الٓـرٰ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ وَقُرْاٰنٍ مُب۪ينٍ | ١ |
(1) Elif-lâm-râ. Bunlar kitabın, apaçık Kur’an’ın âyetleridir. |
رُبَمَا يَوَدُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْ كَانُوا مُسْلِم۪ينَ | ٢ |
(2) Zaman olacak, inkâr edenler, "Keşke müslüman olsaydık!" diye hayıflanacaklar. |
ذَرْهُمْ يَأْكُلُوا وَيَتَمَتَّعُوا وَيُلْهِهِمُ الْاَمَلُ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ | ٣ |
(3) Bırak onları; yesinler, yararlansınlar, boş ümit oyalasın onları; yakında bilecekler! |
وَمَٓا اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ اِلَّا وَلَهَا كِتَابٌ مَعْلُومٌ | ٤ |
(4) Biz hiçbir toplumu, kendilerine gönderilmiş belli bir kitap olmadan helâk etmedik. |
مَا تَسْبِقُ مِنْ اُمَّةٍ اَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَ | ٥ |
(5) Hiçbir ümmet kendi ecelini ne öne alabilir ne de erteleyebilir. |
وَقَالُوا يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ي نُزِّلَ عَلَيْهِ الذِّ كْرُ اِنَّكَ لَمَجْنُونٌۜ | ٦ |
(6) Dediler ki: "Ey kendisine vahiy gelen adam! Sen kesinlikle cinlere kapılmış birisin!" |
لَوْ مَا تَأْت۪ينَا بِالْمَلٰٓئِكَةِ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ | ٧ |
(7) "Doğru söyleyenlerden isen bize melekleri getirseydin ya!" |
مَا نُنَزِّلُ الْمَلٰٓئِكَةَ اِلَّا بِالْحَقِّ وَمَا كَانُٓوا اِذاً مُنْظَر۪ينَ | ٨ |
(8) Biz melekleri ancak açık gerçekle indiririz, o zaman da onlara artık süre tanınmaz. |
اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ | ٩ |
(9) Kesin olarak bilesiniz ki bu kitabı kuşkusuz biz indirdik ve onu mutlaka koruyan da yine biziz. |
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ ف۪ي شِيَعِ الْاَوَّل۪ينَ | ١٠ |
(10) Andolsun senden önce de eski topluluklar arasından elçiler göndermiştik. |
وَمَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ | ١١ |
(11) Onlara bir peygamber geldiğinde muhakkak onunla alay ederlerdi. |
كَذٰلِكَ نَسْلُكُهُ ف۪ي قُلُوبِ الْمُجْرِم۪ينَۙ | ١٢ |
(12-13) İşte onu (Kur’an’ı) inkârcıların kalplerine, inanmadıkları halde böyle yerleştiririz. Nitekim daha öncekilere de bu ilâhî kanun uygulanmıştır. |
لَا يُؤْمِنُونَ بِه۪ وَقَدْ خَلَتْ سُنَّةُ الْاَوَّل۪ينَ | ١٣ |
وَلَوْ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَاباً مِنَ السَّمَٓاءِ فَظَلُّوا ف۪يهِ يَعْرُجُونَۙ | ١٤ |
(14-15) Onlara gökten bir kapı açsak da oradan yukarı çıksalar, yine de "Herhalde gözlerimiz perdelendi, hatta bize büyü yapılmış olmalı!" derler. |
لَقَالُٓوا اِنَّمَا سُكِّرَتْ اَبْصَارُنَا بَلْ نَحْنُ قَوْمٌ مَسْحُورُونَ۟ | ١٥ |
وَلَقَدْ جَعَلْنَا فِي السَّمَٓاءِ بُرُوجاً وَزَيَّنَّاهَا لِلنَّاظِر۪ينَۙ | ١٦ |
(16) Andolsun biz gökte yıldız kümeleri oluşturduk ve seyredenler için ona güzel bir görünüm verdik. |
وَحَفِظْنَاهَا مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ رَج۪يمٍۙ | ١٧ |
