Osmanlıca Sözlük A-E
Osmanlıca sözlük, Osmanlı İmparatorluğu'nun resmi yazışma ve edebiyat dilinden geniş kapsamlı bir kelimeler dizinidir.
- A
- â(far) آ 1.ünlem edatı ey, hey. 2.iki kelimenin arasına girerek, anlamı
- pekiştirenyeni kelimeler türetmeye yarayan orta ek.
- a’dâ(ar) اعدا düşmanlar.
- a’dâd(ar) اعداد sayılar.
- â’ik(ar) عائق engel.
- a’lâ(ar) اعلی en yüksek, en yüce.
- a’lâf(ar) آلاف otlar.
- a’lâl(ar) اعلال 1.hastalıklar. 2.sebepler.
- a’lâm(ar) اعلام 1.bayraklar. 2.özel isimler.
- a’lem(ar) اعلم en iyi bilen.
- a’mâ(ar) اعمی kör.
- a’mâk(ar) اعماق derinlikler.
- a’mâl(ar) اعمال işler, ameller, davranışlar.
- a’mâr(ar) اعمار 1.ömürler. 2.yaşlar.
- a’nî(ar) اعنی yani.
- a’râb(ar) اعراب Araplar, çöl arapları.
- a’râbî(ar) اعرابی çöl arabı.
- a’râz(ar) اعراض belirtiler.
- a’sâb(ar) اعصاب sinirler.
- a’sâr(ar) اعصار yüz yıllar.
- a’şâr(ar) اعشار öşür vergileri, onda birler.
- a’şârî(ar) اعشاری ondalık.
- a’vec(ar) اعوج yamuk, eğri büğrü.
- a’ver(ar) اعور tek gözlü.
- a’yâd(ar) اعياد bayramlar.
- a’yân(ar) اعيان 1.ileri gelenler, eşraf, sosyete. 2.gözler.
- a’yün(ar) اعين 1.gözler. 2.pınarlar.
- a’zâ(ar) اعضا 1.üyeler. 2.organlar.
- a’zam(ar) اعظم en büyük.
- âb(far) آب 1.su. 2.deniz. 3.ırmak. 4.tükürük. 5.özsuyu. 6.ter. 7.döl suyu. 8.sidik. 9.parlaklık. 10.yüzsuyu. 11.letafet, hava.
- âb(far) آب Ağustos.
- âb-ı âbistenîآب آبستنی 1.meni; 2.bitkilerin yetişmesine neden olan su.
- âb-ı adâletآب عدالت 1.adalet suyu; 2.doğruluğun bereketi.
- âb-ı ahmerآب احمر 1.kızıl su. 2.kırmızı şarap. 3.gözyaşı.
- âb-ı âteşînآب آتشين 1.ateşli su; 2.kırmızı şarap; 3.gözyaşı.
- âb-ı bâderengآب باده رنگ 1.kızıl su. 2.gözyaşı, kanlı gözyaşı.
- âb-ı engûrآب انگور 1.üzüm suyu. 2.şarap.
- âb-ı harâbâtآب خرابات (meyhane suyu) şarap.
- âb-ı kevserآب کوثر 1.cennet suyu, 2.şarap.
- ab’âb(ar) عبعاب vantrolog.
- abâ(ar) عبا 1.kaba yün kumaş. 2.aba.
- âbâ’(ar) آباء 1.babalar. 2.gezegenler.
- âbâd(ar) آباد ebedler.
- âbâd(far) آباد bayındır, mamûr.
- âbâdetmek/eylemek 1.mamûr etmek. 2.zenginleştirmek. 3.huzur vermek.
- âbâdolmak 1.mamûrlaşmak. 2.zenginleşmek. 3.huzura kavuşmak.
- âbâdân(far) آبادان bayındır.
- âbâdânî(far) آبادانی bayındırlık.
- âbâdî(far) آبادی 1.bayındırlık. 2.ince Hint kağıdı.
- âbâl(ar) آبال develer.
- âbân(far) آبان Âbân ayı.
- abâpûş(a.f) عباپوش 1.abalı. 2.derviş. 3.yoksul.
- âbâr(ar) آبار kuyular.
- âbcâme(far) آبجامه su kabı.
- âbçîn(far) آبچين peştemal.
- abd(ar) عبد 1.kul. 2.köle.
- âbdân(far) آبدان 1.su kabı. 2.mesane.
- âbdâr(far) آبدار 1.sulu. 2.parlak. 3.hoş
- âbdendân(far) آبدندان 1.bön. 2.âciz.
- abdest(far) آبدست 1.abdest. 2.paylama.
- abdesthâne(far) آبدستخانه 1.tuvalet. 2.abdest alınan yer.
- abdestlik(f.t) kısa cübbe.
- âbek(far) آبک 1.sulu. 2.cıva.
- abes(ar) عبث saçma, abes.
- âbgîne(far) آبگينه 1.kristal. 2.kadeh. 3.sürahi. 4.ayna. 5.gözyaşı.
- âbgîr(far) آبگير 1.havuz. 2.su birikintisi.
- âbgûn(far) آبگون 1.su rengi. 2.mavi.
- abher(ar) عبهر 1.nergis. 2.zerrinkadeh çiçeği. 3.yasemin.
- âbhîz(far) آبخيز büyük dalga.
- âbhord(far) آبخورد nasip.
- âbırû(far) آبرو yüzsuyu.
- âbî(far) آبی mavi.
- âbid(ar) عابد 1.ibadet eden. 2.erkek adı.
- abîd(ar) عبيد 1.kullar. 2.köleler.
- âbidâtآبدات anıtlar.
- âbide(ar) آبده anıt.
- âbidevî(ar) آبدوی anıtsal.
- âbile(far) آبله 1.su çiçeği. 2.sivilce. 3.su kabarcığı.
- âbir(ar) عابر yaya.
- âbisten(far) آبستن gebe.
- âbistengâh(far) آبستنگاه döl yatağı.
- âbişhor(far) آبشخور 1.sulama yeri. 2.nasip.
- âbkâr(far) آبکار 1.saka. 2.ayyaş.
- âbkeş(far) آبکش 1.saka, su çeken. 2.kevgir.
- âbnûs(far) آبنوس abanoz.
- âbrâh(far) آبراه su yolu, kanal.
- abraş(ar) ابرش alacalı.
- âbrîz(far) آبریز 1.tuvalet. 2.ıbrık.
- âbşâr(far) آبشار çağlayan.
- abûs(ar) عبوس somurtkan.
- âbühava(f.a) آب و هوا iklim.
- âbzih(far) آبزه 1.su kaynağı. 2.gözyaşı.
- âc(ar) عاج fildişi.
- âc(far) آج ılgın ağacı.
- acâib(ar) عجائب tuhaf, ilginç, acaip.
- acâleten(ar) عجالة alelacele.
- aceb(ar) عجب 1.tuhaflık. 2.acaba.
- acebâ(ar) عجبا acaba.
- acele(ar) عجله acele.
- aceleten(ar) عجلة çarçabuk, alelacele.
- acem(ar) عجم 1.arap olmayan. 2.İranlı, acem.
- acemaşîran(ar) عجم عشيران Türk mûsikisinde bir makam.
- acemce(a.t) Farsça.
- acemî(ar) عجمی 1.deneyimsiz, acemi. 2.İranlı.
- acemistan(a.f) عجمستان İran.
- acemiyân(a.f) عجميان 1.deneyimsizler. 2.İranlılar.
- aceze(ar) عجزه düşkünler, âcizler.
- acîb(ar) عجيب tuhaf, acayip, ilginç.
- acîbe(ar) عجيبه şaşılacak şey.
- âcil(ar) عاجل acil.
- âcilen(ar) عاجلا derhal, acil olarak.
- acîn(ar) عجين macun, yoğurulmuş.
- âciz(ar) عاجز 1.aciz. 2.ben.
- âcizâne(a.f) عاجزانه 1.acizce. 2.alçakgönüllüce.
- âcizî(a.f) عاجزی acizlik.
- âciziyyet(ar) عاجزیت acizlik.
- âcizleri(a.t) bendeniz, ben.
- acûl(ar) عجول aceleci.
- acûlâne(a.f) عجولانه acele acele.
- acûz(ar) عجوز 1.kocakarı. 2.cadı.
- acûze(ar) عجوزه 1.kocakarı. 2.cadı.
- âcür(far) آجر 1.tuğla. 2.kiremit.
- acz(ar) عجز acizlik, çaresizlik, bir şey yapamama.
- âdâb(ar) آداب 1.edepler, terbiyeler. 2.yol yordam.
- adalât(ar) عضلات kaslar.
- adale(ar) عضله1.kas. 2.kaslar.
- adâlet(ar) عدالت adalet.
- adaletkâr(a.f) عدالتکار adil, adaletli.
- âdât(ar) عادات âdetler, alışkanlıklar.
- adâvet(ar) عداوت düşmanlık.
- adâvetetmek/eylemek düşmanlık gütmek.
- add(ar) عد sayma, görme, değerlendirme, kabul etme.
- addedilmeksayılmak, görülmek, değerlendirilmek.
- addetmek/eylemeksaymak, görmek, değerlendirmek.
- addolunmaksayılmak, kabul edilmek.
- aded(ar) عدد sayı.
- adeden(ar) عددا sayıca.
- adedî(ar) عددی sayısal.
- âdem(ar) آدم 1.ilk insan, Adem Peygamber. 2.insan, adam.
- adem(ar) عدم yokluk, bulunmama, adem.
- adem-i muvaffakiyetعدم موفقيت başarısızlık.
- adem-i muvazenetعدم موازنت dengesizlik.
- adem-i riâyetعدم رعایت uymama..
- adem-i te’lîfiyetعدم تأليفيت uzlaşamama, bir araya gelememe.
- adem-i teveccühعدم توجه ilgisizlik.
- ademâbâd(a.f) عدم آباد yokluk ülkesi.
- âdemhâr(a.f) آدم خوار yamyam, insan yiyen.
- âdemî(a.f) آدمی1.insanoğlu. 2.insanlık.
- âdemiyân(a.f) آدميان insanlar.
- âdemiyyet(ar) آدميت 1.insanlık. 2.adamlık.
- ades(ar) عدس mercimek.
- adese(ar) عدسه mercek.
- âdet(ar) عادت alışkanlık, âdet.
- âdeta(ar) عادتا basbayağı.
- âdeten(ar) عدتا âdet olarak, geleneklere göre.
- adhâ(ar) اضحی kurbanlar.
- âdi(ar) عادی sıradan, âdi, değersiz.
- adîd(ar) عدید birçok.
- adîde(ar) عدیده birçok.
- âdil(ar) عادل adaletli.
- adîl(ar) عدیل eşit, denk.
- âdilâne(a.f) عدلانه adilce.
- adîm(ar) عدیم yok olan.
- adîmülimkân(ar) عدیم الامکان imkânsız.
- âdiye(ar) ادیهع alışılmış, sıradan.
- adl(ar) عدل adalet.
- adlâ’(ar) اضلاع kenarlar.
- adlî(ar) عدلی adalet ile ilgili.
- adliyye(ar) عدليه mahkeme, adliye.
- adn(ar) عدن cennet.
- adû(ar) عدو düşman.
- âfâk(ar) آفاق ufuklar.
- âfâkî(ar) آفاقی 1.nesnel. 2.şuradan buradan konuşma.
- âfât(ar) آفات afetler, belalar.
- âferîde(far) آفریده yaratık, yaratılmış, mahluk.
- âferîdgâr(far) آفریدگار yaratan, Tanrı.
- âferîn(far) آفرین bravo, çok yaşa, aferin.
- âferîn(far) آفرین yaratan.
- âferînende(far) آفریننده yaratıcı.
- âferîniş(far) آفرینش yaratılış.
- âfet(ar) آفت 1.afet, bela, felaket. 2.güzel sevgili.
- âfet-i cânآفت جان 1.can belası. 2.güzel.
- âfet-i devrânآفت دوران 1.güzel, dilber.
- âfetengîz(a.f) آفت انگيز afet getiren.
- âfetresân(a.f) آفت رسان bela getiren.
- âfetzede(a.f) آفت زده belaya uğramış, afet görmüş.
- afîf(ar) عفيف iffetli.
- âfil(ar) آفل 1.batan. 2.görünmez olan.
- âfitâb(far) آفتاب güneş.
- âfitâbcemâl(f.a) آفتاب جمال güzel yüzlü, parlak yüzlü, yüzü güneş gibi
- parlayan,sevgili, maşuk.
- âfiyet(ar) عافيت esenlik.
- âfiyetbulmak sağlığına kavuşmak.
- afiyetbahşآفيت بخش afiyet verici.
- afrika(ar) افریقا Afrika kıtası.
- afsun(far) افسون büyü, efsun.
- âftâb(far) آفتاب güneş.
- âftâbe(far) آفتابه ıbrık, su kabı.
- âftâbgîr(far) آفتابگير güneş alan, güneş gören.
- âftâbî(far) آفتابی güneşlik.
- âftâbrû(far) آفتاب رو parlak yüzlü.
- afv(ar) عفو bağışlama, af.
- âgâh(far) آگاه haberdar.
- âgâhetmek haberdar etmek.
- âgâholmak haberdar olmak.
- âgâhî(far) آگاهی haberdarlık.
- âgeh(far) آگه haberdar.
- âgehî(far) آگهی haberdarlık.
- âgîn(far) آگين dolu.
- âgûş(ar) آغوش kucak.
- âğâliş(far) آغالش kışkırtma.
- ağayân(T.-F.) آغایان ağalar.
- âğâz(far) آغاز 1.başlama. 2.başlangıç.
- ağbiyâ(ar) اغبيا kalın kafalılar.
- âğişte(far) آغشته bulaşmış, bulanık.
- ağlâl(ar) اغلال 1.boyunduruklar. 2.zincirler.
- ağlât(ar) اغلاط hatalar.
- ağleb(ar) اغلب احتمال çoğunlukla, genellikle, sık sık.
- ağleb-i ihtimâlاغلب احتمال büyük bir ihtimalle, büyük bir olasılıkla.
- ağnâ(ar) اغنی en zengin.
- ağnâm(ar) اغنام koyunlar.
- ağniyâ(ar) اغنيا zenginler.
- ağniye(ar) اغنيه şarkılar.
- ağrâs(ar) اغراس fidanlar.
- ağrâz(ar) اغراض maksatlar.
- ağsân(ar) اغصان dallar.
- ağşiye(ar) اغشيه 1.perdeler. 2.zarlar.
- ağyâr(ar) اغيار yabancılar.
- ah(ar) اخ 1.kardeş. 2.dost.
- âh(far) آه 1.feryat etme, feryat. 2.ilenme.
- âhalmak biri tarafından kendisine ilenilmek.
- âhü zâr آه و زار âh edip inleme.
- âhâd(ar) آحاد birler.
- ahad(ar) احد bir.
- ahali(ar) اهالی halk, ahali, insan topluluğu.
- ahavât(ar) اخوات kızkardeşler.
- ahbâb(ar) احباب 1.dostlar. 2.dost.
- ahbap(ar) احباب dostlar, sevdikler.
- ahbâr(ar) اخبار haberler.
- ahcâr(ar) احجار taşlar.
- ahd(ar) عهد 1.yemin, and. 2.çağ, devir. 3.söz verme.
- ahd-i atîkعهد عتيق Tevrat, Zebur ve Mezâmir.
