23/53 - Necm (yıldız) Suresi (62 ayet)

وَالنَّجْمِ اِذَا هَوٰىۙ(١) (1-2) Battığı sırada yıldıza andolsun ki bu arkadaşınız ne sapıtmış ne de eğri yola gitmiştir.
مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمْ وَمَا غَوٰىۚ(٢)
وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوٰىۜ(٣) (3) Kişisel arzularına göre de konuşmamaktadır.
اِنْ هُوَ اِلَّا وَحْيٌ يُوحٰىۙ(٤) (4) O, kendisine indirilmiş vahiyden başka bir şey değildir.
عَلَّمَهُ شَد۪يدُ الْقُوٰىۙ(٥) (5-7) Onu, çok güçlü, üstün niteliklerle donatılmış biri (Cebrâil) öğretti. O, ufkun en yüce noktasındayken asıl şekliyle göründü.
ذُو مِرَّةٍۜ فَاسْتَوٰىۙ(٦)
وَهُوَ بِالْاُفُقِ الْاَعْلٰىۜ(٧)
ثُمَّ دَنَا فَتَدَلّٰىۙ(٨) (8) Sonra yaklaştıkça yaklaştı.
فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ اَوْ اَدْنٰىۚ(٩) (9) Öyle ki, iki yay kadar hatta daha yakın oldu.
فَاَوْحٰٓى اِلٰى عَبْدِه۪ مَٓا اَوْحٰىۜ(١٠) (10) Böylece Allah, kuluna vahyini iletti.
مَا كَذَبَ الْفُؤٰادُ مَا رَاٰى(١١) (11) Gözün gördüğünü kalp yalanlamadı.
اَفَتُمَارُونَهُ عَلٰى مَا يَرٰى(١٢) (12) Şimdi siz şüpheye düşüp gördükleri hakkında onunla tartışmaya mı kalkışıyorsunuz?
وَلَقَدْ رَاٰهُ نَزْلَةً اُخْرٰىۙ(١٣) (13-14) Andolsun ki onu (meleği) iniş esnasında en sondaki sidre ağacının yanında bir daha gördü.
عِنْدَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهٰى(١٤)
عِنْدَهَا جَنَّةُ الْمَأْوٰىۜ(١٥) (15) Ki onun yanında huzur içinde kalınacak cennet vardır.
اِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشٰىۙ(١٦) (16) O an sidreyi bürüyen bürümüştü.
مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغٰى(١٧) (17) Göz ne kaydı ne de hedefinden şaştı.
لَقَدْ رَاٰى مِنْ اٰيَاتِ رَبِّهِ الْكُبْرٰى(١٨) (18) Hiç kuşkusuz o, rabbinin âyetlerinden en büyüğünü görmüştü.
اَفَرَاَيْتُمُ اللَّاتَ وَالْعُزّٰىۙ(١٩) (19-20) Gördünüz değil mi (âciz durumdaki) Lât’ı, Uzzâ’yı ve üçüncüsü olan diğerini, Menât’ı?
وَمَنٰوةَ الثَّالِثَةَ الْاُخْرٰى(٢٠)
اَلَكُمُ الذَّكَرُ وَلَهُ الْاُنْثٰى(٢١) (21) Erkek çocuklar size de kız çocuklar O’na öyle mi?
تِلْكَ اِذاً قِسْمَةٌ ض۪يزٰى(٢٢) (22) Ama o takdirde bu insafsızca bir taksim!
اِنْ هِيَ اِلَّٓا اَسْمَٓاءٌ سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَمَا تَهْوَى الْاَنْفُسُۚ وَلَقَدْ جَٓاءَهُمْ مِنْ رَبِّهِمُ الْهُدٰىۜ(٢٣) (23) Bunlar sizin ve atalarınızın putlara taktığı boş isimlerden ibarettir. Allah onlara öyle bir yetki ve güç vermemiştir. Onlar (putperestler) sadece kuruntularına ve kişisel arzularına uyuyorlar. Oysa şimdi onlara rablerinden bir yol gösterici gelmiş bulunmaktadır.
اَمْ لِلْاِنْسَانِ مَا تَمَنّٰىۘ(٢٤) (24) İnsan arzu ettiği her şeye sahip olabilir mi ki?
