وَالطُّورِۙ | ١ |
(1-8) Tûr’a, açık sahifeler üzerine yazılı kitaba, beytülma‘mûra, yükseltilmiş tavana, kaynayan denize andolsun ki, rabbinin azabı mutlaka gerçekleşecektir; ona engel olabilecek yoktur! |
وَكِتَابٍ مَسْطُورٍۙ | ٢ |
ف۪ي رَقٍّ مَنْشُورٍۙ | ٣ |
وَالْبَيْتِ الْمَعْمُورِۙ | ٤ |
وَالسَّقْفِ الْمَرْفُوعِۙ | ٥ |
وَالْبَحْرِ الْمَسْجُورِۙ | ٦ |
اِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ لَوَاقِـعٌۙ | ٧ |
مَا لَهُ مِنْ دَافِـعٍۙ | ٨ |
يَوْمَ تَمُورُ السَّمَٓاءُ مَوْراًۙ | ٩ |
(9-10) O gün gök öyle bir sallanıp çalkalanır, dağlar yerinden kopup öyle bir yürür ki! |
وَتَس۪يرُ الْجِبَالُ سَيْراًۜ | ١٠ |
فَوَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَۙ | ١١ |
(11) İşte o gün vay haline (peygamberin bildirdiklerini) yalan sayanların! |
اَلَّذ۪ينَ هُمْ ف۪ي خَوْضٍ يَلْعَبُونَۢ | ١٢ |
(12) Onlar daldıkları bataklıkta oyalanıp duruyorlar. |
يَوْمَ يُدَعُّونَ اِلٰى نَارِ جَهَنَّمَ دَعاًّۜ | ١٣ |
(13) O gün cehennem ateşine itile kakıla götürülecekler. |
هٰذِهِ النَّارُ الَّت۪ي كُنْتُمْ بِهَا تُكَذِّبُونَ | ١٤ |
(14) (Onlara şöyle denecek:) "Yalan sayıp durduğunuz ateş işte bu! |
اَفَسِحْرٌ هٰذَٓا اَمْ اَنْتُمْ لَا تُبْصِرُونَ | ١٥ |
(15) Peki bu bir sihir mi? Yoksa görmüyor musunuz? |
اِصْلَوْهَا فَاصْبِرُٓوا اَوْ لَا تَصْبِرُواۚ سَوَٓاءٌ عَلَيْكُمْۜ اِنَّمَا تُجْزَوْنَ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ | ١٦ |
(16) Girin oraya! Artık sabretmişsiniz etmemişsiniz, sizin için farketmez. Çünkü sadece yaptıklarınızın karşılığını görmektesiniz." |
اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَنَع۪يمٍۙ | ١٧ |
(17-18) Allah’a saygısızlıktan sakınanlar ise, rablerinin kendilerine verdiğiyle mutluluk bularak cennetlerde ve nimetler içinde olacaklardır. Rableri onları cehennem azabından da korumuş olacaktır. |
فَاكِه۪ينَ بِمَٓا اٰتٰيهُمْ رَبُّهُمْۚ وَوَقٰيهُمْ رَبُّهُمْ عَذَابَ الْجَح۪يمِ | ١٨ |
كُلُوا وَاشْرَبُوا هَن۪ٓيـٔاً بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۙ | ١٩ |
(19-20) (Onlara denecek ki:) "Yaptıklarınızın karşılığı olarak, sıra sıra dizilmiş koltuklara yaslanarak âfiyetle yiyin için." Ayrıca onları güzel gözlü eşlerle evlendireceğiz. |
مُتَّكِـ۪ٔينَ عَلٰى سُرُرٍ مَصْفُوفَةٍۚ وَزَوَّجْنَاهُمْ بِحُورٍ ع۪ينٍ | ٢٠ |
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَاتَّبَعَتْهُمْ ذُرِّيَّتُهُمْ بِا۪يمَانٍ اَلْحَقْنَا بِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَمَٓا اَلَتْنَاهُمْ مِنْ عَمَلِهِمْ مِنْ شَيْءٍۜ كُلُّ امْرِئٍ بِمَا كَسَبَ رَه۪ينٌ | ٢١ |
(21) İman eden, soylarından gelenlerin de aynı iman ile kendilerini izledikleri kimselerin yanlarına bu zürriyetlerini katacağız; bununla birlikte kendi amellerinden de bir şey eksiltmeyeceğiz. Herkes kendi yapıp ettiğinin hesabından kendisi sorumlu olacaktır. |