(17) Onları her kovulmuş şeytana karşı koruduk. |
اِلَّا مَنِ اسْتَرَقَ السَّمْعَ فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُب۪ينٌ | ١٨ |
(18) Ancak kulak hırsızlığı yapmaya kalkışan olursa onu da parlak bir ışık kovalar. |
وَالْاَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَاَلْقَيْنَا ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْزُونٍ | ١٩ |
(19) Arzı da yaydık, oraya sağlam dağlar yerleştirdik, orada ölçüleri belli her türden ürünler bitirdik. |
وَجَعَلْنَا لَكُمْ ف۪يهَا مَعَايِشَ وَمَنْ لَسْتُمْ لَهُ بِرَازِق۪ينَ | ٢٠ |
(20) Yine orada hem sizin için hem de rızkı size borç olmayanlar için uygun geçim şartları yarattık. |
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا عِنْدَنَا خَزَٓائِنُهُۘ وَمَا نُنَزِّلُـهُٓ اِلَّا بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ | ٢١ |
(21) Her şeyin hazineleri sadece bizim katımızdadır ve biz oradan indirdiğimizi belirli bir ölçüye göre indiririz. |
وَاَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ لَوَاقِـحَ فَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَسْقَيْنَاكُمُوهُۚ وَمَٓا اَنْتُمْ لَهُ بِخَازِن۪ينَ | ٢٢ |
(22) Biz, rüzgârları aşılayıcı olarak gönderdik, gökten su indirip onunla sizin su ihtiyacınızı karşıladık. Onu depolayan siz değildiniz. |
وَاِنَّا لَنَحْنُ نُحْـي۪ وَنُم۪يتُ وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ | ٢٣ |
(23) Kuşkusuz hayat veren de öldüren de biziz; her şeyin son sahibi de biz oluruz. |
وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَقْدِم۪ينَ مِنْكُمْ وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَأْخِر۪ينَ | ٢٤ |
(24) Andolsun biz, içinizden önce gelip geçenleri de biliriz, geri kalanları da muhakkak biliriz. |
وَاِنَّ رَبَّكَ هُوَ يَحْشُرُهُمْۜ اِنَّهُ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ۟ | ٢٥ |
(25) Ve senin rabbin, onları kıyamette toplayıp bir araya getirecektir. O, hakîmdir, alîmdir. |
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ۬ مَسْنُونٍۚ | ٢٦ |
(26) Andolsun biz insanı şekillenebilir özlü balçıktan, (şekil verilip) kurutulmuş çamurdan yarattık. |
وَالْجَٓانَّ خَلَقْنَاهُ مِنْ قَبْلُ مِنْ نَارِ السَّمُومِ | ٢٧ |
(27) Cin türüne gelince daha önce onu da kavurucu alevden yaratmıştık. |
وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي خَالِقٌ بَشَراً مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ۬ مَسْنُونٍ | ٢٨ |
(28) Hani rabbin meleklere demişti ki: "Ben şekillenebilir özlü balçıktan, (şekil verilip) kurutulmuş çamurdan bir insan yaratacağım" demişti. |
فَاِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ ف۪يهِ مِنْ رُوح۪ي فَقَعُوا لَهُ سَاجِد۪ينَ | ٢٩ |
(29) "Onun şeklini tamamladığım ve ona ruhumdan üflediğim vakit siz de hemen onun için secdeye kapanın." |
فَسَجَدَ الْمَلٰٓئِكَةُ كُلُّهُمْ اَجْمَعُونَۙ | ٣٠ |