فَلِلّٰهِ الْاٰخِرَةُ وَالْاُو۫لٰى۟(٢٥) (25) Âhiret de Allah’ındır, dünya da.
وَكَمْ مِنْ مَلَكٍ فِي السَّمٰوَاتِ لَا تُغْن۪ي شَفَاعَتُهُمْ شَيْـٔاً اِلَّا مِنْ بَعْدِ اَنْ يَأْذَنَ اللّٰهُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَرْضٰى(٢٦) (26) Göklerde nice melekler vardır ki, Allah dilediği ve razı olduğu kulları için izin vermedikçe onların bile şefaati hiçbir fayda sağlamaz.
اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ لَيُسَمُّونَ الْمَلٰٓئِكَةَ تَسْمِيَةَ الْاُنْثٰى(٢٧) (27) Âhirete inanmayanlar meleklere dişi varlıkların isimlerini veriyorlar.
وَمَا لَهُمْ بِه۪ مِنْ عِلْمٍۜ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّۚ وَاِنَّ الظَّنَّ لَا يُغْن۪ي مِنَ الْحَقِّ شَيْـٔاًۚ(٢٨) (28) Oysa onların bu konuda bir bildikleri yok; sadece zanna uyuyorlar. Zan ise asla gerçek bilginin yerini tutamaz.
فَاَعْرِضْ عَنْ مَنْ تَوَلّٰى عَنْ ذِكْرِنَا وَلَمْ يُرِدْ اِلَّا الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۜ(٢٩) (29) O halde bizi anmaktan yüz çeviren ve dünya hayatından başka arzusu olmayan kişilerden sen de yüz çevir.
ذٰلِكَ مَبْلَغُهُمْ مِنَ الْعِلْمِۜ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ وَهُوَ اَعْلَمُ بِمَنِ اهْتَدٰى(٣٠) (30) İşte bildikleri bu kadar. Şüphesiz kendi yolundan sapanı en iyi bilen rabbindir, doğru yolu bulanı da en iyi bilen O’dur.
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۙ لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اَسَٓاؤُ۫ا بِمَا عَمِلُوا وَيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا بِالْحُسْنٰىۚ(٣١) (31-32) Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. Sonunda O, kötülük yapanlara işlediklerinin cezasını verecek; iyilik yapanları, ufak tefek kusurlar hariç, büyük günahlardan ve çirkin işlerden kaçınanları ise daha güzeliyle ödüllendirecektir. Şüphesiz rabbinin bağışlaması çok geniştir. Sizi topraktan yarattığı zamanki halinizi de, annelerinizin karınlarında cenin olarak bulunuşunuzu da en iyi bilen O’dur. Şu halde kendinizi temize çıkarmayın! Kimin günahtan sakındığını en iyi bilen O’dur.
اَلَّذ۪ينَ يَجْتَنِبُونَ كَـبَٓائِرَ الْاِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ اِلَّا اللَّمَمَۜ اِنَّ رَبَّكَ وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِۜ هُوَ اَعْلَمُ بِكُمْ اِذْ اَنْشَاَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ وَاِذْ اَنْتُمْ اَجِنَّةٌ ف۪ي بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْۚ فَلَا تُزَكُّٓوا اَنْفُسَكُمْۜ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقٰى۟(٣٢)
اَفَرَاَيْتَ الَّذ۪ي تَوَلّٰىۙ(٣٣) (33) Gördün mü o yüz çevireni;
وَاَعْطٰى قَل۪يلاً وَاَكْدٰى(٣٤) (34) Azıcık verip sonra keseni!
اَعِنْدَهُ عِلْمُ الْغَيْبِ فَهُوَ يَرٰى(٣٥) (35) Gaybın bilgisine sahip de onunla mı görüyor?
اَمْ لَمْ يُنَبَّأْ بِمَا ف۪ي صُحُفِ مُوسٰىۙ(٣٦) (36-37) Yoksa Mûsâ’nın ve ahde vefa örneği İbrâhim’in sahifelerinde bulunan şu hususlardan haberi yok mu?
وَاِبْرٰه۪يمَ الَّذ۪ي وَفّٰىۙ(٣٧)
اَلَّا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۙ(٣٨) (38) Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.