- ahd-i cedîdعهد جدید İncil ve ekleri.
- ahdar(ar) احضر yemyeşil.
- ahdâs(ar) احداث 1.yeni olaylar. 2.dertler. 3.gençler.
- ahdeb(ar) احدب kambur.
- ahdnâme(a.f) عهدنامه ahitname, antlaşma metni.
- ahdüpeymân(a.f) عهد و پيمان and.
- âhek(far) آهک kireç.
- âhen(far) آهن demir.
- âhendil(far) آهن دل acımasız.
- âheng(far) آهنگ 1.uyum, ahenk. 2.eğlence.
- âheng-i esvâtآهنگ اصوات ses uyumu.
- âhengdâr(far) آهنگدار uyumlu.
- âhenger(far) آهنگر demirci.
- âhenggüzâr(far) آهنگ گذار uyumlu, ahenkli.
- âhenîn(far) آهنين 1.demirden. 2.demir gibi.
- âhenîndil(far) آهنين دل 1.katı yürekli. 2.yiğit.
- âhenk(far) آهنگ ahenk, uyum.
- âhenkdâr(far) آهنگ دار uyumlu, ahenkli.
- âhenkeş(far) آهنکش miknatıs.
- âhenrüba(far) آهن ربا miknatıs.
- âhensâ(y)(far) آهن سای törpü.
- âher(ar) آخر başka, diğer.
- âheste(far) آهسته yavaş, usul, ağır.
- âhestegî(far) آهستگی yavaşlık.
- ahfâ(ar) فااخ en gizli.
- ahfâd(ar) احفاد torunlar.
- ahger(far) اخگر kor ateş.
- ahibbâ(ar) احبا dostlar, sevilenler; sevgililer.
- ahid(ar) عهد söz, yemin.
- ahidşiken(a.f) عهدشکن sözünden dönen, antlaşmayı bozan.
- âhîhte(far) آهيخته kınından çıkmış, sıyrılmış.
- ahîr(ar) آخر son, en son.
- âhir-i kârآخر کار 1.sonunda. 2.sonuç.
- âhirbîn(a.f) آخربين ileri görüşlü.
- âhire(ar) آخره son.
- ahîren(ar) اخيرا geçenlerde, son zamanlarda, son olarak.
- âhiret(ar) آخرت öbür dünya.
- âhiretlik(a.t) 1.ahiret kardeşi. 2.evlat edinilen öksüz.
- âhirin(a.f) آخرین 1.sonuncu. 2.sonrakiler.
- âhirkâr(a.f) آخرکار sonunda, nihayet.
- âhirülemr(ar) آخرالامر sonunda, işin sonunda.
- âhiz(ar) آخذ alan.
- ahize(ar) آخذه alıcı gereç.
- ahkâm(ar) احکام hükümler.
- ahlâf(ar) اخلاف halefler.
- ahlâk(ar) اخلاق huy, ahlak.
- ahlâk-ı amelîاخلاق عملی uygulamadaki ahlak anlayışı.
- ahlâk-ı haseneاخلاق حسنه iyi huy.
- ahlâk-ı nazarîاخلاق نظری teorideki ahlak anlayışı.
- ahlâk-ı zemîmeلاق ذميمهاخ kötü huy.
- ahlâken(ar) اخلاقا ahlakça.
- ahlâkiyat(ar) اخلاقيات ahlak bilgisi.
- ahlâkiyûn(ar) اخلاقيون ahlakçılar.
- ahlâm(ar) احلام 1.karmakarışık rüyalar. 2.düşazmalar.
- ahlât(ar) اخلاط salgılar.
- ahlât-ı erba’aاخلاط اربعه dört özsuyu kan, salya, safra, dalak.
- ahmak(ar) احمق budala, aptal, ahmak.
- ahmakâne(a.f) احمقانه ahmakça.
- ahmakî(a.f) احمقی ahmaklık.
- ahmer(ar) احمر kırmızı, kızıl.
- ahrâm(ar) احرام 1.kutsal yerler. 2.haremler. 3.hanımlar, eşler.
- ahrâr(ar) احرار özgürler.
- ahrârâne(a.f) احرارانه özgürce.
- ahrâs(ar) احراس koruyucular, muhafızlar.
- ahret(ar) آخرت öbür dünya, ahiret.
- ahretlik(a.t) 1.ahiret kardeşi. 2.evlat edinilen öksüz.
- ahsâs(ar) احساس duygular.
- ahsen(ar) احسن en güzel.
- ahşâ’(ar) احشاء 1.iç organlar, 2.bölgeler, yöreler.
- ahşâb(A.>T.) اخشاب 1.ahşap. 2.keresteler.
- ahşâm(ar) احشام maiyet.
- ahtâb(ar) احطاب odunlar.
- ahtâr(ar) اخطار tehlikeler.
- âhte(far) آخته 1.iğdiş edilmiş. 2.kınından çıkarılmış.
- ahter(far) اختر yıldız.
- ahter-i dünbâledârاختر دنباله دار kuyruklu yıldız.
- ahterbîn(far) اختربين astrolog, yıldızbilimci.
- ahterşinâs(far) اخترشناس yıldızbilimci.
- ahterşümâr(far) اخترشمار 1.yıldızbilimci. 2.geceleri uyuyamayan.
- ahu(ar) اخو kardeş.
- âhû(far) آهو ceylan, karaca.
- âhûbere(far) آهوبره ceylan yavrusu.
- âhûdil(far) آهودل ödlek, korkak.
- âhund(far) آخوند molla, hoca.
- âhûnigah(far) آهونگاه ceylan bakışlı.
- âhur(far) آخر ahır.
- âhuvân(far) آهوان ceylanlar.
- âhûvâne(far) آهوانه ceylan gibi.
- âhüvâh(far)آه و واه feryat, sızlanma, hayıflanma.
- âhüvâveylâ(f.a) آه و واویلا feryat, âh çekme, figan etme.
- âhüzâr(far) آه و زار âh çekip inleme.
- ahvâl(ar) احوال haller, durumlar.
- ahvâl-i âdiyeیهاحوال عاد olağan haller.
- ahvâl-i sıhhiyeاحوال صحيه sağlık durumu
- ahvef(ar) اخوف en korkunç.
- ahvel(ar) احول şaşı.
- ahyâ(ar) احيا diriler.
- ahyâl(ar) اخيال yılkılar.
- ahyânen(ar) احيانا arasıra, kimi zaman.
- ahyâr(ar) اخيار iyiler.
- ahyât(ar) اخياط iplikler.
- ahz(ar) اخذ alma.
- ahzü kabul etmek alıp kabul etmek.
- ahzâb(ar) احزاب 1.kütleler. 2.partiler. 3.Ahzâb sûresi.
- ahzân(ar) احزان hüzünler.
- ahzar(ar) اخضر yeşil.
- ahzen(ar) احزن çok hüzünlü.
- ahzetmekalmak.
- ahzüi’tâ(ar) اخذ و عطا alış veriş.
- ahzükabz(ar) اخذ و قبض alıp sahip çıkma.
- âid(ar) عائد 1.ait, ilişkin. 2.geri dönen.
- âidât(ar) عائدات gelirler, aidat.
- âide(ar) عائده kâr, kazanç, gelir.
- âika(ar) عائقه engel.
- âile(ar) عائله 1.aile. 2.eş, karı.
- ailevî(ar) عائلوی aile ile ilgili.
- âjeng(far) آژنگ buruşuk, cilt kırışığı.
- âk(ar) عاق serkeş.
- akab(ar) عقب 1.arka, art. 2.topuk, ökçe.
- akabât(ar) عقبات 1.yokuşlar. 2.tehlikeli anlar.
- akabe(ar) عقبه 1.geçilmesi güç geçit. 2.yokuş.
- akabinde(a.t) ardından.
- akâid(ar) عقائد inançlar, akideler.
- akâmet(ar) عقامت 1.verimsizlik, durgunlaştırma, aksatma. 2.kısırlık.
- akar(ar) عقار kazanç sağlayan mülk.
- akarât(ar) عقرات kazanç sağlayan mülkler, akarlar.
- akbeh(ar) اقبح çok çirkin.
- akd(ar) عقد 1.düğümleme, bağlama. 2.nikah. 3.kararlaştırma. 4.kurma.
- akdâh(ar) اقداح kadehler.
- akdâm(ar) اقدام ayaklar.
- akdedilmekyapılmak, uygulanmak, icra edilmek.
- akdem(ar) اقدم önce, önceki.
- akdes(ar) اقدس en kutsal.
- akdetmek/eylemek yapmak, uygulamak, icra etmek, imzalamak, antlaşma
- yapmak,sözleşme yapmak.
- akıbet(ar) عاقبت son.
- âkıbetbîn(a.f) عاقبت بين sonu gören, ileri görüşlü.
- âkıbetendîş(a.f) عاقبت اندیش sonunu düşünen.
- âkıbetülemr(ar) مرعاقبت الا sonunda.
- âkıl(ar) عاقل akıllı, akıl sahibi.
- akıl(ar) عقل akıl.
- âkılâne(a.f) عاقل akıllıca.
- âkıle(ar) عاقله akıllı kadın.
- âkır(ar) عاقر 1.kısır. 2.verimsiz.
- âkid(ar) عاقد akit yapan.
- akîde(ar) عقيده inanç, akide.
- akîdefurûş(a.f) عقيده فروش inanç tüccarı.
- akîk(ar) عقيق akik taşı.
- âkil(ar) آکل yiyen.
- akîm(ar) عقيم 1.kısır. 2.sonuçsuz.
- akimkalmak gerçekleşememek, sonuçsuz kalmak.
- akis(ar) عکس yansıma, aksetme, akis.
- akl(ar) عقل akıl.
- akl-ı bâliğعقل بالغ ergin.
- akl-ı evvelعقل اول Tanrı.
- akl-ı küllعقل کل 1.doğadaki genel uyum. 2.Cebrail.
- akl-ı mücerredعقل مجرد soyut akıl.
- akl-ı selimعقل سليم sağduyu.
- aklâm(ar) اقلام 1.kalemler. 2.yazı gereçleri. 3.devlet daireleri.
- aklen(ar) اقلا akılca.
- aklıselim(a.f) عقل سليم sağduyu.
- aklî(ar) عقلی akılca, akıl bakımından, rasyonel.
- akliyye(ar) عقليه akılcılık, rasyonalizm.
- akliyyûn(ar) عقليون akılcılar, rasyonalistler.
- akm(ar) عقم kısırlık.
- akmâr(ar) ماراق aylar.
- akmişe(ar) اقمشه kumaşlar.
- akrabâ(ar) اقرباء akraba, yakınlar.
- akran(ar) اقران yaşıtlar.
- akreb(ar) اقرب en yakın.
- akreb(ar) عقرب 1.akrep. 2.saat ibresi.
- akrebek(a.f) عقربک saati gösteren ibre.
- aks(ar) عکس yansıma, akis.
- aks-i müddeâعکس مدعا çatışkı.
- aks-i sedâعکس صدا yankı.
- aksâ(ar) اقصی uzak, en son.
- aksâ-yı emelاقصای امل ülkü, ideal.
- aksâ-yı şarkاقصای شرق Uzakdoğu.
- aksâm(ar) اقسام kısımlar, bölümler.
- aksâm-ı sâireاقسام سائره diğer kısımlar, öbür bölümler.
- akser(ar) اقصر en kısa.
- aksetmekyansımak, vurmak.
- aksî(ar) عکسی 1.inatçı. 2.ters, zıt. 3.huysuz.
- aksülamel(ar) عکس العمل tepki, reaksiyon.
- aktâ’(A. اقطاع 1.kesmeler. 2.beylik araziler.
- aktâb(ar) اقطاب 1.kutuplar. 2.azizler. 3.efendiler.
- aktâr(ar) اقطار taraflar, yöreler.
- aktâr-ı cihânاقطار جهان dünyanın her tarafı.
- akûr(ar) عقور azgın, kudurmuş, saldırgan.
- akûrâne(a.f) عقورانه kudurmuşçasına.
- akvâl(ar) اقوال sözler.
- akvâm(ar) اقوام kavimler.
- akviyâ(ar) اقویا kuvvetliler.
- âl(ar) آل 1.aile. 2.sülale. 3.evlat.
- âl(ar) عال yüce, yüksek.
- alâ(ar) علاء yücelik, şeref.
- alâ(ar) علی üst, üstü, üzeri.
- alâeyyihâl(ar) علی ای حال her nasıl olsa.
- âlâf(ar) آلاف binler.
- alâhide(ar) عليحده tek başına, başlı başına.
- alâik(ar) علائق alakalar, ilgiler.
- alâim(ar) işaretler, alametler.
- alâim-i semâعلائم سما gökkuşağı.
- alak(ar) علق 1.kan pıhtısı. 2.sülük.
- alâka(ar) علاقه ilgi, alaka.
- alâkabahş(a.f) علاقه بخش ilgilendiren, ilgili.
- alâkadar(a.f) علاقه دار ilgili, alakalı.
- alâkadaretmek ilgilendirmek.
- alâkadarolmak ilgilenmek.
- alakadârân(a.f) علاقه داران ilgililer.
- alâkadrilimkân(ar) علاقدرالامکان olabildiğince.
- âlâm(ar) آلام elemler, acılar.
- alâmât(ar) علامات işaretler, alametler.
- alâmet(ar) علامت işaret, iz, alamet, belirti. 2.çok iri.
- âlât(ar) آلات aletler.
- alâvechi(ar) علِی وجه üzere.
- alâvefk(ar) علی وفق uygun olarak.
- âlâyiş(far) آلایش 1.bulaşma. 2.gösteriş.
- aleddevam(ar) علی الدوام sürekli.
- alef(ar) علف 1.ot. 2.hayvan yemi.
- aleka(ar) علقه 1.kan pıhtısı. 2.balçık.
- alelacele(ar) علی العجله çarçabuk.
- alelâde(ar) علی العاده sıradan, bayağı.
- alelamyâ(ar) علی العميا körükörüne.
- alelekser(ar) علی الاکثر çok defa.
- alelhusûs(ar) علی الخصوص özellikle.
- alelıtlâk(ar) علی الاطلاق 1.genellikle. 2.rastgele.
- alelicmâl(ar) علی الاجمال topluca.
- alelinfirâd(ar) علی الانفراد birer birer.
- alelistimrâr(ar) علی الاستمرار sürekli, aralıksız.
- aleliştirâk(ar) علی الاشتراک ortaklaşa.
- alelkifâye(ar) علی الکفایه yeterince.
- alelumûm(ar) علی العموم genellikle, genelde, genel olarak.
- âlem(ar) عالم dünya; evren.
- alem(ar) علم 1.sancak. 2.alem. 3.nişan, alamet.
- âlemârâ(a.f) عالم آرا dünyayı süsleyen.
- alemdâr(a.f) علمدار sancaktar.
- âlemefrûz(a.f) عالم افروز dünyayı parlatan.
- âlemgîr(a.f) عالمگير 1.dünyayı fetheden. 2.dünyaya yayılan.
- âlemiyân(a.f) عالميان insanlar.
- âlemşümûl(ar) علم شمول dünyayı kaplayan.
- âlemtâb(a.f) عالمتاب dünyayı aydınlatan.
- alenen(ar) علنا açıkça.
- alenî(ar) علنی açık, aşikâr.
- âlet(ar) آلت 1.araç, alet. 2.aygıt.