(30) Bunun üzerine meleklerin hepsi secde ettiler. |
اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰٓى اَنْ يَكُونَ مَعَ السَّاجِد۪ينَ | ٣١ |
(31) Yalnız İblîs hariç; o, secde edenlerle birlikte olmaktan kaçındı. |
قَالَ يَٓا اِبْل۪يسُ مَا لَكَ اَلَّا تَكُونَ مَعَ السَّاجِد۪ينَ | ٣٢ |
(32) Allah, "Ey İblîs! Secde edenlerle birlikte hareket etmeyişinin sebebi nedir?" diye sordu. |
قَالَ لَمْ اَكُنْ لِاَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ۬ مَسْنُونٍ | ٣٣ |
(33) Dedi ki: "Ben, şekillenebilir özlü balçıktan, (şekil verilip) kurutulmuş çamurdan yarattığın bir insana asla secde etmem!" |
قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَاِنَّكَ رَج۪يمٌ | ٣٤ |
(34) Allah, "O halde çık oradan, dedi; artık kovuldun!" |
وَاِنَّ عَلَيْكَ اللَّعْنَةَ اِلٰى يَوْمِ الدّ۪ينِ | ٣٥ |
(35) Kıyamet gününe kadar lânetlenmiş bulunmaktasın!" |
قَالَ رَبِّ فَاَنْظِرْن۪ٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ | ٣٦ |
(36) "Rabbim! Öyleyse insanların yeniden diriltileceği güne kadar bana mühlet ver" dedi. |
قَالَ فَاِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَر۪ينَۙ | ٣٧ |
(37-38) Allah, "Vakti (katımızda) bilinen bir güne kadar mühlet verilmiş olanlardansın" buyurdu. |
اِلٰى يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ | ٣٨ |
قَالَ رَبِّ بِمَٓا اَغْوَيْتَن۪ي لَاُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الْاَرْضِ وَلَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ | ٣٩ |
(39-40) İblîs, "Rabbim! Benim sapmama imkân verdiğin için yemin olsun ki ben de yeryüzünde onlara (günahları) şirin göstereceğim ve -aralarından senin samimi kulların hariç- onların topunu kesinlikle yoldan çıkaracağım." |
اِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَص۪ينَ | ٤٠ |
قَالَ هٰذَا صِرَاطٌ عَلَيَّ مُسْتَق۪يمٌ | ٤١ |
(41) Allah da buyurdu ki: "İşte bana varan doğru yol budur (hâlis kulların yolu). |
اِنَّ عِبَاد۪ي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ اِلَّا مَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْغَاو۪ينَ | ٤٢ |
(42) Şüphesiz, sapmışlardan sana uyacak olanlar dışında kullarım üzerinde senin hâkimiyetin olmayacaktır." |
وَاِنَّ جَهَنَّمَ لَمَوْعِدُهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ | ٤٣ |
(43) "Kuşkusuz cehennem, o sana uyanların tamamının buluşma yeri olacaktır." |
لَهَا سَبْعَةُ اَبْوَابٍۜ لِكُلِّ بَابٍ مِنْهُمْ جُزْءٌ مَقْسُومٌ۟ | ٤٤ |
(44) Onun yedi kapısı vardır, her kapıdan girmek üzere de onlardan birer grup belirlenmiştir. |
اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۜ | ٤٥ |
(45) Allah’a karşı saygısızlıktan sakınanlar mutlaka cennet bahçelerinde ve pınar başlarında olacaklar. |
اُدْخُلُوهَا بِسَلَامٍ اٰمِن۪ينَ | ٤٦ |
(46) "Esenlikle, güvenle girin oraya!" (denecek). |
وَنَزَعْنَا مَا ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ اِخْوَاناً عَلٰى سُرُرٍ مُتَقَابِل۪ينَ | ٤٧ |