وَاَمْدَدْنَاهُمْ بِفَاكِهَةٍ وَلَحْمٍ مِمَّا يَشْتَهُونَ | ٢٢ |
(22) Onlara canlarının istediği meyve ve etten bol bol veririz. |
يَتَنَازَعُونَ ف۪يهَا كَأْساً لَا لَغْوٌ ف۪يهَا وَلَا تَأْث۪يمٌ | ٢٣ |
(23) Orada karşılıklı kadeh alıp verirler, ama o içecek ne saçmalamaya yol açar ne de günah işlemeye. |
وَيَطُوفُ عَلَيْهِمْ غِلْمَانٌ لَهُمْ كَاَنَّهُمْ لُؤْلُؤٌ۬ مَكْنُونٌ | ٢٤ |
(24) Sedeflerinde saklı incilere benzeyen genç hizmetçileri etraflarında dönüp dururlar. |
وَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَسَٓاءَلُونَ | ٢٥ |
(25) (Cennettekiler) birbirlerine dönüp sorarlar: |
قَالُٓوا اِنَّا كُنَّا قَبْلُ ف۪ٓي اَهْلِنَا مُشْفِق۪ينَ | ٢٦ |
(26) "Doğrusu biz" derler, "Daha önce yakınlarımız arasındayken için için bir korku taşımaktaydık (değil mi? |
فَمَنَّ اللّٰهُ عَلَيْنَا وَوَقٰينَا عَذَابَ السَّمُومِ | ٢٧ |
(27) Şimdi ise Allah bize lutfuyla muamele etti de bizi kavurucu azaptan korudu. |
اِنَّا كُنَّا مِنْ قَبْلُ نَدْعُوهُۜ اِنَّهُ هُوَ الْبَرُّ الرَّح۪يمُ۟ | ٢٨ |
(28) Elbette biz bundan önce yalnız O’na yalvarıyorduk. Şüphesiz ihsanı bol ve çok merhametli olan da yalnız O’dur." |
فَذَكِّرْ فَمَٓا اَنْتَ بِنِعْمَتِ رَبِّكَ بِكَاهِنٍ وَلَا مَجْنُونٍۜ | ٢٩ |
(29) Sen öğüt vermeye devam et; rabbinin lutfu sayesinde sen asla ne bir kâhinsin ne de bir mecnun. |
اَمْ يَقُولُونَ شَاعِرٌ نَتَرَبَّصُ بِه۪ رَيْبَ الْمَنُونِ | ٣٠ |
(30) Demek onlar, "O bir şairdir; zamanın sillesini yiyeceği günü bekliyoruz" diyorlar öyle mi? |
قُلْ تَرَبَّصُوا فَاِنّ۪ي مَعَكُمْ مِنَ الْمُتَرَبِّص۪ينَۜ | ٣١ |
(31) De ki: "Bekleyin bakalım, ben de sizinle birlikte beklemekteyim!" |
اَمْ تَأْمُرُهُمْ اَحْلَامُهُمْ بِهٰذَٓا اَمْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَۚ | ٣٢ |
(32) Bunu onlara akılları mı emrediyor yoksa onlar azmış bir topluluk mu? |
اَمْ يَقُولُونَ تَقَوَّلَهُۚ بَلْ لَا يُؤْمِنُونَۚ | ٣٣ |
(33) "Onu kendisi uydurmuştur" diyorlar öyle mi? Hayır, hayır; inanmak istemiyorlar. |
فَلْيَأْتُوا بِحَد۪يثٍ مِثْلِه۪ٓ اِنْ كَانُوا صَادِق۪ينَۜ | ٣٤ |
(34) Eğer doğru sözlü iseler onun benzeri bir söz getirsinler. |
اَمْ خُلِقُوا مِنْ غَيْرِ شَيْءٍ اَمْ هُمُ الْخَالِقُونَۜ | ٣٥ |
(35) Acaba onlar bir yaratıcı bulunmadan mı yaratıldılar, yoksa yaratıcı kendileri midir? |
اَمْ خَلَقُوا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَۚ بَلْ لَا يُوقِنُونَۜ | ٣٦ |
(36) Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yaratmışlar? Hayır hayır! Onlar bir türlü idrak edip inanmıyorlar. |
اَمْ عِنْدَهُمْ خَزَٓائِنُ رَبِّكَ اَمْ هُمُ الْمُصَيْطِرُونَۜ | ٣٧ |