- alettafsîl(ar) علی التفصيل ayrıntılı olarak.
- alettevâlî(ar) علی التوالی peşpeşe.
- aleyh(ar) عليه karşı, karşıt; üzerine.
- aleyhdar(a.f) عليه دار karşıt, zıt.
- aleyhisselâm(ar) عليه السلام selam onun üzerine olsun.
- âlî(ar) عالی yüce; yüksek.
- âlîcâh(a.f) عالی جاه yüksek dereceli.
- âlîcenâb(ar) عالی جناب 1.cömert. 2.haysiyetli.
- âlihe(ar) آلهه ilahlar.
- âlîhimmet(ar) عالی همت yüce himmetli.
- âlîkadr(ar) عالی قدر saygıdeğer.
- alîl(ar) عليل 1.hasta, hastalıklı, illetli. 2.sakat.
- âlim(ar) عالم bilgin.
- alîm(ar) عليم çok bilen.
- âlîmakâm(ar) امعالی مق yüksek makamlı.
- âlînazar(ar) عالی نظر yüksek görüşlü.
- âlîşan(ar) عالی شان şanı yüce.
- âliye(ar) عاليه yüce, yüksek.
- aliyyülâlâ(ar) علی الاعلا en iyisi.
- Allâh(ar) االله Tanrı, Allah.
- allâme(ar) علامه büyük bilgin.
- âlû(far) آلو erik.
- âlûbâlu(far) آلوبالو vişne.
- âlûd(far) آلود bulanmış, bulaşmış.
- âlûde(far) آلوده bulanmış, bulaşmış.
- âlûdedâmen(far) آلوده دامن iffetsiz.
- âlûdegî(far) آلودگی bulaşma, bulaşıklık.
- âlüfte(far) آلفته 1.iffetsiz, fahişe. 2.alışık.
- âmâc(far) آماج 1.hedef. 2.nişan tahtası.
- âmâcgâh(far) آماجگاه nişan alınan yer.
- âmâde(far) آماده hazır.
- âmâdegî(far) آمادگی hazırlık.
- a'mâl(ar) اعمال davranışlar, ameller.
- âmâl(ar) آمال emeller.
- âmâl(ar) آمال emeller.
- âmâr(far) آمار 1.sayım. 2.hesap.
- amd(ar) عمد kasıt.
- amden(ar) عمدا kasıtlı olarak.
- âmed(far) آمد gelme, geliş.
- âmedşüd(far) آمدشد geliş gidiş.
- âmedüreft(far) آمدورفت geliş gidiş.
- âmedüşüd(far) آمدوشد geliş gidiş.
- amel(ar) عمل 1.iş. 2.ishal.
- amele(ar) عمله işçi.
- amelen(ar) عملا bilfiil, işleyerek.
- amelî(ar) عملی pratik, uygulamalı.
- ameliyât(ar) عمليات 1.işlemler, uygulamalar. 2.ameliyat.
- ameliye(ar)عمليه işlem, uygulama.
- âmennâ(ar) آمنا diyecek bir şey yok, inandık.
- âmîhte(ar) آميخته karışık, karışmış.
- amîk(ar) عميق derin.
- âmil(ar) عامل 1.yapan, işleyen. 2.faktör, etken. 3.vergi memuru. 4.vali.
- amîm(ar) عميم yaygın.
- âmîn(ar) آمن amin.
- âminen(ar) آمنا emin olarak.
- âmir(ar) آمر emreden.
- âmirâne(a.f) آمرانه emredercesine.
- âmiyâne(a.f) عاميانه bayağı, avamca.
- âmm(ar) عام genel, yaygın.
- âmm(ar) عام yıl.
- amm(ar) عم amca.
- ammâ(ar) اما ama.
- ammâba’d(ar) (امابعد maksada gelince.
- amme(ar) عمه hala.
- amûd(ar) عمود direk.
- amûden(ar) عمودا dikine.
- amûdî(ar) عمودی dikey.
- âmurziş(far) آمرزش 1.bağışlama, affetme.
- âmûz(far) آموز 1.öğrenen. 2.öğreten.
- âmûzgâr(far) آموزگار öğretmen.
- âmürzgâr(far) آمرزگار bağışlayıcı, Tanrı.
- âmürziş(far) آمرزش bağışlama.
- ân(ar) آن an.
- an(ar) عن –den, -dan.
- ân(far) ان 1.çoğul eki -ler, -lar. 2.zarf yapan ek -erek, -arak.
- ân(far) آن alım, cazibe, hava.
- an’anât(ar) عنعنات gelenekler.
- an’ane(ar) عنعنه gelenek.
- an’anevî(ar) عنعنوی geleneksel.
- ânân(far) آنان onlar.
- anâsır(ar) عناصر unsurlar, elemanlar.
- anâsır-ı erba’aعناصر اربعه dört unsur ateş, hava, su, toprak.
- ânât(ar) آنات anlar.
- anbean(a.f) آن به آن her an, gittikçe.
- anber(ar) عنبر amber.
- anberbû(a.f) عنبربو amber kokulu.
- andelîb(ar) عندليب bülbül.
- âne(far) انه gibi anlamını verecek şekilde sıfat ve zarf yapan son ek.
- anh(ar) عنه ondan.
- anhâ(ar) عنها ondan.
- anhâ(far) آنها onlar.
- ânî(a.f) آنی 1.bir an. 2.derhal.
- ânifen(ar) آنفا 1.az önce, demin. 2.yukarıda.
- âniyen(ar) آنيا bir anda, der hal, o anda.
- ankâ(ar) عنقا zümrütüanka,
- ankarîb(ar) عن قریب yakında, yakından, çok geçmeden.
- ankasdin(ar) عن قصد kasıtlı olarak, bile bile.
- ankebût(ar) عنکبوت örümcek.
- ansamîmilkalb(ar) عن صميم القلب içtenlikle, canügönülden.
- anûd(ar) عنود inatçı.
- âr(ar) عار utanma, ar.
- ar’ar(ar) عرعر 1.anırma. 2.dikenli ardıç.
- ârâ(far) آرا süsleyen.
- ârâ’(ar) آراء oylar.
- arâ’is(ar) عرائس gelinler.
- arab(ar) عرب arap
- arabî(ar) عربی arapça.
- arak(ar) عرق 1.ter. 2.rakı.
- arakçîn(a.f) عرقچين takke kavuk altı takkesi.
- arakdâr(a.f) عرقدار terli.
- arakıyye(ar) عرقيه derviş külahı.
- ârâm(far) آرام 1.dinlenme. 2.yerleşme.
- ârâmetmek yerleşmek
- ârâmbahş(far) بخشآرام dinlendiren, huzur veren
- ârâmgâh(far) آرامگاه 1.dinlenme yeri. 2.mezar.
- ârâmiş(far) آرامش 1.dinlenme. 2.huzur.
- ârâste(far) آراسته süslenmiş, süslü.
- ârâyiş(far) آرایش 1.süs. 2.süslenme.
- araz(ar) عرض 1.işaret, belirti. 2.tesadüf.
- arâzî(ar) اراضی yerler, arazi.
- arbede(ar) عربده kavga.
- arbedecû(a.f) عربده جو kavgacı.
- ard(far) آرد un.
- ardbîz(far) آردبيز elek.
- arefe(ar) عرفه arife, bayramdan önceki gün.
- ârız(ar) عارض 1.yanak. 2.gelen. 3.engel.
- ârızî(ar) عارضی geçici.
- ârî(ar) عاری 1.çıplak. 2.uzak, uzakta, soyutlanmış.
- ârî(far) آری evet.
- ârif(ar) عارف bilen, arif, irfan sahibi.
- âriyyet(ar) عاریت ödünç.
- arîz(ar) عریض geniş, genişlemesine.
- arman(far) آرمان 1.özlem. sıkıntı.
- arsa(ar) صهعر yer, meydan.
- arş(ar) عرش 1.gök. 2.taht. 3.çardak.
- arşa(ar) عرشه güverte.
- arûs(ar) gelin.
- arz(ar) ارض 1.yer. 2.dünya, yeryüzü.
- arz(ar) عرض 1.genişlik, en. 2.enlem.
- arz(ar) عرض sunma, arzetme.
- arzan(ar) ارضا enine, genişliğine.
- arzıhâl(ar) ارض حال dilekçe.
- ârzû(far) آرزو istek, heves.
- asâ(ar) عصا 1.değnek, sopa. 2.derviş değneği.
- âsâ(far) آسا gibi.
- asab(ar) عصب sinir.
- asabî(ar) عصبی sinirli.
- asabiyülmizac(ar) عصبی المزاج asabî mizaçlı.
- asabiyyet(ar) عصبيت sinirlilik.
- âsaf(ar) آصف 1.vezir. Hz. Süleyman’ın veziri.
- asâkir(ar) عساکر askerler.
- asalet(ar) اصالت asillik.
- asamm(ar) اصم sağır.
- âsân(far) آسان kolay.
- âsâr(ar) آثار 1.izler. 2.eserler.
- âsâyiş(far) آسایش 1.huzur. 2.güvenlik.
- âsâyişberkemâl آسایش برکمال her yerde huzur hakim.
- asdika(ar) اصدقا gerçek dostlar.
- asel(ar) عسل bal.
- ases(ar) عسس gece bekçisi.
- asfer(ar) اصفر 1.sarı. 2.soluk benizli.
- asgar(ar) اصغر en küçük.
- asgarî(ar) اصغری en az.
- ashâb(ar) اصحاب 1.dostlar, arkadaşlar. 2.sahipler.
- âsım(ar) عاصم 1.günahtan sakınan. 2.iffetli.
- asırba’de asır (ar) عصر بعد عصر asırlarca, yüzyıllarca.
- âsî(ar) عاصی 1.isyancı. 2.günahkâr.
- âsîb(far) آسيب felaket, bela, zarar.
- asîl(ar) اصيل 1.sağlam. 2.soylu.
- asîlzâde(a.f) اصيل زاده soylu çocuğu, asilzade.
- asîr(ar) عصير özsuyu, usare.
- âsitan(far) آستان eşik.
- âsiyâ(far) آسيا değirmen.
- âsiyâb(far) آسياب değirmen.
- asker(ar) عسکر asker, er.
- asl(ar) اصل 1.asıl. 2.kök. 3.gerçek.
- asla(ar) اصلا hiçbir zaman.
- aslî(ar) اصلی asıl.
- aslünesl(a.f) اصل و نسل soy sop.
- âsmân(far) آسمان gök, gökyüzü.
- âsmânî(far) آسمانی 1.gökyüzüne ait. 2.melek. 3.açık mavi.
- asnâm(ar) اصنام 1.putlar. 2.dilberler.
- asr(ar) عصر 1.yüzyıl. 2.ikindi vakti.
- asrî(ar) عصری modern.
- âstân(far) آستان 1.eşik. 2.tekke.
- âstâne(far) آستانه 1.eşik. 2.başkent. 3.tekke. 4.İstanbul.
- âster(far) آستر astar.
- âstîn(far) آستين yen.
- âsûde(far) آسوده rahat, huzurlu.
- âsûdegî(far) آسودگی huzur.
- âsûdehâtır(f.a) آسوده خاطر gönlü rahat, huzurlu.
- âsüman(far) آسمان gökyüzü.
- âş(far) آش 1.yemek. 2.aşûre.
- âşâm(far) آشام içen.
- aşer(ar) عشر on.
- aşere(ar) عشره onlar.
- aşhâne(far) آشخانه mutfak.
- âşık(ar) عاشق aşık.
- âşıkân(a.f) عاشقان aşıklar.
- âşifte(far) آشفته 1.perişan. 2.iffetsiz kadın.
- âşikâr(far) آشکار açık, belli, aşikâr.
- âşikâretmek ortaya çıkarmak, belli etmek.
- âşikârolmak ortaya çıkmak, belli olmak.
- âşikâre(far) آشکاره açık, belli.
- âşina(far) آشنا 1.tanıdık, bildik. 2.bilen.
- âşir(ar) عاشر onuncu.
- aşîr(ar) عشير onda bir.
- âşiren(ar) عاشرا onuncusu.
- âşiyân(far) آشيان 1.yuva. 2.ev.
- aşk(ar) عشق عشق aşk.
- âşkâr(far) آشکار 1.açık, belli, aşikâr.
- âşkârâ(far) آشکارا açık, belli, aşikâr.
- âşnâ(far) آشنا tanıdık, dost, aşina.
- âşnâyân(far) آشنایان tanıdıklar, dostlar.
- âşnâyî(far) آشنایی 1.dostluk. 2.bilme, haberdarlık.
- âşpez(far) آشپز aşçı.
- aşre(ar) عشره on.
- âşûb(far) آشوب 1.kargaşa. 2.karıştırıcı.
- âşûbengîz(far) آشوب انگيز kargaşa çıkaran.
- âşûrâ(ar) عاشورا aşûre.
- âşüfte(far) آشفته 1.iffetsiz kadın. 2.perişan.
- âşüftedil(far) آشفته دل gönlü perişan.
- ât(ar) ات çoğul eki -ler, -lar.
- at’ime(ar) اطعمه taamlar, yiyecekler.
- atâ(ar) عطاء bağış, ihsan, bahşiş.
- atâbahş(a.f) عطا بخش bahşiş veren, ihsanda bulunan.
- atâlet(ar) عطالت 1.durgunluk. 2.tembellik.
- ataş(ar) عطش susuzluk.
- atâyâ(ar) عطایا bağışlar, ihsanlar, bahşişler.
- atebât(ar) عتبات 1.eşikler. 2.şiîlerin ziyaret yerleri Necef, Kerbela, Kâzımiye.
- atebe(ar) عتبه eşik.
- ateh(ar) عته bunama.
- atehgetirmek bunamak.
- âteş(far) آتش ateş.
- âteşbâr(far) آتش بار ateş yağdıran.
- âteşbâz(far) آتشباز fişekçi.
- âteşdân(far) آتشدان 1.mangal. 2.ocak.
- âteşdem(far) آتش دم acı sözlü.
- âteşefrûz(far) آتش افروز ateş yakan.
- âteşfâm(far) آتش فام 1.ateş rengi. 2.kırmızı.
- âteşfeşân(far) آتش فشان ateş saçan.
- âteşgâh(far) آتشگاه ateşkede, ateşperest tapınağı.
- âteşgede(far) آتشگده ateşkede, ateşperest tapınağı.
- âteşgîre(far) آتش گيره 1.maşa. 2.çıra.
- âteşgûn(far) آتش گون ateş rengi, kırmızı.
- âteşî(far) آتشی 1.ateşli. 2.öfkeli, kızgın. 3.acı, dokunaklı. 4.cehennemlik.
- âteşîn(far) آتشين 1.ateşli. 2.hararetli.
- âteşkâr(far) آتش کار külhancı, ateşçi.
- âteşmizâc(f.a) آتش مزاج sert mizaçlı.
- âteşpâre(far) آتش پاره kıvılcım.
- âteşperest(far) آتش پرست ateşe tapan, ateşperest.
- atf(ar) عطف 1.eğme. 2.bağlaç. 3.çevirme,yöneltme.
- atfen(ar) عطفا atıfta bulunarak,
- atfetmekyöneltmek, vermek.
- âtıf(ar) عاطف 1.şefkatli. 2.meyleden. 3.bağlayan.
- âtıfet(ar) عاطفت şefkat gösterme.