(47) Onların gönüllerini düşmanlık duygularından temizledik; artık bir kardeşler topluluğu olarak sedirler üzerinde karşı karşıya oturacaklar. |
لَا يَمَسُّهُمْ ف۪يهَا نَصَبٌ وَمَا هُمْ مِنْهَا بِمُخْرَج۪ينَ | ٤٨ |
(48) Orada hiçbir yorgunlukla karşılaşmayacaklar. Oradan çıkarılmaları da söz konusu olmayacaktır. |
نَبِّئْ عِبَاد۪ٓي اَنّ۪ٓي اَنَا الْغَفُورُ الرَّح۪يمُۙ | ٤٩ |
(49) Kullarıma benim gerçekten çok bağışlayıcı, çok esirgeyici olduğumu bildir. |
وَاَنَّ عَذَاب۪ي هُوَ الْعَذَابُ الْاَل۪يمُ | ٥٠ |
(50) Ama azabım da çok elem verici bir azaptır! |
وَنَبِّئْهُمْ عَنْ ضَيْفِ اِبْرٰه۪يمَۢ | ٥١ |
(51) Onlara İbrâhim’in misafirlerini hatırlat. |
اِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَاماًۜ قَالَ اِنَّا مِنْكُمْ وَجِلُونَ | ٥٢ |
(52) Onun yanına girip selâm vermişler, o da, "Doğrusu biz sizden korkuyoruz" demişti. |
قَالُوا لَا تَوْجَلْ اِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلَامٍ عَل۪يمٍ | ٥٣ |
(53) "Korkma" dediler, "Biz sana bilgili bir çocuk müjdeliyoruz." |
قَالَ اَبَشَّرْتُمُون۪ي عَلٰٓى اَنْ مَسَّنِيَ الْكِبَرُ فَبِمَ تُبَشِّرُونَ | ٥٤ |
(54) İbrâhim, "üzerime yaşlılık çökmüş olmasına rağmen bana böyle bir müjde getiriyorsunuz öyle mi? Peki (çocuğum olamayacağına göre) bana neyi müjdelemiş oluyorsunuz?" dedi. |
قَالُوا بَشَّرْنَاكَ بِالْحَقِّ فَلَا تَكُنْ مِنَ الْقَانِط۪ينَ | ٥٥ |
(55) "Sana gerçeği müjdeledik. Sakın ümitsizliğe kapılanlardan olma!" dediler. |
قَالَ وَمَنْ يَقْنَطُ مِنْ رَحْمَةِ رَبِّه۪ٓ اِلَّا الضَّٓالُّونَ | ٥٦ |
(56) "Haktan sapmış olanlardan başka kim rabbimin rahmetinden ümit keser!" dedi. |
قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ اَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ | ٥٧ |
(57) "Ey elçiler! Göreviniz nedir?" diye sordu. |
قَالُٓوا اِنَّٓا اُرْسِلْـنَٓا اِلٰى قَوْمٍ مُجْرِم۪ينَۙ | ٥٨ |
(58) Dediler ki: "Aslında biz, suçlu bir kavme (ceza vermek için) gönderildik. |
اِلَّٓا اٰلَ لُوطٍۜ اِنَّا لَمُنَجُّوهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ | ٥٩ |
(59) Yalnız Lût’un ailesine zarar gelmeyecek, onların hepsini kurtaracağız. |
اِلَّا امْرَاَتَهُ قَدَّرْنَٓاۙ اِنَّهَا لَمِنَ الْغَابِر۪ينَ۟ | ٦٠ |
(60) Fakat karısı hariç! Biz onun da geride kalanlardan olmasını takdir ettik." |
فَلَمَّا جَٓاءَ اٰلَ لُوطٍۨ الْمُرْسَلُونَۙ | ٦١ |
(61-62) Elçiler Lût ailesine geldiklerinde Lût onlara, "bilinmedik tanınmadık kimselersiniz" dedi. |
قَالَ اِنَّكُمْ قَوْمٌ مُنْكَرُونَ | ٦٢ |
قَالُوا بَلْ جِئْنَاكَ بِمَا كَانُوا ف۪يهِ يَمْتَرُونَ | ٦٣ |
(63) "Öyle ama, biz sana insanların, hakkında kuşkuya düştükleri şeyi getirdik. |
وَاَتَيْنَاكَ بِالْحَقِّ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ | ٦٤ |
(64) Sana, gerçeği getirdik. Biz muhakkak doğru söylüyoruz." |
