54/15 - Hicr [vadisi] Suresi (99 ayet)

الٓـرٰ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ وَقُرْاٰنٍ مُب۪ينٍ(١) (1) Elif-lâm-râ. Bunlar kitabın, apaçık Kur’an’ın âyetleridir.
رُبَمَا يَوَدُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْ كَانُوا مُسْلِم۪ينَ(٢) (2) Zaman olacak, inkâr edenler, "Keşke müslüman olsaydık!" diye hayıflanacaklar.
ذَرْهُمْ يَأْكُلُوا وَيَتَمَتَّعُوا وَيُلْهِهِمُ الْاَمَلُ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ(٣) (3) Bırak onları; yesinler, yararlansınlar, boş ümit oyalasın onları; yakında bilecekler!
وَمَٓا اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ اِلَّا وَلَهَا كِتَابٌ مَعْلُومٌ(٤) (4) Biz hiçbir toplumu, kendilerine gönderilmiş belli bir kitap olmadan helâk etmedik.
مَا تَسْبِقُ مِنْ اُمَّةٍ اَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَ(٥) (5) Hiçbir ümmet kendi ecelini ne öne alabilir ne de erteleyebilir.
وَقَالُوا يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ي نُزِّلَ عَلَيْهِ الذِّ كْرُ اِنَّكَ لَمَجْنُونٌۜ(٦) (6) Dediler ki: "Ey kendisine vahiy gelen adam! Sen kesinlikle cinlere kapılmış birisin!"
لَوْ مَا تَأْت۪ينَا بِالْمَلٰٓئِكَةِ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ(٧) (7) "Doğru söyleyenlerden isen bize melekleri getirseydin ya!"
مَا نُنَزِّلُ الْمَلٰٓئِكَةَ اِلَّا بِالْحَقِّ وَمَا كَانُٓوا اِذاً مُنْظَر۪ينَ(٨) (8) Biz melekleri ancak açık gerçekle indiririz, o zaman da onlara artık süre tanınmaz.
اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ(٩) (9) Kesin olarak bilesiniz ki bu kitabı kuşkusuz biz indirdik ve onu mutlaka koruyan da yine biziz.
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ ف۪ي شِيَعِ الْاَوَّل۪ينَ(١٠) (10) Andolsun senden önce de eski topluluklar arasından elçiler göndermiştik.
وَمَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ(١١) (11) Onlara bir peygamber geldiğinde muhakkak onunla alay ederlerdi.
كَذٰلِكَ نَسْلُكُهُ ف۪ي قُلُوبِ الْمُجْرِم۪ينَۙ(١٢) (12-13) İşte onu (Kur’an’ı) inkârcıların kalplerine, inanmadıkları halde böyle yerleştiririz. Nitekim daha öncekilere de bu ilâhî kanun uygulanmıştır.
لَا يُؤْمِنُونَ بِه۪ وَقَدْ خَلَتْ سُنَّةُ الْاَوَّل۪ينَ(١٣)
وَلَوْ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَاباً مِنَ السَّمَٓاءِ فَظَلُّوا ف۪يهِ يَعْرُجُونَۙ(١٤) (14-15) Onlara gökten bir kapı açsak da oradan yukarı çıksalar, yine de "Herhalde gözlerimiz perdelendi, hatta bize büyü yapılmış olmalı!" derler.
لَقَالُٓوا اِنَّمَا سُكِّرَتْ اَبْصَارُنَا بَلْ نَحْنُ قَوْمٌ مَسْحُورُونَ۟(١٥)
وَلَقَدْ جَعَلْنَا فِي السَّمَٓاءِ بُرُوجاً وَزَيَّنَّاهَا لِلنَّاظِر۪ينَۙ(١٦) (16) Andolsun biz gökte yıldız kümeleri oluşturduk ve seyredenler için ona güzel bir görünüm verdik.
وَحَفِظْنَاهَا مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ رَج۪يمٍۙ(١٧) (17) Onları her kovulmuş şeytana karşı koruduk.
اِلَّا مَنِ اسْتَرَقَ السَّمْعَ فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُب۪ينٌ(١٨) (18) Ancak kulak hırsızlığı yapmaya kalkışan olursa onu da parlak bir ışık kovalar.
وَالْاَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَاَلْقَيْنَا ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْزُونٍ(١٩) (19) Arzı da yaydık, oraya sağlam dağlar yerleştirdik, orada ölçüleri belli her türden ürünler bitirdik.