- âtıfetkâr(A.-F) عاطفتکار şefkat gösteren, gözeten.
- âtıl(ar) عاطل 1.yararsız. 2.tembel.
- âtî(ar) آتی 1.gelecek.
- âtîdeki(a.t) ilerideki, aşağıdaki, gelecek olan.
- atîk(ar) عتيق 1.eski, antik. 2.asil. 3.özgür.
- atîka(ar) عتيقه 1.eski, antik. 2.asil. 3.özgür.
- atîkiyyât(ar) عتيقيات arkeoloji.
- âtiye(ar) آتيه gelecek.
- âtiyen(ar) آتيا 1.gelecekte. 2.aşağıda görüleceği gibi.
- âtiyülbeyân(ar) آتی البيان aşağıda açıklanacak olan.
- âtiyüzzikr(ar) آتی الذکر aşağıda zikredilecek olan.
- atiyyât(ar) عطيات bağışlar, ihsanlar.
- atiyye-i seniyyeعطيهء سنيه padişah tarafından verilen hediye.
- atlas(ar) اطلس 1.atlas kumaş. 2.büyük harita, dünya haritası.
- atnâb(ar) اطناب 1.ipler. 2.çadır ipleri. 3.ağaç kökleri.
- ats(ar) عطس hapşırma, aksırma.
- atse(ar) عطسه hapşırık, aksırık.
- atş(ar) عطش susuzluk.
- atşân(ar) عطشان susuz, susamış.
- attar(ar) عطار attar, baharatçı.
- attârî(a.f) عطاری 1.attarlık. 2.attar dükkanı.
- atûfet(ar) عطوفت şefkat.
- avâid(ar) عوائد gelirler.
- avâkıb(ar) عواقب 1.sonuçlar. 2.sonlar.
- avâlim(ar) عوالم âlemler, dünyalar.
- avâm(ar) عوام halk tabakası.
- avâmil(ar) عوامل 1.etkenler, faktörler.
- avâmpesend(a.f) عوام پسند halkın beğendiği.
- avân(ar) اوان zaman.
- âvâre(far) آواره aylak.
- âvâreser(far) آواره سر aylak.
- avârız(ar) عوارض 1.belalar. 2.engeller. 3.geçici vergi.
- avârif(ar) عوارف bilginler, arifler.
- âvâz(far) آواز ses.
- âvâze(far) آوازه 1.bağırma. 2.ün.
- avdet(ar) عودت geri dönüş.
- avdetetmek dönmek.
- avene(ar) عونه yardakçılar, avene.
- âvîze(far) آویزه asılı.
- avn(ar) عون yardım.
- avrât(ar) عورات kadınlar.
- avret(ar) عورت kadın.
- âyâ(far) آیا acaba.
- ayân(ar) عيان açık, belli, aşikâr.
- ayâr(ar) عيار ayar.
- âyât(ar) آیات ayetler.
- ayb(ar) عيب ayıp.
- âyet(ar) آیت 1.ayet. 2.işaret.
- âyîn(far) آیين 1.tören. 2.ayin. 3.din.
- âyine(far) آینه ayna.
- âyînhân(far) آیين خوان ayin okuyan.
- ayn(ar) عين 1.göz. 2.tıpkı. 3.ayın harfi.
- aynen(ar) عينا tıpkı, aynen, olduğu gibi.
- ayniyye(ar) عينيه 1.taşınabilir değerli eşya. 2.göz hastalıkları bölümü.
- ayniyyet(ar) عينيت aynılık.
- aynülyakîn(ar) نعين اليقي kesin, kesin bilgi.
- ayş(ar) عيش yaşama, keyif alma, gününü gün etme.
- ayyâr(ar) عيار 1.kurnaz. 2.düzenbaz.
- ayyârî(a.f) عياری 1.kurnazlık. 2.düzenbazlık.
- azâb(ar) عذاب azap.
- azab(ar) عزب bekar.
- azâbengiz(a.f) عذاب انگيز azap veren.
- âzâd(far) آزاد özgür.
- âzâde(far) آزاده özgür.
- âzâdî(far) آزادی özgürlük.
- azamet(ar) عظمت 1.büyüklük, ululuk. 2.çalım.
- âzâr(far) آزار 1.incitme. 2.inciten.
- azdâd(ar) اضداد zıtlar, karşıtlar.
- âzer(far) آذر 1.ateş. 2.Âzer ayı.
- âzerâsâ(far) آذرآسا 1.ateş gibi. 2.ateş rengi.
- azil(ar) عزل görevden alma.
- âzim(ar) عازم kararlı.
- azîm(ar) عظيم büyük.
- azîmet(ar) عزیمت gitme, yola çıkma.
- azimetetmek gitmek.
- aziz(ar) عزیز değerli, saygın.
- azîzan(a.f) عزیزان değerliler.
- azîze(ar) عزیزه 1.sevgili. 2.saygın.
- azl(ar) عزل görevden alma.
- azm(ar) عزم 1.azim. 2.niyet.
- azm(ar) عظم kemik.
- âzmâyiş(far) آزمایش deneme, sınama.
- âzmend(far) آزمند hırslı.
- azrâ(ar) عذرا bâkire.
- azrâil(ar) عزدائيل Azrail.
- azrar(ar) اضرار zararlar.
- azulât(ar) عضلات adaleler.
- âzürde(far) آزرده incinmiş, gücenmiş.
- B
- bâ(far) با 1.ile. 2.sahip.
- ba’de(ar) بعد sonra.
- ba’dehu(ar) بعده daha sonra, ondan sonra.
- ba’delmîlâd(ar) الميلادبعد milattan sonra, İsa’dan sonra.
- ba’demâ(ar) بعدما bundan böyle.
- ba’dezin(a.f) بعدازاین bundan sonra, bundan böyle.
- ba’s(ar) بعث diriliş.
- ba’süba’delmevt(ar) بعث بعد الموت ölümden sonra diriliş.
- ba’zan(ar) بعضا bazen, kimi zaman.
- bâb(ar) باب 1.kapı. 2.konu. 3.bölüm.
- bâbâ(far) بابا 1.baba. 2.ata.
- bâbâyâne(far) بابایانه babaca, babacan.
- bâbûne(far) بابونه babuna, papatya.
- bâc(far) باج 1.haraç. 2.vergi. 3.gümrük vergisi.
- bâcgîr(far) باجگير vergi memuru.
- bâd(far) باد 1.rüzgar, yel. 2.defa, kez. 3.yük. 4.olsun.
- bâdâm(far) بادام badem.
- bâdbân(far) بادبان yelken.
- bâdbedest(far) بادبدست eli boş, züğürt.
- bâdbîz(far) بادبيز yelpaze.
- bâde(far) باده 1.içki. 2.şarap.
- bâdefürûş(far) باده فروش meyhaneci.
- bâdehâr(far) باده خوار içki içen.
- bâdekeş(far) باده کش şarap içen.
- bâdenûş(far) باده نوش içki içen.
- bâdî(ar) بادی sebep olan, yol açan.
- bâdîolmak sebep olmak, yol açmak.
- bâdire(ar) بادره tehlikeli olay, felaket.
- bâdiye(ar) بادیه çöl.
- bâğ(far) باغ bahçe, bağ.
- bağal(far) بغل koltuk.
- bâğbân(far) باغبان bahçıvan.
- bâğçe(far) باغچه bahçe.
- bağçevan(far) باغچوان bahçıvan.
- bağteten(ar) ةبغت ansızın, birdenbire.
- bâh(ar) باه cinsel güç.
- bahâ(far) بها değer, kıymet.
- bâhaber(f.a) باخبر haberli, haberdar.
- bahâdar(far) بهادار kıymetli.
- bahâdır(far) بهادر yiğit.
- bahâne(far) بهانه 1.bahane. 2.sebep.
- bahânecû(far) بهانه جو bahaneci.
- bahâr(far) بهار 1.ilkbahar. 2.bahar. 3.baharat.
- bahârî(far) بهاری ilkbahar ile ilgili.
- bahâyim(ar) بهایم dört ayaklı hayvanlar.
- bahîl(ar) بخيل cimri.
- bâhired(far) باخرد akıllı.
- bâhis(ar) باحث bahseden, söz eden.
- bahis(ar) بحث 1.konu. 2.tartışma.
- bahr-i siyâhبحر سياه Karadeniz.
- bahr(ar) بحر deniz.
- bahr-i ahdarبحر احضر Hint Okyanusu.
- bahr-i ahmerبحر احمر Kızıldeniz.
- bahr-i hazerبحر خزر Hazar Denizi.
- bahr-ikulzum بحر قلزم Kızıldeniz.
- bahr-i muhît-i atlasîبحر محيط اطلسی Atlas Okyanusu.
- bahr-i muhît-i kebîrحيط کبيربحر م Büyük Okyanus.
- bahr-i mutavassıtبحر متوسط Akdeniz.
- bahs(ar) بحث 1.konu. 2.tartışma.
- bahsedilmek ele alınmak, söz edilmek.
- bahsetmek ele almak, söz etmek.
- bahş(far) بخش bağışlayan.
- bahşedilmek 1.bağışlanmak. 2.verilmek.
- bahşetmek 1.bağışlamak. 2.vermek.
- bahşâyiş(far) بخشایش 1.bağışlama. 2.bağış, ihsan.
- bahşiş(far) بخشش 1.bağış. 2.bahşiş.
- baht(far) بخت talih.
- bahtiyârî(far) بختياری bahtiyarlık.
- bâhûr(ar) باخور aşırı sıcak.
- bâhusus(f.a) باخصوص hele hele, özellikle.
- baîd(ar) بعيد uzak.
- bâis(ar) باعث yol açan, sebep olan.
- bâisolmak yol açmak, sebep olmak.
- bâjurnal(F.-Fr.) باژورنال tutanak ile.
- bâk(far) باک korku.
- bakâyâ(ar) بقایا geriye kalanlar.
- bakıyye(ar) بقيه geriye kalan, bakiye.
- bâkî(ar) باقی 1.kalıcı, ölümsüz. 2.artan, geri kalan.
- bâkir(ar) باکر el sürülmemiş.
- bâkire(ar) باکره kızoğlan kız.
- bâl(far) بال kanat.
- bâlâ(far) بالا 1.yukarı, üst. 2.boy.
- bâlâbülend(far) بالابلند uzun boylu.
- bâlâhâne(far) بالاخانه tavan arası, çatı.
- bâlâpervaz(far) بالاپرواز yükseklerden uçan.
- bâliğ(ar) بالغ 1.erişkin. 2.tutan, varan.
- bâliğolmak 1.erişkin olmak. 2.tutmak, ulaşmak, varmak
- bâlîn(far) بالين 1.başucu. 2.yastık.
- bâliş(far) بالش yastık.
- bâm(far) بام dam, çatı.
- bâmazbata(f.a) بامضبطه tutanak ile.
- bâmdâd(far) بامداد sabah, sabahleyin.
- bâmukâvele(f.a) بامقاوله sözleşme ile, sözleşmeli.
- bâng(far) بانگ 1.ses. 2.haykırış.
- bânû(far) بانو 1.bayan. 2.büyük hanım.
- bâr(far) بار 1.yük. 2.defa, kez. 3.Tanrı. 4.meyva. 5.yağdıran.
- bârvermek meyva vermek.
- bârân(far) باران yağmur.
- bârapor(F.-Fr.) باراپور rapor ile birlikte, raporlu.
- bârber(far) باربر hamal.
- bâre(far) باره 1.defa. 2.sur.
- bârgâh(far) بارگاه 1.yüksek huzur, padişah huzuru. 2.otağ.
- bârgîr(far) بارگير beygir.
- bârî(far) باری hiç olmazsa, en azından.
- bârid(ar) بارد soğuk.
- bârîk(far) باریک ince.
- bârika(ar) بارقه şimşek.
- bâriz(ar) بارز belirgin.
- bârû(far) بارو burç, hisar burcu.
- bârver(far) بارور 1.verimli. 2.meyvalı.
- basar(ar) بصر 1.görme. 2.görme yetisi.
- basîret(ar) بصيرت görüş, ileriyi görme gücü.
- basît(ar) بسيط 1.sade. 2.kolay.
- bast(ar) بسط yayma.
- batâet(ar) بطائت ağırlık, yavaşlık.
- bâtakrîr(f.a) باتقریر rapor halinde.
- bâtıl(ar) باطل 1.hükümsüz. 2.boş.
- batın(ar) بطن 1.karın. 2.kuşak, nesil.
- bâtınen(ar) باطنا işin iç yüzünde.
- batî(ar) بطی ağır, yavaş.
- batn(ar) بطن 1.karın. 2.kuşak, nesil.
- batt(ar) بط kaz.
- battal(ar) بطال 1.yiğit. 2.köhnemiş. 3.hantal.
- bâvekar(f.a) باوقار ağırbaşlı.
- bâyi(ar) بایع satıcı.
- bayrakdâr(a.f) بيدقدار bayraktar, sancaktar.
- baytâr(ar) بيطار veteriner.
- bâz(far) باز 1.tekrar. 2.açık. 3.doğan.
- bazargâh(far) بازارگاه pazar yeri.
- bazen(ar) بعضا kimi zaman
- bazı(ar) بعض kimi.
- bâzî(far) بازی oyun.
- bâzîçe(far) بازیچه oyuncak.
- bâzû(far) بازو 1.kol. 2.güç.
- be’s(ar) بأس zarar, kötü yan.
- bebr(far) ببر kaplan.
- becâ(far) بجا yerinde.
- becâyiş(far) بجایش yer değişimi.
- beççe(far) بچه 1.çocuk. 2.yavru.
- bed(far) بد kötü.
- bed’etmek başlamak.
- bedahd(f.a) بدعهد sözünde durmayan.
- bedâheten(ar) ةبداه düşünmeden.
- bedahlâk(f.a) بداخلاق ahlaksız.
- bedâvâz(far) بدآواز kötü sesli.
- bedâvet(ar) بداوت 1.göçebelik. 2.bedevîlik.
- bedâyi’(ar) بدایع yeni ve güzel şeyler.
- bedbaht(far) بدبخت tahilsiz.
- bedbahtetmek mutsuz etmek.
- bedbîn(far) بدبين kötümser, karamsar.
- bedbû(far) بدبو kötü kokulu.
- bedcins(f.a) بدجنس kötü cinsli, cinsi bozuk.
- bedçeşm(far) چشمبد kötü gözlü.
- beddil(far) بددل ödlek.
- bedduâ(f.a) بددعا ilenç.
- bedelât(ar) بدلات bedeller.
- bedendîş(far) بداندیش kötü düşünceli.
- bedenen(ar) بدنا vücutça.
- bedestân(far) بزستان bedesten.
- bedevî(ar) بدوی çöl arabı.
- bedeviyyet(ar) بدویت 1.göçebelik. 2.bedevîlik.
- bedfercâm(far) بدفرجام kötü sonlu.
- bedgû(far) بدگو dedikoducu.
- bedgüher(far) بدگهر kalbi bozuk, mayası bozuk.
- bedhâh(far) بدخواه birinin kötülüğünü isteyen, kötü niyetli.
- bedhû(far) بدخو huysuz, kötü huylu.
- bedî’(ar) بدیع güzel, yepyeni.
- bedîa(ar) بدیعه yepyeni şey.
- bedîhe(ar) بدیهه düşünmeden.
- bedîhî(ar) بدیهی kuşkusuz.
