : kimseye istifade , istismar etmeye müsaade eylemeyiz.
baydalantuu
işs. baydalant-tan.
baydalanuu
faydalanma , istifade etme.
baydasız
faydasız.
baygambar
f. peygamber (daha çokca bundan Muhammed Peygamber diye kastediliyor) : baygambar caşına kelgen kişi : yaşı oldukça ilerlemiş kimse ; altmışını geçen adam (harfiyen : peygamber yaşına eren kimse)
bayge
1. at yarışı ; kemege bayge es. : yoğaşı zamanında zenginler tarafından tertip edilen bir çeşit at yarışı ; 2. at yarışları sırasında verilen mükafat ; mükafat ; ikramiye ; bayge say- : mükafat olarak konmak ; bayge sayılgır söv. : mükafat olası! ; kahrolası! ; i., aram bayge! : behey budala! baş bayge : birinci mükafat , ikramiye.
baygelüü
mükafatlı , mükafat kazanan ; at baygelüü bolsun ! : at ikramiye kazansın (at koşularına gidene söylenen dilek sözü)
bayı-
I, zenginleşmek. II, 1. sağılmaktan kesilmek , süt vermemeye başlamak ; 2. eksilmek (çekilmek) ; suu bayıdı : su çekildi , suyun seviyesi alçaldı.
bayım
I, baam. II, intibak etme , uyma ; bayım al- : bir nesneye uymak , intibak etmek ; bir işe azim ve ısrarla girişmek ; emgekke bayım al- : digenerek çalışmak.
bayımda-
uydurmak , intibak ettirmek.
bayımdat-
et. bayımda-dan.
bayımdatuu
işs. bayımdat-tan ; uydurma , intibak ettirme (bir kimseyi veya bir nesneyi)
bayımdoo
intibak etme , uyma.
bayır
bağlılık ; itiyat (bir mahalle) : bayır al- : (bir yere( alışmak ve daima onu özlemek , bir yerde yerleşmek ; too etegine bayır aldım : dağ eteğine yerleştim ; bir cerge bayır alıp turgan can emes : bir yere bağlanmış , alışmış kimse değildir.
bayırı
önce , evvelce ; bayırı çakta : çok eski zamanlarda ; bayırtan beri : eskiden , öteden beri.
bayırkı
evvelki , geçmişteki , eski zamanlardaki ; iptidai.
bayırtan
bk. bayırı.
bayıt-
(birini) zenginleştirmek.
bayka-
takibetmek , gözetlemek; dikkat etmek ; ihtiyatlı davranmak ; baykap cür- : ihtiyatlıca yürümek ; baykabay kaldım : gözden kaçırdım , dikkat etmedim.
baykabastak
1. teemmülsüzlük , tedbirsizlik ; 2. dikkatsizlik i ihmal.
baykal-
müşahade edilmek , gözetlenilmek.
baykat-
et. bayka-tan
baykoo
gözetleme ; baykoomdo : müşahedelerime göre.
baykooçu
müşahid , gözetleyen.
baykooston
birdenbire , ansızın.
baykuş
1. çobanaldatan kuşu ; 2. mec. miskin , beceriksiz.
bayla-
1. bağlamak , bir araya toplayıp bağlamak ; bir yere bağlamak ; bee bayla- : kısrakları sağmak için ayırıp komak ; 2. besiye komak ; bir öönün toogun ceseñ , kız bayla ats. : lif alırsan , kayış verirsin (harfiyen : birinin tavuğunu yersen , kaz besle , hazırla ; hayvanını yersen kız besle , yani kızını vermeye hazırla!)
baylagıç
bağlamıya yarayan nsne , bağlama yeri ; at baylagıç : at bağlanacak kazık.
baylal-
bağlanmak.
baylam
deste , bağ.
baylama
bağlı , bağlanmış ; baylama tor : kuş avlamak için kapalı ağ.
baylamta
1. bağ (rabıta) ; deste , bohça ; bent , büğet : sözünün lamtası cok : sözünün rabıtası yok ; kaçamaklı , abuk subuk konuşuyor ; tabış baylamtası : ses rabıtası ; 2. gram. bağlama edatı , conjonction.
baylan-
bağlanmış olmak , kendisini bağlamak ; kendi üzerine bağlamak ; kaptı kancıgasına baylandı : torbayı eğer kayışına bağladı ; köz baylangan kezde bk. köz I.
baylanış
I, rabıta , irtibat ; baylanış bölümü : irtibat şubesi.
baylanış-
II, birbirine bağlanmak , birbirine geçerek karışmak ; cip baylanışıp kalıptır : iplikler karışmış.
baylanışıl-
(irtibat) tesis edilmek.
baylanıştır-
birbiriyle bağlamak , irtibat peyda ettirmek , sıkı , düğümleyip bağlamak.
baylanıştırıl-
mut. baylanıştır-dan
baylanıştuu
irtibatı , ilişiği olan.
baylanuu
işs. baylan-dan.
baylaş-
hep beraber bağlamak.
baylat-
et. bayla-dan ; asoo at canına torsuk baylatpayt : harın at yanına tulum bağlatmıyor.
baylatma
baylatma cin bk. cin I
bayloo
1. bağlama , bir araya toplayıp bağlama ; 2. esaret ; bayloogo tüş- : esir düşmek.
baylooç
1. bağ (bağlıyacak şey) ; 2. av kuşlarını yakalamak üzere ağa bağlanan yem ; 3. mec. hiçbir işe yaramıyan.
baypak-
f-k. uzun çorap ; kısa çorap.
baypak
II, baybak (hantal , çolpa adam)
baypañ
sallanarak yürüme , bayañ- baypañ-bas = baypañda.
baypañda-
et. baypañda-dan
baypay
= baypañda ; basıp keldi baypayıp folk. : ağır ağır sallanarak yaklaştı.
baysal
sükun , rahat : baysal tap- : sükunet bulmak , rahatlamak.
baysalduu
sakin , dağdağasız ; köç baysalduu bolsun ! : uğurlar olsun! (başka yere göçenlere söylenen iyi dilek sözü)
baysın-
kendini zengin addetmek , zenginlik taslamak.
baytal
henüz kulunlanmamış (doğurmamış) olan genç kısrak ; tay baytal : iki yaşına basan kısrak ; kutan baytal : üçüncü yaşına basan kısrak; bıştı baytal : dördüncü yaşına basan baytal ; tebeteydi bayşına basan baytal ; tebeteydi baytal basım (yahut avm. baytal kötü) kılığ kiy- : kalpağının bir yanını ezmek suretiyle giymek ; başka kelse baytal corgo bolot - : “açlık ne yedirmez?” (harfiyen : zaman olur ki , kısrak da yorga sayılır.)
baytalduu
ksıraklı ; baytalduuga katın cokpu ? ats. : baytallıya (yani kalın verebilecek kimseye) karı bulunmaz mı hiç?
baytalman
bela felaket.
baytöbö
giyiminin bir parçasının adıdır.
bayuu
I, zenginleşme. II, işs. bayıı-II den.
baza
r. “baza” : üs , base.
bazar
f. Pazar ; ar bazar : at pazarı ; mal bazar : hayvan pazarı ; bazarga sal- : (satmak için) pazara çıkarmak ; bazar kötörbögön mal : geçmez , sürümsüz mal , emtia ; bazarı açıldı : orada hayat , canlılık başladı ; canlı faaliyet ; bazar üyüng körböy kal ! (ilenç) : yerini yurdunu görmek nasibolmasın!
bazarçı
1. pazara giden yahut oradan dönen ; 2. tacir ; bezirgan.
bazarçıla-
pazara gitmek.
bazarçılat-
eğlendirmek için (diyelim çocuğu) kendisiyle beraber pazara almak.
bazarlık
pazara giden kimsenin getirdiği hediye.
bazarluu
mal bazarluu bolsun! : pazar ol! (hayvan satmak üzere pazara giden için iyi dilek).
bazir
= uvazir.
bazis
r. üs , esas , mesnet.
beçaara
beçara , f. züğürt ; miskin ; fıkara ; bey-beçaara : fakirler ve arkasızlar.
beçaraalık
fıkaralık.
beçel
f. 1. oturak (vakti zamanında yürüyemiyen çocuk) ; maalınan ötköndön kiyin eki cıl beçel kalıptır : (yürümeye başlama) zamanı geçtikten sonra iki sene müddetince yürümeden oturup kaldı ; 2. mec. elingen iş gelmez , beceriksiz , her işi yüzüne gözüne bulaştıran ; ara beçel : büyümüş , ancak gevşek (delikanlı).
beçet
r. “peçat1 : mühür : beçetbas- : mühürlemek , mühür basmak , mühürleyip kapatmak.
beçette-
mühürlemek , mühürleyip kapatmak.
beçettet-
et. beçette-den.
beçettöö
beçette-den.
beçettüü
mühürlü , üzerine mühür vazedilmiş ; beçettüü kagaz : mühürlü kağıt.
beçkek
belek sözünün tekidir.
bede
f. yonca ; kaba yonca ; uy bede : bir çeşit yonca ; koyun bede : bir nevi yonca; başka bede : latince adı melilotus olan bir çeşit ot ; ak kaşka bede : bu sonuncu otun beyazı.
bedel
hürmte , itibat ; el içinde bedeli bar : halk arasında hürmet ve itibarı var.
bedeldüü
itibarlı , sayın.
bedelik
yonca tarlası.
beder
1. (enine yolları olan) benekli kuş yeleği (başlıca , aladoğanın kuyruğu hakkında) ; 2. nakış , kumaş nakışı ; bederi cok torkodon bek tokugan büz cakışı ats. : sık dokunmuş bez , nakışsız ipekliden yeğdir. ; 3. bir nesneye karışan yabancı madde ; sarı altında yabancı madde yoktur.
bederlüü
nakışlı ;bezekli.
bedimis
kon . = vedomost.
bedöö
a. koşu atı
bee
kısrak (doğurmuş olan) ; bee deseñ , töögö ketet : ben ne söylüyorum tamburum ne söylüyor! ( harfiyen : sen ona kısraktan bahsediyorsun , o deve peşinden gidiyor.)
beecay
= beycay.
beemçek
bk. emçek.
bek
I, sağlam , pek ; muhkemce ; gayet ; bek kişi : sert adam ( tabiat itibariyle) ; bek cerge kat- ; uzakça bir yere saklamak , gizlemek. II, 1. bey ; prens ; 2. (erkek ve kadın şahıs adlarının teşekkülüne giren parça)
bekbekey
1. bir kadın gençliğin şarkısının adıdır ; 2. geceleyin sürüyü beklerken haykırma.
bekbekeyle-
1. bekbekey (bk.) şarkısını söylemek ; 2. gece beklerken sürüye haykırmak ; 3. mec . titremek (soğuktan) ; tañdı tañday bekbeylep çırgamın folk. : şafağa kadar (soğuktan) titriyorum.
bekem
a. sağlam , dayanıklı ; (muhkem’den mi acaba? : M.)
bekemde-
sağlamak , sağlamlaştırmak , tahkim etmek.
bekemdel-
sağlamlaştırılmak , tahkim edilmek ; perçinlemek.
bekemdeş
sağlamlaştırma , tahkim etme (bir vetire olarak)
bekemdet-
et. bekemde-den.
bekemdik
sağlamlık dayanıklılık.
beken
bk. bı.
bekenek
= bakene.
beker
f. beyhude , boş yere , nafile , boşu boşuna ; beker cür- : işsiz gezmek , dolaşmak ; beker cürgüçö , beker işte ats. : işsiz dolaşmaktansa , bedava çalış ; beker ber- : bedava parasız bermek ; bekerinen : boşuna , büsbütün beyhude ; bekerden beker : boşu boşuna.
bekerçi
işsiz dolaşan.
bekerçilik
bekerlik , işsizlik.
beket
I, r. psota istasyonu durağı ; bir beket col : iki istasyon , durak arasındaki mesafe (20-25 km.) II, kon. = paket.
beki-
1. tahkim etmek , pekitmek ; pekitilmek , tahkim edilmek ; pekiştirmek ; 2. örtmek , örtülmek ; kapatılmak ; 3. tasdik etmek (resmen meriyete geçecek hale komak)
bekin-
gizlenmek , saklanmak.
bekinmeçek
saklambaç (oyunu).
bekint-
et. bekin-den.
bekinüü
işs . bekin-den.
bekit-
1. metanet verme , katılaştırma , sağlamlaştırma , perçinleme ; 2. tasdik etme , meriyete geçecek hale koma ; ratification.
bekpekey
= bekbekey
beksil
kon. = veksel
bekzat-
k-f beyzade , beyoğlu.
bel
1. bedenin kuşak bağlanacak eri ; bel ; kumurska bel : ince belli endamlı (kadın) (harfiyen : karınca bel) ; bel kuda bk. kuda ; duşmanga bel aldırba : düşmana zafını belli etme ! , düşman karşısında kendini yiğit göster ; bel çeç- : giyimi çıkarmak , soyunmak ; künütünü bel çeçpey folk. : geceli gündüzlü soyunmayıp ; 2. umut ; arka (istinatgah) ; tutma , kayırma ; bel bayla yahut bel buu- : bir işe tamamiyle sarılmak , ciddiyetle , azimle girişmek ; sağa bel bayladım : bütün umudumu sana bağladım ; bel baylagan beli bar , bekip catan ceri bar folk. : dayanacak adamı var , sığınacak yeri var ; bel baylagan beli oşol , bek işengen eri oşol folk. : o onun arkasıdır , o , onun güvendiği bahadırdır ; bul söz maa bir az bel bolo tüştü : bu söz bana cesaret verdi ; 3. dağ geçidi ; dağ sırtı ; bel aş- : geçidi geçmek , aşmak ; aç bel : yaşayanları bulunmıyan dağ sırtı : bel baskak bk. baskak.
belboo
kışak , kemer ; çok belboo bk. çok I.
belçe
belçesinen battı : beline kadar battı ; belçemden aldırıp suu keçtim : belime kadar derin olan suyu geçtim ; çokoyun belçesinen basıp cüröt : çicmelerinin burunlarını dimdik tutarak geziyo (ökçeler öne uzamış , burunları yukarı kalkmış)
belçir
Iat.derisinden dikilen hususi bir çeşit çizme. IIkon. = feldşer.
belçirdik
kon. “feldşer” lik (sıhhiye memurluğu) mesleği , vazifesi.
beldemçi
1. belden başlıyarak yırtmaçlı olan kadın fistanı ; “plaxta” (Ukranya’da bir çeşit fistan , m.) ; 2. bir nevi savaş giyimi.
beldik
1. yaşlı kadınların taşıdığı bir nevi fistan; 2. koçun , koyunlara aşmasına engel olan sargı ; 3. kuşak.
beldüü
kuvettli ; bir üydün beldüü azamatı : bütün bir evin dayangacı olan babayiğit.
bele
bk. ele II
belek
atiyye , hediye ; belek-beçkek : atiyyeler , hediyeler.
belekey
kısacık ; küçücük ; bep-belekey boyu bar , ceti kabay tonu bar (bilmece) : boyu kısadır , yedi tane kürkü vardır (piyaz: soğan)
belem
bk. ele II ; suu tunuk belem karaçı : baksana , su duru mudur?
belen
hazır ; belen akça : nakit para ; belen kıl- : hazırlamak.
belende-
hazırlamak ; ihtiyaten hazırlamak , belki lazım olur diye biriktirmek.
belenden-
mut. belende-den ; hazırlanmak ; ihtiyaten edinmek.
belendet-
et. belende-den.
belendik
hazır bulunma.
belendöö
hazırlama.
beleñ
bk. ele II
beles
1. tepe , dağın sırtı ; murunday beles aşkıça , buttay beles tegeren ats. : burun büyüklüğündeki dağ sırtını aşmaktansa , ayak hacmindeki sırtı dolaşarak geçmek iyidir ; 2. (rad ;) 8- 10 kilometre kadar mesafedir.
belet
r. 1. bilet ; kiriş beleti : duhuliye bileti ; 2. evlet korusunda ağaç dikme ruhsatiyesi.
beletçi
(ağaç kesmek için ruhsatiye veren) orman memuru.
belette-
kanun hilafı ağaç kesme için para cezası yükletmek ; beletçi belettep ketti : orman memuru para cezası yükletti.
belgi
alamet , nişane , damga , işaret ; yol göstermek için dikilen nişane ; ula ; canı barda calıngan – caman erdin belgisi ats. : henüz can çıkmamışken merhamet dilenmek- zayıf erkeğin nişanesidir- ; sırt belgi : dış , şekli alamet ; iç belgi : dahili , mantıki vasıf ; uruksat belgisi : ruhsat , müsaade işareti , vize ; bölünö turgan belgi mat. : bölünebilirlik vasfı.
belgile-
işaret etmek , işraet komak ; ifade etmek ; tayin etmek.
belgilen-
işraet edilmek ; ifade edilmek ; tayin edilmek.
belgilenil-
(mana itibarıyle) = belgilen.
belgileş-
1. hep beraber işaretlemek ; birlikte tarif etmek ; hep birlikte tayin etmek ; 2. taayyün etmek ; işaret edilmek.
belgilet-
et. belgile-den.
belgiöö
işaret etme ; tayin etme.
belgilüü
malumluk , muayyenlik.
belgisiz
alameti , işareti bulunmıyan ; meçhul , belirsiz ; belgisiz san mat. : meçhul adet , sayı.
belgisizdik
müphemlik , meçhullük , alda kanday belgisizdikke köngülüm tolkundanat : bir müphemlik kalbimi dalgalandırıyor.
belimçi
(ekseriya yaşlı kadınlar hakkında) 1. asabi hastalıklı kadındır ki bu hastalığa musabolan başkalarının hareketlerini mimiklerini ve sözlerini tekrarlar ; 2. isteriye tutulmuş kadın ; şuuru bozulmuş kadın.
belim
= balkim.
belsen-
1. vücudu bele kadar açmak ; 2. mec. gayret , faaliet göstermek ; kapışmaya hazırlanmak.
belseniş-
müş. belsen-den.
belsin-
dağ sırtı şeklinde olmak.
bende
f. s. kul (Allahın) ; mec. insan.
bendelik
insan zaaf ve kudretsizliği aczi.
benzin
r. benzin.
ber
I = peri ; ber kızınday meltirep folk. : peri gibi güzel gözükere.
ber-
II, 1. vermek ; bir defa vermek ; 2. üzerine vermek ; berip-berip kaldı : iki defa çarptı (şiddetlice vurdu) ; 3. baş fiilinin geçen zaman gerondifi ile birlikte yardımcı fiil sıfatıyle , işin başka bir şahsın tevkili ile yahut onun için yapıldığını v iş neticesinin asıl iş gören şahsa değil de , diğer bir şahsa yöneltildiğini gösterir ; tigi kitepti maa alıp ber : öteki kitabı bana al da ver ! ; uunluğa ton alıp ber : oğluna kürk satın al ! ; katın alıp ber- : evlendirmek , mına bu kattı okup ber : şu mektubu (başkası için okuyuver ! ; kılıp ber- : (başkası için) yapmak ; utup ber- : (başkası için) kumarda kazanmak , yutmak ; satıp ber- : başkasının tevkili üzerine satmak (ve parasını malın sahibine vermek) ; men aytkan cakka barıp ber : folk. benim söylediğim cihete git ; degen sözgü könüp ber folk. : onun dediğine muvaffak et ! ; 4. baş fiilin hal gerondifi ile beraber oldukta işin sanki ahval dışında yahut mükerren yapıldığını gösterir ; ala ber : hiçbir şeye dikkat etmeden alıver ! ; bere beret daysiñbi ? : durmadan vereceğini mi düşünüyorsun ? ; kündön küngö arıktay berdi : gün geçtikçe zayıfladı ; kire ber ! : gir gir! ; akçamdı cep kete berebi ? : demek , benim paramı benimseyecek , varsın benimsesin ; suroosuna tüşünö berbey : hala meseleyi anlamamakta devam ederek ; kala berse : hatta daha beter , bu daha bir şey değil , fakat… hatta daha fazla ; eğer bu az ise , o halde… (harfiyen : eğer kalacaksa) ; üy aylana bergençe : ev etrafını dolaşıncaya kadar.
bercak
(beri cak) : bu yan , bu taraf ; bercakta : bu yanda , bu tarafta ; bu yana doğrı ; bercaktan : bu yandan , bu taraftan.
berci
kon. = birja.
berç
katılaşmış dahili (deri altındaki) şiş , lahmi zaid.
berçten-
katılaşmak (deri altındaki şiş hakkında).
berçtüü
katılaşmış (deri altındaki şiş hakkında)
berdir-
vermeye icbar veya müsaade etmek , verdirmek ;coldoşu alam degenin berdirbey , başkaga bergen elem : ona , arkadaşının istediğini verdirmedim de başkasına verdim ; koyo berdir- : koyvermek , salıvermek.
berdirt-
et. berdir-den.
beregi
= bereki.
berek
= berirek (bk. beri I)
bereke
a. başarı , muvaffakiyet ; araketi köp , berekesi cok ats. bu koyun derisi serpilmeye değmez (harfiyen : çabalaması çok , hayrı yok) ; kızılga bereke ! bk. kızıl ; berekesi menen al- : bir nesneyi fazlasiyle , artığiyle almak ; berke tap 1) Allah razı olsun! ; 2) eve yarasın ! (alım satım esnasında muameleyi kapatan sözdür) ; bereke tappagır ! : ilik , hayır görmeyesin ; kolunun berekesi cok : elinin hayrı yok , eli talihsiz ; iştin berekesin kaçırdı : işi bozdu.
berekelüü
bereketli , feyizli ; berekelüü tamak : mugaddi yiyecek ; berekelüü mal : karlı , kazançlı (semere veren ve s.) hayvan.
berekesiz
bereketsiz ; bahtsız.
bereket
= bereke.
bereki
beregi , bu ; işte bu ; bereki bala : işte bu çocuk ; tee bereki : işte öteki ; bereginde : işte burada , buraya doğru.