(37) Yoksa rabbinin hazineleri onların yanında mıdır? Yoksa her şeye egemen olan onlar mı? |
اَمْ لَهُمْ سُلَّمٌ يَسْتَمِعُونَ ف۪يهِۚ فَلْيَأْتِ مُسْتَمِعُهُمْ بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۜ | ٣٨ |
(38) Yoksa onların, üstüne çıkıp gizli şeyleri dinleyecekleri bir merdivenleri mi var? Eğer öyleyse, içlerinden dinleyen biri açık bir kanıt getirsin. |
اَمْ لَهُ الْبَنَاتُ وَلَكُمُ الْبَنُونَۜ | ٣٩ |
(39) Kız çocuklar O’na, erkek çocuklar da size öyle mi? |
اَمْ تَسْـَٔلُهُمْ اَجْراً فَهُمْ مِنْ مَغْرَمٍ مُثْقَلُونَۜ | ٤٠ |
(40) (Resulüm!) Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da, onlar bunun ağırlığı altında mı eziliyorlar? |
اَمْ عِنْدَهُمُ الْغَيْبُ فَهُمْ يَكْتُبُونَۜ | ٤١ |
(41) Yahut gayb bilgisi kendilerinin yanında da onlar (buradan alıp) mı yazıyorlar? |
اَمْ يُر۪يدُونَ كَيْداًۜ فَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا هُمُ الْمَك۪يدُونَۜ | ٤٢ |
(42) Yoksa bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Ama asıl tuzağa düşecek olanlar inkârcıların kendileridir! |
اَمْ لَهُمْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِۜ سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ | ٤٣ |
(43) Yoksa onların Allah’tan başka bir tanrıları mı var? Allah onların yakıştırdıkları ortaklardan tamamıyla münezzehtir. |
وَاِنْ يَرَوْا كِسْفاً مِنَ السَّمَٓاءِ سَاقِطاً يَقُولُوا سَحَابٌ مَرْكُومٌ | ٤٤ |
(44) Gökten bir kütlenin düşmekte olduğunu görseler, yine de "Bunlar üst üste yığılmış bulutlar" derler. |
فَذَرْهُمْ حَتّٰى يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذ۪ي ف۪يهِ يُصْعَقُونَۙ | ٤٥ |
(45) Artık dehşete kapılacakları gün ile yüzyüze gelinceye kadar onları kendi halleriyle baş başa bırak. |
يَوْمَ لَا يُغْن۪ي عَنْهُمْ كَيْدُهُمْ شَيْـٔاً وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَۜ | ٤٦ |
(46) Kurdukları planlar o gün kendilerine hiçbir yarar sağlamayacak ve kendilerine yardım eden de olmayacak! |
وَاِنَّ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا عَذَاباً دُونَ ذٰلِكَ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ | ٤٧ |
(47) Şüphesiz o zulmedenlere bundan başka (dünyada başlarına gelecek) bir azap daha var; fakat çoğu bunu bilmez. |
وَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ فَاِنَّكَ بِاَعْيُنِنَا وَسَبِّـحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ ح۪ينَ تَقُومُۙ | ٤٨ |
(48) Sen rabbinin hükmünü sabırla bekle, kuşkusuz sen bizim gözetim ve korumamız altındasın. Her kalktığında rabbini hamd ile tesbih et. |
وَمِنَ الَّيْلِ فَسَبِّحْهُ وَاِدْبَارَ النُّجُومِ | ٤٩ |
(49) Gecenin bir kısmında ve yıldızlar çekildiğinde de O’nu tesbih et. |