- bedkâr(far) بدکار kötü hareketli.
- bedlikâ(f.a) بدلقا çirkin.
- bedmâye(far) بدمایه mayası bozuk.
- bedmest(far) بدمست içip içip dağıtan.
- bedmestî(far) بدمستی içip içip dağıtma.
- bedmestlik(f.t) ed+mes içip içip dağıtma.
- bedmestliketmek içip için dağıtmak.
- bedmihr(far) بدمهر sevgisiz.
- bednâm(far) بدنام adı kötüye çıkmış.
- bednigâh(far) بدنگاه kötü gözlü, kötü bakışlı.
- bednihâd(far) بدنهاد kötü yaratılışlı, soysuz.
- bedr(ar) بدر dolunay.
- bedre(ar) بدره para kesesi.
- bedreftâr(far) بدرفتار kötü davranışlı.
- bedreka(far) بدرقه 1.uğurlama, yolcu etme. 2.kılavuz.
- bedrûd(far) بدرود veda.
- bedsigâl(far) بدسگال kötü düşünceli.
- bedsîret(f.a) بدسيرت ahlaksız.
- bedsirişt(far) بدسرشت kötü yaratılışlı, mayası bozuk.
- bedter(far) بدتر daha kötü, beter.
- bedtıynet(f.a) بدطينت tıynetsiz, karaktersiz.
- bedzebân(far) بدزبان ağzı bozuk.
- bedzehre(far) بدزهره ödlek.
- begâyet(f.a) بغایت çok, son derece.
- behâ(far) بها değer, kıymet.
- behbûd(far) بهبود sağlık.
- behcet(ar) بهجت 1.sevinç. 2.güzellik.
- behem(far) بهم birlikte, beraber.
- behemehâl(f.a) بهه حال her halükârda, mutlaka, ne olursa olsun.
- beher(far) بهر her, her biri.
- behic(ar) بهيج güleryüzlü.
- behîmî(ar) بهيمی hayvanî.
- behîmiyyet(ar) بهيميت hayvanlık.
- behişt(far) بهشت cennet.
- behiştî(far) بهشتی cennetlik.
- behiyye(ar) بهيه güzel.
- behmân(far) بهمان falan, filan.
- behre(far) بهره nasip.
- behremend(far) بهرمند 1.hisse sahibi. 2.yararlanan.
- beht(ar) بهت şaşkınlık.
- behteuğramak şaşakalmak, şaşkınlığından donakalmak.
- bekâ(ar) بقا kalıcılık.
- bekâm(far) بکام muradına ermiş.
- bekâmolmak muradına ermek.
- bekâya(ar) بقایا geriye kalanlar; kalıntılar.
- bekrî(ar) بکری içki düşkünü.
- beksimat(far) بکسمات peksimet.
- bel(ar) بل belki.
- bel’(ar) بلع 1.yutma. 2.yutulma.
- bel’edilmek yutulmak.
- bel’etmek yutmak.
- belâ(ar) بلا felaket, musibet.
- belâ(ar) بلی evet.
- belâdet(ar) بلادت dangalaklık.
- belâdîde(a.f) بلادیده belaya uğramış.
- belâgat(ar) بلاغت kusursuz söz söyleme
- belâhet(ar) بلاهت eblehlik.
- belâyâ(ar) بلایا belalar.
- belde(ar) بلده 1.kent. 2.diyar, memleket.
- beled(ar) بلد 1.kent. 2.memleket.
- beledî(ar) بلدی kentli.
- belediyye(ar) بلدیه belediye.
- belî(ar) بلی evet.
- belîğ(ar) بليغ 1.fasih konuşan. 2.fasih, düzgün.
- beliyyât(ar) بليات belalar.
- belki(f.a) بلکه olabilir, belki.
- belût(ar) بلوط 1.pelit, palamut. 2.meşe.
- benâdir(A.<F.) بنادر limanlar.
- benâm(far) بنام 1.ünlü. 2.adında.
- benân(ar) بنان 1.parmaklar. 2.parmak uçları.
- benât(ar) بنات kızlar.
- bend(far) بند 1.bağ. 2.zincir. 3.boğum. 4.bend, fıkra. 4.baraj, su bendi.
- bendolmak bağlanmak.
- bende(far) بنده 1.kul. 2.köle.
- bendegân(far) بندگان 1.kullar. 2.köleler.
- bendegî(far) بندگی 1.kulluk. 2.kölelik.
- bendehâne(far) بنده خانه benim evim.
- bender(far) بندر liman.
- bendergâh(far) بندرگاه rıhtım.
- bendezâde(far) بنده زاده 1.köle çocuğu. 2.benim çocuğum.
- benefşe(far) بنفشه menekşe.
- benefşî(far) بنفشی mor.
- beng(far) بنگ esrar.
- bengî(far) بنگی esrarkeş.
- benî(ar) بنی oğullar.
- benîâdemبنی آدم insanlar, Adem oğulları.
- benîisrâîlı بنی اسرائيل İsrailoğulları.
- bennâ(ar) بناء yapı ustası.
- benû(ar) بنو oğullar.
- ber(far) بر 1.üzeri. 2.üzere. 3.göğüs. 4.meyva.
- berâ’et(ar) برائت aklanma.
- berâ’etetmek aklanmak.
- berâber(far) برابر 1.birlikte. 2.eşit.
- berâberî(far) برابری 1.birliktelik. 2.eşitlik.
- berâhîn(ar) براهين deliller, kanıtlar.
- berâyı(far) برای için.
- berâyımalûmât برای معلومات bilgi edinmek için, bilgi vermek için, bilgi sahibi
- olmakiçin.
- berbâd(far) برباد 1.mahvolmuş. 2.kötü, pis, berbat.
- bercâ(far) برجا yerinde, uygun.
- berceste(far) برجسته seçkin, seçme.
- berd(ar) برد soğuk.
- berde(far) برده köle.
- berdevâm(f.a) بردوام sürekli, devam eden.
- berdülacuz(ar) بردالعجوز kocakarı soğuğu.
- bere(far) بره kuzu.
- berehne(far) برهنه çıplak.
- berekât(ar) برکات bereketler.
- bereket(ar) برکت 1.bolluk. 2.uğur.
- berevât(ar) بروات beratlar.
- berf(far) برف kar.
- berfîn(far) برفين karlı.
- berg(far) برگ yaprak.
- bergüzâr(far) برگذار hatıra, hediye, yadigâr.
- berhâne(far) برخانه harap vaziyetteki ev.
- berhayât(f.a) برحيات hayatta olan, sağ.
- berhayâtbulunmak yaşamak, hayatta olmak.
- berhürdâr(far) برخوردار mutlu, muradına ermiş.
- berî(ar) بری arınmış, temiz, uzak.
- berîd(ar) برید 1.ulak. 2.postacı.
- berîn(far) برین yüksek, yüce.
- berk(ar) برق şimşek.
- berkarâr(f.a) برقرار yerinde duran, karar eden.
- berkarârolmak devam etmek, kalmak.
- berkemâl(f.a) بزکمال en iyi şekilde, mükemmel.
- bermâh(far) برماه matkap, burgu.
- bermu’tâd(f.a) برمعتاد alışıldığı gibi, mutâd olduğu üzere.
- bermûcib-i(f.a) برموجب uyarınca, gereğince.
- bernâ(far) برنا genç.
- berpâ(far) برپا ayakta.
- berr(ar) بر 1.toprak. 2.kara. 3.kıta.
- berrak(ar) براق duru.
- berren(ar) برا kara yolu ile.
- berrî(ar) بری kara ile ilgili.
- bersâbık(f.a) برسابق eskiden olduğu gibi.
- bertaraf(f.a) برطرف 1.bir yana. 2.giderilmiş.
- bertarafetmek gidermek.
- bertarafolmak giderilmek.
- berter(far) برتر daha üstün.
- berterîn(far) برترین en üstün.
- bervech-i(f.a) بروجه gibi.
- berzah(ar) برزخ 1.cehennem. 2.dil, kara uzantısı. 3.sorun, dert.
- berzger(far) برزگر çiftçi.
- bes(far) بس 1.yeterli. 2.çok.
- besâ(far) بسا nice.
- besâtîn(ar) بساتين bahçeler.
- besend(far) بسند yeterli.
- besende(far) بسنده yeterli.
- beserüçeşm(far) بسر و چشم başüstüne, başım gözüm üstüne.
- besî(far) بسی birçok.
- besîm(ar) بسيم güleç.
- beste(far) بسته 1.kapalı. 2.beste.
- bestekâr(far) بسته کار besteci.
- bestenigâr(far) ربسته نگا Türk mûsikîsinde bir makam adı.
- beşâret(ar) بشارت müjde.
- beşer(ar) بشر 1.insan. 2.insanlık.
- beşere(ar) بشره deri, dış deri.
- beşerî(ar) بشری insanlıkla ilgili, insanî.
- beşeriyyât(ar) بشریات antropoloji.
- beşeriyyet(ar) بشریت insanlık.
- beşîr(ar) بشير müjdeci.
- beşûş(ar) بشوش güleç.
- beşûşâne(a.f) بشوشانه güleryüzle.
- betâet(ar) بطائت ağırlık, yavaşlık.
- beter(far) بدتر daha kötü, beter, şiddetli.
- bevl(ar) بول 1.idrar. 2.işeme.
- bevlî(ar) بولی idrar ile ilgili.
- bevliyye(ar) بوليه üroloji.
- bevvâb(ar) بواب kapıcı.
- bevvâbîn(ar) بوابين kapıcılar.
- bey’(ar) بيع satış.
- beyâbân(far) بيابان çöl.
- beyân(ar) بيان açıklama, ifade etme, dile getirme.
- beyânedilmek açıklanmak, dile getirilmek.
- beyânetmek açıklamak, dile getirmek.
- beyânât(ar) بيانات açıklamalar, demeç.
- beyânnâme(a.f) بيان نامه bildirge.
- beyâz(ar) بياض ak, beyaz.
- beyhûde(far) بيهوده boş, boşuna.
- beyn(ar) بين ara, orta.
- beynelmilel(ar) بين الملل uluslararası.
- beyn-i(a.f) ِبين arasında, ortasında.
- beynülmilel(ar) بين الملل uluslararası.
- beyt(ar) بيت 1.ev. 2.konut. 3.beyit.
- beytâr(ar) بيطار veteriner.
- beytullah(ar) بيت االله Kâbe.
- beytûtet(ar) بيتوتت geceleme.
- beytülmal(ar) المالبيتhazine, maliye hazinesi
- beyzâ(ar) بيضا bembeyaz, çok beyaz.
- beyze(ar) بيضه 1.yumurta. 2.husye.
- beyzî(ar) بيضی oval.
- beze(far) بزه 1.günah. 2.suç.
- bezekâr(far) بزه کار 1.günahkar. 2.suçlu.
- bezir(ar) بذر tohum.
- bezirgân(far) بازرگان tüccar.
- bezistân(a.f) بزستان bedesten.
- bezle(ar) بذله şaka, latife.
- bezlegû(a.f) بذله گو şakacı.
- bezm(far) بزم 1.eğlence meclisi. 2.içki meclisi.
- bezmgâh(far) بزمگاه eğlence yeri, eğlence meclisi.
- bezzaz(ar) بزبز manifaturacı, kumaşçı.
- bi’r(ar) بئر kuyu.
- bi’set(ar) بئثت gönderiliş, Hz. Muhammed’in peygamber olarak gönderilişi.
- bîaman(far) بی امان amansız.
- bîâr(f.a) بی عار arsız.
- bîbahâ(far) بی بها çok değerli, paha biçilmez.
- bîbedel(f.a) بی بدل eşsiz, benzersiz.
- bîbehre(far) بی بهره nasipsiz.
- bîcâ(far) بيجا yersiz.
- bîcan(far) بی جان cansız.
- bîçâre(far) بيچاره 1.çaresiz. 2.zavallı.
- bîçâregân(far) بيچارگان 1.çaresizler. 2.zavallılar.
- bîçunuçirâ(far) بی چون و چرا 1.sorgusuz sualsiz. 2.Tanrı.
- bîd(far) بيد söğüt.
- bid’at(ar) بدعت 1.sonradan ortaya çıkma. 2.dinde yeni getirilmiş şey.
- bîdâd(far) بيداد zulüm.
- bîdâdger(far) بيدادگر zalim.
- bîdâr(far) بيدار uyanık.
- bîdârbaht(far) بيداربخت talihli.
- bidâyet(ar) بدایت başlangıç.
- bidâyette(a.t) d başlangıçta.
- bîd-i mecnûnبيد مجنون salkımsöğüt.
- bîdil(far) بيدل aşık.
- bîdin(f.a) بی دین dinsiz.
- bîedeb(f.a) بی ادب terbiyesiz, edepsiz.
- bîeman(far) بی امان amansız.
- bîendişe(far) بی اندیشه düşünmeyen, umursamayan.
- bîgâne(far) بيگانه yabancı.
- bîgüman(far) بی گمان kuşkusuz.
- bîgünah(far) بی گناه 1.günahsız. 2.suçsuz.
- bîh(far) بيخ kök.
- bîhaber(f.a) بی خبر habersiz.
- bîhadd(f.a) بی حد sınırsız.
- bihakkın(ar) بحق hakkıyla, hak ederek.
- bihamdillah(ar) بحمداالله Allah’a şükürler olsun.
- bihâr(ar) بحار denizler.
- bîhareket(f.a) بی حرکت hareketsiz.
- bîhâsıl(f.a) بی حاصل sonuçsuz.
- bîhayâ(f.a) بی حيا utanmaz, hayasız.
- bîhayat(f.a) بی حيات cansız, yaşamayan.
- bihâzelemr(ar) بهذا الامر buna göre, bu durumda, böylelikle.
- bihbûd(far) بهبود sağlık.
- bîhemtâ(far) بی همتا benzersiz.
- bîhesâb(f.a) بی حساب hesapsız, sonsuz.
- bîhiss(f.a) بی حس hissiz, duygusuz.
- bihişt(far) بهشت cennet.
- bîhod(far) بيخود 1.baygın. 2.kendine olmama, kendinden geçme.
- bihter(far) بهتر daha iyi.
- bîhude(far) بيهده boşuna, beyhude.
- bîinsâf(f.a) بی انصاف insafsız.
- bîkâr(far) بيکار 1.işsiz. 2.bekar.
- bîkarâr(f.a) بی قرار kararsız.
- bikr(ar) بکر 1.el sürülmemiş. 2.yepyeni, orijinal.
- bîl(far) بيل bel.
- bilâd(ar) بلاد 1.beldeler. 2.memleketler.
- bilâfâsıla(ar) بلافاصله aralıksız, kesintisiz.
- bilâhareket(ar) بلاحرکت hareketsiz, hareket etmeden.
- bilâhere(ar) بالآخره 1.sonradan. 2.sonunda, nihayet.
- bilâinkıtâ(ar) بلاانقطاع kesintisiz, aralıksız.
- bilâkayt(ar) بلاقيد kayıtsız şartsız, kesin.
- bilakis(ar) بالعکس aksine, tersine.
- bilâmâni’a(ar) بلامانعه engelsiz
- bilâmazeret(ar) بلامعذرت mazeretsiz, özür bildirmeksizin.
- bilâmerhamet(ar) بلامرحمت acımasızca.
- bilâmühlet(ar) بلامهلت zaman tanımadan, süre vermeden.