beren
f. 1. kuvvetli , kudretli ; bahadır , kahraman , yiğit ; tanınmış ; berenim : dul kadın ölen kocası için ağlarken , sık sık onu böyle tesmiye eder ; berenim enem Kanıkey folk. : aziz anneciğim Kanıkey ; berip beren bolguça , berbey sarañ bol ats. : hisset , hamakat değildir (harfiyen : vererek , yiğitlikle meşhur olmaktansa , en iyisi verme ve basislikle tanınmış ol ! ) ; cılkı – beren , cılkını bakkan eren ats. : atlar nimeti tanırlar (faydalıdırlar , hoşturlar) , onları yetiştiren de yiğittir. 2. hakim , akıllı ; 3. kadife ; 4. (rad.) en iyi çelik ; baldagı altın ak beren folk. : altı baldaklı en iyi çelikten kılıç ; 5. terkedilmiş , bakımsız bırakılmış ; beren kalsın ! :mahvolsun , kahrolsun!
berenci
f. (karş. barancı) 1. bir kumaş adıdır ; berenciden köynögün beline orop tañdı emi folk. : berenciden giyimini beline sardı , kuşandı ; 2. giyim adıdır ; berenci kiygen etme beş tırmak tagın saldırba folk. : berenci giyimi tenimde beş tırnağının izlerini bırakma!
berendik
müc. beren-den ; berendigi belgilüü folk. : kahramanlığı bellidir.
berene
mus. çalgı düzeni , akort.
berenlüü
mus. düzenli , düzenlenmiş ; roguz berenlüü : dokuz düzenli.
berermen
; vermesi gereken kimse ; verici (bk.alarman)
berese
borç ; anın maa beresesi bar : bana borçludur ; sizge berese bolsom : size borçlanırsam.
bereseçi
bereslüü , borçlu ; al maa beresçi : o , bana borçludur.
bereşen
cömert ; bayga karaganda cardılar bereşen bolot : fakirler zenginlerden daha cömerttirler.
bergensi-
verir gibi görünmek , vericilik taslamak.
bergi
algı-bergi : hediye alışıp verişmek ; algı-bergige mıktı . almasını bilen fakat vermek hususunda kusur etmiyen.
bergile-
birkaç defa vermek ; bir çoklarına vermek.
beri
I, bu yana doğru , buraya ; daha yakın ;beri kel : buraya , beriye gel ; beri tur : buraya yakın dur! ; arıktan beri : arkın bu tarafına berisine ; berirek : buraya daha yakın ; berirek kel : daha yakın , beriye gel ! ; beri bolgondo : en azı ; beri bolgondo elüü som : en azı elli ruble. II = peri.
beril-
1. verilmek ; 2. teslim olmak ; mağlubolmak ; 3. sadakatli olmak ; keñeş ökümötünö berilgen : Sovyet hükümetne sadık.
berile-
beriye doğru hareket etmek.
berilet-
beriye doğru hareket ettirmek.
berilgendik
sadakat ; partiyaga berilgendik : partiye sadakat.
berim
alım-berim bk. alım 4
berimsek
= berese.
berim-
srk. 1. çarpmak ; 2. yapışmak , sarılmak , tutunmak ; körüngön cerge urunup berine berbe . rast gelen her şeye sarılma , yapışma! ; urunup berinbey artıñdı baykay cür ! : her şeye sarılma , akibetini düşün!
beriş
I, veriş , teslim ; alış-beriş bk. alış II
beriş-
II, 1. hep beraber yemek ; 2. yenilmek , teslim olmak ; berişpeske tırış- : yenilmemeye çalışmak.
berişmen
alışman sözünün tekidir.
berişte
f. melek , ferişte ; altın körsö , berişte coldon çıgat ats. altın görürse melek de yoldan çıkar yolunu şaşırır.
berk
I, f. (bitkinin) yaprağı. II = bek II.
berki
bu tarafta bulunan , beriki ; arkı- berki sözdür aytıp : öteden beriden konuşarak ; berkinisi : onların içinden bu anda bulunanı ; işte şu.
berkon
f. yalancı tabip ; ruhları çağıran.
bermet
f. (karş. merbet) sedet ; inci ; boncuk ; casalma bermet : yapma inci.
bermette-
sedefle kaplamak veya işlemek.
bermettel-
sedefle kaplanmış veya işlenmiş olmak , sedefe benzer bir şekle girmek.
bermettet-
et. bermette-den.
bersent
= merset.
bert
= mert ; arıstan ayga minemin dep , ayagın bert kılıptır ats. : arslan aya çıkmak istiyerek bacağını sakatlamış.
bertin-
= mertin- ; beli bertinip kalıptır : belini kırmış ; sıngandan bertingen caman ats. : kemiğini yerinden oynaması , çıkması kırılmaktan beterdir.
bertint-
= mertint- ; kolumdu bertinttim : elimin kemiği yerinden oynadı , çıktı.
berüü
verme.
besir
r. es. “pisar” ; katip ; nahiye müdürlüğü katibi.
beskek
= bezgek.
bespartiye
r. kon. “bezpartiyniy” : fırkasız , bitaraf.
beş
beş ; beşten belgilüü : (kendinin) beş (parmağından) daha vazılı ; beş cıldık : beş yıllık ; beş yıllık plan.
beşatar
; beş atımlı.
beşene
f. 1. alın ; 2. kader , kısmet ; beşenege sızgan yahut beşenege cazgan : mukadder ; beşeneden körömün folk. : kaderin iradesine güvniyorum.
beşi
r. “veşçi” : eşya , bagaj.
beşik
beşik ; beşik üyü . çocuk sığınağı , kıreş.
beşilik
1. bk. ilik I ; 2. beşlik (iskambil kağıtlarında).
beşiltik
“beşlik” yerine hesap edilen (karş. biriltik , ekiltik).
beşim
f. 1. hemen öğle zamanını takip eden vakit ; kırgız beşim “beşim”den sonra gelen zaman(saat 15-16 suları) ; 2. öğle namazı.
beşmant
belli olarak dikilen üst giyim : beşmet.
beşöö
beş parça , beş tane ; ör. bk. alarman.
bet
1. yanak ; oñ betinen öptü : sağ yanağını öptü ; bettin çükösü bk. cükö : 2. yüz ; bet may = betmay ; betme-bet : yüz yüze ; betke ayt- : yüze karşı söylemek ; betiñ küy-gür söv. : utanmaz , (harfiyen : yüzün yansız) ; betten al- : şerircesine saldırmak ; söz aytsa ele “ar!” dep , betten alat emü : kendisine bir tek söz söylenir söylenmez yaygarayı basıyor ; betten ala süylö- : saldırır gibi ve kabaca konuşmak ; bet bur- : yüz çevirmek ; bet aç 1) yüz açmak ; 2) utangaçlığını , sıkılganlığını gidermek ; 3) ,. yüzünü açmak , ifşa etmek ; beti açıldı : içyüzü meydana çıktı ; beti açılgan düşman : içyüzü açığa vurulan düşman ; betke kara yahut bet bak veya betbaş : utanmak , sıkılmak ; saygiyle muamele etmek ; (birisinin) mevkiini göz önünde tutmak ; senin betiñe karardım , bolboso- alat elem : yalnız senden sıkıldım , yoksa alacaktım ; bet bagıp , kişi karay albayt : yüzüne bakmak onu korkunç görünce insanı dehşet alıyor ; colborsko bet basıp kişi bara albayt : kaplan üzerine kimse yürüyemiyor ; betine basıp ayt- bk. bas IV I ; betbaktır- : yüz çevirmeye icbar veya müsaade eylemek , yöneltmek ; bet baktırbay turgan boroon : öyle bir tipi ki yüz çevirmenin imkanı yoktur ; bet aldı : aklına estiği cihete doğru , bir meçhul semte doğru ; bet aldı bastıra berişti : herkes canı istediği yana gitti , mühtelif istikametlere dağıldılar ; bet kel : karşılaşmak ; yüz yüze gelmek ; baatırlarga bet kelseñ , sayışçu elen talıkpay folk. : alplarla karşılaştığında cesaretle savaştın ; bet kıl : yüz yüze koymak , yüzleştirmek ; alğtın baarın bet kılan folk. : bütün alpleri toplıyacağım ; bet aldınça : müstakillen , kendi başına , resen ; öz betinçe : kendi başına , müstakilen ; öz betibizçe : kendi başımıza , müstakillen : beti kara yahut kara bet 1) lekelenmiş , betbaht (adet olduğu üzere , dul kadın veya yavuklusunu kaybeden nişanlı kız hakkında söylenir) ; 2) hayasız , namuslu ; eldi körö albadım , kara bet boldum : elin yüzüne bakamadım , ben lekelenmişim (dul kadın yahut kocası tarafından şüpheye duçar olan kadın böyle söylerdi) ; eri turup erge tiygen- bettin karası ats. : kocası varken kocaya varmak-yüz karasıdır ; bet cırt : (ölüye ağlarken) yüz yırtmak , tırmalamak ; betin cırtıp , tulga kalgan folk. : yüzünü tırmalayıp , dul kalmış kadın ; bet mañday : karşı karşıya , yüz yüze ; bet mañday süylöşköndö : yüz yüze konuştuğumuz sırada ; koydu bet mañday cayıp , taştadık : koyunları bibirine karşı duran (dağ yamaçlarında) otlamak için bıraktık , koyuverdik : et- betinen : yüzü koyun ; et betinen cıgıldı : yüzüstü düştü ; et-betinen catıp : yüz üstü yatarak ; beti kalın : vurdum duymaz ; inatçı ; kök bet bk. kök III ; er cigit el çetinde , coo betinde ats. : cesur yiğit (daima) memleketin kenarında , düşmanın karşısındadır ; 3. satıh (yüzey) ; suu beti : suyun sathı ; beti kaldı “aptala çıkma” kağıt oyununun bir çeşididir (harfiyen : satıh , yani üstteki kağıt kaldı) ; tsilindir beti mat. : üstüvani satıh ; cumalak bet mat. : müdevver satıh ; cerdin betin berbey : yerin sathını baştan başa kaplayıp ; 4. hayvan çehresi , suratı ; erge çarık tabılat , cegen ittin betine kara ats. : yiğite çizme (daha doğrusu çarık : m.) bulunur sen onu yiyen köpeğin suratına bak (şu veya bu suretle haldeten , ancak kabaatini itiraf eden adam hakkında söylenir) ; 5. yönet (istikamet) ; kaysı bette ? : hangi istikamette (bulunuyor?) ; bet al- : yönelmek , muayyen bir temayül göstermek ; coonu bet alıp : düşman istikametine doğru , düşman üzerine ; bet alış : yönet alma , yönelme ; bet aldır- : yöneltmek ; saydı bet aldırıp , beş-aştı iret mıltık atıldı : dere istikametinden beş altı defa ateş edildi ; 6. sahife ; beş bet okup çıktım : beş sahife okuyup bitirdim ; 7. vicdan ; haya ; beti cok : vicdansız ; utanmaz ; kaysı betim menem baram ! : ne yüzle gideyim! ; benim gitmem ayıp olur ; kaysı betiñ menen uşunu kıldıñ ? : bu işi yapmaya nasıl utanmadın ? ; et degende bet barbı ! ats. : “et” deninde utanma olur mu ? (onu yemeden kim dayanır ? ).
betbak
f. al.çak , rezil.
betege
rişi (yeleğimsi) kılgan out ; bir nevi ayrık otu (latincesi : festuka , M.)
betegelüü
rişi kılgan (latincesi stipa , M.) , otu biten mahal.
beter
f. yahut beş beter : daha fazla , daha iyi ; staxanovçul metodtoru cılkı baguunu mından beter öydölötüünü kamsız kıldı : Staxanof usulleri at yetiştirmenin daha fazla genişlemesini temin etti ; ogo beter bk. ogo.
betkey
meyil , yamaç ; bir betkey : bir yana ; bir yanlı , bir taraflı olarak ; bir betkey süröttö- : bir yanlı , bir yalnız vecheden , tasvir etmek ; koy cılkı , töö bir betkey ketti : koyunlar , atlar ve develer hep bir tarafa gittiler.
betmay
yüze sürülen kosmetik krem.
beron
r. beton
betonşik
r. betoncu.
betpak
= betbak.
bette-
istikamete , vecheye malik olmak ; cerge bettep cat- : yüzü koyun , yüzüstü yatmak.
bettel-
çevrilmek , yöneltilmek.
betteliş-
= betteş.
betten-
yüzünün ifadesi yahut şekli ile birisine , bir nesneye benzemek ; yüzce benzemek (karş. baştan 2 , közden , oozdon) ; ayuu bettengen : ayı suratını andıran yüzlü.betteş- , yüz yüze gelmek , karşı karşıya gelmek , yüzleşmek.
betteştir-
1. iki nesneyi karşı karşıya getirerek , yüz taraflarıyle yapıştırmak , bitiştirmek ; 2. yüzleştirmek , muvacehe.
betteştiril-
mut. betteşir-den.
betteştirüü
işs. betteş-ten ; iki nesne yüzleriyle karşı karşıya gelme ; yüzleşme.
bettet-
yüzünü çevirtmek ; yüzü ile döndürmek.
bettüü
alı bettüü yahut ali bettüü = alibettüü.
bey
I, f. (kendi başına kullanılmaz , beraber kullanıldığı kelimeden ayrı da bitişik de yazılır) bi (nefi ve selp manasiyle isimlerin başına giren bir sözdür , M.) ; beytaanış : bilmdik , tanımadık (kimse) ; bey-daarat = daaratsız ; beyopa = oopasız ; bey esep = esepsiz. II, f. bahtsız.
beybaş
f-k. yol bilmez , söz dinlemez , yaramaz , haşarız ; terbiyesiz , edepsiz ; beybaş süylö- : edepsizce söylemek , konuşmak.
beybaştık
yaramazlık ; terbiyesizlik ; söz dinlemezlik ; nezaketsizlik ; itaatsizlik.
beybay
= beypay.
beybelçek
beybelek , ayak parmaklarının boğumları.
beycay
f. uygunsuz , intizamsız ; zor , güç (vaziyet hakkında).
beycaylık
uygunsuzluk ; intizamsızlık ; zorluk (vaziyet hakkında).
beydaarat
bk. bey I.
beydarman
f. = darmansız.
beygam
f-k. gamsızca , kaygusuzca ; gamsız , kaygusuz.
beyıyman
f-a. = imansız.
beyil
a. 1. hulk ,seciye ; kiçi beyil : hürmetkar ; nezaketli ; zarif ; mültefit , terbiyeli ; beyil çeç- : şen ve şatır olmak ; beyil bol- : tasvibetmek ; muvafakat etmek ; sözüñö beyil boldum : sözünü kabul ettim ; beyili keñeydi yahut beili keñidi : gereği gibi hatır saydık ; adamakıllı cömert oldu ; beyili tar. : hasis ; ar kim öz beyilinen tabat ats. : hırsızın fiiline göre cezası , ıstırabı (harfiyen : herkes tabiatına göre bulur) ; beyil küt- : kabarmak (kibir ve gurur göstermek) ; kurulmak ; 2. arzu , heves ; beyilim çappayt : canım istemiyor ; tamakka beyilim çappayt : iştahım yok.
beyildik
kiçi beyildik : nezaket ; zarafet ; hatırsayarlık.
beyim
= belem (bk. ele II)
beyiş
f. cennet , uçmak , behişt ; segiz beyiştin kızı mit. : sekiz uçmağın kızı , hur , huri.
beyişi
f. cennete mensup , ennetlik ; mec. ölmüş , muteveffa ; beyişi bolgon apam : cennetlik annem.
beyit
a. mezar taşı kitabesi , epitaphe ; beyit başı dn. : ölünün vefatından kırk gün geçtikten sonra yapılan dua töreni.
beykam
= beygam.
beykaruu
f-k kuvvetsiz , gevşek.
beykaruuluk
gevşeklik , dermansızlık.
beykasam
f. 1. bekasap (boyunca ufak çizgileri olan , yarı iprekli , yarı pamuklu parlak kumaş) ; 2. bu gibi kumaştan yapılan cüppe.
beykayrat
f-a gayretsiz , beceriksiz.
beykayrattık
gayretsizlik.
beykut
f. sakin , dağdağasız ; sükunetle ; dağdağasızca.
beykutçuluk
dağdağasızlık , sükun.
beykutsuz
rahat durmıyan (rahatsızlığı mucibolan)
beykuttuk
= beykutçuluk.
beyl
= beyil.
beyle-
beylep uk- : dikkatle dinlemek ; menden uksañ , beylep uk folk. : eğer beni dinlemek istersen , dikkatle dinle.
beym
= belem (bk. ele II)
beyman
= meyman.
beymaza
f. bıktırıcı ; rahat durmıyan ; yol bilmez ; beymaza kıl- : rahatsız etmek , bıktırmak.
beymazalık
bıktırıcılık.
beymençek
1. ayak bileği ; 2. bilek.
beynamaz
f. 1. namaz kılmıyan , binamaz ; 2. mec. müslüman olmıyan , gayri müslim.
beyopa
f-a = oopasız.
beypay
f. azap , ıstırap , elem , acı ; rahatsızlık ; beypay tart- : eziyet ve zahmete katlanmak ; azap çekmek , rahatsız olmak ; beypayga sal- : azaplanmıya sebebolmak ; rahatsız etmek ; betiñ kızıl tabılgı beypayga saldıñ canımdı folk. : yüzün kırmızı tabılgı ağacı gibidir , benim ruhuma ıstırap çektirdin ; beypayıñ tarttım bir neçe folk. : senin yüzünden kafi derece azap çektim.
beypayla
azaplamak , ıstırap çektirmek ; rahatsız etmek.
beypaylık
= beypay.
beypil
1. refah , sükun , huzur ; beypilde cat- : refah içinde yaşamak ; 2. sakin ; nezaketli ; zarafetli ; beypil bolgun : nazik , terbiyeli ol.
beypilçilik
1. kaygusuzluk , refah ; 2. barışlık ve rahat zamanlar.
beypilde-
müdahane etmek ; hizmete hazır bulunmak , yaramıya çalışmak ; hizmet göstermek için çabalamak.
beyrömçö
= böyrömçö.
beysaza
f. haysız , utanmaz.
beysazalık
= hayasızlık , utanmazlık.
beyşembi
f. Perşembe.
beyt
= beyit.
beytaalay
a-f talihsiz , bitalih.
beytaanış
bk. bey I
beytarap
f-a bi taraf , tarafgir olmıyan.
beytaraplık
bitaraflık , tarafgir olmamaklık.
bez
I, gudde , bez , ur ; bez çocu- : teşekkül etmek , varlığa gelmek (ur hakkında) ; bez kişi 1) hissiz ; “kalın derili” adam ; 2) tabiatça kapalı kimse.
bez-
II, inkar etmek , tanımamak ; bir adeti terkeylemek ; bizar olmak , bıkmak , usanmak ; candan bezdi : hayttan bıktı , bizar oldu ; at beze kaçtı : at kaçarak uzaklaştı ; ata bezer : öyle bir adam , ki (öz) babası ondan bezmeye hazırdır.
bezbeldek
toy kuşunun bir nevi (latincesi : otis tetrax , M.)
bezdir-
nefret telkin etmek , inkar ettirmek.
bezel
cer çeçegin bezep ırdadı : güzel ve gönül kaparcasına ırladı , teganni etti.
bezelen-
bağırıp ağırmak ; tolgoo kelip , bezelendi : kabile arasında kapışmalar başladı ve feryat koptu.
bezelent-
et. bezelen-den ; bezelentip ırda- : özenerek , candan ırlamak.
bezen-
süslenmek , tezyin edilmek.
bezent-
tezyin etmek , süslemek ; tezyin ettirmek.
bezentüü
işs. bezent-ten.
bezenüü
süslemek , bezenmek.
bezer
f. yahut azar-bezer ; rahatı kaçan ; güç duruma konulan ; ıylap bezer kıldı : ağlamasıyle bıktırdı.
bezermen
azarman sözünün tekidir ; azarman – bezermen.
bezgek
malarya , sıtma.
bezilde-
şiddetli rahatsızlık , telaş göstermek , rahatsızlanarak kıvranmak ; buuday kuurganday bezildeyt : başına marsık vurmuş gibi kıvranıyor (harfiyen : kavrulan buğday gibi)
bezir
= besir.
bezmen
r. “bezmen” : kantar.
bezmende-
“bezmen” le tartmak.
bezmendeş-
müş. bezmende-den.
bezmendet-
et. bezmende-den.
bı
soru (istifham) ekidir ; eklendiği sözün sesçe düzülüşne göre bu ek şu aşağıdaki şekillerde bulunmaktadır : bi , bı , bu , bü , pi , pı , pu , pü ; barbı ? : var mı ? ; atpı . atpı ? ; at mıdır ? keldibi : geldi mi ? ; itpi ? : köpek mi ? ; kolubu : kolu mu ? ; cokpu ? : yok mudur ? ; tööbü ? : deve mi ? ; ötpü ? : öt mü ? ; ele sözile (bk. ele II) ve eken kelimesiyle (bk. eken9 birleştiğinde bu ekin seslisi (saiti) düşüyor : keldi beken ( bi eken) , cok peke ve s.
bıc
bıc-bıc tahammür etme , fısıldama , kaynama onomatoopee’si ; bıc bıc etken torgoylar : cıvıldayan tarla kuşları.
bıcı
I, 1. (Alay’da) kıyılmış , kavrulmuş , pirinçle veya unla karıştırılmış etten yapılmış olan sucuk ; 2. (Talas vadisinde) : beyinden , kuyruk yağından , kandan yapılmış olan sucuk. II, kuştar bıcı-bıcı sayşarat : kuşlar şen ötüyorlar.
bıcılda-
1. ses çıkararak kabarkam ; bozo bıcıldap açıyt : boza ses vererek kabarıyor. 2. kaynaşmak , dolup boşalmak ; pek çok mikdarda bulunmak (diri mahluklar hakkında) ; buçuldagan kurt : kaynaşan böcekler.
bıcıldat-
et. bıcılda-dan.
bıcına
= bıcılda-.
bıcıra-
cıvıldamak ; torgoy sayrap bıcırap folk. : tarla kuşları ötüyorlar ve cıvıldıyorlar.
bıcırakay-
kıvırcık (sakal hakkında).