وَجَعَلْنَا لَكُمْ ف۪يهَا مَعَايِشَ وَمَنْ لَسْتُمْ لَهُ بِرَازِق۪ينَ(٢٠) (20) Yine orada hem sizin için hem de rızkı size borç olmayanlar için uygun geçim şartları yarattık.
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا عِنْدَنَا خَزَٓائِنُهُۘ وَمَا نُنَزِّلُـهُٓ اِلَّا بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ(٢١) (21) Her şeyin hazineleri sadece bizim katımızdadır ve biz oradan indirdiğimizi belirli bir ölçüye göre indiririz.
وَاَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ لَوَاقِـحَ فَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَسْقَيْنَاكُمُوهُۚ وَمَٓا اَنْتُمْ لَهُ بِخَازِن۪ينَ(٢٢) (22) Biz, rüzgârları aşılayıcı olarak gönderdik, gökten su indirip onunla sizin su ihtiyacınızı karşıladık. Onu depolayan siz değildiniz.
وَاِنَّا لَنَحْنُ نُحْـي۪ وَنُم۪يتُ وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ(٢٣) (23) Kuşkusuz hayat veren de öldüren de biziz; her şeyin son sahibi de biz oluruz.
وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَقْدِم۪ينَ مِنْكُمْ وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَأْخِر۪ينَ(٢٤) (24) Andolsun biz, içinizden önce gelip geçenleri de biliriz, geri kalanları da muhakkak biliriz.
وَاِنَّ رَبَّكَ هُوَ يَحْشُرُهُمْۜ اِنَّهُ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ۟(٢٥) (25) Ve senin rabbin, onları kıyamette toplayıp bir araya getirecektir. O, hakîmdir, alîmdir.
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ۬ مَسْنُونٍۚ(٢٦) (26) Andolsun biz insanı şekillenebilir özlü balçıktan, (şekil verilip) kurutulmuş çamurdan yarattık.
وَالْجَٓانَّ خَلَقْنَاهُ مِنْ قَبْلُ مِنْ نَارِ السَّمُومِ(٢٧) (27) Cin türüne gelince daha önce onu da kavurucu alevden yaratmıştık.
وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي خَالِقٌ بَشَراً مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ۬ مَسْنُونٍ(٢٨) (28) Hani rabbin meleklere demişti ki: "Ben şekillenebilir özlü balçıktan, (şekil verilip) kurutulmuş çamurdan bir insan yaratacağım" demişti.
فَاِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ ف۪يهِ مِنْ رُوح۪ي فَقَعُوا لَهُ سَاجِد۪ينَ(٢٩) (29) "Onun şeklini tamamladığım ve ona ruhumdan üflediğim vakit siz de hemen onun için secdeye kapanın."
فَسَجَدَ الْمَلٰٓئِكَةُ كُلُّهُمْ اَجْمَعُونَۙ(٣٠) (30) Bunun üzerine meleklerin hepsi secde ettiler.
اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰٓى اَنْ يَكُونَ مَعَ السَّاجِد۪ينَ(٣١) (31) Yalnız İblîs hariç; o, secde edenlerle birlikte olmaktan kaçındı.
قَالَ يَٓا اِبْل۪يسُ مَا لَكَ اَلَّا تَكُونَ مَعَ السَّاجِد۪ينَ(٣٢) (32) Allah, "Ey İblîs! Secde edenlerle birlikte hareket etmeyişinin sebebi nedir?" diye sordu.
قَالَ لَمْ اَكُنْ لِاَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ۬ مَسْنُونٍ(٣٣) (33) Dedi ki: "Ben, şekillenebilir özlü balçıktan, (şekil verilip) kurutulmuş çamurdan yarattığın bir insana asla secde etmem!"
قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَاِنَّكَ رَج۪يمٌ(٣٤) (34) Allah, "O halde çık oradan, dedi; artık kovuldun!"
وَاِنَّ عَلَيْكَ اللَّعْنَةَ اِلٰى يَوْمِ الدّ۪ينِ(٣٥) (35) Kıyamet gününe kadar lânetlenmiş bulunmaktasın!"
قَالَ رَبِّ فَاَنْظِرْن۪ٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ(٣٦) (36) "Rabbim! Öyleyse insanların yeniden diriltileceği güne kadar bana mühlet ver" dedi.
قَالَ فَاِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَر۪ينَۙ(٣٧) (37-38) Allah, "Vakti (katımızda) bilinen bir güne kadar mühlet verilmiş olanlardansın" buyurdu.