- bilâpervâ(a.f) بلاپروا korkusuzca.
- bilâşikâyet(ar) بلاشکایت şikayet etmeden.
- bilâte’ehhür(ar) بلاتأخر gecikmeden.
- bilâtefrik(ar) بلاتفریق hiçbir ayırım gözetmeksizin.
- bilâtehlike(ar) بلاتهلکه tehlikesizce.
- bilâteminat(ar) بلاتأمينات güvencesiz, teminatsız.
- bilâücret(ar) بلاأجرت parasız, ücretsiz.
- bilcümle(ar) بالجمله tümüyle.
- bilfarz(ar) بالفرض diyelim ki.
- bilfiil(ar) بالفعل gerçekten, yaparak, katılarak, bizzat.
- bilhassa(ar) بالخاصه özellikle, hele hele.
- biliktizâ(ar) بالاقتضا gerektiğinden.
- bililtizâm(ar) بالالتزام bilerek, bile bile.
- bilistifade(ar) بالاستفاده yararlanarak, istifade ederek.
- bilistihsâl(ar) بالاستحصال alarak, elde ederek.
- biliştirâk(ar) بالاشتراک katılarak.
- billûr(ar) بلور kristal.
- bilmecbûriye(ar) بالمجبئریه zorunlu olarak, mecburen.
- bilmukabele(ar) بالمقابله karşılığında, aynen, mukabele ederek, mukâbil olarak.
- bilmünâsebe(ar) بالمناسبه bir münasebetle, sırası geldiğinde.
- bilmünâvebe(ar) بالمناوبه dönüşümlü.
- bilmüzakere(ar) بالمذاکره görüşülerek.
- bilumum(ar) بالعموم tüm, bütün.
- bilvâsıta(ar) بالواسطه dolaylı olarak.
- bîm(far) بيم korku.
- bîma’nâ(f.a) بی معنی anlamsız.
- bîmâr(far) بيمار hasta.
- bîmârân(far) بيماران hastalar.
- bîmecâl(f.a) بی مجال takatsiz, dermansız.
- bîmekân(f.a) بی مکان 1.yersiz. 2.aylak.
- bîmerhamet(f.a) بی مرحمت acımasız.
- bîmeze(far) بی مزه lezzetsiz, tatsız.
- bîmihr(far) بی مهر sevgisiz, şefkatsiz.
- bîmisâl(f.a) بی مثال benzersiz.
- bîmuhâbâ(f.a) بی محابا çekinmeden.
- bîmübâlât(f.a) بی مبالات kayıtsız, umursamaz.
- bîmürüvvet(f.a) بی مروت mürüvvetsiz.
- bin(ar) بن oğul.
- binâ(ar) بناء yapı.
- bînâ(far) بينا gören, iyi gören.
- binâberin(a.f) بنابرین bundan dolayı, buna dayanarak.
- binâen(ar) بناء dayanarak, göre.
- binâenaleyh(ar) بناء عليه bu yüzden, bundan dolayı.
- bînâm(far) بينام adsız, tanınmamış.
- bînamaz(far) بی نماز beynamaz.
- bînasîb(f.a) بی نصيب nasipsiz, kısmetsiz.
- bînazîr(f.a) بی نظير benzersiz.
- bînemek(far) بی نمک tuzsuz.
- bînevâ(far) بينوا 1.zavallı. 2.yoksul.
- bînî(far) بينی burun.
- bînihaye(f.a) بی نهایه sonsuz, bitmez tükenmez.
- binnetice(ar) بالنتيجه sonuçta, sonuç olarak.
- binnisbe(ar) بالنسبه bir dereceye kadar, nispeten.
- bint(ar) بنت kız.
- bîpâyân(far) بی پایان sonsuz.
- bîpervâ(far) بی پروا 1.korkusuz. 2.çekinmeden.
- birgûna (T.-F.) hiçbir, herhangi bir.
- birnevi (T.-A.) adeta, bir bakıma.
- birâder(far) برادر erkek kardeş.
- bîrahm(f.a) بی رحم merhametsiz, acımasız.
- bîrayb(f.a) بی ریب kuşkusuz.
- birinc(far) برنج pirinç.
- birişte(far) برشته kavrulmuş.
- bîrûn(far) بيرون 1.dış. 2.dışarı.
- biryân(far) بریان kebap.
- bisât(ar) بساط yaygı.
- bîsebat(f.a) بی ثبات dayanıksız.
- bîsebeb(f.a) بی سبب dayanıksız.
- bîser(far) بی سر başsız.
- bîst(far) بيست yirmi.
- bister(far) بستر yatak.
- bîsûd(far) بی سود yararsız.
- bisyâr(far) بسيار çok.
- bîşe(far) بيشه orman.
- bîşerm(far) بی شرم orman.
- bîşuur(f.a) بی شعور bilinçsiz.
- bîşübhe(f.a) بی شبهه kuşkusuz, şüphesiz.
- bîşümâr(far) بی شمار sayısız.
- bîtâb(f.a) بيتاب yorgun, takatsiz.
- bîtâbkalmak bitkin düşmek.
- bîtâbane(far) بيتابانه bitkince.
- bitamâmihâ(ar) بتمامها tümüyle, tamamen.
- bîtaraf(f.a) بی طرف tarafsız.
- bîtarafâne(f.a) بی طرفانه tarafsızca, yan tutmadan.
- bittab’(ar) بالطبع doğal olarak.
- bittafsîl(ar) بالتفصيل ayrıntılı olarak, uzun uzadıya.
- bittamâm(ar) بالتمام tümüyle.
- bîve(far) بيوه dul.
- bîvefâ(f.a) بی وفا vefasız.
- bîvezen(far) بيوه زن dul kadın.
- bîzâr(far) بيزار bıkmış, usanmış.
- bîzârolmak bıkmak, usanmak.
- bizâtihi(ar) بذاته kendiliğinden.
- bizzarûre(ar) بالضروره zorunlu olarak.
- bostân(far) بوستان bahçe.
- bû(far) بو koku.
- bu’d(ar) بعد 1.uzaklık. 2.boyut.
- bu’diyet(ar) بعدیت uzaklık, mesafe.
- bûd(far) بود varlık.
- buğrâ(far) بغرا turna.
- buhalâ(ar) بخلا cimriler.
- buhâr(ar) بخار buğu, buhar.
- buhl(ar) بخل cimrilik.
- buhrân(ar) بحران bunalım, kriz.
- buht(ar) بهت şaşkınlık.
- buhûr(far) بخور tütsü.
- buhurdan(far) بخوردان tütsülük, tütsü kabı.
- buk’a(ar) بقعه1.yer, diyar. 2.ülke.
- buk’avî(ar) بقعوی yerel.
- bûm(far) بوم 1.yer. 2.ülke.
- bûm(far) بوم baykuş.
- bûmehen(far) بومهن deprem.
- bundanmâada (T.-A.) dan+m bundan başka, bunun yanısıra.
- bûr(far) بور kumral.
- burc(ar) برج 1.burç. 2.yıldız kümesi.
- burhan(ar) برهان kanıt, delil.
- bûriya(far) بوریا hasır.
- burûc(ar) بروج burçlar.
- burûdet(ar) برودت soğukluk.
- bûsetmek öpmek.
- bûse(far) بوسه öpücük.
- bûstân(far) بوستان bahçe.
- bûte(far) بوته 1.çalı çırpı. 2.pota.
- bûtimar(far) ماربوتي balıkçıl, botimar.
- butlân(ar) بطلان 1.boşluk, anlamsızlık. 2.yalan.
- butûn(ar) بطون 1.karınlar. 2.kuşaklar, nesiller.
- bûy(far) بوی koku.
- bûydâr(far) بویدار kokulu.
- bûzîne(far) بوزینه maymun.
- bühtân(ar) بهتان iftira.
- bühtânetmek iftira etmek.
- bükâ(ar) بکاء ağlama.
- bülaceb(ar) بوالعجب şaşılacak şey.
- büldân(ar) بلدان beldeler, diyarlar, ülkeler.
- büleğâ(ar) بلغاء belagat sahipleri.
- bülend(far) بلند 1.yüksek. 2.yüce.
- bülendbâlâ(far) بلندبالا uzun boylu.
- bülendpervâz(far) بلندپرواز 1.yükseklerden uçan. 2.şerefli.
- bülheves(ar) بوالهوس maymun iştahlı.
- bülûğ(ar) بلوغ erginlik.
- bün(far) بن 1.kök. 2.dip. 3.temel.
- bünyâd(far) بنياد 1.temel, kök. 2.yapı, bina.
- bünye(ar) بنيه yapı.
- bünyeviyat(ar) بنيویات bünye ile ilgili bilim dalı, morfoloji.
- bürdbâr(far) بردبار sabırlı.
- bürde(ar) برده hırka.
- bürhân(ar) برهان kanıt.
- bürîde(far) بریده kesik.
- bürka(ar) برقع peçe.
- bürnâ(far) برنا genç.
- bürrân(far) بران keskin.
- bürûdet(ar) برودت soğukluk.
- bürûz(ar) بروز ortaya çıkma.
- büstân(far) بستان bahçe.
- büşrâ(ar) بشرا müjde.
- büt(far) بت put.
- büthâne(far) بت خانه puthane.
- bütperest(far) بت پرست putperest, puta tapan.
- bütûn(ar) بطون 1.karınlar. 2.kuşaklar, nesiller.
- büyût(ar) بيوت 1.evler. 2.beyitler.
- büz(far) بز keçi.
- büzdil(far) بزدل ödlek.
- büzûr(ar) بذور tohumlar.
- büzürg(far) بزرگ 1.büyük. 2.ulu.
- büzürgân(far) بزرگان 1.büyükler. 2.ulular.
- büzürgzâde(far) بزرگ زاده seçkin kişinin çocuğu, asilzade, kişizade.
- C
- câ(far) جا 1.yer. 2.mevki. 3.makam.
- ca’l(ar) جعل yapma.
- ca’lî(ar) جعلی 1.yapma, uydurma. 2.sahte.
- câbecâ(far) جابجا yer yer.
- câbir(ar) جابر zorlayıcı.
- câdde(ar) جاده ana yol, cadde.
- câdû(far) جادو 1.büyücü. 2.cadı.
- câdûger(far) جادوگر büyücü.
- câh(far) جاه makam, mevki.
- câhid(ar) جاهد çalışıp çabalayan.
- câhil(ar) جاهل bilgisiz.
- câhilâne(a.f) جاهلانه cahilce.
- câiz(ar) جائز uygun.
- câize(ar) جائزه ödül.
- câlib(ar) البج ilginç, çekici.
- câlib-i dikkatجالب دقتdikkat çekici.
- câm(far) جام 1.kadeh. 2.şişe. 3.cam.
- câme(far) جامه giysi.
- câmedân(far) جامه دان gardrop.
- câmegî(far) جامگی 1.giysi parası. 2.hizmetçi.
- câmekan(far) جامکان hamamda soyunma odası.
- câmekan(f.a) جامکان 1.camlı bölme. 2.vitrin.
- câmeşûy(far) جامه شوی çamaşırcı.
- câmi’(ar) جامع 1.toplayan. 2.cami.
- câmia(ar) جامعه topluluk.
- câmid(ar) جامد 1.cansız. 2.donuk.
- câmûs(ar) جاموس manda, camız.
- cân(far) جان 1.ruh. 2.can. 3.sevgili.
- cânâ(far) جانا sevgilim, ey sevgili.
- cânân(far) جانان sevgili.
- cânâne(far) جانانه sevgili.
- cânbâz(far) جانباز 1.canını hiçe sayan. 2.fedai. 3.cambaz.
- cândâr(far) جاندار 1.canlı. 2.koruyucu.
- canefşân(far) جان افشان canını hiçe sayan, fedai.
- cânefzâ(far) جان افزا cana can katan.
- cânfersâ(far) جان فرسا ömür törpüsü, yürek tüketen.
- cânfeşân(far) جان فشان canını hiçe sayan, fedai.
- cânfezâ(far) جان فزا cana can katan.
- cângüdâz(far) جان گداز yürek yakan.
- canhıraş(far) جان خراش yürek paralayan.
- cânib(ar) جانب taraf.
- cânişin(far) جانشين halef, birinin yerine oturan.
- cânnisâr(f.a) جان نثار canını feda eden.
- cânsipâr(far) جان سپار canını feda eden.
- cânsiperâne(far) جان سپرانه canını feda edercesine.
- cânsitân(far) جان ستان can alan.
- cânver(far) جان ور 1.canlı. 2.canavar.
- câr(ar) جار komşu.
- cârî(ar) [ِجار geçerli, yürürlükte.
- câriha(ar) جارحه 1.yırtıcı kuş. 2.yırtıcı hayvan.
- câriye(ar) جاریه halayık.
- cârû(far) جارو süpürge.
- cârûb(far) جاروب süpürge.
- câsûsî(a.f) جاسوسی casusluk, ajanlık.
- câvid(far) جاود kalıcı, sonsuz, ebedi.
- câvidân(far) جاودان kalıcı, sonsuz, ebedi.
- cây(far) جای yer.
- câygâh(far) جایگاه 1.yer. 2.makam.
- câyi’(ar) جایع aç.
- câynişîn(far) جاینشين birinin yerine geçen, halef.
- câzib(ar) جاذب 1.ilginç. 2.çekici.
- câzibe(ar) جاذبه çekicilik.
- cazibedar(a.f) جاذبه دار çekici, cazibeli.
- câzibiyyet(ar) جاذبيت çekicilik.
- cebâbire(ar) جبابره zorbalar.
- cebânet(ar) نتجبا korkaklık.
- cebbâr(ar) جبار 1.zorba. 2.güçlü. 3.Tanrı. 4.tuttuğunu koparan, becerikli.
- cebbârî(a.f) جباری 1.zorbalık. 2.beceriklilik, tuttuğunu koparma.
- cebel(ar) جبل dağ.
- cebhe(ar) جبهه 1.cephe. 2.alın. 3.yüz.
- cebîn(ar) جبين korkak.
- cebr(ar) جبر 1.zorlama. 2.cebir.
- cebretmek zorlamak.
- cebren(ar) جبرا zorla.
- cebrî(ar) جبری zoraki, zorla.
- cedâvil(ar) جداول cetveller, çizelgeler.
- cedd(ar) جد ata.
- cedel(ar) جدل 1.tartışma. 2.mücadele.
- cedelî(ar) جدلی tartışmaya dayalı, münakaşa üstüne oturmuş.
- cedî(ar) جدی 1.oğlak. 2.oğlak burcu.
- cedîd(ar) جدید yeni.
- cedîde(ar) جدیده yeni.
- cedvel(ar) جدول 1.cetvel. 2.çizelge.
- cefâ(ar) جفا üzme, eziyet etme.
- cefâçekmek cefaya katlanan, üzülen.
- cefâcû(a.f) جفاجو üzen, cefa eden.
- cefâdîde(a.f) جفادیده üzülmüş, cefa çekmiş.
- cefâkâr(a.f) جفاکار 1.cefa eden, üzen. 2.cefa çeken, üzülen.
- cefâkârî(a.f) جفاکاری 1.cefa etme, üzme. 2.cefa çekme.
- cefâkeş(a.f) جفاکش üzülen, cefa çeken, eziyete katlanan.
- cefâpîşe(a.f) جفاپيشه 1.üzmeyi huy edinmiş, cefa eden. 2.aşığını üzen
- sevgili.