bıcıray-
kıvırcıklanmak.
bıcırayt-
et. bıcıray-dan ; köz bıcı-
bıç-
1. biçmek , kesmek ; kölökögö karap , ton bıçpayt ats. : gölgeye bakarak , giyim biçmezler ; keñ bıçkan kiyim cırtılbayt ats. : bol biçilen giyim yırtılmaz ; 2. iğdiş etmek , burmak , enemek ; 3. noktası noktasına tayin etmek ; kalıñ bıç : tar. kalın (mihr ,ağırlık) takdir , tayin etmek.
bıçak
bıçak ; bıçak ur- : bıçak saplamak ; özüñö bıçak ur , oorubasakişige ur ats. : bıçağı kendine sapla da , acımazsa başkasına sapla ! ;men anı menen kırdı bıçak : ben onunla bıçak bıçağa gelmişim.
bıçakta-
bıçak saplamak , bıçaklamak , bıçakla yaralamak.
biçaktaş-
hep beraber bıçak saplamak , karşılıklıca bıçakla yaralamak , bıçaklaşmak.
bıçaktaşuu
işs. bıçaktaş-dan.
bıçaktat-
et. bıçakta-dan.
bıçaktoo
bıçakla yaralama.
bıçıl-
1. biçilmek , kırpılmak ; 2. burulmak , enemek , iğdiş edilmek ; sın bıçıldıñbı ? : sen yoksa erkek değil misin ? 3. takdir edilmek.
bıçın
1. biçim ; 2. şekil ,endam.
bıçmal
iğdiş olmuş ; bıçmal oopaz : iki yaşına basmış olan enenmiş tosun.
bıçuu
1. biçme , kırpma , biçki ; 2. iğdiş etme , eneme ; 3. noktası noktasına tayin , takdir etme.
bıdı
bodur , pürüzlü.
bıdıra-
çatırdamak (diyelim , makineli tüfek hakkında)
bıdıraş-
müş, bıdıra-dan.
bık
I, bık-bık et- = bıkılda-.
bık-
II, 1. hafifçe kaynamak ; 2. sessizce kaynamak ; samoor bıkıldayt : semaver fıkır fıkır kaynıyor.
bıkısı-
fena koku çıkarmak ; tütün bıkısıp letti : adamakıllı duman yayıldı.
bıksıt-
pis koku çıkmak , fena koku yayılmak.
bıkşı-
= bıksı.
bıktır-
sessizce kaynamak.
bılañke-
kon. = blank.
bılbıra-
pek fazla yumuşamak , sölpümek , yumuşayıp cıvık bir hale gelmek ; ekşimek.
bılbırat-
et. bılbıra-dan.
bılcı-
tahammür etmek ; bılcıgan carma : keskinleşmemiş , tahammur etmiş olan carma (bk.carma 2)
bılcıra-
1. yarım mayi halinde ; vıcık vıcık ; 2. yarı mayi ; cıvık ; bıcırak topurak : yapışkan , cıvık toprak ; bılcırak kamır : cıvık , yapışkan hamur, 3. mec. beceriksiz , miskin.
bılcırat-
et. bılcıra-dan.
bılç
bılç-bılç çayna- : dudaklarını şapırdatarak yemek , çiğnemek.
bılçıgıy
= bılçıygan (bk. bılçıy).
bılçılda-
1. cıvıklanmak , bir çaynasañ , may çayna - - bıçıldasın oozuñda ats. : bir çiğnesen de yağ çiğne , ki ağzında cıvıklansın ; 2. saçma sapan şeyler söylemek ; bılçıldaba ! : saçmalama ! , masal anlatma !
bılçıldat-
et. bılçılda-dan.
bılçıy-
yassılanmak , ezilmek (herhangi bir küre şeklinde olan nesne hakkında) ; bılçıyıp otur- : biçimsiz bir oturuşla outrmak ; bılçıygan : yassı ve kalın yüzlü (kimse).
bılçıyt-
et. bılçıy-dan ; bılçıyta bas- : basarak ezmek , yufka şekline getirmek.
bıldıra-
1. = bırkıra ; 2. = buldura.
bılga-
= bulga- 2.
bılık
I, 1. bozuk ; çirkin ; necaset ; mundarlık , pislik 2. sürünceme (iş hakkında).
bılık-
II, 1. intisamsız , karmakarışık olmak ; üydün içi bılıkıp ketti : evin içi altüst oldu ; 2. çörçöple dolmak , tıkanmak.
bılıktır-
intizamsız bir hale komak , karıştırmak.
bılıktıruu
işs. bılıktır-dan.
bılk
bılk etpey turdum : kımıldamadan durdum ; bılk ettirbedi : kımıldamaya müsaade etmedi , kımıldatmadı ; başka capsa , bılk etkis : (aldırmayan) adam.
bılkak
= bulkak.
bılkı
bılkı-bılkı : titriyen , dalgalanan , sallanan.
bılkılda-
silkinmek , titremek (diyelim , bataklık hakkında)
bılkıldaş-
müş. bılkılda-dan.
bılkıldat-
titremek , sallamak.
bılkırat-
= bırkırat-.
bılpılda-
yumuşamak
bıltır
geçen sene , bıldır ; geçen senede.
bıltırkı
geçen seneki.
bır
ufak toz (hububatta , elbisede ve s.) ; bırı-çırı çıktı : kırılıp parça parça edildi ; bırı-çırı çıgıp üzüldü : yırıtılıp paralandı.
bırbıgıy
ağlamalı ve buruşuk şekilde bulunmak (yüz hakkında).
bırbıñda-
ağlar gibi buruşmak (yüz hakkında) ; ağlamalı olmak , boyuna sızlanıp durmak.
bırbıñdat-
et. bırbıñda-dan.
bırbıy-
ağlamalı ve buruşmuş şekilde bulunmak (yüz hakkında).
bırbıyt-
et. bırbıy-dan.
brılda-
burun çekmek.
bırıldak
boyuna burnunu çeken.
bırıldat
et. bırkılda-dan.
bırınığda-
dilenir gibi yalvarmak , sırnaşmak , sırnaşıklık etmek.
bırıñdat-
et. bırınığda-dan.
bırış
I, 1. buruuk (isim olarak) ; betine bırış kirip kalgan : yüzünde buruşuklar belirdi ; 2. kırışık (isim olarak) ; köynöktün bırıştarı : (ütüsü bozulmuş) giyimin kırışıkları.
bırış-
II, 1. buruşmak , kırışmak (giyim hakkında) 2. yüz buruşmak.
bırk
bırk-bırk etip kaynay : şarkı şarkı kaynıyor.
bırkılda-
= bıkılda.
bırkıldat-
et. bırkılda-dan.
bırkıra-
kırılarak paralanmak , kırılıp bin parça olmak ; tuyagına tiygen taş taruuday bolup bırkırap folk. : tuynağı (tırnağı) altına tasgelen taşlar , darı gibi , parça parça oluyorlardı.
bırkıran-
(manaca) = bırkıra-.
bırkırat-
kırıp parça parça etmek.
bırkıratuu
işs. bırkıra-dan.
bırpıra-
1. titremek ; 2. fırfır açmak , pır diye uçmak (kuş) ; 3. fışıldamak ; hışırdamak ; tersktiñ başı bırpırap , candıñ baarı kıbırap folk. : kavağın tepesi hışırdadı , bütün canlılar kımıldadı.
bırs
= mış ; bırs etip külüp ciberdi : sü püfler gibi birden gülüverdi : püskürdü.
bırtıgıy
minnacık , küçücük (çocuk hakkında) ; çocukcağız , yavrucuk.
bısmıl
büyük , onulmayan yara.
bısmılda
! a. Allah’ın adiyle! : bismillah!
bış
I, sık sık burundan soluk alma ; bış debeyt yahut bış etpeyt : hiç aldırmıyor ; ona göre hava hoş ; al cumuşuña bış etpeyt : senin bu işin ona hiçbirşey değil (o , bunu bir çırpıda yapar).
bış-
II, olmak (olgunlaşmak) ; (meyve pişmek) ; aş pişmek kavrulmak ; berbestin aşı bışpas ats. : vermek istemiyenin yemeği uzun zaman pişmez ; denesi bışkın : vücudu pişmiş , sağlamlaşmış. III, (kımızı) bişşek ile çalkalamak , karıtırmak ; may bış- : yağ çalkalamak , dövmek ; bıçak menen kursakka bışıp aldı : karnına bıçak sapladı.
bışakta-
sık sık burundan solumak ; boyuna burnunu çekmek ; hıçkırmak.
bışalak
bışalak sarı 1) soluk sarı ; 2) açık sarışın.
bışañ
I, sızlanma ; hıçkırma ; bışañ ıyladı : hıçkırarak ağladı. II, 1. atın burnunun aşağı kısmında kesmek suretile yapılan damga ; 2. atın yanağında yakmak suretile yapılan damga.
bışañda-
boyuna sızlanıp durmak ; hıçkırmak.
bışañdat-
et. bışañda-dan
bışar-
ağarmak vebüzülmek (diyelim , ılık suya batırılan deri hakkında)
başıguu
işs. bışık II den ; Stalindik bışıduu kişileri : Stalince pişkin kimseler.
bışık
I1. sağlam , dayanıklı ; 2. çevik ; hareketlerinde mahir ; gayretli (enerji) ; bışık kişi : çevik , sağlam (seciye yönünden) ; adam ; ookatka bışık bk. ookat ; bışık cip : dayanıklı iplik , oynoboy bışık sırıñdı ayt ! : şaka etme , iç sırrını söyle ! 3. şüphesiz , muhakkak.
bışık-
II, pişmek (sağlamlaşmak) , muhkemleşmek ; cumuşka bışıkkan bala : işe alışık çocuk ; anın beti suukka da , ısıkka da abdan bışıkkan : onun yüzü hem soğuğa , hem sıcağa alışmştır.
bışıkçılık
ekinlerin ve yemişlerin olma çağı.
bışıksın-
gayretli olmıya çalışmak.
bışıkta
1. sağlam , dayanıklı ,sebatlı yapmak ; noktası noktasına takdir eylemek ; sabak bıkışta- : ders hazırlamak ; keleriñdi bışıkta ! : gelip gelemiyeceğini kati olarak söyle ! ; 2. teyit , tekidetmek.
bışıktal
sağlam , dayanıklı yapılmak ; noktası noktasına tayin , takdir edilmek.
bışıktat-
et. bışıkta-dan.
bışıktık
1. sağlamlık ; muayyeniyet ; sebat ; 2. çeviklik.
bışıktır-
et. bışık II den ; deneni bışıktır- : vücudu gereği gibi sağlamlaştırmak.
bışıktıruu
işs bışıktırdan.
bışıktoo
sağlama ; gereği gibi pişirme (sağlamlaştırma) ; işti bışıktoo kerek : işi adamakıllı yapmalı (ki hiçbir ilişecek yeri kalmasın).
bışılda-
sık sık burundan solumak ; boyuna burnunu çekmek ; bışıldapıyla : hıçkırarak ve burnunu çekerek ağlamak.
bışıldaş-
müş. bışılda-dan.
bışıldoo
brunundan soluma , boyuna burnunu çekme.
bışıluu
pişmiş , olgun ; bışıluu tamaktın küyütü caman ats. : hazır yemeği bırakıp gitmek insana ağır geliyor ; asıluu kazan , bışıluu aş ats. : kazan asılmış , demek yiyecek hazr.
bışım
yetişme , olma (olgunlaşma) ; aş bışım (zaman ölçüsü) : yemek pişecek kadar zaman ; iki üç saat ; aş bışımga kün caadı , anan açılıp ketti , cark etip folk. : iki üç saat yağmur yağdı , sonra hava açtı.
bışır-
1. pişirmek ; kavurmak ; hazırlamak ; tokoç bışır- : (yağda) ekmek , çörek , pişirmek ; iç bışır- : bıktırmak , sıkıntı vermek ; 2. (kerpiçi) pişirmek , yakmak.
bışırış-
müş. bışır-dan.
bışırt-
pişirtmek yahut kavurtmak ; boorsok bışırtıp aldı : kendisine boorsok (bk. boorsok) pişirtip aldı.
bışıruu
pişirme ; kavurma.
bışıruuçu
pişirici ; kavurucu ; iç bışıruuçu : bıktırıcı.
bışkar-
= bışıkta-.
bışkaruu
sabah bışkaruu : ders hazırlama.
bışkır-
(beygir) aksırmak ; murduña çenep bıkır ats. : yorganına göre ayağını uzat ! (harfiyen : burnuna göre aksır ! )
bışkırık
(beygir) aksırması.
bışkırış-
müş. bışkır-dan.
bışkırt-
hayvanı veya insanı aksırtmak.
bışma
bişekle dövme.
bışman
= buşman.
bıştak
kaynamış sütten alınan bir nevi kesmik ; bıştaktay yahut baştaktay sarı : kızıl saçlı (insan hakkında).
bıştan
eyerin minderini tutan kayış.
bıştay-
(saç) sarı , kızıl olmak ; bıştangay sarı kişi : kızıl saçlı adam.
bıştı
dört yaşına basan hayvan ; dört yaşına basan at.
bıştır-
et. bış-III ten ; kımız bıştır- : kımız çalkatmak.
bıştıruu
işs. bıştır-dan.
bıt
bıt-çıt : param parça ; külü savrulmuş ; bıt-çıt kılıp tarat- : her yana dağıtmak , saçmak ; bıt-çıt bol- : külü savrulmak ; kırılıp parça parça olmak ; bıt .ıtı çaktı : yağma edilerek perişan edilmiş.
bıtıkı
bıtıkı-çıtıkı : intizamsız , karışık , içinden çıkılmaz hal.
bıtılda-
cıvıldamak ; titrek bir sesle uzun boylu ötmek ; bıtıldap kaynayt : fıkır fıkır kaynıyor (koyu bir nesne hakkında)
bıtıldaş-
müş. bıtılda-dan.
bıtıldat-
et. bıtılda-dan ; bıtıldatıp kaynat- : fıkır fıkır kaynatmak (koyu bir şey hakkında)
bıtıra
I, saçma , (küçücük kurşun taneleri).
bıtıra-
II, 1. saçılmak , darma dağınık olmak ; 2. parçalanmak ; azalar birbirinden ayrılmak.
bıtırat-
et. bıtıra-II den.
bıtıratuuu
1. saçma (dağıtma) ; 2. parçalama ; azaları birbirinden ayırma.
bıtıray-
kısa ve kalın , kısa ve şişkin olmak.
bıtkıl
= butkul.
bıtmıy
1. bulaşkan , cıvık (fazla pişmiş cıvık pilav , aşırı koyu erişte ve s.) 2. beceriksiz , sölpük.
bıtpıldık
bıldırcın sesinin taklidi ; bödönönün üyü cok , kayda barsa “bıtpıldık” ats. : bıldırcının evi yok , nereye giderse orada “bıtpıldık” diye ötüyor.
bıyak
bu yan , bu cihet : bıyakısı 1) bu yanı , tarafı ; 2) onlardan bu.
bıyba
= pıyba.
bıyıl
bu yıl , bu yılda.
bıyılkı
bu seneki , bu yılın ; bıyılkı cılı : bu senede ; bıyılkı cıldın cazında : bu sene yazın , bu yılın yazında.
bıykıy
maske.
bıypıgıy
= bıypık.
bıypık
yassı ve basık burunlu , küçücük ve yukarı kıvrılmış burunlu.
bıypıske
r. kon. = 1. vıveska ; 2. (bir vesikadan) çıkarılan nüsha , kopya.
bi
bk. bı.
biçik
(destanda) Kalmıkların mukaddes kitabı.
bikir
a. fikir , düşünce ; bikir alışuu : fikir teatisi , mübahese.
bikirdeş
I, fikirdeş , hemfikir.
bikirdeş-
II, fikir alışmak ; müşavere etmek.
bikirdeştik
düşüncelerin , görüşlerin tevafuk etmesi ; fikirdeşlik.
bil
I, a. fil.
bil-
II, 1. bilmek ; anlamak ; bilbegen uu içet ats. : bilmiyen ağu (zehir) içer ; kim bilsin ! : bilinmez ki ; bilip aytasıñbı , cön elebi ? : bilerek mi söylüyorsun , yoksa tahmin ile mi ? ; suuktu suuk bilbey : soğuğa ehemmiyet vermeyip ; soğuğa aldırmayıp ; 2. güç yetmek ; muktedir olmak ; 3. idare etmek ; tasarruf eylemek ; özüñ bil ! : bildiğin gibi yap!
bilbegendik
bilmezlik , habersizlik.
bilbestik
bilmeme , haberi olmama.
bildir-
bildirmek , haber vermek ; bildirbey : sezdirmeden , gizlice.
bildirme
ilam.
bildirüü
ilan ; ihbar ; malumat verme.
bilek
1. dirsekle el arasındaki kısım ; bilek ; bilimi toluk miñdi cıgat , bilegi coon birdi cıgat ats. : bilgisi kamil olan bini yıkar , kolu kalın olan tek bir taneyi yıkar ; uuktun bilegi bk. uuk I ; bilek söögü : bileği teşkil eden iki kemiğin küçüğü ; 2. hayvan ayağının aşağı kısmı ; kalbır öpkö , cez bilek folk. : ciğer elek gibidir , bacakları bakırdandır (sık sık destanda bahadırın atı böyle tasvir edilmektedir ki koşuda hafifliği ve yorulmazlığı ifade eder.)
bilerik
1. bilezik ; 2. altın ayaklarındaki arzani (enine) siyah daireler.
bilermen
bilen , bilgiç ; curt bilermenderi yahut el bilermenderi : cemiyette itibar ve nüfuz sahibi olanlar ; bir üydün bilermeni : bir evde baş rolü oynıyan kimse.
bilgensi-
bilgiçlik taslamak ; bilen gibi gözükmeye çalışmak.
bilgi
= bilgiç ; cön bilgi bk. cön 3
bilgiç
1. haberdar ; bilgiç ; akıllı ; hakim ; 2. kılavuz , rehber.
bilgiçsin-
bilgiçlik taslamak.
bilgiçtik
akıllılık ; bilgi.
bilgilik
= bilgiçtik.
bilgir
= bilgiç 2
bilgiz-
1. bildirmek ; haberdar etmek ; öğretmek ; 2. tabi kılmak , hakimiyeti altına vermek ; kılt ettirbey bilgiz : birisinin tam ve kayıtsız şartsız tabiyetine vermek.
bilgiziş-
müş. bilgiz-den.
bilgizlüü
= bildirüü.
bilik
(mumun , lambanın) fitili /8/
bilim
bilgi , ilim.
bilimdüü
bilgili ; haberdar ; alim , tahsil görmüş ; biilmdüünün bilimi cugat , bilimsizdin iriñi cugat ats. : bilgi sahibinin bilgisi geçer (sirayet eder) bilgisizin pisliği geçer.
bilimdüülük
bilim sahibi olma , alimlik.
bilimdüüsün-
bilgiçlik , alimlik taslamak.
bilimot
kon. = pulemyot.
bilimotçu
kon. = pulemyotçu.
bilimpoz
k-f. Âlim ; ilim adamı.
bilimsiz
bilgisiz, cahil , bilmez; habersiz.
bilimsizdik
cehalet; bilgisizlik, tahsilsizlik.
bilin-
bilinmek: aydınlanmak; meydana çıkmak; kişi camani kirip çıkıca bilinet, öz camanı ölgönçö bilinbeyt ats. : başkasının pisliği derhal biliniyor; kendi pisliği ise ölünceye kadar bilinmiyor.
bilint-
ilâm etmek, bildirmek; bilintpey kılat : gizlice, bildirmeksizin yapıyor.
iliş
I, 1. belli, malûm ; birge taanış bolgonço, miñge biliş bol ats. : bir tek kişiyle tanışmaktansa, bin kişi tarafından tanınmış ol!; bir körgön --- biliş, eski körgön taanış ats. : bir defa gördün --- bildik oldun; korkok biliş kılıp al- : korkutarak, kendine itaat bettirmek; 2 bilgi ; becerme.
biliş-
II, müş. bil II den.
bilmeksen
(malûmat (ma edinmek maksadiyle) bilmezlikten gelen; bilmez gibi gözüken ; bilmeksen bol- : bilmezlikten gelmek; bilgen iş dagu bilmeksenge aylandı : malûm şey bir daha meçhule döndü.
bilte
f. fitil.
bilüü
bilme, tanıma; bilüüñçö kıl : bildiğin gibi yap! : bilüümçö: benim bildiğime göre.
bint
r. sargı.
biologia
r. biyoloji.
bir
I, bir; birisi; bir defa; bir som: bir ruble; biri kalbastan : hiç biri kalmaksızın; bir şaarda: bir şehirde; filanca şehirde; bir künü : bir kere ; bir zaman; birinen biri ötüp : birbirini geçerek ; biribiz : aramızdan biri, birimiz; birbiribizdi : birbirimizi; birileri yahut birderi: onlardan bazıları; birderi barabız, birderi barbaybız deşet : bazıları gideceğiz, bazıları gitmiyeceğiz diyorlar; bir da biri kaytpas ele : onlardan kimse dönmezdi ; birin tapsa, biri çok : birini bulursa, ötekisi yok ;bir künü kelerbiz: günün birinde geliriz ; eköönün birin kılabız: ikisinden birini yaparız; biri yahut birisi : onlardan biri; seniñ bu kılıgıñ birdi körsötöt (yahut bir cerge alıp barat) : senin bu yaptığın hayra götürmez (alacağın olsun!) ; al birdi kılan: o, bir haltedecek ; birme- bir : biricik; tañ atkanın oşondo bir bildik : şafak söktüğünü yalnız işte o zaman bildik, farkına vardık; birdin biri: bu neviden biricik, yegâne; birin eki bk. birin; bir da birin bk. da; bir …. bir yahut birde…. birde : kâh….kâh bir köböyüp, bir azayıp : kâh çoğalarak, kâh azalarak; birde kelse , birde kelbeyt : kâh geliyor; kâh gelmiyor; közdörü birde cumulup, birde açılar ele: gözleri kâh açılıyor, kâh kapanıyordu; birde biri yahut bir da (ondan sonra gelen menfi şekil ile birlikte) : hiçbiri; hiçbir zaman; asla; bir da kelbeyt : hiçbir zaman, asla gelmiyor; bir da can cok : kimseler yok; hiçbir diri varlık yok; bir az : biraz, bir parça; bir-ok = birok; eç bir: hiçbir; birdi- carım : birisi, şu veya bu, herhangi birisi, bir iki; birin serin bk. birin; bir nesre yahut bir neme = birdeme. II, f. es. ruhanî üstat, ruhanî rehber; efendi (hâmi).
