79/70 - Meâric (yükseliş yolu) Suresi (44 ayet)

سَاَلَ سَٓائِلٌ بِعَذَابٍ وَاقِعٍۙ(١) (1-3) Birisi, huzuruna yükselmenin birçok yolu bulunan Allah katından inkârcılar için gelecek olan ve hiç kimsenin savamayacağı azabın gelmesini istedi.
لِلْكَافِر۪ينَ لَيْسَ لَهُ دَافِـعٌۙ(٢)
مِنَ اللّٰهِ ذِي الْمَعَارِجِۜ(٣)
تَعْرُجُ الْمَلٰٓئِكَةُ وَالرُّوحُ اِلَيْهِ ف۪ي يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْس۪ينَ اَلْفَ سَنَةٍۚ(٤) (4) Melekler ve rûh O’na, miktarı elli bin yıl olan bir günde yükselip çıkar.
فَاصْبِرْ صَبْراً جَم۪يلاً(٥) (5) Şimdi sen güzelce sabret.
اِنَّهُمْ يَرَوْنَهُ بَع۪يداًۙ(٦) (6) Doğrusu onlar o azabı ihtimalden uzak görüyorlar.
وَنَرٰيهُ قَر۪يباًۜ(٧) (7) Biz ise onu yakın görmekteyiz.
يَوْمَ تَكُونُ السَّمَٓاءُ كَالْمُهْلِۙ(٨) (8) O gün gökyüzü erimiş maden gibi olur.
وَتَكُونُ الْجِبَالُ كَالْعِهْنِۙ(٩) (9) Dağlar da atılmış renkli yüne döner.
وَلَا يَسْـَٔلُ حَم۪يمٌ حَم۪يماًۚ(١٠) (10) Dost dostunun halini sormaz olur.
يُبَصَّرُونَهُمْۜ يَوَدُّ الْمُجْرِمُ لَوْ يَفْتَد۪ي مِنْ عَذَابِ يَوْمِئِذٍ بِبَن۪يهِۙ(١١) (11-14) Halbuki birbirlerine gösterilirler. Günahkâr kişi, o günün azabı karşısında ister ki oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran bütün ailesini ve yeryüzünde kim varsa herkesi fidye olarak versin de kendisini kurtarsın!
وَصَاحِبَتِه۪ وَاَخ۪يهِۙ(١٢)
وَفَص۪يلَتِهِ الَّت۪ي تُـْٔو۪يهِۙ(١٣)
وَمَنْ فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاًۙ ثُمَّ يُنْج۪يهِۙ(١٤)
كَلَّاۜ اِنَّهَا لَظٰىۙ(١٥) (15-16) Fakat ne mümkün! Bilinmeli ki o (cehennem) alev alev yanan, derileri kavurup soyan bir ateştir.
نَزَّاعَةً لِلشَّوٰىۚ(١٦)
تَدْعُوا مَنْ اَدْبَرَ وَتَوَلّٰىۙ(١٧) (17-18) Haktan yüz çevirip uzaklaşmak isteyeni ve mal toplayıp üstüne oturanı kendine çağırır.
وَجَمَعَ فَاَوْعٰى(١٨)
اِنَّ الْاِنْسَانَ خُلِقَ هَلُوعاًۙ(١٩) (19) Gerçekten insan pek tahammülsüz bir tabiatta yaratılmıştır.
اِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ جَزُوعاًۙ(٢٠) (20) Başına bir fenalık geldi mi sızlanır durur.
وَاِذَا مَسَّهُ الْخَيْرُ مَنُوعاًۙ(٢١) (21) Ama ona bir nimet nasip olursa kendisinden başkasını yararlandırmaz.