فَاَسْرِ بِاَهْلِكَ بِقِطْعٍ مِنَ الَّيْلِ وَاتَّبِـعْ اَدْبَارَهُمْ وَلَا يَلْتَفِتْ مِنْكُمْ اَحَدٌ وَامْضُوا حَيْثُ تُؤْمَرُونَ | ٦٥ |
(65) "Hemen gecenin bir vaktinde ailenin hızla yola koyulmasını sağla! Sen de arkalarından git! Hiçbiriniz arkasına dönüp bakmasın! Size emredilen yere doğru gidin!" |
وَقَضَيْنَٓا اِلَيْهِ ذٰلِكَ الْاَمْرَ اَنَّ دَابِرَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ مَقْطُوعٌ مُصْبِح۪ينَ | ٦٦ |
(66) Lût’a şu hükmü bildirdik: "Onlar, sabah vaktine girerken son ferdine kadar yok edilmiş olacaktır!" |
وَجَٓاءَ اَهْلُ الْمَد۪ينَةِ يَسْتَبْشِرُونَ | ٦٧ |
(67) Şehir halkı sevinerek geldiler. |
قَالَ اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ ضَيْف۪ي فَلَا تَفْضَحُونِۙ | ٦٨ |
(68) Lût, "Bunlar benim misafirlerim, sakın beni utandıracak bir şey yapmayın?" dedi; |
وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَلَا تُخْزُونِ | ٦٩ |
(69) "Allah’tan korkun, beni rezil etmeyin!" |
قَالُٓوا اَوَلَمْ نَنْهَكَ عَنِ الْعَالَم۪ينَ | ٧٠ |
(70) "Seni el âlemi korumaktan menetmedik mi?" dediler. |
قَالَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ بَنَات۪ٓي اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَۜ | ٧١ |
(71) Lût, "İşte kadınlar, benim kızlarım, (nikâh) yaparsanız" dedi. |
لَعَمْرُكَ اِنَّهُمْ لَف۪ي سَكْرَتِهِمْ يَعْمَهُونَ | ٧٢ |
(72) (Ey resulüm!) Hayatına yemin olsun ki onlar, sarhoş (sersem) halleriyle saçmalayıp duruyorlardı. |
فَاَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُشْرِق۪ينَۙ | ٧٣ |
(73) Nihayet ortalık aydınlanırken korkunç ses onları yakalayıverdi! |
فَجَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِنْ سِجّ۪يلٍۜ | ٧٤ |
(74) Ardından yurtlarının altını üstüne getirdik, üzerlerine taşlaşmış çamur yağdırdık! |
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِلْمُتَوَسِّم۪ينَ | ٧٥ |
(75) İşte bunda ibret alacak olanlar için dersler vardır. |
وَاِنَّهَا لَبِسَب۪يلٍ مُق۪يمٍ | ٧٦ |
(76) Bakın, o harabeler bir yol üzerinde hâlâ duruyor. |
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِلْمُؤْمِن۪ينَۜ | ٧٧ |
(77) Onda da inananlar için bir ders vardır. |
وَاِنْ كَانَ اَصْحَابُ الْاَيْكَةِ لَظَالِم۪ينَۙ | ٧٨ |
(78) Eyke halkı da gerçekten bir zalimler topluluğu idi. |
فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْۢ وَاِنَّهُمَا لَبِاِمَامٍ مُب۪ينٍۜ۟ | ٧٩ |
(79) Biz onların da cezasını verdik. Bu iki şehir açıkça bilinen bir yol üzerindedir. |
وَلَقَدْ كَذَّبَ اَصْحَابُ الْحِجْرِ الْمُرْسَل۪ينَۙ | ٨٠ |
(80) Kuşkusuz Hicr halkı da peygamberleri yalancılıkla suçladılar. |
وَاٰتَيْنَاهُمْ اٰيَاتِنَا فَكَانُوا عَنْهَا مُعْرِض۪ينَۙ | ٨١ |
(81) Oysa onlara âyetlerimizi de gönderdik, fakat bunlara sırt çevirdiler. |
وَكَانُوا يَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتاً اٰمِن۪ينَ | ٨٢ |
(82) Onlar, güvende olmak üzere dağları oyarak barınaklar yaparlardı. |
فَاَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُصْبِح۪ينَۙ | ٨٣ |
(83) Ama sonunda sabaha girerlerken korkunç ses onları da yakaladı! |
فَمَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَۜ | ٨٤ |
(84) Aldıkları tedbirin kendilerine hiçbir faydası olmadı. |
وَمَا خَلَقْنَا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّۜ وَاِنَّ السَّاعَةَ لَاٰتِيَةٌ فَاصْفَحِ الصَّفْحَ الْجَم۪يلَ | ٨٥ |
(85) Biz, gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları ancak ve ancak hak ve adalet temelinde yarattık. Kıyamet de mutlaka gelecektir. Sen şimdi güzel bir şekilde hoşgörülü ol. |
اِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْخَلَّاقُ الْعَل۪يمُ | ٨٦ |
(86) İyi bilesin ki rabbin, evet O, muhakkak sûrette eşsiz yaratıcıdır, her şeyi bilmektedir. |
وَلَقَدْ اٰتَيْنَاكَ سَبْعاً مِنَ الْمَثَان۪ي وَالْقُرْاٰنَ الْعَظ۪يمَ | ٨٧ |
(87) Kuşkusuz sana tekrar tekrar okunandan (âyetlerden) yedisini ve yüce Kur’an’ı verdik. |
لَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ اِلٰى مَا مَتَّعْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجاً مِنْهُمْ وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِلْمُؤْمِن۪ينَ | ٨٨ |
(88) Sakın ola ki, onlardan bazı gruplara verdiğimiz geçici dünya nimetine göz dikmeyesin! Onlardan yana üzülme, müminlere karşı da alçakgönüllü ol! |
وَقُلْ اِنّ۪ٓي اَنَا النَّذ۪يرُ الْمُب۪ينُۚ | ٨٩ |
(89) "Kuşkusuz ben apaçık bir uyarıcıyım" de. |
كَمَٓا اَنْزَلْنَا عَلَى الْمُقْتَسِم۪ينَۙ | ٩٠ |
(90) Nitekim biz, bölüp parçalayanları cezalandırdık. |
اَلَّذ۪ينَ جَعَلُوا الْقُرْاٰنَ عِض۪ينَ | ٩١ |
(91) Kur’an’ı parçalara ayıranlar yok mu; |
فَوَرَبِّكَ لَنَسْـَٔلَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ | ٩٢ |
(92-93) Rabbine andolsun ki yaptıklarından dolayı muhakkak surette onların hepsini sorguya çekeceğiz! |
عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ | ٩٣ |
فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ وَاَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِك۪ينَ | ٩٤ |
(94) Sen, sana buyurulanı açıkça duyur, müşriklere aldırış etme! |
اِنَّا كَفَيْنَاكَ الْمُسْتَهْزِء۪ينَۙ | ٩٥ |
(95-96) Allah’ın yanında başka bir tanrı daha edinen o alaycılara karşı biz senin yanındayız. Onlar ileride anlayacaklar! |
اَلَّذ۪ينَ يَجْعَلُونَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَۚ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ | ٩٦ |
وَلَقَدْ نَعْلَمُ اَنَّكَ يَض۪يقُ صَدْرُكَ بِمَا يَقُولُونَۙ | ٩٧ |
(97) Söyledikleri yüzünden canının sıkıldığını muhakkak ki biliyoruz. |
فَسَبِّـحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَكُنْ مِنَ السَّاجِد۪ينَۙ | ٩٨ |
(98) Ama sen rabbini hamd ile tesbih et, secde edenlerden ol! |
وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتّٰى يَأْتِيَكَ الْيَق۪ينُ | ٩٩ |
(99) Kesin olan şey gelinceye kadar rabbine kulluk et. |