biratala
tamamen, büsbütün; nihaî surette.
birde
bk. bir I.
birdeke
= birdeme; birdeke degen boldu : bir şey söyler gibi oldu.
birdemele
bir nesne, bir şeyler.
birdemele-
müphem bir iş yapmak veya söylemek; baldırap özü bilbey birdemeleyt : ne olduğu belirsiz bir şeyler söylüyor.
birdeş-
birleşmek.
birdeştir-
birleştirtmek.
birdeştirüü
= birigiştirüü.
birdey
aynen, aynı, tıpkısı.
birdik
1. birlik; ölçöö birdigi : ölçü birliği, vahidi kıyasî 2. teklik; 3. birleşme, birlik (ittihat).
birdiktüü
birleşik ; birlikte iş gören ; birdiktüü plâtforma; birleşik esaslar, umdeler.
birdiktüülük
birlik; biz özübüzdün birdiktüülügübüz menen çıñbız : biz birliğimizle sağlamız.
birerde
bir zaman; bazan ; arasıra.
birge
beraber, birlikte ; anı menen birge bk. al II; birgem : özüm, öz adamım (folklorda sık sık karı kocasını yahut koca karısını böyle tesmiye eder) ; menin tilim al, birgem folk. : sözümü dinle canım.
birgele-
birgelep : hep beraber, birlikte; birgelep cürüñüz : birlikte yürüyünüz!
birgeleş-
birleşmek, karışmak.
birgeleşme
birleşik, kolektif.
birgeleştir-
birleştirmek, , karıştırmak.
birgeleştirüü
işs. birgeleştir-den.
birgeleşüü
işs. birgeleş-ten.
biriçke
r. "biriçka" : bir nevi araba.
birigada
= brigada.
birigiş
I, birleşme, uzlaşma.
birigiş-
IIbirleşmek,bağlanmak; birigişken : birleşmiş, birleşik.
birigiştir-
birleştirmek.
birigiştirüü
birleştirme (insanları).
birigişüü
işs. birigiş II den.
birik-
birleşmek.
birikme
birleşme, birleşik, kollektif; birikme çarba : kollektif iğelik; birikme süylöm gram. dökme (grift) cümle.
birikmeleş-
birleşmek, kollektif kurmak, kollektifleştirmek.
birikmeleştir-
birleştirmek.
birikmeleştirüü
kollektifleştirme.
birikmeleşüü
= birigiştirüü.
birikteş-
birleşmek.
birikteştir-
birleştirmek.
birikteştiril-
birleştirilmek.
birikteştirüü
birleştirme (bir vetire veti olmak üzere).
birikteşüü
= birigişüü.
biriktir
I, kaya koruğu (Latincesi : sedum acre, M.) (kemik kırıldığında ilaç olarak kullanılan bir bitki). II = birikteştir; oozz biriktir bk. ooz 1.
biriktiril-
birleştirilmek.
biriktirilüü
işs. biriktiril-den. iril-den.
biriktirüü
= birigiştirüü.
biriltik
1. birlik, vahit yerini tutan (bk. bk. ekiltilik) ; bir çükö’ ye muadil (bk. bk. çükö) ; 2. müstakil, başkasına tâbi olmıyan ; keldiñ emi keziñe, boluuga tırış biriltik folk. : artık büyük oldun, müstakil olmıya çalış!
birimdik
birlik, koalisyon.
birin
(bir ""in ), birin- serin : tek tük, seyrek; bizdikine birin – serin kişi kelgilep turat : bize bazan, nadiren gelenler oluyor; sakalında birin- serin agı bar : sakalında tek tük beyaz kıllar var ; birin – eki : bir şeyler ; bazı kimseler ; ötede beride ; birin – eki malım bar : bir iki hayvanım var; 16- ıncı cılı el birin – eki maldan kol cuudu. 16 ncı yılda (yani kıyam yılı olan 1916- da) halk son hayvanlarını kaybetti.
birinçi
birinci.
birinçilik
birincilik.
birinde-
muhtelif birliklere ayrılmak; birindegen çarbalar : dağınık iğelikler; birindebey çoguu oturgula : toplu oturun, dağılmayın! ; birindep – serindep : tedricen; azar azar bir bir, birer birer; çok seyrek vukua gelerek.
birindeek
= birindek.
birindek
ayrılmış, münferit; ayrı ; nadir; birindek sakal : seyrek sakal.
birindet-
bir şeyin teşekkülüne giren cüzleri ; ayrı ayrı birliklere bölmek; birindete ayt- : tâfsilatiyle anlatmak.
biristetil
r. kon. "predsedatel" : reis, başkan.
birja
r. borsa; emgek birjası es. : emek borsası.
birikarol
kon. = prokuror.
birkez
r. kon. "prikaz" : emir.
birok
fakat, lâkin; maamafih.
birotolo
= biratala.
birönöbük
kon. = bronevik.
biröö
bir tane, bir tek; birisi; biröönün özü baatır, biröönün sözü baatır, ats. : birinin kendi cesûr, birinin ise sözü cesûr; biröö - carım : herhangi birisi, şu veya bu; ar biröö: onlardan her biri; eç biröönö: hiç birine.
birtike
küçük, minnacık, bir parça.
birtke
= birtike.
birtököl
kon. = protokol; birtököl kıl- : "protokol", mazbata tanzim eylemek.
Bişkek
kımız karıştırmak için kullanılan değnek, bişek, bişşek.
bit
kehle, bit; biti bitine batpayt: sevinç içinde; tarifi kabil olmıyacak derecede seviniyor; bittin açuusun sirkeden atlat ats. : bittin acısını sirkeden çıkarıyor; bitey : küçücük, minnacık; bitteyinen : tâ çocukluğundan beri ; biteyimden : tâ küçüklüğümden beri; bilbegeni bit : bilmediği yok ; bitin sıgıp, kanın calagan : cimri, aşırı hasis.
bite
bite karın bk. karım.
bitediyinen
= bitteyinen (bk. bit).
bitir
a. 1. orucun sonu; 2. orucun bitmesi dolayısıyla verilen sadaka, fitre.
bitkor
k-f. bitli .
bitre-
hasislik etmek; nekes olmak; bitregen bikir cigit : cimri, hasis.
bitte-
I, biti çoğalmak. II, iğdiş etmek, enemek, burmak.
bittel-
iğdiş edilmek, enenmiş olmak.
bittet-
et. bitte- II den.
bittibek
bittüü = bitkor.
bittöö
işs. bitte- I, II den.
biy
I, raks, dans, oyun. II, 1. Kırgız veya Kazak halk hâkimi (inkılâptan önce) ; buga cokto torpok biy ats. : koyunun bulunmadığı yerde keçiye Abrurrahman ahman çelebi derler (herfiyen: boğanın bulunmadığı yerde tosunda biy sayılır) ; 2. arifane cünbüşü tertip eden.
biyaban
f. ıssız çöl, beyaban.
biyba
= pıyba.
biyçi
oynayıcı erkek; oynayıcı kadın, dansöz.
biygöbör
r. kon. tekdir; tevbih.
biyik
yüksek (hem sıfat, hem zarf mânalarına olarak).
biyiksin-
yükselmek, sivrilmek.
biyikte-
yükselmek; çıkmak; köönü biyikteyt : ruhî hâleti yükseliyor.
biyiktel-
yükselmek, çıkmak.
biyiktet-
yükseltmek.
biyiktik
yükseklik.
biyke
= biykeç : katın biyke : baldız.
biykeç
kızcağız; es. hanım kız, madmazel.
bilye-
I, oynamak, dansetmek.
biyele-
II, idare etmek, tasarruf etmek., emretmek.
biylegensi-
emreder gibi ve buna hakkı var gibi görünmek, âmirlik taslamak.
biyleş-
müş. bilye-den.
biylik
1. hâkimiyet; özz biyligi menen : kendi selahiyetiyle; 2. es. diktatörlük; 3. tar. biy vaziyrti yahut vazifesi (bk. ( . biy II) ; biylik al- : tar. adlî aracılık, mahkemede bir davaya bakmak mukabilinde ücret almak.
biyliksiz
emirsiz; menden biyliksiz: benim emrim olmaksızın..
biylöö
1. oyun, dans (bir vetire olmak üzere). 2. idare, hüküm sürme; el biylöö iretinde : idari yolla; el biylöö bölümü : idarî kısım, şube.
biylööçü
I, 1. hükümdar, hükümran; 2. diktatör. II = biyçi.
biylööçülük
idare etme, hüküm sürme. me.
biyna
= vino, = biyna açıtuuçu : şarap imal eden.
biysi-
kendini biy gibi tutmak (bk. biy II); II) biylik taslamak.
biz
(söyliyen ile arkadaşlarını ifade eden zamirdir, M.) : biz.
bizdik
bizimki; bizdik bolup süylödü: bizim lehimize, bizden yana söyledi.
bizdiki
bizimki; bizim ev; bizim aile; bizdiki caka barıp keleli : bize gidelim; bizdikinde : bizde, bizim evde, bizim evimizde.
blank
r. "blank" : başlıklı kâğıt.
blok
r. "blok" birleşim; kommunistterdin cana partiyada coktordun blogu : komünistlerle bitarafların bloku.
bloknot
r. bloknot yaprağı.
boburek
r. "bobrik" : kunduz.
bocolusta
= bacalısta.
bocomol
tahmin; tahmîni hesap, tarif.
bocomoldo-
tartmak (iyice mülâhaza etmek); yeniden hatırlamak; göz önüne getirmek, tasavvur etmek, tevehhüm eylemek.
bocu
r. "vojji" " : arabacının kullandığı uzun dizgin .
boçke
r. "bocka" : fıçı.
boçto
boçtoo, kon. = poçta
boçtoçu
boçtooçu , kon. poçtaçı.
bodo
bodo mal : iri sığır hayvanı.
bodosu-
kendini kuvvetli saymak; cesaret taslamak.
bodur
bodurr - bodur = budur - budur (bk. budur).
boduray-
= buduray-.
bogok
1. guşa (bazı yerlerde insanların boyunlarında hasıl olan büyük ur); guşalı; 2. çene altında peyda olan ikinci çene; 3. apiyimdin bogogu : haşhaş çiçeğinin ke’ si (çanağı).
bogokyuu
1. guşalı; 2. ilave çeneli, ör. bk. bozlan.
bogoo
bukağı, pranga.
bogoolo-
1. bukağı vurmak; 2. köle etmek.
bogoolon-
1. bukağı vurulmak; 2. köle haline konulmak.
bogooluu
1. bukağı vurulmuş, zincirlenmiş; 2. köle haline konmuş.
bok
. avm. gait; bok-cin bk. cin II; bok kuy- : tezek yapmak; bok murun 1) sümüklü 2)Kırgız destanı kahramanlarından birinin adıdır; bok ooz : pis ağız, ağzı bozuk, küfürbaz; bokton oñoy : en kolay şey , en basit; bok ce- : mânasız, ahmakça söz söylemek yahut iş yapmak; bok cebe! mânasız (ahmakça) söz söyleme yahut iş yapma! ; uruştun başı -- "bok cebe! " ats. : dövüşün başı - sövmedir ; cebegeni bok boldu folk. : yapmadığı mânasızlık kalmadı; bokko carabayt : hiçbir işe yaramıyor; çoyundun bogu yahut temirdin bogu : cüruf, demirboku..
bokço
bohça, çıkın; küçük çanta; bokçosun tint- mec. : (birisinden yahut birisi hakkında) sırrı, gizli düşünceleri öğrenmeye çalışmak.
bokoçogoy
tıknazve kısa boylu.
bokçoñdo-
hareketlerinde tıknaz adama benzemek.
bokçoy-
bohça, çıkın şeklinde olmak; kısılmak.
bokçu
avm. aptesane temizleyici; sagıskan eldin cokçusu, karga eldin bokcusu folk. : saksağan halkın yoklayıcısı, karga ise – halkın aptesane temizleyicisidir; bokçu karga : ekin veya tohum kargası denilen büyük karga.
bokok
(rad.) = bogok.
bokono
yalancı kaburgalar (adlani kâzıbe); bokonosu katpagan : henüz pekleşmemiş; bokonosu kaktan : pekleşmiş ( büyümüş, kuvvetlenmiş, pişmiş); bokono kem (insan hakkında): beden kuvvetine malik olmıyan.
bokto-
sövmek, küfretmek.
boktoo
sövme, küfür.
boktooçu
söven, küfürbaz.
boktoş-
birbirine sövmek, sövüşmek.
boktot-
et. bokto-dan.
boktu
avm. gaitle pislenmiş, boklu; anı boktu tayak menen kuup çıktı : onu gürültü ile, terzil ederek koğdu.
bol-
1. olmak; olmaya başlamak; dönmek (bir halden diğer bir hale tahavvül etmek); vuku bulmak; husule gelmek, yapılmak; sen kayda bolduñ? : sen nerde idin? ; kim bolot? : kim oluyor?; saga emne boldu? : sana ne oldu?; dos bol- : ahbap olmak, dost olmak; ketkenine beç kün boldu : gideli beş gün oldu; bolso bolsun : peki, haydi öle olsun; bolso bolor : olabilir, bunda şaşılacak bir şey yok; siz men bolup : siz ve ben (biz ikimiz); okutuuçu bolup bir top bala : öğretmen bir çocukla beraber; direktor bolup iştegen : direktör, müdür sıfatiyle, müdür olarak çalıştı; kanday da bolso : nasıl olsa da; ne pahasına olursa olsun; kim da bolso : kim olursa olsun; kanday gana col menen bolbosun : ne gibi vasıta ile olursa olsun; ne pahasına olursa olsun; bolboso: eğer olmazsa, aksi takdirde; bolsoñ bolgondoy bol, bolbosoñ – koy! : yapacaksan yap, yapmıyacaksan, bırak! (girişme!); munuñ adam bolboyt : bunun adam olacağı yok; adam bolboy kal! : halbuki kendisi insan adı taşıyor! bolor iş boldu : olacak iş oldu (hiçbir çare yok);; bolboy koyboyt : mutlaka olacak, behemehal vukua gelecen; emneni oylop oturat boldu? : acaba, ne hakkında düşünüyor? ; emneden ciyirkendi boldu? : acaba neden iğrendi?; añgıça bolbodu : bu ise vâki olmadı; henüz bu vukua gelmemişken….; 2. maksada uygun, kâfi olmak; boldu! : yeter!, muvafık, mutabık!; bolot,erteñ keleyin : olur, yarın geleyim; bolbogon : uygunsuz, yolsuz, söz dinlemez; bolor ceri : son fiat; nihaî şart; bolor ceri – otuz som : son fiat – otuz rubledir; 3. şu veya bu kılıkta, şekilde gözükmek; körbögön bolup : görmezlikten gelerek; uktagan bolup : uyumuş gibi görünerek; 4. bitirmek, sonuna kadar ermek; okup bolduñbu? : okuyup bitirdin mi? ; üşüp boldum : adam akıllı üşüdüm; 5. muvaffakiyetli olmak; bolbodu : olmadı, çıkmadı; bolor bolbos nesre üçün barganım cok : olur olmaz şey için gitmedim; boş yere kendimi yormak istemedim; bolor bolbos işke taarınat : olur olmaz şeylerden güceniyor, alınıyor; bolor muzoo bogunan ats. : kendisinden bir mâna çıkacak buzağı, tersinden belli olur; 6. sebep olmak; uruştu küçötkön sen bolduñ : dövüşün şiddetlenmesine sen sebep oldun; 7. muvafakat etmek; aga bolbodu : buna kapılmadı, muvafakat etmedi, buna uymadı; zorluguña bolboymun : sen beni zorlukla ele alamazsın; 8. bol! : çabuk, tez!; 9. bolo! (önde gelen mahrutî şekille beraber) : ne iyi olurdu, (daha iyi olurdu) ; barsañ bolo! : gidersen iyi olur; 10. mak / mek eklerile bol fiili lüzum – gereklilik yahut niyet, kast ifade eder : kelmek boldu : gelmeye karar verdi; biz bermek bolduk : biz vermeye karar verdik; iş bolmok boldu : işin muvaffak olacağı anlaşılıyor; 11. uçu uuçu ekleriyle ve üçüncü şahsın hal ve istikbal zamanlariyle birlikte bol- fiili subjonctif ( iltizamî siyga ) şekli yapar; kelet boluçu : o gelirdi ; alat boluçumun : gelirdim; kelbeyt boluçu : gelmezdi.
bolco-
tahmin etmek; tahminen tayin ve tarif etmek; öncedeb tahmin ve tarif eylemek; bolcogonum bolgondoy keldi : ben nasıl tahmin ettiysem, öyle çıktı; talaadagını üydö bolcobo ats. : kırdakiyi evde (oturarak) oranlama : "evdeki hesap çarşıya uymaz".
bolcogus
bolcoguz, takribî tarifi ve tayini bile kabil olmıyan ; ölçülemiyen.
bolcol
. 1. tayin edilen müddet, vâde; keler bolcolu boldu : gelecek zamanı oldu; geleceği zaman hulûl etti; 2. tarif, tayin; ölçü; bolcolu cok çoñ : kocaman, muazzam; bolcol kıl- : tarif ve tayin eylemek;k; hesap etmek.
bolcolduu
önceden tayin edilmiş, önceden tesbit olunmuş.
bolcolsuz
ölçüsüz; ölçülmez; bolcolsuz tezdik : ölçüsüz sürat, tezlik; mutemel olmıyan tezlik.
bolcon-
mut. bolco-dan.
bolcoş-
görüşme zamanı yahut yeri hakkında sözleşmek; bolcoşkon cerge kelişti : sözleşilen yere geldiler.
bolçoñdo-
kendisinin hareketlerinde kocaman ve şişmana benzemek.
bolçoñdot-
et. bolçoñdo-dan.
bolçoy-
kocaman ve yoğun kılığa malik olmak;; bolçoyup karap turat : koskoca nesne duruyor ve bakıyor.
bolçoyt-
bol et. bolçoy-dan.
boldomoçu
= poldomoçun.
boldur-
1. = boltur 2. kuvvetten düşmek; atım boldurup kaldı : atım kuvvetten düştü.
bolgonsu-
tamamlanmış, vukua gelmiş gibi gözükmek.
bolgus
aytıp bolgus : sözle ifade edilmesi, söylenilmesi kabil, caiz olmıyan,,söylenilmez, ifade edilmez.
bolk
bolk et- : titremek; çalkanmak; cürögü bolk ete tüştü : yüreği titredi, çarptı; bolk dedirip yahut bolk dedire : had bir şekilde, sertçe, şiddetle.
bolkulda-
titremek; çalkalanmak.
bolkuldat-
et. bolkulda-dan..
bolmuş
oluş.
bolo
bk. bol 9.
boloçok
olacak; istikbal; olacak, vukua gelecek şey, iş.
bolokcot
torunun çocuğunun çocuğu ( kız tarafından dördüncü nesil).
bolokto-
boloktop ıyla- : bol bol göz yaşı dökerek ağlamak.
bolot
f. çelik, pulat; bolot kılıç : pulat kılıç.
bolotnay
r. ("polonto") : madapolam denilen bez.
bolpoç
şişmanca; bolpoç bala : gürbüz çocuk.
bolpoñdo-
hareketlerinde, deve, kocamana, şişmana benzemek; bürkütbolpoñdop uçup geldi : kocaman kara kuş uçup geldi.
bolpoy-
şekil itabariyle kocaman, şişman fakat gevşek olmak; bolpoyup kelip kalıptır : o (kocaman nesne) yaklaştı.
bolşevik
bolşevik; parti yada bar cana partiyada cok bolşevikter : fırkaya mensup olmıyan Bolşevikler.
bolşevikçe
bolşevikvari.
bolşeviktik
bolşeviliğe mensup, nsup, ait, müteallik; ör. bk. ookattuu.
boltogoy
kalın; şişman; tıknaz.
boltulda-
(karş. karş. bulañda) : deprenmek, oynamak (yumuşak, fakat tüysüz nesne hakkında).
boltuldat-
et. boltulda-dan.
boltuldatuu
işs. boltuldat-tan.
boltur-
varlığa getirmek; bolturbaska kerek : varlığa gelmesine müsaade etmemeli.
boluk
yoğun, şişman (insan hakkında); gürbüz (çocuk hakkında) ; boluk tart- : şişmanlamak, hafifçe toplamak; boluk cigit : güçlü kuvvetli, sağlam delikanlı.
boluke
= bölkö.
bolukşu-
gevşemek; tatlı bir rehavet duymak.
bolum
oluş; hazır bulunuş; dubandan izdep tappadım, tügöngür, sendey bolumdu folk. : bütün kazada aradım ve senin gibisini bulamadım.
bolumduu
iyi, uygun, elverişli.
bolumsuz
hiçbir işe yaramıyan; yaramaz.
bolumsuzduk
hiçbir işe yaramazlık.
bolun-
olmak, yapılmak; kamsız bolundu : kendini temin etti, temin edildi.
boluskey
r. beyaz maden (Rusça "polskoye serebro" söziyle ilgili olacak , M.)
boluş
I, r. tar. 1. "volost" : nahiye; 2. nahiye müdürü; 3. kom. nahiye icra komitesi reisi.
boluş-
II, yardım etmek; taraftar olmak; sağa boluşpaymın : seni tutmıyacağım.
boluşçaak
yardımsever; merhametli, şevkatli ; enesi boluşçaaktın kızı ıylaak, atası boluşçaaktın uulu ıylaak ats. : anası merhametli olanın kızı ağlayık; babası şevkatli olanın oğlu ağlayık.
boluştas
tar. aynı " volost" a (nahiyeye) mensubolan, nahiy yedeş.