اِلٰى يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ(٣٨)
قَالَ رَبِّ بِمَٓا اَغْوَيْتَن۪ي لَاُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الْاَرْضِ وَلَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ(٣٩) (39-40) İblîs, "Rabbim! Benim sapmama imkân verdiğin için yemin olsun ki ben de yeryüzünde onlara (günahları) şirin göstereceğim ve -aralarından senin samimi kulların hariç- onların topunu kesinlikle yoldan çıkaracağım."
اِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَص۪ينَ(٤٠)
قَالَ هٰذَا صِرَاطٌ عَلَيَّ مُسْتَق۪يمٌ(٤١) (41) Allah da buyurdu ki: "İşte bana varan doğru yol budur (hâlis kulların yolu).
اِنَّ عِبَاد۪ي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ اِلَّا مَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْغَاو۪ينَ(٤٢) (42) Şüphesiz, sapmışlardan sana uyacak olanlar dışında kullarım üzerinde senin hâkimiyetin olmayacaktır."
وَاِنَّ جَهَنَّمَ لَمَوْعِدُهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ(٤٣) (43) "Kuşkusuz cehennem, o sana uyanların tamamının buluşma yeri olacaktır."
لَهَا سَبْعَةُ اَبْوَابٍۜ لِكُلِّ بَابٍ مِنْهُمْ جُزْءٌ مَقْسُومٌ۟(٤٤) (44) Onun yedi kapısı vardır, her kapıdan girmek üzere de onlardan birer grup belirlenmiştir.
اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۜ(٤٥) (45) Allah’a karşı saygısızlıktan sakınanlar mutlaka cennet bahçelerinde ve pınar başlarında olacaklar.
اُدْخُلُوهَا بِسَلَامٍ اٰمِن۪ينَ(٤٦) (46) "Esenlikle, güvenle girin oraya!" (denecek).
وَنَزَعْنَا مَا ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ اِخْوَاناً عَلٰى سُرُرٍ مُتَقَابِل۪ينَ(٤٧) (47) Onların gönüllerini düşmanlık duygularından temizledik; artık bir kardeşler topluluğu olarak sedirler üzerinde karşı karşıya oturacaklar.
لَا يَمَسُّهُمْ ف۪يهَا نَصَبٌ وَمَا هُمْ مِنْهَا بِمُخْرَج۪ينَ(٤٨) (48) Orada hiçbir yorgunlukla karşılaşmayacaklar. Oradan çıkarılmaları da söz konusu olmayacaktır.
نَبِّئْ عِبَاد۪ٓي اَنّ۪ٓي اَنَا الْغَفُورُ الرَّح۪يمُۙ(٤٩) (49) Kullarıma benim gerçekten çok bağışlayıcı, çok esirgeyici olduğumu bildir.
وَاَنَّ عَذَاب۪ي هُوَ الْعَذَابُ الْاَل۪يمُ(٥٠) (50) Ama azabım da çok elem verici bir azaptır!
وَنَبِّئْهُمْ عَنْ ضَيْفِ اِبْرٰه۪يمَۢ(٥١) (51) Onlara İbrâhim’in misafirlerini hatırlat.
اِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَاماًۜ قَالَ اِنَّا مِنْكُمْ وَجِلُونَ(٥٢) (52) Onun yanına girip selâm vermişler, o da, "Doğrusu biz sizden korkuyoruz" demişti.
قَالُوا لَا تَوْجَلْ اِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلَامٍ عَل۪يمٍ(٥٣) (53) "Korkma" dediler, "Biz sana bilgili bir çocuk müjdeliyoruz."
قَالَ اَبَشَّرْتُمُون۪ي عَلٰٓى اَنْ مَسَّنِيَ الْكِبَرُ فَبِمَ تُبَشِّرُونَ(٥٤) (54) İbrâhim, "üzerime yaşlılık çökmüş olmasına rağmen bana böyle bir müjde getiriyorsunuz öyle mi? Peki (çocuğum olamayacağına göre) bana neyi müjdelemiş oluyorsunuz?" dedi.
قَالُوا بَشَّرْنَاكَ بِالْحَقِّ فَلَا تَكُنْ مِنَ الْقَانِط۪ينَ(٥٥) (55) "Sana gerçeği müjdeledik. Sakın ümitsizliğe kapılanlardan olma!" dediler.
قَالَ وَمَنْ يَقْنَطُ مِنْ رَحْمَةِ رَبِّه۪ٓ اِلَّا الضَّٓالُّونَ(٥٦) (56) "Haktan sapmış olanlardan başka kim rabbimin rahmetinden ümit keser!" dedi.
قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ اَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ(٥٧) (57) "Ey elçiler! Göreviniz nedir?" diye sordu.