اِلَّا الْمُصَلّ۪ينَۙ(٢٢) (22) Ancak namaz kılanlar başka;
اَلَّذ۪ينَ هُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ دَٓائِمُونَۖ(٢٣) (23) Namazlarını devamlı kılanlar;
وَالَّذ۪ينَ ف۪ٓي اَمْوَالِهِمْ حَقٌّ مَعْلُومٌۙ(٢٤) (24-25) İsteyene ve yoksun kalmışa mallarından belli bir hak tanıyanlar;
لِلسَّٓائِلِ وَالْمَحْرُومِۖ(٢٥)
وَالَّذ۪ينَ يُصَدِّقُونَ بِيَوْمِ الدّ۪ينِۖ(٢٦) (26) Hesap gününün doğruluğuna inananlar;
وَالَّذ۪ينَ هُمْ مِنْ عَذَابِ رَبِّهِمْ مُشْفِقُونَۚ(٢٧) (27-28) Rablerinin azabından çekinenler -ki rablerinin azabı karşısında asla güven içinde olunamaz-;
اِنَّ عَذَابَ رَبِّهِمْ غَيْرُ مَأْمُونٍۚ(٢٨)
وَالَّذ۪ينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَۙ(٢٩) (29-31) İffetlerini koruyanlar -ki eşleri ve câriyeleri bunun dışında olup bundan dolayı kınanmazlar; ama kim bunun ötesine geçmeye kalkışırsa böyleleri sınırı aşanların ta kendileridir-;
اِلَّا عَلٰٓى اَزْوَاجِهِمْ اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُمْ فَاِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُوم۪ينَۚ(٣٠)
فَمَنِ ابْتَغٰى وَرَٓاءَ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْعَادُونَۚ(٣١)
وَالَّذ۪ينَ هُمْ لِاَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَۖ(٣٢) (32) Emanetlerine ve ahidlerine riayet edenler;
وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِشَهَادَاتِهِمْ قَٓائِمُونَۖ(٣٣) (33) Şahitliklerini dosdoğru yapanlar;
وَالَّذ۪ينَ هُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَۜ(٣٤) (34) Namazlarının gereklerini titizlikle yerine getirenler;
اُو۬لٰٓئِكَ ف۪ي جَنَّاتٍ مُكْرَمُونَۜ۟(٣٥) (35) İşte bunlar cennetlerde ağırlanırlar.
فَمَا لِ‌الَّذ۪ينَ كَفَرُوا قِبَلَكَ مُهْطِع۪ينَۙ(٣٦) (36-37) O inkârcılara ne oluyor ki (inkâr veya alay etmek için) grup grup sağdan soldan sana doğru koşuyorlar.
عَنِ الْيَم۪ينِۙ وَعَنِ الشِّمَالِ عِز۪ينَ(٣٧)
اَيَطْمَعُ كُلُّ امْرِئٍ مِنْهُمْ اَنْ يُدْخَلَ جَنَّةَ نَع۪يمٍۙ(٣٨) (38) üstelik bir de onlardan her biri nimetler cennetine yerleştirileceğini mi umuyor?
كَلَّاۜ اِنَّا خَلَقْنَاهُمْ مِمَّا يَعْلَمُونَ(٣٩) (39) Asla! Biz onları, şu bildikleri şeyden yaratmışızdır.
فَلَٓا اُقْسِمُ بِرَبِّ الْمَشَارِقِ وَالْمَغَارِبِ اِنَّا لَقَادِرُونَۙ(٤٠) (40-41) Doğuların ve batıların rabbine yemin ederim ki, onların yerine daha iyilerini getirmeye bizim gücümüz yeter, kimse bizim önümüze geçemez.
عَلٰٓى اَنْ نُبَدِّلَ خَيْراً مِنْهُمْۙ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوق۪ينَ(٤١)
فَذَرْهُمْ يَخُوضُوا وَيَلْعَبُوا حَتّٰى يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذ۪ي يُوعَدُونَۙ(٤٢) (42) Bırak onları, kendilerine geleceği hususunda uyarıldıkları güne ulaşıncaya kadar boş şeylere dalıp oyalanadursunlar!
يَوْمَ يَخْرُجُونَ مِنَ الْاَجْدَاثِ سِرَاعاً كَاَنَّهُمْ اِلٰى نُصُبٍ يُوفِضُونَۙ(٤٣) (43) O gün onlar, bir hedefe çabucak varmak istercesine süratle kabirlerinden çıkarlar.
خَاشِعَةً اَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۜ ذٰلِكَ الْيَوْمُ الَّذ۪ي كَانُوا يُوعَدُونَ(٤٤) (44) O sırada gözlerine korku çökmüş, perişan olmuşlardır. İşte başlarına geleceği konusunda uyarıldıkları gün o gündür.