boluştuk
tar. " volost" a –nahiyeye mensup ait,müteallik.
bombo
r. bomba.
bombolo-
bombalamak, bombardıman etmek.
boo
I, 1. bağ, bağ (demet) ; kınnap; eşik boo : keçe, evin kapını bağlamıya mahsus ip; üzük boo üzük’ ü (bk.) bağlamak için kullanılan ip; tuurduk boo bk. tuurduk ; cel boo : tündük’ ten ( bk. tündük 3) 3 aşağıya doğru inen ve keçe evi yel zamanında pekitmeye yarıyan (ikiiki) ip : baş boo : dört tane iptir, ir, ki bunlarla üzük, tündük’e (bk.) ; keregeye (bk.) ve kırçoo’ ya (bk. kırçoo1) bağlanır; orto boo; keçe evde baş boo’ dan aşağıya doğru inen dört tane ip; etek boo : türkü üzük’ ten (bk. üzük) keçe evin önüne dpğru inen ipler; batiñke booloru : kundura bağları; bel boo : kuşak; oymok boo = oymok booç (bk. booç) ; çolok boo : alıcı kuş için kullanılan köstek, ayak bağı; 2. ekin demeti, külte; boo bola - : demet bağlamak. II, mal boo tüştü : hayvan kırıldı, helâk oldu; boo tüşür- : imha etmek, felâk etmek. mek. III, bk. bul I.
booç
= booçu; oymok booç : bir ipliktir, ki onunla yüksek parmağa bağlanır; parmak booç : Kırgız nakışlarından birinin adıdır; kazık booç : gevşek düğüm.
booçu
1. her nevi bağlar; ufak koşum parçalrı (kolan, üzengi kayışları ve s.) ; köz booçu bk. köz; üydün booçusu : evi bağlımaya yarayan her şey (ipşer, şeritler ve s.); 2. ekin demetleri bağlayan; 3. ekin demeti (külte) bağlayan âlat, makine.
boolgolo-
tahmin etmek, tahminen söylemek; sırın anık baamdabasa da, bolgolodu : sırrını hakkiyle bilmese de, tahminen farkına vardı.
boola-
demet bağlamak.
boolan-
demet şeklinde bağlanmak.
boolaş-
hep beraber demet bağlamak.
boolat-
et. boolo –dan.
boolattır-
et. boolat- tan.
booluk
1. bağ (demetleri bağlamak için kullanılan bağ); 2. herhangi bir ilmiktir ki bir nesneyi bağlarken, ipin, ipliğin ve s.nin ucu onun içinden geçirilir.
booluu
bağlı, kınnapalı; booluu kuş : şeritli, bağlı kuş.
boor
1. karaciğer ; kök boor: dalak; boor tolgo = boortolgo ; booru ker : nezaketli : yardıma hazır; iyi; merhametli, şefkatli; booru kerdik; yardıma hazırladık sıfatı; iyilik; booru taş yahut taş boor : katı yürek, taş yürekli; boor ooru : canı acımak; aga boorum ordu : ona acıdım; boor oorusañ bolboydu? folk. onun haline acısan olmaz midi? ; booru açıldı bk. açı 2; sen ücün boorum ezilip ketti : senin için canım acıdı; boor tart- : havırhahlık etmek; teveccühünü bildirmek; kayırmak; aga sen emne üçün boor tartasıñ? : niçin onu kayırıyorsun, ona acıyorsun? ; boorgo tart- : kendi tarafına çekmek, kendinene meylettirmek; ani men boruma tarttım : ben onu kendi tarafıma çektim, kendime meylettirdim; boor kurt: ‘ ufak hayvanlar hastalığı adıdır; kara boor : bağrı kara çil; 2. kan kardeşi ( bu mâna ile yalnız ölü için ağlarken kullanılmalıdır); 3. dağ yamacı.
boordoş
akraba, hısım akraba.
boordoşuu
kardeş olma.
boorduştuk
1. kardeşlik, uhuvvet; 2.kan 2. kardeşliği.
boorlo-
boordo- , boorlop cür, boordop cür- : dağ yamacı boyunca yürümek.
boorloş
= boordoş.
boorsok
= bavursak ( yağda kavrulan kuşbaşı hamur parçaları); çiğ boorsok yahut kırtıldak boorsok : ufak ve gereği gibi, süt, yağ ve yumurta ile yuğurulmuş ( kıtırdayan) gevrek bavursak; açıktan boorsok : mayalı hamurdan yapılan bavursak; boorsoktoy çaçalıp catat : bavursak gibi saçılmış halde yatıyor.
boortko
= boorutka.
boortokto-
karın ve göğüs üzerine yatmak, yüzüstü, yüzü koyun yatmak.
boortoktot-
et. bortokto- dan; balanı boortoktotup catkızıp koydum : çocuğu karnı üzerine yatırdım.
boortolgo
boortolga bolup berdi : istemiyerek, tereddüt ederek verdi; boortolgoñ bolso, kayta al : eğer acıyorsan, geri al!
boortorgolon-
kararsızlık yahut memnuniyetsizlik hissi duymak.
booruker
= booru ker (bk. boor I).
boorukerdik
= booru kerdik (bk. boor I).
boorutka
beşikteki çocuğun ellerini bağlamak için kullanılan iki tane bağ, sargı (kol boorutka); ayaklarını bağlamak için olanına ayak boorutka denir.
booz
gebe.
boozu-
gebe kalmak; kız bozup, enesin korkutat ats. : kendi suçunu başkasına isnat ediyor (harfiyen : kız gebe kalarak, annesini korkutuyor.) utuyor.)
bop
I, r. "pop" : papaz. II, "bo" " ile başlıyan kelimeleri takviye için katılır : bop-boz : tam boz renkli.
bopoloñ
r. ("popolam") (" kon. : birlikte, beraberce; haklarda müsavı olarak; cerdi bopoloñ ottoylu : otlaktan hep beraber istifadee edelim!
boporoz
r. kon. "papiros" : cigara ; boporoz tart- : cigara içmek.
bopu
= böpü; borum; çocukcağazım.
bopuza
f. korkutma, tehdit; bopuzañdı koy : tehdidinden vazgeç!
bor
I, tebeşir. II, hayvanı kesmek için besiye komak; borgo bayla- : besiye esiye komak. III, bor-bor kayna- : şakır şakır kaynamak; çalkanmak.
borbaş
= bor baş (bk. baş 1).
borbor
1. "ordo" (bk. bk. ordo 3) oyununda dairenin merkezidir, ki oraya "xan" yuvarlatı ve aşıklar konulur; 2. merkez; tegerek borboru mat. dairenin merkezi; me 3. başşehir, payitaht.
borbordoş-
merkezileşmek, temerküz etmek.
borbordoştur-
merkezileştirmek, temerküz ettirmek.
borbordoşturul-
mut. borbordoştur- dan.
borbordoşturuu
merkezileştirme, centralisation.
borborduk
merkezî, merkezlik; borborduk uk komiteti : merkezî komite; borborduk maydan : merkezî cephe.
borbuy
kasık; borboyu kötürülp kalıptır : büyüdü, artık büyük oldu; borbuyun kötörüp algan soñ : boy attıktan, büyüdükten sonra.
borbuyla-
kasığına vurmak ( başlıca, atın kasığına kamçı ile il vurmak)
borcok
1. kabarma; 2. kabaran köpük.
borcokto-
1. kabarmak; 2. barcakta- (ancak büyük kafalı ve şişkin yüzlü insan hakkında).
borcoy-
= bucuray- ; borcoygon kişi : yüzü sivilceli olan kimse.
borç
= boruç.
borço
büyük parça; etti borço –borço kılıp sal : eti parça parça ederek koy; kara borco öskön bala : sıcağa, soğuğa alışmış ve emek ve hayat meşakkatleri içinde büyümüş olan çocuk.
borçolo-
iri parçalar şeklinde doğramak (başlıca, kemiksiz eti); borçologon et : parçalanmış et; etti borçolop sal : eti doğrayıp koy!
borçton-
= boruçtan- .
borçuk
1. dağ sırtındaki sivri kaya ; 2. çopur, çiçekbozuğu (yüz hakkında).
borçuktuu
kayalı.
bordo-
I, ağartmak. II, hayvanı, kesmek maksadiyle besiye koymak.
bordoku
kesmek için besiye konmuş yahut ya bu maksatla semirtilmiş olan.
bordol-
I, kesmek için semirtilmek. II, mut. bordo- I den.
bordot-
et. bordo- I , II den.
borguldan-
bol bol terlemek, ter dökmek.
borguldant-
et. borguldan-dan ; borguldantıp terdet- : bol bol terletmek.
bork
bork bork kayna- = borkuldap kayna- (bk.( borkulda-) .
borkok
I, 1. çocuk göğüslüğü ; 2. buzağı burunsanlığı. II, sütten rakı çıkardıktan sonra kalan kesmeyimsi çöküntü, tortu; taş borkok : içine kzıgın ufak taşlar atmak suretiyle kaynatılan süt. t.
borkulda-
"bork-bork" " diye ses çıkarkmak; borkuldap kayna- : şakır şakır kaynamak.
borkuldan-
mut. borkulda- dan ; borkuldanıp terdep ketti : adam akıllı ter döktü.
borkura-
= borkulda-.
boro
I, borodoy : kocaman, büyük ; murdu borodoy : burnu kocamandır.
boro-
II, tipi yapmak.
boroko
= borkok II.
boroñ
kara boroñ et : yağsız, yaven et (semiz hayvandan olsa dahi) ; iyi, fakat yağsız et.
boroon
tipi, kar kasırgası ; kara boroon : karsız, şiddetli kasırga.
boroondo-
dönmek (yel hakkında); tipi pi yapmak.
boroonduu
tipili.
boros
(rad.) : evlenmemiş (krş.boroz III).
borostoy
r. kon. "prostoy" : sade; ehemmiyetsiz; borostoy ele cüröt : şöyle böyle giyinmiş.
boroşo
kar kasırgası.
boroşolo-
kasırga yapmak.
boroşolot-
et. boroşolo-dan; karlı boroşolotup sogup bergen boroon : karı döndüren tipi; boroon kardı boroşoloto baştadı : tipi karı döndürmeye başladı.
boroşoluu
tipili ; kasırgalı; boroşoluu cel: tipili yel.
boroşonduu
= boroşoluu.
boroylo-
burguyla.
boroz
I, 1. r. "borozda" borozda" : saban çizgisi; 2. çizgi yap! çizgiden yürü! (yer sürerken). II, r. (koz, atı olmıyan) bayağı kâğıt. III, kanı kaynıyan kimse (karşı Sibirya Ruslarındaki poroz). poroz
borpoñ
sölpük ve gevşek; borpoñ topurak : yumuşak toprak, toz.
borpoşo
= bortoşo.
bors
bors-bors ür- : kesik kesik havlamak; bors-bors kül- : kahkaha ile gülmek.
borsogoy
değirmece; şişmanca; şişko.
borsoñdo-
hareketleriyle bir şişkoya benzemek.
borsoñdot-
et. borsoñdo-dan.
borsoy-
hafifçe öne doğru çıkmak (karın hakkında).
borsu-
pis kokmak; sasımak.
borsulda-
yavaş, kesik sesler çıkarmak.
borsut-
et. borsu-dan.
bort
I, kesik kesik çatırdıyı taklit : bort kekir : yüksek sesle geğirmek. II, r. "bort" : güverte.
bortmexanik
r. gemi makinisti.
bortoşo
az miktarda olan n et; içinde az et bulunan çorba.
boruç
borç.
boruçta-
borçlanmak; boruçtap ookat kıl-: borçlanarak yaşamak.
boruçcan-
(mânâ itibariyle) = boruçta.
bozuk
iki yaşında olan koç.
borukşu-
= bolukşu; borukşup terde- : ter dökmek.
borukşut-
= bolukşut- .
borum
kon. form, şekil ; borumu Kırgız boz üydöy folk. : şekilce Kırgız obasına benziyor; 2. moda; şıklık; parlak.
borumda-
kon. şekil vermek, şekle, kalıba göre yapmak; güzel yapmak.
borumdat-
kon. et. borumda- dan.
borumdu
kon. şık; endamlı; borumdu cigit : şık delikanlı.
bos
I = boz I . II, r. kon. "post" : nokta (başlıca, sınır boylarında).
bosogo
kapı çerçevesi; kapı söğesi; eşik; cer bosogo : kapı söğesinin alt kısmı, eşik; baş bosogo : kapı söğesinin üst kısmı; bosogo tayak : kapı söğesinin bütün dört parçası.
bostek
sülüm kuşunun dişisi.
bostok
üstökö sözünün tekidir.
boş
1. hali, boş, serbest; tutulmamış; konokko aş koy, eki kolun boş koy ats. : konuğun önüne yemek koy, iki e’ini boş bırak; kolum boş : serbestim (meşgul değilim) ; kolum boş emes : vaktim yok , meşgulüm; boşko ketti : beyhude gitti; boş kıyal : boş hayal, olmayacak rüya; 2. zayıf.
boşçuluk
boşluk, meşguliyetsizlik.
boşo-
1. boşalmak, serbest kalmak; 2. gevşemek; muunum boşodu : gevşedim ; kendimi çok gevşemiş hissediyorum. diyorum.
boşon-
boş kalmak; kurtulmak.
boşoñ
gevşekçe, hafifçe gevşemiş olan.
boşoñdo-
gevşemek.
boşoñdot-
gevşetmek.
boşoñdut
gevşeklik, rehavet.
boşoñku
= boşoñ; boşoñku munduu ün : zayıf, hazin ses.
boşoş-
gevşemek, rehavet kesbetmek.
boşoştur-
gevşetmek.
boşoşturuu
gevşetme.
boşoşuu
gevşeme.
boşot-
boşaltmak, serbest bırakmak.
boşottur-
et. boşot-tan.
boşotul-
mut. boşot-tan.
boşotuu
serbest bırakma, boşaltma; gevşetme.
boşto
kon. = poçta.
boşton
1. serbest bırakma, serbesti, hürriyet; başına boşton berdi emi folk. : şimdi onu serbest bıraktı; 2. boşuna; işsiz, maksatsız; boşton cürot : boşta geziyor, işsiz dolaşıyor.
boştonçuluk
işsiz zaman, işsizlik hali, meşguliyetsizlik, boş vak vakit.
boştonduk
hürriyet; söz boştonduğu : söz hürriyeti.
boştuk
zaaf; belli boştuk : seciyesizlik.
botagarı
avcı kuşun kösteğinin altındaki yumuşak sergi.
botala
bulanık, boz ; çamura veya toza bulanmış.
botonik
r. bitkiler uzmanı : botanist.
botanika
; r. bitkilik, botanik.
botko
1. darı, bulgur ve benzerleri pilâvı; 2. mec. saçma sapan ; boş lâkırdı .
botkok
= bogok; apiyimdin botkogu : haşhaş çiçeğinin ke’ si çanağı.
botkolon-
bulanık, kirli olmak (su hakkında).
boto
I, 1. bir yaşında olan deve yavrusu, süt emen deve yavrusu; boto köz : büyük ve mahmur gözler; boto közdü : büyük ve mahmur gözlü (dilberin mutat vasfıdır); 2. okşama veya taaccüp ifade etmek için kullanılan sözdür : o botom! : ah, babam! II, a. yahut boto kur : boyundaki sargı; boto salın mec. : tam bir itaat göstermek; merhamet dilemek.
botoçuk
küçül. boto I 1. den.
botolkö
= bötölkö.
botolo-
1. dişi veya doğurmak; 2. boto diye çağırmak (okşama suretiyle).
botoluu
poduklu.
boy
1. (bedenin uzunluğu ve yüksekliği); boy; boyu uzun : uzun boylu; boyu kıska : kısa boylu; kişi boyu : insan boyu; boyum cetpeyt : boyum yetmiyor (bunun için benim boyum kısa gelir) ; boy veyahut boygo cet- : bülûğa ermiş kız, gelinlik kız; kızı boy tartıp kalıptır : kızı olgunlaşmıştır 2. endam, boy bos; göğde; tulku boyu yahut kara boyu : endam; göğde; boy koş- 1) yaklaşmak; bitişmek; 2) mec. karı, zevce olmak; boy kotör- : burun şişirmek (kibirlenmek ) ; kendine fazla ehemmiyet vermek : kurulmak, gururlanmak; boy kötörüü : kurulma, gururlanma; boy taşta – boy kötörün karşıtıdır; boy tartkan kız : işveli kız; boyun kaçırat : (güreşte) kaçınıyor. sakınıyor; büt boydon yahut bütkül boydon : bütünü, tamamı ; baştan sonuna kadar ; büt cana toluk boydon : tamamiyle ve kâmilen; dayar boydon : hazır halde; kalınbındagı boydon : temiz halde; kalıbındagı – boydon koldolunbayt : temiz halde kullanılmıyor; kekte boydon daynı cok : gittiği günden beri onun hakkında haber yoktur; öz boyuna dos bolsun : kuvvetinden emin olsun, kuvveti kafi gelsin ; boy ber- : yenilmek, dayanamamak; boy berbe! : yenilme! : boy salışı tireş- : kıyasıya tutuşmak; boy cıydır- : ihtiyarına bırakma; imkân verme; boyunda bar : boyunda var : gebe; boyuna bolgon yahut boyuna bütkön : gebe kaldı; boydon tüş- : vuku bulmak (çocuk düşürmek hakkında) çocuk düşürmek; boydon tüşkön bala : düşük çocuk; boydon tüşürüü : ( sun’ î surette) çocuk düşürme; boydon boşon - : boydon boşanmak (doğurmak); boyunan ketip kalıptır; düş azdı, ihtilâm olmuş; 3. imdidat; col boyu : imtidadınca, seyahat esnasında; yolda; üç cıl boyu : üc yıl imtidadınca; ömür boyu : bütün ömür boyunca; tünü boyu : bütün gece; suu boyu 1) nehir boyunca; 2) nehrin kıyısı; suu boyunda : nehir kıyısında; 4. bir, tek : evlenmemiş; boy cigit : bekâr delikanlı; boy keldim : yalnız (kadınsız, ailesiz) geldim.
boyboy
! vay vay! ; boyboyuna koyboston, atın aldım : bütün itirazlarına (vaveylasına) bakmaksızın atını aldım.
bovbozdo-
ulumak; hıçkırmıya başlamak; gürlemek; böğürmek; ızgaar boybozdop turuptur : soğuk şiddetini artırıyor.
boybozdot-
et. boybozdo-dan.
boykot
r. boykotaj.
boylo-
derinliğini boyunu ölçmek; boyunca gitmek; suu boylop : ırmak boyunca; boylobodu : dibine kadar eremedi.
boyloo
işs. boylo- dan.
boyluk
calgız (boyluk : yalnızlık).
boyluuu
uzun boy, uzun boylu; kıska boyluu : kısa boylu.
boyo-
boyamak; köz boyo- o- : aldatmak, göz boyamak.
boyok
1. boya; 2. boya otu.
boyokçu
boyacı.
boyokçuluk
boyacılık mesleği.
boyol-
boyanmak.
boyolmo
boyanmış, yeni boyanıp bitirilmiş..
boyoluş-
müş. boyol-dan.
boyomo
1. boyanmış; 2. sahte; 3. boyama; köz boyomo : göz boyama. yama.
boyoo
1. boyama; 2. = boyok 2.
boyot
et. boyo-dan.
boypoñdo-
1. yaranmak; yaltaklanmak; 2. tek durmayıp, boyuna zıplamak, hoplamak.
boypoñdoş-
müş. boypoñdo-dan.
boypoñdot-
et. boypoñdo-dan.
boypoy-
boypoygon bala : sâkin, rahat oturan (gürbüz) çocuk.
boyro
f. sazdan yapılmış hasır.
boysun-
boyun eğmek, itaat etmek.
boysunbooçuluk
boyun eğmeme, itaatsizlik.
boysundur-
boyun eğdirmek; itaat ettirmek, ram etmek.
boytoñ
çocuğa, küçüğe mahsus hareketler.
boytoñdo-
hareketlerinde küçüğe benzemek; kımıldamak, yürümek (küçük çocuklar hakkında).
boyunça
1. göre; tevfikan; çakıruu boyunça : davete göre; 2. bütün (hudutları içinde); respublika bıyunça; bütün cumhuriyette; rayon boyunça ; bütün bölgede.
boyuz
r. kon. "poyezd" : tiren,, katar.
boz
I, 1. beyaz; açık kuşunî; kır; ak boz : açık kurşunî; boz at : kır at; boz ala bk. ala 1. ; boz bala : genç çocuk; boz baldar yahut boz baş baldar : taze gençlik; boz ton 1) kurşunî kürk; 2) mec. çok giyilmiş, eskitilmiş kürk; boz kıroo = bozkıroo; 2. havadaki karanlık (gayet sıcak günde); 3. el değmemiş toprak, bâkir toprak.
boz-
II1. (ebediyen ) kaçmak ; arkasına bakmadan koşmak; kaçkan bozgondor : kaçkınlar, kaçaklar; 2. nefret etmek.
bozdo-
1. bağırmak, bozlamak (dişi deve, deve yavrusu hakkında); 2. elem ve kederle ağlamak ; botodoy bozdop ıylan olturat : poduk gibi bozlayıp ağlıyor; boy bozdo = boybozdo.
bozdok
bağırma (deve hakkında) ; botosu ölgön ingendin bozdogu : poduğu ölen dişi devenin bozlaması. bağırma (deve hakkında).
bozdoş-
müş. bozdo-dan.
bozdot-
elem ve kederle ağlatmak; boy bozdot bk. boybozdot.
bozdotuu
işs. bozdo-dan.
bozgun
1. kaçış; 2. muhaceret.
bozgunçu
1. kaçak (mülteci); 2. muhacir.
bozkıroo
1. kırağı (güzün) ; 2. Songüz.
bozlan
genç oğlan; kısrak calduu kaldı, kız emçektüü kaldı, bozlan bogoktuu kaldı, boz toktu kaldı folk. (kişi teşyi ederken söylenilen şarkı) : kısırak yelesiyle kaldı (bk. bk. cal I), kız memeleriyle kaldı, oğlan ilâve çenesiyle kaldı, kül renkli kuzu kuyruğiyle kaldı (kışın şiddetine rağmen).