وَاَنْ لَيْسَ لِلْاِنْسَانِ اِلَّا مَا سَعٰىۙ(٣٩) (39) İnsan ancak çabasının sonucunu elde eder.
وَاَنَّ سَعْيَهُ سَوْفَ يُرٰىۖ(٤٠) (40) Ve çabasının karşılığı ileride mutlaka görülecektir.
ثُمَّ يُجْزٰيهُ الْجَزَٓاءَ الْاَوْفٰىۙ(٤١) (41) Sonra kendisine karşılığı tastamam verilecektir.
وَاَنَّ اِلٰى رَبِّكَ الْمُنْتَهٰىۙ(٤٢) (42) En sonunda yalnız rabbine varılacaktır.
وَاَنَّهُ هُوَ اَضْحَكَ وَاَبْكٰىۙ(٤٣) (43) Güldüren de O’dur, ağlatan da.
وَاَنَّهُ هُوَ اَمَاتَ وَاَحْيَاۙ(٤٤) (44) Öldüren de O’dur, yaşatan da.
وَاَنَّهُ خَلَقَ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْاُنْثٰىۙ(٤٥) (45-46) Rahime atıldığı zaman nutfeden (embriyo) erkeğiyle dişisiyle iki cinsi yaratan da O’dur.
مِنْ نُطْفَةٍ اِذَا تُمْنٰىۖ(٤٦)
وَاَنَّ عَلَيْهِ النَّشْاَةَ الْاُخْرٰىۙ(٤٧) (47) Öteki yaratma da (öldükten sonra diriltme) O’na aittir.
وَاَنَّهُ هُوَ اَغْنٰى وَاَقْنٰىۙ(٤٨) (48) Çok veren de O’dur, az veren de.
وَاَنَّهُ هُوَ رَبُّ الشِّعْرٰىۙ(٤٩) (49) Şi‘râ yıldızının rabbi de O’dur.
وَاَنَّـهُٓ اَهْلَكَ عَاداًۨ الْاُو۫لٰىۙ(٥٠) (50) Eski Âd kavmini helâk eden de O’dur.
وَثَمُودَا۬ فَمَٓا اَبْقٰىۙ(٥١) (51) Semûd’u da öyle. Hem de geriye bir şey bırakmadan!
وَقَوْمَ نُوحٍ مِنْ قَبْلُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا هُمْ اَظْلَمَ وَاَطْغٰىۜ(٥٢) (52) Bunlardan da önce Nûh kavmini. Çünkü onlar çok zalim ve çok azgın idiler.
وَالْمُؤْتَفِكَةَ اَهْوٰىۙ(٥٣) (53) Altı üstüne getirilmiş şehirleri de O helâk etti.
فَغَشّٰيهَا مَا غَشّٰىۚ(٥٤) (54) Onları üzerilerine yağan felâketlere gömdü!
فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكَ تَتَمَارٰى(٥٥) (55) Artık rabbinin hangi nimetlerinden şüphe duyabilirsin?
هٰذَا نَذ۪يرٌ مِنَ النُّذُرِ الْاُو۫لٰى(٥٦) (56) Bu (Kur’an) da öncekiler bir uyarıcıdır.
اَزِفَتِ الْاٰزِفَةُۚ(٥٧) (57) Artık yaklaştı o yaklaşmakta olan.
لَيْسَ لَهَا مِنْ دُونِ اللّٰهِ كَاشِفَةٌ(٥٨) (58) Onu Allah’tan başka ortaya çıkaracak yoktur.
اَفَمِنْ هٰذَا الْحَد۪يثِ تَعْجَبُونَۙ(٥٩) (59) Yoksa bu haberi tuhaf mı buluyorsunuz?
وَتَضْحَكُونَ وَلَا تَبْكُونَۙ(٦٠) (60) Ağlayacağınıza gülüyorsunuz!
وَاَنْتُمْ سَامِدُونَ(٦١) (61) Ve gaflet içinde oyalanıp duruyorsunuz.
فَاسْجُدُوا لِلّٰهِ وَاعْبُدُوا(٦٢) (62) Haydi artık Allah için secdeye kapanıp kulluk ediniz.