- cefcâf(far) جفجاف 1.hoppa kadın. 2.orospu.
- ceffelkalem(ar) جف القلم çalakalem.
- cefr(ar) جفر gaipten haber veren bilim.
- cehâlet(ar) جهالت cahillik, bilgisizlik.
- cehd(ar) جهد çalışma, çabalama.
- cehdetmek çalışıp çabalamak.
- cehele(ar) جهله cahiller.
- cehennemî(a.f) جهنمی 1.cehennemlik. 2.cehennem gibi sıcak.
- cehl(ar) جهل cahillik, bilgisizlik.
- cehren(ar) جهرا açıkça.
- celâdet(ar) جلادت yiğitlik.
- celâl(ar) جلال ululuk.
- celb(ar) جلب kendine çekme.
- celbedilmek 1.kendine çekilmek. 2.yazı ile çağırılmak.
- celbetmek 1.kendine çekmek. 2.yazı ile çağırmak.
- celbnâme(a.f) جلب نامه çağırı mektubu.
- celeb(ar) جلب sığır tüccarı.
- celesât(ar) جلسات oturumlar.
- celîl(ar) جليل ulu.
- celîs(ar) جليس arkadaş.
- cellâd(ar) جلاد cellat.
- cellâdî(a.f) جلادی cellatlık.
- celse(ar) جلسه oturum.
- cem’(ar) جمع 1.toplama. 2.çoğul.
- cem’edilmek toplanılmak.
- cem’etmek toplamak, derlemek, bir araya getirmek.
- cem’an(ar) جمعا toplam.
- cem’iyyât(ar) جمعيات cemiyetler, dernekler.
- cem’iyyet(ar) جمعيت 1.cemiyet, dernek. 2.topluluk.
- cem’iyyet-i akvâmجمعيت اقوامBirleşmiş Milletler.
- cemâat(ar) تجماع 1.topluluk. 2.camide ibadet edenler.
- cemâd(ar) جماد cansız varlık.
- cemâdât(ar) جمادات cansız varlıklar.
- cemâhîr(ar) جماهير cumhuriyetler.
- cemâl(ar) جمال yüz güzelliği.
- cemel(ar) جمل deve.
- cemî’(ar) جميع tümü.
- cemî’an(ar) عاجمي tümüyle.
- cemil(ar) جميل 1.güzel. 2.yüzü güzel.
- cemîle(ar) جميله iyilik.
- cemiyet(ar) جمعيت topluluk, toplum.
- cemm(ar) جم kalabalık.
- cenâb(ar) جناب hazret.
- cenâbet(ar) جنابت 1.pis, murdar. 2.cünüplük hali.
- cenâh(ar) جناح kanat.
- cenb(ar) جنب taraf.
- cendere(ar) جندره 1.pres. 2.basınç, baskı. 3.oklava.
- ceng(far) جنگ savaş.
- cengetmek 1.savaşmak. 2.dövüşmek.
- cengâver(far) جنگاور savaşçı.
- cengâverî(far) جنگاوری savaşçılık.
- cengcû(far) جنگجو 1.savaşçı. 2.kavgacı.
- cengel(far) جنگل orman.
- cennât(ar) جنات 1.cennetler. 2.bahçeler.
- cennet(ar) جنت 1.cennet. 2.bahçe.
- cennet-i a’lâجنت اعلی cennet.
- cennetmekân(ar) جنت مکان mekanı cennet olan.
- cenûb(ar) جنوب güney.
- cenûb-i garbجنوب غرب güneybatı.
- cenûb-i garbîجنوب غربی güneybatı.
- cenûb-i şarkجنوب شرق güneydoğu.
- cenûb-i şarkîجنوب شرقی güneydoğu.
- cenûbî(ar) جنوبی güneye ait.
- cerâd(ar) جراد çekirge.
- cerâhat(ar) جراحت yara.
- cerâid(ar) جرائد gazeteler.
- cerâim(ar) جرائم suçlar.
- cerbeze(ar) جربزه beceriklilik.
- ceres(ar) جرس 1.çan. 2.çıngırak.
- cereyân(ar) جریان 1.akış. 2.oluş. 3.akım.
- cereyânetmek olmak, gerçekleşmek.
- cerge(far) جرگه küme.
- cerh(ar) جرح 1.yaralama. 2.çürütme.
- cerhedilmek 1.yaralanmak. 2.çürütülmek.
- cerhetmek 1.yaralamak. 2.çürütmek.
- cerîde(ar) جریده 1.gazete. 2.tutanak.
- cerîha(ar) جریحه yara.
- cerîme(ar) جریمه 1.suç. 2.para cezası, cereme. 3.ceza ödeme.
- cerrâh(ar) جراح operatör.
- cerrâhî(ar) یجراح operatörlük.
- cesâmet(ar) جسامت irilik.
- cesâret(ar) جسارت cesurluk.
- cesîm(ar) جسيم iri, büyük.
- cesîmülcüsse(ar) جسيم الجثه iri yapılı, iriyarı.
- cesûr(ar) جسور cesaret sahibi.
- cev(far) جو arpa.
- cevâb(ar) جواب 1.yanıt. 2.karşılık.
- cevâben(ar) جوابا yanıt olarak.
- cevâd(ar) جواد cömert.
- cevâhir(ar) جواهر 1.mücevherler. 2.mücevher.
- cevâmi’(ar) جوامع camiler.
- cevâmid(ar) جوامد cansız varlıklar.
- cevâmîs(ar) جواميس mandalar.
- cevân(far) جوان genç.
- cevânib(ar) جوانب yanlar, yönler.
- cevârî(ar) جواری halayıklar.
- cevâz(ar) جواز izin, uygun verme.
- cevâzvermek uygun vermek, olur vermek, müsaade etmek.
- cevdet(ar) جودت 1iyilik. 2.olgunluk. 3.tazelik.
- cevelân(ar) جولان dolaşma, gezinti.
- cevelânetmek 1.dolaşmak, akmak. 2.gezinmek.
- cevelângâh(a.f) جولانگاه 1.gezinti yeri, mesire yeri. 2.dolaşım yeri.
- cevf(ar) جوف boşluk.
- cevher(ar) جوهر 1.mücevher. 2.öz. 3.elmas.
- cevherfürûş(a.f) جوهرفروش mücevherci.
- cevherî(ar) جوهری 1.mücevherle ilgili. 2.mücevherli. 3.öz ile ilgili.
- cevîn(far) جوین arpadan yapılmış.
- cevir(ar) جور haksızlık, üzülme, üzme, zulüm.
- cevirçekmek acı çekmek, zulüm görmek.
- cevr(ar) جور haksızlık, üzme, üzülme, zulüm.
- cevretmek haksızlık etmek, üzmek, acı çektirmek.
- cevşen(far) جوشن zırhlı giysi.
- cevv(ar) جو 1.hava. 2.boşluk.
- cevvâl(ar) جوال çok hareketli, koşan.
- cevvî(ar) جوی hava ile ilgili.
- cevzâ(ar) جوزاء ikizler burcu.
- ceyb(ar) جيب cep.
- ceyş(ar) جيس asker.
- ceyyid(ar) جيد iyi, güzel.
- cezâ(ar) جزاء 1.karşılık. 2.ceza.
- cezâir(ar) جزائر adalar.
- cezâlet(ar) جزالت akıcılık, düzgünlük.
- cezb(ar) جذب kendine çekme.
- cezbedilmek kendine çekilmek.
- cezbetmek kendine çekmek.
- cezbe(ar) جذبه 1.coşku. 2.kendinden geçiş.
- cezer(ar) جزر havuç.
- cezîre(ar) جزیره ada.
- cezm(ar) جزم kesin karar.
- cezmetmek kesin karar vermek, kesin olarak niyetlenmek.
- cezzâb(ar) جذاب çekici, cazibeli.
- cibâl(ar) جبال dağlar.
- cibillet(ar) جبلت karakter, yaratılış.
- cibilliyet(ar) جبليت karakter, yaratılış.
- cibilliyetsiz(a.t) جبلتسز karaktersiz, kötü yaratılışlı.
- cidâl(ar) جدال mücadele.
- cidâlcû(a.f) جدال جو mücadeleci.
- cidâr(ar) جدار 1.duvar. 2.zar.
- cidden(ar) جدا ciddi olarak.
- ciddî(ar) جدی 1.ağırbaşlı. 2.önemli.
- ciddiyyet(ar) جدیت 1.ciddilik. 2.ağırbaşlılık.
- cîfe(ar) جيفه leş.
- ciger(far) جگر ciğer.
- cigergûşe(far) جگرگوشه 1.ciğerköşe, evlat. 2.sevgili.
- cigerpâre(far) جگرپاره 1.ciğer parçası. 2.evlat.
- cigersûz(far) جگرسوز yürek yakan.
- cihâd(ar) جهاد din uğrunda savaş.
- cihâdetmek din uğrunda savaşmak.
- cihân(far) جهان 1.dünya. 2.âlem.
- cihânâferîn(far) جهان آفرین dünyayı yaratan, Tanrı.
- cihandar(far) جهاندار büyük hükümdar, imparator.
- cihandîde(far) جخان دیده görmüş geçirmiş.
- cihangîr(far) جهانگير büyük hükümdar, imparator.
- cihangîrî(far) جهانگيری büyük hükümdarlık, imparatorluk.
- cihângüşâ(far) جهانگشا dünyayı feth eden, fatih hükümdar.
- cihânî(far) جهانی 1.dünya ile ilgili. 2.insan.
- cihannüma(far) جهان نما 1.dünya atlası. 2.taraça.
- cihâr(far) چهار dört.
- cihâren(ar) جهارا açıkça.
- cihât(ar) جهات 1.yönler. 2.sebepler. 3.yerler.
- cihâz(ar) جهاز 1.çeyiz. 2.aygıt. 3.sistem.
- cihet(ar) جهت 1.yön, taraf. 2.bakım, nokta. 3.sebep.
- cilâ(ar) جلاء 1.parlaklık. 2.cila.
- cilâdar(a.f) جلادار cilalı.
- cild(ar) جلد 1.deri, cilt. 2.kitap.
- cilve(ar) جلوه 1.görünme. 2.kırıtma.
- cilvegâh(a.f) جلوه گاه görünme yeri.
- cilvegâholmak yatak teşkil etmek, yurt olmak.
- cilveger(a.f) جلوه گر 1.görünen. 2.kırıtan.
- cilvesâz(a.f) جلوه ساز kırıtan, cilve yapan.
- cimâ’(ar) جماع cinsel ilişki.
- cimâ’etmek cinsel ilişkide bulunmak.
- cinâ’î(ar) جنائی cinayetle ilgili.
- cinân(ar) جنان 1.cennetler. 2.bahçeler.
- cinayetkâr(a.f) جنایتکار câni, cinayet işleyen.
- cinâze(ar) جنازه tabut.
- cindar(a.f) جندار cinci, afsuncu.
- cindarlık(A.-F.-T.) cincilik, afsunculuk, muskacılık.
- cinnet(ar) جنت çıldırma.
- cins(ar) جنس 1.tür. 2.soy.
- cinsî(ar) جنسی cinsel.
- cirm(ar) جرم cismin kapladığı yer, hacim.
- cism(ar) جسم 1.cisim, madde. 2.vücut, beden.
- cismânî(ar) جسمانی 1.cisim ile ilgili. 2.bedensel.
- cismen(ar) جسما bedenen.
- cisr(ar) جسر köprü.
- civan(far) جوان genç.
- civânân(far) جوانان gençler.
- civanbaht(far) جوان بخت talihli.
- civânî(far) جوانی gençlik.
- civânmerd(far) جوانمرد 1.cömert. 2.soylu.
- civâr(ar) جوار yakın çevre.
- cîve(far) جيوه cıva.
- cizye(ar) جزیه gayrimüslim vergisi.
- cû(far) جو 1.arayan. 2.arama.
- cû(far) جو çay, ırmak.
- cû’(ar) جوش açlık.
- cûce(far) جوجه civciv.
- cûd(ar) جود cömertlik.
- cuğd(ar) جغد baykuş.
- cûlâh(far) جولاه 1.dokumacı. 2.çulha.
- cum’a(ar) جمعه cuma.
- cumhûr(ar) جمهور 1.halk. 2.kalabalık.
- cumhûrî(ar) جمهوری cumhuriyetle ilgili.
- cumhûriyyet(ar) جمهوریت cumhuriyet.
- cûş(far) جوش 1.coşku. 2.kaynama.
- cûşeylemek coşmak, coşup taşmak.
- cûşâcûş(far) جوشاجوش coşkun, coşkulu.
- cûşân(far) جوشان 1.coşan. 2.kaynayan.
- cûşiş(far) جوشش coşku.
- cûy(far) جوی 1.arayan. 2.arama.
- cûy(far) جوی çay, ırmak.
- cûybâr(far) جویبار ırmak.
- cûyende(far) جوینده arayan.
- cübn(ar) جبن korkaklık.
- cüdâ(far) جدا ayrı.
- cüdakalmak ayrı düşmek, uzak kalmak.
- cüdâyî(far) جدایی ayrılık.
- cüdrân(ar) جدران duvarlar.
- cüft(far) جفت çift.
- cüfte(far) جفته çifte.
- cühelâ(ar) جهلاء cahiller.
- cühhâl(ar) جهال cahiller.
- cüllâh(ar) جلاه dokumacı, çulhacı.
- cülûs(ar) جلوس 1.oturma. 2.tahta geçme.
- cülûsetmek tahta geçmek.
- cülûsiyye(ar) جلوسيه 1.tahta çıkan hükümdarın dağıttığı bahşiş. 2.tahta çıkan
- hükümdariçin yazılan şiir.
- cümcüme(ar) جمجمه kafatası.
- cümel(ar) جمل cümleler.
- cümle(ar) جمله 1.bütün, tüm. 2.tümce.
- cümleten(ar) ةجمل tümüyle
- cümûd(ar) جمود donukluk.
- cümûdiyye(ar) هجمودی buzul.
- cünbân(far) جنبان 1.sallayan. 2.sallanan.
- cünbiş(far) جنبش kıpırtı, hareket, sallanma.
- cünd(ar) جند 1.asker. 2.ordu.
- cündî(ar) جندی usta binici.
- cündîlik(a.t) binicilik, at binme.
- cünha(ar) جنحه küçük suç.
- cünûd(ar) جنود 1.askerler. 2.ordular.
- cürm(ar) جرم suç.
- cürûf(ar) جروف maden atığı, maden posası.
- cüsse(ar) جثه gövde, yapı.
- cüstücû(far) جست و جو arayış, arama.
- cüvâl(far) جوال çuval.
- cüvânbk. civan.
- cüz’(ar) جزء 1.parça. 2.medrese alfabe kitabı.
- cüz’î(ar) جزئی çok az.
- cüz’iyyât(ar) جزئيات küçük şeyler, önemsiz şeyler.
- cüzâm(ar) جذام cüzzam.
- cüzdan(a.f) جزئدان 1.para çantası. 2.evrak çantası.
- Ç
- çâbük(far) چابک kıvrak, çevik, çabuk.
- çâbükî(far) کیچاب kıvraklık, çeviklik, çabukluk.
- çâbükpâ(far) چابک پا ayağına çabuk.
- çâbükrev(far) چابک رو hızlı giden.
- çâbüksüvar(far) چابک سوار usta binici.