قَالُٓوا اِنَّٓا اُرْسِلْـنَٓا اِلٰى قَوْمٍ مُجْرِم۪ينَۙ(٥٨) (58) Dediler ki: "Aslında biz, suçlu bir kavme (ceza vermek için) gönderildik.
اِلَّٓا اٰلَ لُوطٍۜ اِنَّا لَمُنَجُّوهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ(٥٩) (59) Yalnız Lût’un ailesine zarar gelmeyecek, onların hepsini kurtaracağız.
اِلَّا امْرَاَتَهُ قَدَّرْنَٓاۙ اِنَّهَا لَمِنَ الْغَابِر۪ينَ۟(٦٠) (60) Fakat karısı hariç! Biz onun da geride kalanlardan olmasını takdir ettik."
فَلَمَّا جَٓاءَ اٰلَ لُوطٍۨ الْمُرْسَلُونَۙ(٦١) (61-62) Elçiler Lût ailesine geldiklerinde Lût onlara, "bilinmedik tanınmadık kimselersiniz" dedi.
قَالَ اِنَّكُمْ قَوْمٌ مُنْكَرُونَ(٦٢)
قَالُوا بَلْ جِئْنَاكَ بِمَا كَانُوا ف۪يهِ يَمْتَرُونَ(٦٣) (63) "Öyle ama, biz sana insanların, hakkında kuşkuya düştükleri şeyi getirdik.
وَاَتَيْنَاكَ بِالْحَقِّ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ(٦٤) (64) Sana, gerçeği getirdik. Biz muhakkak doğru söylüyoruz."
فَاَسْرِ بِاَهْلِكَ بِقِطْعٍ مِنَ الَّيْلِ وَاتَّبِـعْ اَدْبَارَهُمْ وَلَا يَلْتَفِتْ مِنْكُمْ اَحَدٌ وَامْضُوا حَيْثُ تُؤْمَرُونَ(٦٥) (65) "Hemen gecenin bir vaktinde ailenin hızla yola koyulmasını sağla! Sen de arkalarından git! Hiçbiriniz arkasına dönüp bakmasın! Size emredilen yere doğru gidin!"
وَقَضَيْنَٓا اِلَيْهِ ذٰلِكَ الْاَمْرَ اَنَّ دَابِرَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ مَقْطُوعٌ مُصْبِح۪ينَ(٦٦) (66) Lût’a şu hükmü bildirdik: "Onlar, sabah vaktine girerken son ferdine kadar yok edilmiş olacaktır!"
وَجَٓاءَ اَهْلُ الْمَد۪ينَةِ يَسْتَبْشِرُونَ(٦٧) (67) Şehir halkı sevinerek geldiler.
قَالَ اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ ضَيْف۪ي فَلَا تَفْضَحُونِۙ(٦٨) (68) Lût, "Bunlar benim misafirlerim, sakın beni utandıracak bir şey yapmayın?" dedi;
وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَلَا تُخْزُونِ(٦٩) (69) "Allah’tan korkun, beni rezil etmeyin!"
قَالُٓوا اَوَلَمْ نَنْهَكَ عَنِ الْعَالَم۪ينَ(٧٠) (70) "Seni el âlemi korumaktan menetmedik mi?" dediler.
قَالَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ بَنَات۪ٓي اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَۜ(٧١) (71) Lût, "İşte kadınlar, benim kızlarım, (nikâh) yaparsanız" dedi.
لَعَمْرُكَ اِنَّهُمْ لَف۪ي سَكْرَتِهِمْ يَعْمَهُونَ(٧٢) (72) (Ey resulüm!) Hayatına yemin olsun ki onlar, sarhoş (sersem) halleriyle saçmalayıp duruyorlardı.
فَاَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُشْرِق۪ينَۙ(٧٣) (73) Nihayet ortalık aydınlanırken korkunç ses onları yakalayıverdi!
فَجَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِنْ سِجّ۪يلٍۜ(٧٤) (74) Ardından yurtlarının altını üstüne getirdik, üzerlerine taşlaşmış çamur yağdırdık!
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِلْمُتَوَسِّم۪ينَ(٧٥) (75) İşte bunda ibret alacak olanlar için dersler vardır.
وَاِنَّهَا لَبِسَب۪يلٍ مُق۪يمٍ(٧٦) (76) Bakın, o harabeler bir yol üzerinde hâlâ duruyor.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِلْمُؤْمِن۪ينَۜ(٧٧) (77) Onda da inananlar için bir ders vardır.
وَاِنْ كَانَ اَصْحَابُ الْاَيْكَةِ لَظَالِم۪ينَۙ(٧٨) (78) Eyke halkı da gerçekten bir zalimler topluluğu idi.
فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْۢ وَاِنَّهُمَا لَبِاِمَامٍ مُب۪ينٍۜ۟(٧٩) (79) Biz onların da cezasını verdik. Bu iki şehir açıkça bilinen bir yol üzerindedir.
وَلَقَدْ كَذَّبَ اَصْحَابُ الْحِجْرِ الْمُرْسَل۪ينَۙ(٨٠) (80) Kuşkusuz Hicr halkı da peygamberleri yalancılıkla suçladılar.
وَاٰتَيْنَاهُمْ اٰيَاتِنَا فَكَانُوا عَنْهَا مُعْرِض۪ينَۙ(٨١) (81) Oysa onlara âyetlerimizi de gönderdik, fakat bunlara sırt çevirdiler.
وَكَانُوا يَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتاً اٰمِن۪ينَ(٨٢) (82) Onlar, güvende olmak üzere dağları oyarak barınaklar yaparlardı.
فَاَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُصْبِح۪ينَۙ(٨٣) (83) Ama sonunda sabaha girerlerken korkunç ses onları da yakaladı!
فَمَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَۜ(٨٤) (84) Aldıkları tedbirin kendilerine hiçbir faydası olmadı.
وَمَا خَلَقْنَا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّۜ وَاِنَّ السَّاعَةَ لَاٰتِيَةٌ فَاصْفَحِ الصَّفْحَ الْجَم۪يلَ(٨٥) (85) Biz, gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları ancak ve ancak hak ve adalet temelinde yarattık. Kıyamet de mutlaka gelecektir. Sen şimdi güzel bir şekilde hoşgörülü ol.
اِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْخَلَّاقُ الْعَل۪يمُ(٨٦) (86) İyi bilesin ki rabbin, evet O, muhakkak sûrette eşsiz yaratıcıdır, her şeyi bilmektedir.
وَلَقَدْ اٰتَيْنَاكَ سَبْعاً مِنَ الْمَثَان۪ي وَالْقُرْاٰنَ الْعَظ۪يمَ(٨٧) (87) Kuşkusuz sana tekrar tekrar okunandan (âyetlerden) yedisini ve yüce Kur’an’ı verdik.
لَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ اِلٰى مَا مَتَّعْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجاً مِنْهُمْ وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِلْمُؤْمِن۪ينَ(٨٨) (88) Sakın ola ki, onlardan bazı gruplara verdiğimiz geçici dünya nimetine göz dikmeyesin! Onlardan yana üzülme, müminlere karşı da alçakgönüllü ol!
وَقُلْ اِنّ۪ٓي اَنَا النَّذ۪يرُ الْمُب۪ينُۚ(٨٩) (89) "Kuşkusuz ben apaçık bir uyarıcıyım" de.
كَمَٓا اَنْزَلْنَا عَلَى الْمُقْتَسِم۪ينَۙ(٩٠) (90) Nitekim biz, bölüp parçalayanları cezalandırdık.
اَلَّذ۪ينَ جَعَلُوا الْقُرْاٰنَ عِض۪ينَ(٩١) (91) Kur’an’ı parçalara ayıranlar yok mu;
فَوَرَبِّكَ لَنَسْـَٔلَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ(٩٢) (92-93) Rabbine andolsun ki yaptıklarından dolayı muhakkak surette onların hepsini sorguya çekeceğiz!
عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ(٩٣)
فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ وَاَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِك۪ينَ(٩٤) (94) Sen, sana buyurulanı açıkça duyur, müşriklere aldırış etme!
اِنَّا كَفَيْنَاكَ الْمُسْتَهْزِء۪ينَۙ(٩٥) (95-96) Allah’ın yanında başka bir tanrı daha edinen o alaycılara karşı biz senin yanındayız. Onlar ileride anlayacaklar!
اَلَّذ۪ينَ يَجْعَلُونَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَۚ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ(٩٦)
وَلَقَدْ نَعْلَمُ اَنَّكَ يَض۪يقُ صَدْرُكَ بِمَا يَقُولُونَۙ(٩٧) (97) Söyledikleri yüzünden canının sıkıldığını muhakkak ki biliyoruz.
فَسَبِّـحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَكُنْ مِنَ السَّاجِد۪ينَۙ(٩٨) (98) Ama sen rabbini hamd ile tesbih et, secde edenlerden ol!
وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتّٰى يَأْتِيَكَ الْيَق۪ينُ(٩٩) (99) Kesin olan şey gelinceye kadar rabbine kulluk et.