bozo
boza (hububattan ( yapılan bir çeşit alkollü içki).
bozoçu
bozacı.
bozogo
= bosogo.
bozokor
k-f. 1. = bozoçu; 2. boza içen.
bozomtuk
yüzün solukluğu, yüz renginin solması; bozomtuk tart- : yüzün rengi solmak.
bozoñ
küçük tepe, tepecik; bozoñgo çıgıp oturduk : tepeye çıkıp oturduk.
bozor-
yüzün rengi solmak, kül rengine girmek; bir kubarıp, bir bozorup : (korkudan) kâh solarak, kâh kül rengine girerek.
bozort-
et. bozor-dan.
bozorruñku
solukça; kül rengine mail, bozca.
bozoruu
bozarma, arma, kül rengine girme.
bozoy
genç oğlan, delikanlı.
bozum
iki yaşında olan karakuş.
böbök
1. bebek (büyük erkek kardeşine nisbetten); 2. meme emen çocuk.
böcök
yahut koyondun böcöğü : tavşan yavrusu.
böcöy-
ürpermek; böcöyüp otur- : ürperip oturmak..
böcü-
çabuk ve şaşırmadan koşmak (yorga hakkında).
böcük-
saklanmak, gizlenmek; böcükkön bödönödöy : saklanmış bıldırcın.
böcürö-
sâkin, kendi halinde olmak; böcüröp cür- : sâkin, mütevazi olmak.
böcüt-
et. böcü-den.
bödönö
bıldırcın.
bödöt
r. tar. "podat" : vergi.
bödröt
r. "podriad" : müteahitlik.
bödrötçü
mütahit.
bödüröy-
= büdüröy- .
böf
!, (iki dudağın iştirakiyle çıkarılan f-dir) fi! (nefret ifade eden interjection’ dur).
bögö
I, aşığın sırtı; bögö tüş- : bögösü (sırtı) yukarıya düşmek; ek; bögösünün böktü deyt folk. : kavis gibi büktü. II, 1. suyun önüne set çekmek; 2. yolu kapatmak; engel olmak.
bögöcüktö-
= mögdö-.
bögönök
sarımtırak renkli sinek.
bögööl
= bögöt I.
bögööldö-
yolu kapatmak; arkuru gitmek.
bögöş-
müş. bögö II den. n.
bögöt
I. bent, set, engel, mania. II, et. bögö- II den.
bögü
güçlü kuvvetli; töödön bögü çaar ingen, çaar ingendi bergin, alayın, ata folk. : benekli dişi deve, develerin en kuvvetlisidir; benekli dişi deveyi ver, ben (onu) alırım, baba!
bök
tepe; yükseklik; şiberdüü böktü caylagan folk : koyu otla örtülmüş tepede yayladı (yazı geçirdi) ; ara bök = arabök.
bökçögöy
kanburlaşmış, kanburumsu.
bökçöktö-
= bökçöñdö.
bökçöñdö-
kanburlaşmak, arkası çıkmak; kempirçe bökçöñdöp : kocakarı gibi kanburunu çıkararak gezmek.
bökçöñdöt-
et. bökçöñdö-den.
bökçüy-
büzülmek; bökçüyüp cat- : büzülerek, kıvrılarak yatmak.
bökö
I, (Rad.) kuvvetli.
bökö-
II, birşeyden nefret etmek; doymak, bıkmak; mayga bököp kaldım: yağdan bıktım, ondan tiksiniyorum.
bökön
I, sayga (iri bir nevi karaca): saiga tatarica; bököndün tañınday: beyaz çizgili, beyaz benekli. II, (atın) kuyruğunda kalın kıl yahut (insanın) başında kalın saç (saç hastalığı).
böksö
1. dağ eteği; 2. ilk yaz otlağı; 3.göğdenin aşağı kısmı; 4. tam değil; kenarlara kadar değil; çöyçöktü böksö kuyduñ: kovayı kenarlarına kadar doldurmadın.
böksölö-
1. dağ yamacı boyunca gitmek, dağ yamacı boyunca inmek; 2. (koyunu, keçiyi) kesmek ve etini havalandırmak (fakat parçalamamak)
böksör-
eksilmek, tükenmek, alçalmak (bir mayiin seviyesi hakkında) ; candıktan kan böksördü: hayvanlar zayıfladılar, kurudular; men kaytarçu muzoolor kündögüdön böksörböptür : benim güttüğüm buzağılar mutat durumda idiler (zayıflamadılar da, eksilmediler de).
böksört-
bk. böksör.
böktör
I, tepe, hüyük.
böktör-
II, eyer kayışına bağlamak, takmak.
böktörgö
I, eğer kayışına bağlanan öteberi. II, sazlık veya bataklıkta yaşayan dişi puhu; puhu yavruları.
böktörgölüü
1. eğer kayışına bağlanmış öteberisi bulunan; 2. arkası sağlam olan (at); kuvvetli.
böktörün-
kendisi için eğer kayışına bir şeyler bağlamak; kap böktörünüp : eğer kayışına torba bağlayıp.
böktörünt-
et. böktörün-den
böktürmö
atmacanın (yere yaklaştığı zamandaki uçuşu).
böl-
bölmek, tevzi etmek; söz böl- : sözü kesmek, can böl- bk. can II; köñül böl- : dikkate almak; kün köñülümdü, tün uykumdu böldüm: gece gündüz rahat gezmedim.
bölçök
1. parçacık; 2. mat. kesir; kadimki bölçök : bayağı kesir; üzdüksüz bölçök : devamlı kesir; çeksiz üzdüksüz bölçök : sonsuz devamlı kesir; çektüü üzdüksüz bölçök : sonu olan devamlı kesir; buruş bölçök : kaideye uymıyan kesir; bölçök menen körsötüü: kesirle ifade.
bölçöktüü
parçalara bölünen; ayrı ayrı parçalardan düzülmüş olan.
böldür-
bölmeye müsade veya icbar etmek.
böldürüü
işs. böldür-den.
bölgüç
1. bölen, tevzi eden; 2. mat. kasım (bölücü).
bölkö
r.1. "bulka": francala; 2. Rus suliyle pişirilmiş ekmek (mayasız yufkadan farklı olmak üzere).
bölköbnük
bölköndük, kon. = polkovnik.
bölmö
oda.
bölö
I, iki kız kardeşin çocukları; (ana tarafından) kardeş çocukları; erkekler ve kızlar.
bölö-II
çocuğu kundaklamak, sarmak; kundaklanmış çocuğu beşiğe yatırmak.
bölök
1. parça, kısım; 2. başka, diğer; hususi, ayrı, bölök kişi : başka , yabancı adam; bölök- bötön emessiñ folk. : yabancı, yat değilsin.
bölökçö
ayrıca, hususi; mükemmel, ekmel.
bölöktö-
1. yadırgamak, yabancı saymak, yabancı gibi muamele etmek; 2. ayırmak; kamap koydu bölöktöp folk. onu ayrıca hapse attı.
bölöktük
1. ayrı bulunma (cümlede Rus diline "votdelnosti", "otdelnıy" diye tercüme olunur); 2. yat olmaklık; akraba olmamaklık.
bölön-
1. mut. bölö- II den; 2. mec. bir nesneyi bol bol elde etmek.
bölöş-
hep beraber çocuğu kundaklamak.
bölöt-
et. bölö- II den.
böltögöy
herhangi gereği gibi karışmamış olan bir nesnenin yuvarlakları (diyelim, bulamaç hakkında)
böltök
(orman) kenarı.
böltöy-
kabarmak, şişmek.
böltöyt-
et. böltöy-den.
böltürük
kurt yavrusu.
bölük
parça, kısım, bölüm; (mekanizmanın) parçası; maşina bölüktörü: makine yedek parçaları, düynö bölüktörü: dünya kıtaları.
bölüm
şube, kısım; daire, müessese; el agartuu bölümü: maarif şubesi; ortok bölüm mat. : mahreç; ortok bölümgö keltirüü mat. : kesirlerin müşterek mahrecini bulma.
bölümçö
tali şube.
bölün-
taksim edilmek, bölünür olmak, ayrılmak.
bölünbös
bölünmez; bölünbös fondu : bölünmez ihtiyat akçesi.
bölündü
1. ayrı parça, kısım; 2. mat. harici kısmet, hisse.
bölünt-
et. bölün-den: taydın etin bölüntüp, taramışın körüntüp folk. (kamçı darbeleriyle) tayin bedenini yararak ve veterini meydana çıkararak.
bölüntüü
işs. bölünt-ten.
bölünüş
bölünme, ayrılma.
bölünüü
bölünme, parçalanma, şikak.
bölünüüçü
1. bölünen; 2. mat. maksum (taksim edilen sayı) ; ortok bölünüüçü: müşterek muzaaf sayı; eñ kiçine ortok bölnüüçü san : en küçük müşterek muzaaf sayı.
bölüş
I, taksim.
bölüş-
II, aralarında paylaşmak, hep beraber bölmek.
bölüştür-
taksim eylemek, ülüştürmek.
bölüşüü
işs. bölüş II den.
bölüü
bölme (taksim etme) , üleştirme; toluk bölüü mat. tam taksim; kalındıluu bölüü mat. bakiyeli taksim; mazmununa karap bölüü mat. : muhtevasına göre taksim; bölümdörgö bölüü mat. : kısımlara ayırma.
bölüüçü
mat. bölücü (kasım) ; tak bölüüçü: tam kasım; ortok bölüüçü; müşterek bölücü; eñ çoñ ortok bölüüçü: en büyük müşterek bölücü.
bömöştük
r. kon. "pomoşçnik" muavin.
böö
böödöy kuur- : israf etmek; bitap düşürmek; rahat bırakmamak.
böödö
f. beyhude, boşuna; böödösünön tayak cedi : boşuna (haksız yere) dayak yedi.
böödösü-
küçümseyerek muamele etmek, kurulmak.
bööş
= pööş.
böpö
= böpü.
böpölö-
= böpüldö-.
böpü
avcı kuşu çağırmıya mahsus ses.
böpülö-
(böpü böpü diye seslenmek suretiyle) alıcı kuşu çağırmak.
börçök
r. kon. "verşok" : (arşının 16 da biri nisbetinde bir uzunluk ölçüsü, M.)
börçöktö-
kon. "verşok" la ölçmek.
börk
= börük.
börsö
kanguru (hayvan) : macropus.
börsögöy
= borsogoy.
börsöñdö-
= borsoñdo.
börsöñdöt-
= borsoñdot.
börsöy-
= borsoy.
börşök
= börçök.
bört-
şişmek, kabarmak, şişmanlamak.
börtmö
resimli ve nakışlı; börtmö cibek cooluk : nakışlı ipek mendil.
börtüü
işs. bört-ten.
börü
1. kurt (yırtıcı hayvan) ; börü atar cigitti börkünön taanı ats. : kurt avcısı olan yiğiti kalpağından tanı; coo börüsü : cesur, cesaretli; börü catış : bir cilt hastalığının adıdır; kök börü : tekeyi çekişmek suretiyle yarış, koşu; (harfiyen: boz kurt) ; 2. bahadırın müsbet sıfatlarından biri idi (krş. karışkır) .
börük
1. kalpak; börük alıp kel dese baş kesken ats. : kalpak getirmeyi emrettiklerinde baş keserdi; 2. (çivi) kalpağı.
börüktö-
(çivi) kalpağı yapmak.
börütöt-
et. börüktö- den
bötögö
kuş midesi, kursak, taşlık; kırgooldun bötögösündöy: pis kokan (harfiyen: sülün kursağı gibi).
bötölkö
r. 1. "butılka" : şişe; 2. cam; bötölkö çelek : cam bokal
bötön
başka; yabancı, yat. başka türlü, ayrıca, hususi, nevi şahsına mahsus.
bötönçölük
hususiyet, nevi şahsına mahsus olmaklık.
bötöndö-
hususiyet vermek, başkalarından ayrı komak.
bötöndöö
hususiyet verme, başkalarından ayrı koma.
bötöndük
= bötönçölük.
bötöy-
= böltöy.
böy
böyü, "tarantul" : (zoologiyada Lycosa tarantula denilen bir çeşit zehirli örümcektir M.)
böydö
= böödö.
böyön
"falanga" : (Phalangina denilen zehirsiz büyük örümcek, M.)
böypöñ
atın link yürüyüşü ; böypöñ- böypöñ celdirip kele catat: atını link yürüyüşle koşturarak, gelmektedir.
böypöñdö-
1. atı link yürüyüşle koşturmak; 2. mec. yaltaklanmak, yaranmak; yalancıktan iş görür gibi görünmek.
böypöñdöt
et . böypöñdö- den.
böypöy
= boypoy.
böyrök
böbrek (anat.) : böyröktön sezgenüü: böbrek iltihabı; böyrögü çıgıp toyup aldı: adamakıllı doydu; böyrök tayan 1) ellerini böğrüne koymak (kocası için ağlıyan dul kadın hakkında) ; 2. mec. kederlenmek.
böyröktö-
yandan, böğürden yanaşmak, harekete geçmek.
böyrömçö
1. gömlek eteğinin ön kısmı; 2. alıcı kuşun kayışının altındaki kumaştan yapılmış halka.
böyü
(krş. böy) zehirli örümceğin adıdır; cılan çakkan kaytat, böyü çakkan kaytpayt ats. : yılan sokması onulur, böyü sokması onulmaz.
böz
bez (elişi olan beyaz, kaba pamuklu kumaş) .
bözçü
bez dokuyan (bk. böz)
brigada
r. brigade.
brigadir
r. brigade amiri.
bronenosets
r. "zırhlı gemi" .
bronevik
r. "zırhlı otomobil" .
bu
I = bul I . II, bk. bı .
bubak
don, kırağı; otların ucundaki don.
bubaktuu
donlu.
bucugur
1. sarmaşan; dalgalı, kıvırcık; bucugur sakal: kıvırcık sakal; 2. çopur; bucugur kara kişi: çopur esmer adam.
bucuray-
sarmaşmak; kıvırcıklanmak.
buçkak
hayvan ayak derilerinden kürk; buçkagıma çeyin terdedim: tepeden tırnağa kadar terledim; buçkagına teñebeyt: on paralık kıymet vermiyor, sıfır yerine koyuyor.
buçkakta-
bacağından kapmak (diyelim, teke çekişmesi oyununda; bk. börü) .
buçkaktaş-
müş. buçkakta- dan.
buçkaktat
bacaklara vurmak; atın buçkaktatıp cetip keldi: atının bacaklarına vurarak geliverdi.
budala-
karıştırmak, altüst etmek.
budalakta-
= budala.
budalan-
1. telaş etmek; 2. kıvranmak, debelenmek, yuvarlanmak; kumga budalanıp catat: kumda ağnıyor.
budamayla-
iğfal etmek, kafese koymak.
budamaylık
göz boyama.
budamayloo
kafese koma.
budcet
= byudjet.
buduñçañ
allak bullak, karmakarışık; buduñçañ tüşür- : ortalığı karıştırmak.
budur
yahut budur-budur yahut adır- budur: tepeleri çok olan yer.
budurakay
çopur; bodur; pürüzlü, düz olmıyan.
buduray-
bodurlaşmak; pürüzlü olmak.
budurayt-
et. buduray-dan.
bufet
r. büfe.
bufetçi
r. büfe işleten.
buga
bk. bul I.
bugaltır
= buxgalter: muhasebeci.
bugu
1. geyiğin yahut maralın erkeği; 2. bugu (bir Kırgız kabilesinin adıdır). 3. Kırgız halk takviminde bir ayın ismidir.
buguçar
genç geyik yahut genç maral.
bugul-
saklanmak; kabak cerden buguldu: o, derede saklandı.
buk
I, tasa, can sıkıntısı; bugun cazıp alsın yahut bugun çıgarsın: tasasım dağıtsın! : aytıp bugumdu çıgardım: (uzun zaman sustuktan sonra)içimde toplananın hepsini söyledim, içimi boşalttım; buk kılat: (beni) sıkıyor; içi buk: içini kedi tırmalıyor.
buk-
II, gizlenmek; bir kenara çekilerek susmak; bugup cat- : saklanarak yatmak; boz turumtay umtulsa, boz çımçıktar bukpaybı? folk. : boz muymul (latince Falco vespertinus denilen bir nevi doğan, M.) saldırırsa, kuşcağızlar gizlenmez mi hiç?
buka
1. damızlık öküz, boğa; kök buka: bir nevi oyun: köl buka: balaban kuşu (latince adı botaurus olan ve balıkçıl soyundan bir kuştur, M.) ; 2. düğümleri çözmek için kullanılan (sert ağaçtan yahut boynuzdan yapılan) sert bir küçük değnektir.
bukaçar
genç öküz, tosun.
bukara
1. a. tebaa; 2. tar. avamdan olan kimse, avam; kara bukara tar: ayaktakımı.
bukaralık
tebaalık.
bukçuguy
yoğun, şişman.
bukçuy-
= bursuy.
buket
r. çiçek demeti.
bukta-
f. 1. çevik; tecrübeli; 2. metin (seciyece) ; 3. sağlam, dayanıklı; bukta bakay bk. bakay.
buktur-
1. saklanmıya zorlamak; gizlice yaklaştırmak; 2. sokmak, şiddetle saplamak.
bukturma
pusu; bukturma koy- ; pusuya yatmak; egerde coo köp bolso, bukturma koyup uruşkan: eğer düşman çok olursa, pusuya yatarak vuruşuyorlardı.
bukturuu
işs. buktur-dan.
bukulda-
kesik kesik ve yavaş sesler çıkarmak.
bukuldaş-
müş. bukulda-dan.
bukuy-
ciddi tavır takınmak; yüzünü buruşturmak; bukuyup, başın cerge koyup: yüzünü buruşturarak ve başını eğerek; bukuyup uk-: fikrini temerküz ettirerek dinlemek; taarıngan emedey bukuyup it catat: köpek sanki birisine gücenmiş gibi, surat asarak yatıyor.
bul
I, (genitif: munun, datif: buga yahut boo, akküzatif: munu) : bu; erkek; munun emine keregi bar? : bu, neme lazım? ; munu kördüñbü? : bunu gördün mü? ; gör şunu bakalım! : munuñ kim? : bu yanındaki kimdir? , bu nasıl adam? : munuñ emine? : nedir bu senin? ; daha ne uydurdun? ; munusu emine? ; ondaki nedir bu? ; daha ne uydurdu? ; munuñ üçün yahut munu üçün yahut mun üçün: bunun için, bundan dolayı. II, 1. para; 2. mal, meta; manifatura; 3. mülk, kıymet, servet; bul coy-: zevk ve safa için para israf etmek; bul coyguç: müsrif. III, yırtıp, kesip parça parça etmek, kırmak; etegimdi it bulup ketti: köpek eteğimi yırttı; eşiğinin eñsesin kılıç menen bulgamın folk. : kapısının sürgüsünü kılıçla parçaladım.
bula
f. 1. lif; cañı bula ösümdüktörü: yeni sınai bitkiler; 2. ipek; 3. yumuşak, tüylü, lifli; buladay kebez: yumuşak, ipeğimsi, lifli pamuk; buladay cün: yumuşak yün; 4. kıymetli bir dokuma adıdır; bula menen cibekti folk.: bula ve ipek. II, çala sözünün tekidir.
bula-
III, şerit gibi yükselmek (duman, toz hakkında) ; betegesi belden bulagan folk.: orada betege (bir nevi ot) insanın beline kadardır; samoordun tütünü bulap, kömür cıltıldayt: semaverin dumanı yukarıya yükseliyor ve kömürler parlıyor.
bulaan
1. kargaşalık; 2. yağma; bulaanga tüşkön mal folk.: elden ele geçen hayvan (birisi yakalamış, ondan başkasına geçmiş ve s.)
bulaanda-
kargaşalıktan, karışıklıktan istifade ederek, başkasının mülkünü kabullenmek.
bulaarı-
1. bullarıp ketti: hiçbir habersiz kayboldu gitti; 2. at bula arıp suutmak folk.: atı binerek talim ve terbiye etmek.
bulaçı
sınai bitkileri yetiştirmek veya tetkik etmekle iştigal eden.
bulak
I, 1. pınar; mec. kaynak (memba) ; anık bulaktardan alıngan malımattarga karaganda: mevsuk membalardan alınan malumata göre; 2. sıraca; kulagı bulak: sıracalı (kulaktan irin geldiğinde) ; emçek bulak: meme iltihabı. II, bulak- bulak et = bulakta; bulak- bulak etip, koyon kaçıp cönödü: zıplayarak (tüylü) tavşan kaçmıya başladı.
bulakta-
I, deprenmek, bir yandan öbür yana sallanmak (yumuşak, tüylü nesne hakkında, diyelim, tilki kuyruğu hakkında) ; bulaktap bas- (genç kadın hakkında) : süzülerek, tavus gibi yürümek. II, fışkırmak (mayi hakkında).
bulaktat-
et. bulakta II den; caş bulaktat- : bol bol gözyaşı dökmek.
bulaluu
lifli; uzun bulaluu pakta: uzun lifli pamuk.
bulamık
bulamaç.
bulan
1. bir nevi ceylan; 2. kula; 3. parlak.
bulañ
bulañ et yahut bulañ kak: ansızın gözükmek (göze hoş gelen herhangi bir nesne hakkında) ; tülkü bulañ etip (yahut bulañ kagıp) köründü: ansızın tilki gözüktü (güzel bir şekilde ansızın göz önünde peyda oluverdi) ; eleñ- bulañ bk. eleñ.
bulas
eles- bulas körünöt: hayalmeyal görünüyor (uzakta bulunan bir nesne hakkında).
bulasta-
parlamak, yıldıramak; parlak ve mükellef görünüşte bulunmak; " dişitavus " şeklinde olmak; bulastap bas- : tavusvari yürümek (nefis ve parlak elbiseler giyerek) ; bulastagan köynök: iyi kumaştan dikilmiş olan bol ve uzun giyim.
bulastat-
et. bulasta- dan; bulumdan kılgan çong içik bulastata camındı folk. kıymetli kumaştan mükemmel bir kürkle örtündü; bulastatıp köynök kiydi: o kadın (iyi kumaştan) bol elbise giydi.
bulat
et. bula- III ten.
bulay-
1. rengi ak olmak, ağarmak, ak gözükmek; 2. gözükmek; içeriden başını dışarı uzatmak.
bulayt
I, ihtiyatsızca; kirlice. II, et. bulay- dan.
bulca
balca sözünün tekidir.
bulcur
balcır sözünün tekidir.
bulcut-
(yalnız menfi şekilde) : bulcutpay: değiştirmeksizin, önceki şekilde bırakarak.
bulçuguy
kabarık, şişkin (diyelim, gergin adaleler hakkında).
bulçuñ
1. iki başlı adale; 2. adale.
bulçuñda-
bütün ağzı doldurarak, çiğnemek; dişsiz ağızla pepeleyerek çiğnemek.
bulçuñduu
adaleli, adalesi gelişmiş.
bulçuy-
tümseklerle kabarmış görünmek (diyelim, gergin adaleler hakkında) ; şişkin görünmek (diyelim, ağız hava ile dolduğunda yanaklar hakkında).
bulçuyt-
et. bulçuy- dan.
bulçuyuu
işs. bulçuy- dan.
buldan-
1. para pul edinmek, paralanmak; 2. mec. kurulmak, övünmek.
buldur-
I, 1. müphem, açık olmıyan, muayyen olmıyan; buldur kabar: kafi derecede doğru (mevsuk) olmıyan haber, rastgele bir haber; buldur körün- : belirsiz görünmek; 2. pelteklik, peltek; buldur- buldur til: çetrefil dil; 3. baldır sözünün tekidir. II, et. bul- III ten; etegimdi itke buldurdum: köpek eteğimi yırttı.
buldura-
açık, muayyen olmamak (ses hakkında) ; buldurap süylö- : (dinliyene anlaşılmıyan) bir dille konuşmak.
buldursun
bahadırın kırbacı, kamçı; asıy ögüz terisinen örüm kılgan buldursun folk. : bütün üç yaşında olan öküzün derisinden örülen kırbaç.
bulduruk
step çili (kuş).
bulga-
1. sallamak (diyelim, çağırırken el sallamak); depretmek; baş bulga : baş sallamak; 2. döndürmek; 3. kirletmek, bulaştırmak, pisletmek; ötügü caman tördü bulgayt, oozu caman eldi bulgayt ats. : çizmesi fena olan tör’ü (bk. tör I) pisletir; ağzı kötü olan (bütün) eli pisletir.
bulgaarı
telâtin (sahtiyan) ; sepilenmiş deri; bulgaarı zootu : deri işleme yeri.
bulgala-
it. bulga-dan.
bulgalakta-
1. kıvrılmış; 2. tekrar tekrar sallamak; kuyruk bulgalakta : kuyruk sallamak.
bulgan
I, ipek. II, bulaşmak; çörçöpten tıkanmak.
bulganç
bayağılık, alçaklık; bulganç işter: pis, bayağı, çirkin işler.
bulgangandık
çörçöpten tıkanmış olmak- lık.
bulgant-
et. bulgan II-den.
bulganuu
pislenme, tıkanma.
bulgarı
= bulgaarı.
bulgaş-
müş. bulga-dan; kolun bulgaştı : ellerini salladı.
bulgoo
işs. bulga-dan.
bulk-
keskin bir hareket yapmak, fırlamak.
bulkak
sepilenmemiş deriden yapılan, yüksek, üst kısmı dar olan kova.
bulku-
keskin bir hareket yapmak, fırlamak; bolor kulun celede bulkuyt, bolor bala beşikte bulkuyt ats. : iyi olacak tay bağlandığı yerde rahat durmaz, adam olacak çocuk beşikten fırlar; bulkup aldı çılbırdı, culkup aldı tizgindi folk. : kemendi kopardı, dizgini yakaladı.
bulkulda-
1. «bulk» sesi çıkararak suya düşmek; 2. ani surette titremek.
bulkuldat-
et. bulkulda-dan; kımızdı bulkuldata çayka-: kımızı (tulumda) «bulbulk» çıkacak surette karıştırmak.
bulkun-
deprenmek, koparcasına sallan- mak, çalkalanmak; kurtulmaya çaba- lamak; bulkunup köldü tolkutat, silkinip eldi korkutat folk. : kurtul- mıya çabalıyor ― göl talazlanıyor, silikiniyor ― eli korkutuyor.
bulkunt-
et. bulkun-dan.
bulkuş-
hep beraber çekmek, silkmek; çekişmek.
bulkuy-
kocaman ve şişman olmak (insan hakkında) ; bastırıp ketti bulkuyup folk. : koskoca nesne gitti; orta caşka kelgen bulguykan kişi : orta yaşlı şişman kimse.
bulkuyt-
et. bulkuy-dan.
buloo
1. buğu, buhar; 2. sahte tabibin tedavi usullerinden biri ( buğu ile emlemek).
buloolon-
buğu çıkarmak; cabuudan kök buu çııgıp, buloolonup cattı : çuldan koyu mavi buğu çıkıyordu.
buloolont-
et. buloolon-dan; aldıbızga buloolontup et koydu : önümüze dumanı üstünde olan eti koydu.
bult
bult ber- : fırlamak; ürkerek, bir yana atılmak, sıvışmak.
bultakta-
yan çizmek, bir bu yana bir o yana atılmak.
bultaktat-
et. bultakta-dan; kuyruğun bultaktatıp : kuyruğunu sallayıp; bultaktatıp, karmatpayt : kendini yakalatmıyor.
bultalakta-
sıvışmak; özünün aybı cönündö eç kanday söz aytpay bultalaktadı : yan çizdi ve kendinin suçuna dair hiçbir şey söylemedi.
bultay-
dışarıya doğru çıkık durmak, şişmek; tili bultaydı : dili dışarı çıktı.
bultayt-
et. bultay-dan; til bultayt-: dilini çıkarmak.
bultuguy
= bultuk
bultuk
dolgun yüzlü, kalın yanaklı.
bultulda-
1. = boltulda-, bulçuñdarı bultuldadı : adaleleri oynadı; 2. hırslanmak, hiddetlenmek.
bultuldat-
et. bultulda-dan.
bultuy
1. surat asmak; 2. kabarmak, şişmek; bultuygan bala: şişkin yanak- lı çocuk; közüm bultuyup şişip ketti : gözüm fena surette şişti.
bultuyt-
et. bultuy-dan; eki uurtun bultuytup tolturup : ağzını öyle dol- durdu ki, iki avurtu kabardı, şişti.
bulun
(Rad., V) = buulum.
buluñ
köşe, bucak.
buluñda-
sinirlenmek, hırslanmak.
bulut
bulut.
buluttan-
bulutlarla kaplanmak bulutlan- mak.
buluttuu
bulutlarla kaplanmış, bulutlu.
bunt
kon. = punkt.
bupet
= bufet.
bur-
döndürmek, çevirmek; yoldan çevirmek; suu bur- : suyu başka yönete çevirmek; attın başın bur-: atın başını çevirmek.
bura-
I, 1. koklamak; 2. kokmak, koku vermek; cıpar añkıp, cez burap folk. : mis kokarak ve kalay kokusu vererek (karş. cıtta). II, vidalamak, vida ile mıhlamak, bükerek sıkıştırmak; saat bura-: kurmak: içim burap oorup turat : miydem buruyor ve ağrıyor.
buradar
f. 1. dost; 2. mahbube; mahbup.
burak
I, (Rad.) koyun ağılı. II, a. 1. mit. efsanevî binek hayvanı. (Bu hayvana binerek Peygamber Muhammed göğe çıkmıştır) : 2.yürük at.
buraktat-
caş buraktat : iri gözyaşları dökmek.
bural-
1. burmalı olmak; yılankavı olmak; vida ile mıhlanmış olmak, bükerek pekitilmiş olmak; 2. gevşemek; buralgan aç : gayet aç.
buralış-
müş. bural-dan
buralt-
et. bural-dan; boporoz tütünün buraltıp : (ağzından) cigara dumanını savurarak.
buraluu
işs. bural-dan.
burama
burmalı; vida; burgu, şişeaçar (tire-bouchon).
buramaluu
vidalı, burmalı.
burana
1. direk; 2. kule
burañ
kıvrılma; kırıtma; cılanday burañ taştayt : yılan gibi kıvrılıyor; cılanday burañ bel : ince ve bükülgen bel; burañ bel kelişimdüü kız : ince belli, endamlı kız.
burañda-
1. kıvranmak; yılankavı olmak; 2. yapmacık, düzme hareketlerde bulunmak.
burañdoo
işs. burañda-dan.
burasant
kon. = protsent.
buraş-
müş. bura-II den.
burat-
1. büktürmek, burdurmak; buram buram (toz, duman) çıkarmak.
buratala
= biratala
burcuaziya
= burjuaziya
burcuaziyaçıl
= burjuaziyalık
burcuguy
1. bodur; 2. tümseklerle kaplan- mış (diyelim, gergin adaleler hakkında) .
burcuy
I = burjuy.
burcuy-
II, 1. bodur şekilde olmak; 2. kabarık, şişkin olmak.
burç
köşe, zaviye (açı); kızıl burç odada başköşe; keñ burç mat. : geniş açı (zaviyei münferice); tar burç mat. : dar açı (zaviyei hadde); tik burç mat.: dik açı (zaviyei kaime) ; çekteş burç mat. : komşu açı (zaviyei mütecavire); köp caktuu burç mat. : çok yüzlü açı (çok vecihli zaviye); sızık burç mat. : çizgi açı; içki burç mat. : iç açı; tışkı burç mat. : dış açı; kaptal burç mat. : yan açı; kabarıñkı burç mat. : çıkıntılı açı; kayçı burç mat. : kesişen açılar (mütekatı zaviyeler); köp burç mat. : çokgen (mudalla); beş burç mat. : beşgen (muhammes).
burçtan-
keskin bir çıkıntının açı şeklinde öne doğru uzanması.
burçtuk
1, köşeli köşeleri olan; 2. sathında köşeleri çok olan.
burda-
şiddetle çekmek; fırlamak; şiddetle bir yana çekmek; kulagımdı burdap alıp tartıp-tartıp ciberdi : kulağımı yolarcasına kaç defa çekti; tamaktı burdap ceyt : hırsla ve büyük büyük lokmalar alarak yiyor; it burdap ketti : köpek kaptı, şiddetle çekti (ısırdı ve sıçrayıp kaçtı) .
burduk-
yiyeceğe hırsla atılmak; hırstan tıkanmak.
burganak
kar kasırgası.
burganakta-
kasırga yapmak; burganaktap kar caadı : kar yağdı ve kasırga yaptı.
burgu-
buram buram yükselmek (duman hakkında) .
burgut-
buran buram toz kopararak koşturmak, (atı) dörtnala koşturmak.
burguyla-
dörtnala koşmak .
burjuaziya
r. burjuvazi (zadelerle halk arasında orta şehirli muteberan sınıfı).
burjuaziyalık
burjuva’ya mensup, mütealik ait; burjuaziyalık ulutçul : burjuva taraftarı milliyetçi.
burjuy
r. burjuva.
burk
burk-şark : kızarak, hiddetle ; burk- şark etip uruşa ketti : söverek üzerine atıldı; burk etken mıltık tütünü gana körünüp kalat : yalnız arasıra birden tüfek dumanı gözüküyor.
burkak
tipi, kar kasırgası.
burkakta-
tipi yapmak.
burkan
I, burkan-şarkan : gürleme; çatırdı; burkan-şarkan tüşüp ıyla : (sövüp sayarak ve bağırıp çağırarak) acı acı ağlamak, gözyaşları dökmek. II, (destanda) pul, sanem.
burkanda-
(mâna itibariyle) = burkan- dan-; taş burkanda : kızışmak, kızgın bir mahiyet almak; bozo taş burkandap kürüldöyt : boza gürleyip kabarıyor; coro taş burkandap çıkkan sayın… : işret kızıştıkça.
burkandan-
taşkınlık etmek, gaddarlık etmek.
burkulda-
1. gürlemek, çalkalanmak; oozundan burkuldap köbük agat : ağzından fışkırarak köpük akıyor; 2. tehevvüre kapılmak, aşırı derece kızmak : kirgen buuraday burkuldayt : kızgın deve gibi gazebe geldi.
burkuldat-
et. burkuda-dan.
burkura-
1. buram buram çıkmak, yükselmek (duman, toz hakkında) ; 2. mec. acı acı ağlamak, yüksek sesle gözyaşları dökmek.
burkurak
burkurak cıttuu : kuvvetli koku dağıtan, pek fazla kokan; güzel kokulu.
burkuat-
et. burkura-dan; makorkeni burkuratıp sorup alıştı : (mahorka denilen kaba tütünü) buram buram duman çıkararak çekiyorlardı.
burma
burmalı, burma; burma köz : işveli nazarlar atan kadın, göz atan kadın; burma moyun (bir kuş adıdır) : burma boyun.
burmala-
1. burma şeklinde hareket ettirmek; döndürmek ; 2. bir şeyin tabiat ve mahiyetini bozmak.
burmalan-
mut. burmala-dan.
burmaloo
1. bükmek, burmak; 2. tahrif etmek 3. sis. inhiraf (sapkınlık).
burmalooçu
1. bükücü, burucu; 2. sis. inhirafçı (sapkın).
buroo
bükme, burma, vidalama.
bursat
a. zaman, fırsat; bursatka kelbey üzüldü : vakitsiz öldü.
bursuguy
küçücük ve şişmanca (çocuk hakkında) ; gürbüz çocuk.
busuy-
küçücük ve şimanca olmak, görünüşile şişkoyu andırmak.
burta
sığır midesi (kırkbayır) yanlarının kalın yerleri.
burtuguy
yüzünü buruşturan, suratını ekşiten, surat asan.
burtulda-
gürültü ile fışkırmak (gazler, mayiler hakkında); gürlemek; tütün burtuldayt : duman buram buram çıkıyor.
burtuldat-
et. burtulda-dan.
burtuñda-
surat asmak.
burtuy-
surat asmak, yüzünü ekşitmek.
buruguy
bükülmüş, burulmuş, burmalı.
buruksu-
güzel koku neşretmek, güzel kokmak.
buruksut-
et. buruksu-dan.
burul-
dönmek.
burulda-
şakırdayan, gürleyen ses çıkarmak; çatırtı ile fırlamak; buruldap kara koyuu kök tütündör buralıp kalıp barat : kara, koyu mavi duman buram buram çıkıyor, yükseliyor; mıltıktın tütünü buruldap sozuldu : tüfeğin dumanı fırlayıp uzadı.
buruldat-
et. burulda-dan; boporostun tütünün buruldatat : cigaranın dumanını buram buram çıkarıyor.
burulma
yan sokak.
burult-
döndürmek, çevirmek; attın başın burult! : atın başını çevir!
buruluş
1. dönüş; (yol, sokak veya ırmağın döndüğü yer); 2. mec. buhran, dönüm noktası.
buruş
I, çevirme, dönüş; coldon buruş : yoldan sapa yerde, yol üzerinde olmıyan; buruş cür- : dolambaç yoldan gitmek, yürümek; mec. yalan dolanla yaşamak. II, muvakkat damga, im ( başlıca, koyunlar üzerinde) buruş ur- : muvakkat damga vurmak.
buruştuk
yalan.
burut
Kırgız (Kırgızları bu isimle Kalmuklar adlamaktadırlar. Kır- gızlar yalnız Kalmuklar ağzından naklen kendilerini tesmiye ederler).
buruu
çevrilmiş, düz olmıyan; tili buruu al : yabancı dil (harfiyen: eğri dil); Kırgızda sizdey cok eken, çıkpasa tili buruudan folk. : yabancı dillerle konuşanlar arasında bulunmazsa, Kırgızlar arasında senin gibi dilber yoktur; öñü buruu : görünüşü, şekli ile temayüz eden (başkalarına benzemeyen).
buruuçu
çevirici, döndürücü.
buruy-
bükülmek, burulmak, burmalı olmak.
buruyt-
et. buruy-dan.
busulman
a-f. müslüman adam.
busurman
= busulman.
buş-
şaş sözünün tekidir.
buşman
f. tasa, acı : (pişman, M.)
but
I, r. pud (Rus ağırlık ölçüsü) . II, 1. bacak, but (insan hakkında); butunun başı menen : ayağının uçlariyle; butu kolu cerge tiybey cüröt mec. : sevinçten kendisinden geçmiş; 2. art ayak. III. sans. put; mukaddes tasvir.
buta
I. 1. çalı, çalılık; kara buta : bir çalının adıdır; 2. kurşun menzili; buta atım : bir ok atımı yer (koşularda mesafe) ; 3. nişan, hedef; buta koyup attık : nişan dikerek attık; butaga tiygendey süylöyt : isabetli söylüyor. II, (Rad., V) bir kumaş adıdır.
buta-
III, dalları kesmek, budamak; (ağacı) dallardan ayıklamak; ka- nap- butap : amansızca döverek.
butak
dal, budak; mazardın butagı bele! : sanki bir kutsî şeydir! (harfiyen : bir mezar dalı değil ya.) 2. dallanma.
butaktuu
budaklı.
butal-
dallardan ayıklanmak, budanmak (ağaç hakkında).
butat
et. buta-III ten.
butkul
oyuk; burmalı oyuk.
butta-
«pud» la tartmak, pudlamak; tartmak.
buttaş-
1. karma karışık olmak; 2. ucu kaybolmak; buttaşıp cogoldu: kayboldu gitti (elden ele geçerken)
buttaştır-
et. buttaş-tan; kamçımdı buttaştırıp cogottu : (elden ele geçirmek suretiyle) kamçımı kaybetti.
buttuk
at buttuğu : eğerin bir parçasının adıdır; eki cagında teminöörü cana at buttugu bolot: (eğerin) her iki yanında tepengüler ve at buttuğu bulunuyor.
butur
batır I sözünün tekidir.
buu-
I, 1. buğu, buhar; 2. (herhangi bir şeyi kaplamak için) maden mahlûlü; bul altın emes, altındın buusu : bu altın değil, yaldızdır; altındın buusuna karmagan : altın mahlûlü ile yaldızlanmış. II, boğmak; bağlamak, sağlam bağlayıp pekitmek; kaptın oozun buu- : çuvalın ağzını bağlamak.
buudak
(meselâ, duman) sütunu; buudak at- : buram buram yükselmek.
buudan
1. yürük (dayanıklı ve süratle koşan atın vasfıdır); altı ay minse, arıbagan buudan : altı ay fasılasız binilse dahi yorulmıyan yürük at; Aç buudan : bahadır Coloy’un atının lâğabıdır; 2. bahadır, yiğit.
buudandık
1. süratli yürüyüş, yorulmaz- lık; 2. yiğitlik.
buuday
I, buğday; buudaydın barar ceri―tegirmen ats. : tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkânıdır ( harfiyen : buğdayın varacağı yer değirmendir); kara buuday : çavdar; kodura buuday : yabanî buğday; uu buuday : karamuk; buudaybaş = buudayık I; ak buuday çayna- (destanda) : and içme şekillerinden biridir (harfiyen: ak buğday çiğnemek) ; tişi buuday : sarıdişli; mec. : ihtiyar (insan hakkında) ; buuday cüzdüü yahut buuday öñdüü : beyaz yüzlü; buuday kuur- 1) buğday kavurmak; 2) mec. durmadan çene çalmak, heyecanla söylemek, konuşmak. II, pılı pırtı, eski püskü nesneler (terzilerde).
buudayık
I, yere sürünen Triticum repens otu; karamuk. II, efsanevî bir yırtıcı kuş.
buudayla-
(giyim sırılırken) astar içine eski püskü nesneler sokmak.
buudur-
et. buu-II den.
buul-
Boğulmak, sıkıştırılmış, sıkı bağlanmış olmak; buulgan ün : kısık ses.
buula-
buğulamak, tebhir etmek.
buulan-
buğulanmak, tebhir edilmek.
buulat-
et. buula-dan.
buulgansı-
boğulur gibi olmak, bo- ğulayazmak.
buuluk-
1. keskin ve anî hareketler yapmak ( diyelim, fazla kızmış olan at hakkında) ; 2. kuvvet hamlesi hissetmek.
buuluktur-
1. et. buuluk-tan; 2. baştan çıkarmak, iğva eylemek.
buulum
1. kıymetli bir kumaşın adıdır; için suusar içtetip, tışın buulum tıştatıp folk. : (kürkün) içini zardava (Mustela) kürkile astarlayıp, yüzünü ise, buulum kumaşiyle kaplayıp, 2. bir kürk adıdır.
buuluu
buğulu, buharlı.
buum
bağ (demet), bağ (sargı); 2. 6-7 puda muadil olan hububat ölçüsü (muayyen ölçüdeki çuvallara hububat o tarzda doldurulur ki, çuvalların ağızlarını bağlamak çok kolay olur) ; bir buum buuday (6-7 pud ağırlığında) : bir çuval buğday.
buuma
1. bağlanmış! 2. hububat ölçüsü = (bk.) ; çımçıp buuma : ağzına kadar öyle doldurulmuş olan çuvaldır ki, bağlanması güç olur; şalkı buuma: öyle doldurulmuş olan çuvallardır ki onun kenerlarını kolayca bağlamak mümkün olur.
buun-
(kendi üzerine) sıkı bağlamak; başına buunup aldı: başına sardı; belin bekem buunup folk. : beline muhkemce kuşak sararak.
buura-
deve aygırı: buğra, pugur, bugur, buhur; kirgen buura : kızgın buhur; buura çögör bk. çögör; buuraga çöktür- bk. çöktür-.
buurcun
genç erkek devedir ki dişiye aşma çağına ermiş olur.
buurçak
1. nohut; 2. uçlarında küçücük ilmikler olan kısacık iplerdir ki, bunlar kuzulrı bağlamıya yararlar.
buursun
1. saban; 2. pulluğun yahut sabanın sapı.
buuruk-
1. kin beslemek; 2. can sıkılmak, kederlenmek.
buurul
karışık kır (at donu) ; buurul tün bk. tün.
buurulcun
= buurcun.
buurusun
= buursun.
buxgalter
r. muhasebeci.
buxgalteriya
r. muhasebecilik.
buy
I, iğelik meşguliyetleri; maişet işleri; caman atıñ buyga min, tünöp kalgan uyga min folk. : kötü atına binerek, dirlik işlerinin peşinden koş, (bilmem nerede) geceleyip kalan ineğini aramaya git; buy bolup kettim: bana artık bezginlik geldi; ay aalamdı buy kılgan folk. : bütün cihanın rahatını kaçırdı. II = buykta; buyga kir- : kuytu bir yerde saklanmak.
buyda
= dalda I; buydaga kirgenken kiyin: kuytu, örtülü yere girdikten sonra.
buydal-
1. bir parça eğlenmek, duraklamak; 2. afallamak; buydalıp süylöy albay kaldım : afalladım ve söyliyemedim.
buydoo
engel, alıkoma; işke buydoo kıldı: işe mani oldu, işi durdurdu.
buygat
dağ yamacındaki küçük dere (dağın tepesine yakın yerde) ; cıbıt (bk.)’ ın yukarıki dalları.
buyla
1. öküzün yahut devenin burun kıkırdağına geçirilen küçük çubuk; 2. iğin ucundaki çubuk.
buylala-
burun kıkırdağına buyla geçirmek (bk. buyla 1).
buylalan
mut. buylala-dan.
buylalat-
et. buylala-dan.
buylaluu
burnunda buyla (bk.) bulunan.
buynat
a. /9/ esas; hilkat, yaratık; buynat bolgon kuyundan folk. : o, kasırga- dan yaratılmıştır.
buyro
= byuro.
buyru
iyri-buyru : eğri büyrü, yılankavı.
buyruk
1. buyrultu, emir, ferman; 2. gram. fiilin göğdesi; emir şekli; kat buyruk etiş : ikinci derecedeki icbar fiili; ters buyruk etiş : fiilin menfi esası.
buyruktuu
önceden taayyün etmiş.
buyruu
emretme.
buyta-
savuşmak, sıvışmak, gizlice uzak- laşmak; birdenbire ve keskin bir surette dönmek; coldon buyta- : hızlıca ve birdenbire yoldan bir kenara sapmak, gizlice yoldan bir yana gitmek.
buytaş
sıvışkan; çevik.
buytat-
et. buyta-dan; buytatıp kettim : dönüverdim (diyelim, at üstünde iken, onu âni surette ve hızlıca dönmeye icbar eyledim); buytat- pastan alkımdan al- : şiddetle gırtlağa sarılmak.
buytka
1. kuytu mahal; örtü, sedir; 2. mec. samimiyetsizlik; iğfal; buytkası turat cüzündö folk. : yüzünde aldat- ma alâmeti görünüyor.
buytoot
buytoot cer : yoldan bir kenarda bulunan kuytu bir mahal.
buyuk-
donmak, tamamile soğumak, soğuktan, kar tipisinden helâk olmak; boroondo buyugup cogoldu : tipi esnasında (soğuktan) şuurunu kaybetti ve mahvoldu; buyukkanga cıldız ― ot ats. : suya düşen yılana sarılır (harfiyen : üşüyene yıldız ― ateştir).
buyuktur-
et. buyuk-tan.
buyum
şey, nesne; buyum-tayım : her türlü eşya.
buyumdat-
buyumdata dalil : cürmün işlendiğini gösteren maddî ve katî delil.
buyumsut-
dikkate değer saymak, önem vermek.
buyur-
1. emretmek; ısmarlamak; 2. önceden tayin etmek, önceden tahsis etmek; buyursa da, buyurbasa da: herhalde; her hali takdirde; uyalbagan buyurbagandan içet ats. : vicdansız kendisine tahsis edilmiyeni de yer; at saga buyursun : at senin olsun; tamekiñ barbı? ― buyurbasın! : tütünün var mı? ― zerre kadar!
buyurkan-
hırslanmak, hiddetlenmek; bet tügün çıgarıp buyurkanat : hırtan ürperdi.
buyurt-
et. buyur-dan.
buyurul-
mut. buyur-dan.
buz-
tahrip etmek, ihlâl etmek, bozmak; et buz- : et bölmek (kesilmiş ve derisi yüzülmüş hayvanı parçalamak) ; kar buz- : kar üzerinden yol açmak.
buzakı
= buzuku.
buzakılık
= buzukuluk.
buzdur-
et. buz-dan.
buzgandık
mıyzam buzgandık : hukuku ihlâl etmek; kanunsuzluk.
buzuk
yıkık, bozulmuş; hovarda; bozuk adam (ahlâksız) ; kuyu buzuk : aşırı ahlâksız; niyeti bozuk; fena fikirli, düşünceli; buzuk oroy : bayağı, müptezel; buzuk sal- 1) akın yapmak; 2) tahribat yapmak.
buzukçuluk
= buzukuluk.
buzuktaş-
gürültü patırtı çıkarmak, kavga etmek.
buzuktuk
hovardalık; ahlâksızlık, bozuk- luk.
buzuku
talaşman, baştan çıkarıcı.
buzukuluk
talaşmanlık.
buzul-
yıkılmak; ihlâl edilmek, bozulmak; içim buzuldu : miydem bozuldu; el buzulgan cılı kon. : halkın ayaklandığı senede (1916 yılında).
buzult-
et. buzul-dan.
buzuu
tahrip, ihlâl, ifsat (bozma).
buzuuçu
tahrip edici, ihlâl edici; çek aranı buzuuçu : hududu (sınırı) ihlâl edici.
buzuuçuluk
ihlâl, tahrif, bozma.
bü
bk. bı.
bübü
f. sahte kadın tabip; kadın şaman; kadın bahşı.
bücet
= byudjet :
bücüñdö-
1. hareketlerinde kıvrılmışa, kanburlaşmışa benzemek (kocakarı ve ihtiyar hakkında) ; 2. mec. yaranarak bükülmek, eğilmek.
bücürö-
1. kanburlaşmak, bükülmek; kartaygan kişi bücüröp kalat : ihtiyar adamlar kanburlaşıyorlar; 2. mec. yaltaklanmak, yaranamak.
bücüröñdö-
tereddütle, korkarak basmak (diyelim, yalınayak adam biçilmiş ot yahut kaşlar üzerine) ; taşırkagan at taştuu cerde bücüröñdöp basat : ayağı incinmiş olan at taşlık yerde tereddütle basıyor.
bücüröş-
müş. bücürö-den.
bücüy-
1. kıvrılmış, büzülmüş şekilde bulunmak (diyelim, saklanmış tavşan hakkında) ; yaranarak dört büklüm olmak; 2. sinmek (gizlenmek).
büçü
paltoda veya gömlekte düğme yerini tutan bağ; büçüdöyün kaltırba : zerre kadar bırakma!
büçülö-
düğme yerini tutan bağ ile iliklemek (diyelim, gömleğin yakasını).
büçülük
1. büçü; 2. kadınların göğüsleirnde taşıdıkları bir ziynetin adıdır.
büçür
tomurcuk (bot.) (karş. küçük 2). karagaydın büçürü : sınavberin iğne- leri.
büdö
a. can büdögö tüş- : telâş etmek.
büdömöktö-
büdömöktöp ayta albadı : afalladı ve söyliyemedi.
büdür
sivilce; carmanın büdürü : çorbada toplar (yuvarlaklar); kolunda maldan büdürü cok : elinde zerre kadar hayvan yoktur.
büdüröy-
pürüzlenmek (ufak pürüzler hakkında.)
büdüröyt-
et. büdüröy-den.
bügörökçö
öyle olmaktansa, en iyisi…; bügörökçö, barbay ele koyom : öyleyse, en iyisi ben gitmeyim.
bügül-
bükülmek, eğilmek.
bügült-
et. bügül-den.
bügün
bugün.
bügündük
bugünlük, bugünkü gün iyi yetişecek miktar; bügündük ele tamak : yalnız bugün için kâfi gelecek yiyecek.
bügünkü
bugünkü.
bügüş
büklüm (dikişte).
bük
I, büküm yeri, kıvrım. II, bük tüş 1) yüz sürmek; 2) sıkıntı, keder içinde bulunmak.
bük-
III, bükmek, kıvırmak; tize bük- : diz eğmek, ayakları bükmek.
bükçügüy
bükülmüş, kanburlaşmış.
bükçüñdö-
hareketlerinde kanburlaşmışa benzemek, kanburlaşmak.
bükçüy-
kanburlaşmış şekilde bulunmak.
bükçüyt-
et. bükçüy-den.
bükön
bükön barası çıgıp kıyradı : parça parça, bin parça oldu.
büktö-
sarıp bağlamak, bükmek.
büktöl-
mut. büktö-den.
büktölüü
tomar yapılmış (diyelim, bir kağıt tomarı) ; şaymandın baarı büktölüü folk. : teçhizatın, levazımın hepsi sarılmıştır (azimet için anıklanmıştır).
büktömö
1. bükülmüş, bükme; bükmek yolile toplanmış; 2. iki katlı (kumaş hakkında).
büktöö
sarma, bükme.
büktöş-
müş. büktö-den.
büktöt-
et. büktö-den.
bükülü
bütünü, tam olarak; bükülü et : bir parça et; bükülü cep iydi : hepsini, (gereği gibi çiğnemeden) tamamını yuttu.
bükür
kanbur.
bükürököy
= büküş.
büküröñdö-
hareketlerinde kanburlaşmı- şa benzemek , kanburu andırmak, kanburlaşmak.
büküröñdöö
işs. büküröñde-den.
büküröy-
kanburlaşmış şekilde olmak, kanburlaşmak.
büküröyt-
et. büküröy-den.
büküş
bir parça kanburlaşmış, azcık arkası çıkık olan.
bül-
kavgalı, nizalı olmak.
bülbül
sönük, çok az yıldırayan; bülbül tart- : sönmek (solmak) ; köz bülbül tarttı : gözlerin feri kaçtı.
bülbüldö-
azcık yıldıramak (ışık hakkın- da), pek az gözükmek; bülbüldögön karaandar körünö baştadı : göze zor ilişen karaltılar görünmeye başladı.
bülbüldöt-
et. bülbüldö-den.
büldö
kıymetli bir kumaş adıdır.
büldür-
bozmak, berbat etmek; bütkön işti büldürdüñ : bütün işi berbat ettin.
büldürgö
kırbaçta, kamçıda bileğe geçirmek için olan ilmik.
büldürgüç
1. yıkıcı, zarar verici; 2. talaşman, yıkıcı faaliyette bulunan.
büldürgüçtük
yıkıcı faaliyet.
büldürkön
çilek, ufak çilek.
büldürt-
et. büldür-den.
büldürüü
işs. büldür-den.
büldürüüçü
= büldürgüç.
büldürüüçülük
= büldürgüçtük.
bülgün
(mâna itibariyle) = büldürgüçtük.
bülgündük
1. yıkma, tahribat, haraplık; 2. kargaşalık, fitne; bülgündükkö tüşür ― 1) tahribetmek; 2) kargaşalık salmak, çıkarmak.
bülk
bülk et- 1) silmek, çırpmak (yumuşak bir nesneyi); 2) yavaşça dürtmek ve fısıldamak.
bülküldö-
silkinmek, çırpınmak (yumuşak bir nesne hakkında); tamır bülküldöp sogot : nabız ölçülü dabelerle atıyor; balanın emgegi bülküldöyt : çocuğun baştepeciği soluyor; kötönü bülküydöty mec. : cesaretini kaybetti, korktu.
bülküldök
1. karnın ahşa kısmının iç tarafını kuşatan zar, 2. gurgur etme gurlama, guruldama (midede).
bülküldöş-
müş. bülküldö-den; eköö bülküldöşüp süylöşöt : ikisi yavaşça konuşuyorlar, sohbet ediyorlar.
bülküldöt-
et. bülküldö-den; eerin bülküldöt- : dudakları birbirine dokundurarak ses çıkarmak; bülküldötö cürgülö! : atı hızlı koşturarak gidin!
bülküldötüş-
müş. bülküldöt-ten.
bülleten
= byulleten.
bülö
aile uzvu; aile; üy bülö : aile ferdi, uzvu; bülö kıl- : evlâtlığa almak; eçe üy bülösü bar? : onun aile efradı kaç?; bölü sook keçesi: aile gecesi (müsameresi).
bülöö
(karş. kayrakI) bileği taşı; (bıçak, ustura ve s. bilemek için) ince bileği taşı.
bülösüz
ailesiz.
bültügüy
küçücük pürüz (diyelim, küçücük çıban) .
bültüy-
bir parça pürüzlü, azcık şişkin olmak; hafifçe şişmek, kabarmak; uktap, közü bültüyüp kaldı: uykudan gözleri şişti; carası bültüyüp turat: yarası hafifçe şişmiş.
bültüyt-
et. bültüy- den.
bülük
kargaşalık, niza; iç savaş; bülük tüş- : kargaşalık, karışıklık husule gelmek; tabışın uga koyup, töşekten ırgıp turup, bülük tüşüp kalar ele: onun sesini duyarak, yataktan sıçradı ve şaşkınlıkla kıvrandı.
bülün
I, talaan- bülün bk. talaan.
bülün-
II, 1. kargaşalık husule gelmek; 2. perişan olmak, iflas etmek.
bülünçülük
kargaşalık, karışıklık; isyan; nizalar.
bülündür-
et. bülün- II den ; işti bülündürdü: işi batırdı.
bülünüü
kargaşalık, karışıklık; niza, kavga.
bünküt
: = punkt.
büp
bü hecesiyle başlıyan sözlere takviye için katılır;büp-bütün. : büsbütün, tam.
bür
I, tomurcuk (bot. ) ; taze yapraklar; bür bayla- : tomurcuk çıkarmak, bağlamak; yeşil yapraklarla kaplamak.
bür-
II, dikmek; büklümler yaparak dikmek, kıvırmak;köynöktü cuup,bürüp aluu kerek: gömleği yıkamalı, kıvırarak dikmeli.
bürçök
köşe; köşecik; kızıl bürçök: başköşe.
bürdö-
tomurcuk bağlamak ; yapraklar açmak ; gereği gibi yeşillenmek (bitkiler hakkında) .
bürdön-
mut. bürdön- den.
bürdönüş-
müş. bürdön- den.
bürdöt-
et. bürdö- den; bak bürdöt- : bahçeyi çiçek açma çağına erdirmek.
bürdüü
tomurcuklarla , taze yapraklarla kaplanmış olan.
bürgöbör
r. kon. prigovar, karar(cemiyetin birisi hakkında çıkardığı hüküm) .
bürgön
kara börgön: tuzlu yerlerde biten çöğen otu, salsola.
bürgönöktö-
hızlı koşmak, alabildiğine koşmak.
bürgönöktöt-
hızlı koşturmak, dört nala koşturmak.
bürk-
bir mayii ağza alarak serpmek; boyuna tükürmek.
bürkö-
örtmek, kapatmak; kabagın bürködü: kaşlarını çattı, surat astı.
bürkök
1. örtük, 2. kapalı, kapalılık (hava hakkında) ; kün bürkök: hava kapalı; bürkök tart- : kapanmak(hava hakkında) .
bürköl-
mut. bürkö- den; kün bürkölüp turat. hava kapanıyor; kabagı bürköldü: kaşlarını çattı,
bürkön-
bürünmek,örtünmek; kabagı bürköö: surat astı, kaşlarını çattı: keyfi yerinde degil; kün bürköö: hava kapanıyor.
bürköö
kapama, örtme; kabagı bürköö: surat astı, kaşlarını çattı: keyfi yerinde değil; kün bürköö: hava kapanıyor.
bürktür-
et. bürk- ten.
bürküm
ağza alıp serpilenilecek kadar su; bir birküm suuça daarıgan cok: hiçbir tesir yapmadı.
bürküt
karakuş; ala bürküt: karakuş nevilerinden biri; suu bürküt: deniz kartalı( haliaetus) ; bala bürküt: bir yaşına kadra olan karakuş yavrusu; bürküt karısa, çıçkançıl bolot ats: karakuş kocarsa fare avlar; şodokondun bürkütündöy bolbo: fazla haris olma!
bürküü
fışkırma.
bürmö
kırma( giyimde) .
bürmölö-
kırmak (dikişte) .
bürmölöt-
et. bürmölö- den.
büro
= byuro.
bürokrat
= bayurakrat.
büröö
= biröö .
bürsügünü
öbürgün, yarından sonra.
bürt
bürt ket- yahut bürt öl- : ansızın ölmek (karş. mürt) .
bürtük
küçük top(yuvarlak) ; bir bürtük buuday: bir tane buğday; bir neçe bürtük caş: birkaç damla gözyaşı.
bürük
1. hitan ameliyatı yapılmamış olan zeker(penis) ; 2. henüz hitan ameliyatı görmemiş çocuk.
bürül
yahut ürül bürül : sabah veya akşamın alaca karanlığı; akşam karanlığı; bürüldö cakşı taanıy albadım: alaca karanlıkta iyice tanıyamadım; atçan kişi ürül-bürüldün içine kirip cogoldu: atlı adam karanlıkta kayboldu.
bürüş-
büzülmek, buruşmak.
bürüştö-
buruşmak, kanburlaşmak
bürüştür-
et. bürüş- ten.
bürüşüñkü
hafifçe buruşmuş; bürüşüñkü tart- : hafifçe buruşmak, büzülmek.
bürüşüü
işs. bürüş- ten.
büşürkö-
müphem bir surette göz önüne getirmek, karışık bir tarzda hatırlamak; seni büşürköp, taanıy albay turam: seni hatırlar gibi oluyorum, ancak tanıyamıyorum; biraz büşürköp, taanıy kettim: bir parça düşündüm ve onu tanıdım.
büt
I, bütün, tamamen , tam olarak,tamamile! akçañdı büt berdim: paranın hepsini verdim; büt boydon: tamamen, tam olarak, büsbütün; büt cana toluk boydon: tamamen ve kamilen.
büt-
II, 1. bitirmek; bitirmek üzere bulunmak; işiñdi erterek büt! : işini erkence bitir!; 2. bitmek; bitmek üzere bulunmak; işim büttü: işim bitti: okuu kaçan bütöt?: dersler ne zaman bitecek?; özü bütöt: kendiliğinden uçmak(sıvışmak): 3. bütkön beçi: hep, büsbütün; can bütköndün baarı: bütün diri varlıklar, bütün canlılar; 4. bitmek(nabit olmak) , neşvünema bulmak ; atka cal büttü: atın yelesi çıktı, büyüdü; 5. gebe kalmak; 6. belirmek; cer bütköndön: alemin yaratılışından beri; 7. onulmak; carası bütö elek: henüz yarası onulmadı.
bütkön
= bütkül (örnek bk. büt II, 3).
bütkör-
bitirmek, bitirmek üzere bulunmak, ikmal etmek, tamamlanmak.
bütkörül-
bitirilmek, tamamlanmak.
bütkörülüü
işs. bütkörül-den.
bütkörüü
bitirme, tamamlama.
bütkül
hep, bütün, tamamile.
bütkür
= bütö.
bütküs
= bütürgüsüz.
bütö-
düzeltmek, tamir etmek.
bütöl-
bütünlenmek; düzülmek; üstü bütölüp, karındarı toydu: onlar giyindi ve karınları doydu (artık giyim ve yiyecek ihtiyacı hissetmez oldular) ; etegi bütölüp, ceñi uzadı: iyi yaşıyorlar, kötü elbise ile gezmiyorlar (harfiyen: etekleri bütünlenerek, yenleri uzadı )
bütölümüş
şöyle böyle inşa edilmiş. tamamile, büsbütün.
bütöö
I, işs. bütö-den. II, her yandan kapalı.
bütügüy
dar gözlü, gözleri küçük yarık gibi olan.
bütük
fasılasız, bütün; deliksiz; bütük köz = bütügüy.
bütülü
bütün, tamamile; bütülü iş: artık(müsait bir surette) tamamlanmıya hazır olan iş.
bütüm
uzlaşma, barışma; hüküm (mahkeme kararı) ; bütüm al- : es. hava parası almak ; barışma mukabilinde mükafat almak.
bütün
tam bütün, tamamiyle; bütün dünüyö proletarları, birikkile! : bütün ülkelerin (harfiyen : bütün dünyanın) emekçileri birleşiniz!(bk: barlık) .
bütündö-
bütünlemek; bütündöp camap ber : bütünleyip, yamayıp ver.
bütündöt-
et. bütündö- den.
bütündöy
büsbütün, tamamiyle.
bütüñdö-
dar gözlü olmak.
bütür-
bitirmek, bitirmek üzere bulunmak.
bütürgüs
= bütürgüsüz.
bütürgüsüz
bitirilemiyen, bitirilmez.
bütürt-
et. bütür- den.
bütürül-
bitirilmek.
bütürüü
1. bitirme; 2. imha etme, yok etme.
bütüş-
müş. büt- II den.
bütüştür-
barıştırmak, uzlaştırmak.
bütüü
son, bitme.
bütüy-
daracık olmak, küçük yarık şeklinde olmak; bütüygön köz: daracık gözler.
büylö
yahut tiştin büylösü: diş etleri.
büyrö
Idayanıklı, muhkem (zarf olarak) ; sıkı (zarf olarak); tıknaz çevik; ookatka büyrö cigit : çevik, anlayışlı, kavrayışlı,tedarikli delikanlı. II = byuro.
büyür-
ufak büklümler yapmak (diyelim, giyimde) ; toplamak(eteği avucuna) ; buruşturmak(burnu) .
büyürmö-
ufak bükümler şeklinde toplanmak (diyelim, bir kese şeritle toplandığında) .
büyüz
bu cihet; bu yüz, bu kıyı.
byudjet
r. büdjet, bütçe.
byudjettik
bütçeye mensup, bütçeye ait; byudjettik tekşerüü: bütçe tetkiki.
byulleten
r. bülten, belleten.
byuro
r. büro.
byurokrat
r. bürokrat.
byrukrattık
bürokratizm.
byust
r. (bütün manalarıyle) büst (buste).