- çâder(far) چادر 1.çadır. 2.örtü, kadınların giydiği örtü.
- çâdernişin(far) چادرنشين göçebe, çadırda yaşayan.
- çadır(far) چادر 1.çadır. 2.örtü, kadınların giydiği örtü.
- çağz(far) چغز kurbağa.
- çâh(far) چاه 1.kuyu. 2.çukur.
- çâk(far) چاک 1.yırtık. 2.yırtmaç.
- çâketmek yırtmak.
- çâkolmak yırtılmak.
- çâkâçâk(far) چاکاچاک kılıç şakırtısı.
- çâker(far) چاکر 1.kul. 2.hizmetkâr.
- çâkerî(far) چاکری 1.kulluk. 2.hizmetkârlık.
- çâkûç(far) چاکوچ çekiç.
- çâlâk(far) چالاک çevik, kıvrak.
- çâlâkî(far) چالاکی çeviklik, kıvraklık.
- çâlik(far) چاليک çelik çomak.
- çâlpâre(far) چارپاره çalpara.
- çâme(far) چامه şiir.
- çâne(far) چانه çene.
- çâpâr(far) چاپار 1.ulak. 2.postacı.
- çâplûs(far) چاپلوس dalkavuk.
- çâr(far) چار çare.
- çâr(far) چار dört.
- çârçûbe(far) چارچوبه çerçeve.
- çardak(far) چارطاق çardak.
- çârdeh(far) چارده ondört.
- çâre(far) چاره 1.tedbir. 2.çare. 3.ilaç, derman.
- çârecû(far) چاره جو çare arayan.
- çâresâz(far) چاره ساز çare bulan.
- çâresâzolmak çare bulmak.
- çâresâzî(far) چاره سازی çare bulma.
- çârgâh(far) چارگاه Türk musikîsinde bir makam.
- çârgûşe(far) گوشهچار dört köşe.
- çarh(far) چرخ 1.tekerlek. 2.çarkıfelek. 3.felek. 4.tef. 5.çıkrık.
- çarmıh(far) چارميخ çarmıh.
- çârnâçâr(far) چارناچار ister istemez, çaresiz, mecburen.
- çârpâ(far) چارپا dört ayaklı.
- çârsû(far) چارسو dört yön.
- çârsû(f.a) ارسوچ çarşı.
- çârşeb(far) چارشب çarşaf.
- çârşenbe(far) چارشنبه çarşamba.
- çârtâk(far) چارطاق 1.çardak. 2.kare şeklinde çadır.
- çârüm(far) چارم dördüncü.
- çâryâr(far) چاریار dört halife, Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali.
- çâşni(far) چاشنی çeşni.
- çâşnigîr(far) چاشنی گير çeşnici.
- çâşt(far) چاشت kuşluk vakti.
- çeğâle(far) چغاله çağla.
- çeh(far) چه 1.kuyu. 2.çukur.
- çehâr(far) چهار dört.
- çehre(far) چهره yüz.
- çehreperdâz(far) چهره پرداز ressam.
- çekâçâk(far) چکاچاک kılıç şakırtısı.
- çekîde(far) چکيده damlamış.
- çekûç(far) چکوچ çekiç.
- çelîpâ(far) چليپا haç.
- çem(far) چم 1.salınma. 2.süslü.
- çemen(far) چمن 1.çimenlik, çayırlık. 2.yeşillik.
- çemenzâr(far) چمنزار çimenlik.
- çenâr(far) چنار çınar.
- çenber(far) چنبر 1.çember. 2.kasnak.
- çend(far) چند 1.kaç. 2.birkaç. 3.ne zamana kadar.
- çendan(far) چندان o kadar, onca.
- çendin(far) چندین bu kadar, bunca.
- çeng(far) چنگ 1.pençe. 2.el. 3.harp, çeng.
- çengâl(far) چنگال 1.pençe. 2.çengel.
- çengî(far) چنگی 1.çeng çalan. 2.dansöz, çengi.
- çep(far) چپ sol.
- çerâ(far) چرا otlama.
- çerâgâh(far) چراگاه otlak.
- çerâğ(far) چراغ 1.mum. 2.kandil.
- çerâğân(far) چراغان aydınlatma, donatma.
- çerâkese(ar) چراکسه çerkesler.
- çerb(far) چرب semiz.
- çerbzebân(far) زبانچرب 1.yaltakçı. 2.ağzı laf yapan.
- çerh(far) چرخ 1.çark. 2.felek. 3.tekerlek. 4.çıkrık. 5.çarkıfelek. 6.tef.
- çerm(far) چرم deri.
- çeşm(far) چشم göz.
- çeşmân(far) چشمان gözler.
- çeşmderîde(far) چشم دریده arsız.
- çeşme(far) چشمه 1.pınar. 2.çeşme.
- çetr(far) چتر 1.gölgelik. 2.şemsiye.
- çevgân(far) چوگان çevgen.
- çeyrek(far) چهاریک dörtte bir, çeyrek.
- çîgûne(far) چگونه nasıl.
- çigûnegî(far) چگونگی nitelik.
- çihâr(far) چهار dört.
- çiharyâr (far) چهاریار dört halife. Ebubekir, Ömer, Osman, Ali.
- çihârüdü(far) چهار و دو dört ve iki.
- çihârüse(far) چهار و سه dört ve üç.
- çihârüyek(far) چهار و یک dört ve bir.
- çihil(far) چهل kırk.
- çihilpâ(far) چهل پا kırkayak.
- çihre(far) چهره yüz.
- çil(far) چل kırk.
- çile(far) چله 1.kırk günlük ibadet. 2.sıkıntı, azap. 3.iplik demeti.
- çilekeş(far) چله کش çile çeken, acı çeken.
- çimen(far) چمن çimenlik.
- çîn(far) چين kırışık.
- çirâğ(far) چراغ 1.mum. 2.kandil. 2.çırak.
- çîredest(far) چيره دست yetenekli, becerikli.
- çirk(far) چرک 1.kir. 2.irin.
- çirkâb(far) چرک آب pis su.
- çirkîn(far) چرکين 1.kirlenmiş. 2.çirkin.
- çîz(far) چيز şey.
- çûb(far) چوب 1.sopa. 2.odun. 3.tahta.
- çûbân(far) چوبان çoban.
- çûbek(far) چوبک 1.tokmak, tokaç. 2.çomak.
- çun(far) چون 1.gibi. 2.mademki. 3.nasıl. 4.için. 5.çünkü.
- çün(far) چن 1.gibi. 2.mademki. 3.nasıl. 4.için. 5.çünkü.
- çünki(far) چونکه çünkü.
- çüst(far) چست çevik, kıvrak.
- çüstî(far) چستی çeviklik, kıvraklık.
- çüvâl(far) چوال çuval.
- çüvaldûz(far) چوالدوز çuvaldız.
- D
- dâ’î(ar) داعی 1.dua eden, duacı. 2.davet eden.
- dâ’ussıla(ar) داء الصله yurdunu özleme, köyünü özleme.
- dâd(far) داد 1.adalet. 2.iyilik, ihsan.
- dâd(far) داد 1.verme. 2.verdi. 3.vergi.
- dâdgâh(far) دادگاه mahkeme.
- dâdhâh(far) دادخواه davacı.
- dâdres(far) دادرس imdada koşan.
- dâdû(far) دادو dadı.
- dâdüferyâd(far) دادوفریاد feryat figan.
- dâdüsited(far) داد و ستد alışveriş.
- dâfi’(ar) دافع uzaklaştıran, defeden.
- dâğ(far) داغ 1.yara. 2.kızgın demirle vurulmuş işaret.
- dağal(far) دغل hile, hilehurda, alavere dalavere.
- dağalbâz(far) دغل باز hileci.
- dağdağa(ar) دغدغه telaş, gürültü patırtı.
- dâhî(ar) داهی deha sahibi.
- dâhil(ar) داخل iç, içeri.
- dâhilolmak içeri girmek.
- dâhile(ar) داخله iç, iç yüz.
- dâhilen(ar) داخلا içten.
- dâhilî(ar) داخلی iç ile ilgili, iç yüze ait.
- dâhiliye(ar) داخليه iç ile ilgili, iç yüze ait.
- dahl(ar) دخل müdahale etme, karışma.
- dahme(far) ضخمه 1.mezar. 2.mezarlık. 3.lahit.
- dâim(ar) دائم sürekli, devamlı.
- dâimî(ar) دائمی sürekli, devamlı.
- dâir(ar) دائر 1.ilişkin, hakkında. 3.dönen.
- dâire(ar) دائره 1.daire. 2.büro, ofis. 3.devlet dairesi. 4.tef, zilli tef.
- dâirenmâdâr(ar) دائرا مادار çepeçevre.
- dâirevî(ar) دائروی dairemsi.
- dâirezen(a.f) دائره زن daire çalan.
- dâiye(ar) داعيه 1.arzu, istek. 2.iddia.
- dakâyık(ar) دقایق 1.incelikler. 2.dakikalar.
- dakîk(ar) دقيق 1.ince, hassas. 2.dakika şaşmayan.
- dakîka(ar) دقيقه 1.incelik. 2.dakika.
- dalâlet(ar) ضلالت sapkınlık.
- dâll(ar) دال delalet eden.
- dâlle(ar) ضاله sapık, yoldan çıkmış.
- dâm(far) دام 1.tuzak, kapan. 2.besi hayvanı.
- dâmâd(far) داماد damat, güveyi.
- dâmân(far) دامان etek.
- dâmen(far) دامن etek.
- dâmenâlûde(far) دامن آلوده iffetsiz.
- dâmenbûs(far) دامن بوس etek öpen.
- dâmene(far) دامنه yamaç, dağ eteği.
- dâmengîr(far) دامن گير 1.davacı, şikayetçi. 2.eteğe sarılan.
- dâmgâh(far) دامگاه tuzak kurulmuş yer.
- dân(far) دان bilen.
- dân(far) دان kap.
- dânâ(far) دانا bilgili, iyi bilen.
- dâne(far) دانه 1.tohum. 2.yem. 3.tane.
- dânende(far) داننده bilen.
- dâng(far) دانگ altıdabirlik dirhem.
- dâniş(far) دانش 1.bilgi. 2.bilim.
- dânişâmûz(far) دانش آموز öğrenci.
- dânişgâh(far) دانشگاه üniversite.
- dânişmend(far) دانشمند 1.bilgin, alim. 2.stajiyer kadı.
- dânişver(ar) دانشور bilgin.
- dâr(ar) دار 1.yurt. 2.ev.
- dâr(far) دار dar ağacı.
- dâr(far) دار sahip olan, bulunduran, tutan.
- dâr-ı bekâدار بقا ahiret.
- dâr-ı fenâدار فنا dünya.
- dârâ(far) دارا 1.sahip. 2.büyük hükümdar.
- darabân(ar) ضربان 1.çarpıntı. 2.vuruş.
- darabât(ar) ضربات 1.darbeler, vuruşlar.
- darb(ar) ضرب 1.vuruş. 2.para basımı. 3.dövme.
- darbe(ar) ضربه 1.vuruş, darbe. 2.bela.
- darbhâne(ar) ضرب خانه darphane, para basımevi.
- darbımesel(a.f) ضرب مثل atasözü.
- dârçîn(far) دارچين tarçın.
- dârende(far) دارنده sahip.
- darîr(ar) ضریر doğuştan kör.
- dârû(far) دارو ilaç.
- dârûhâne(far) داروخانه eczane.
- dârülaceze(ar) دارالعجزه düşkünler evi.
- dârülbedâyi(ar) دارالبدایع konservatuvar.
- dârülelhân(ar) دارالالحان konservatuvar.
- dârüleytâm(ar) دارالایتام yetimhane.
- dârülfünun(ar) دارالفنون üniversite.
- dârülhilâfe(ar) دارالخلافه 1.İstanbul. 2.halifelik merkezi.
- dârülkütüb(ar) دارالکتب kütüphane.
- dârülmuallimât(ar) دارالمعلمات kız öğretmen okulu.
- dârülmuallimîn(ar) دارالمعلمين erkek öğretmen okulu.
- dârülmülk(ar) دارالملک başkent.
- dârülvilâde(ar) دارالولاده doğumevi.
- dârüssaltana(ar) دارالسلطنه İstanbul.
- dârüsselam(ar) دارالسلام 1.Bağdat. 2.cennet.
- dâs(far) داس orak.
- dâstân(far) داستان 1.destan. 2.hikaye. 3.masal.
- dâstânî(far) داستانی destânî, kahramanlıkla ilgili, epik.
- davâ(ar) دعوی 1.dava. 2.teorem. 3.mesele.
- dâver(far) داور 1.yargıç. 2.hükümdar. 3.Tanrı.
- davet(ar) دعوت çağrı.
- dâye(far) دایه dadı.
- dâyin(ar) داین alacaklı.
- deâvî(ar) دعاوی davalar.
- debbağ(ar) دباغ sepici.
- debdebe(ar) دبدبه gösteriş.
- debir(far) دبير katip.
- ded(far) دد yırtıcı hayvan.
- def(far) دف tef.
- def’(ar) دفع uzaklaştırma.
- def’edilmek 1.uzaklaştırılmak. 2.giderilmek.
- def’etmek 1.uzaklaştırmak. 2.gidermek.
- def’a(ar) دفعه kez, kere, defa.
- def’aten(ar) ةدفع bir defada.
- defaât(ar) دفعات kereler, defalar.
- defâin(ar) دفائن gömüler, defineler.
- defâtir(ar) دفاتير defterler.
- define(ar) دفينه gömü.
- defn(ar) دفن gömme, defin.
- defter(ar) دفتر defter.
- defterdâr(a.f) دفتردار 1.ildeki en üst düzey maliye yetkilisi. 2.maliye bakanı.
- defzen(a.f) دفزن tef çalan.
- deh(far) ده on.
- dehâ(ar) دها dahilik.
- dehâlet(ar) دخالت 1.karışma. 2.sığınma.
- dehâlîz(ar) دهاليز dehlizler.
- dehân(far) دهان ağız.
- dehânbeste(far) دهان بسته suskun.
- dehen(far) دهن ağız.
- dehliz(ar) دهليز koridor.
- dehr(ar) دهر 1.dünya. 2.devir, zamane.
- dehrî(ar) دهری materyalist.
- dehriyye(ar) دهریه materyalistlik.
- dehşetâver(a.f) دهشت آور dehşet verici.
- dehşetengîz(a.f) دهشت انگيز ürkünç, dehşet verici.
- dekâkîn(ar) دکاکين dükkanlar.
- delâil(ar) دلائل kanıtlar, deliller.
- delâlet(ar) لتدلا delillik, yol gösterme.
- delâletetmek 1.yol göstermek. 2.anlamına gelmek.
- delîl(ar) دليل 1.kanıt. 2.rehber. 3.şahit.
- delk(far) دلق derviş hırkası.
- dellâk(ar) دلاک tellak.
- dellâl(ar) دلال komisyoncu, tellal.
- delv(ar) دلو 1.kova. 2.kova burcu.
- dem(ar) دم kan.
- dem(far) دم 1.zaman. 2.nefes. 3.içki.
- demâdem(far) دمادم her an.
- dembedem(far) دمبدم her an.
- demsâz(far) دمساز 1.yakın arkadaş.2.sırdaş.
- denâet(ar) دنائت alçaklık.
- dendân(far) دندان diş.
- dendanmüzd(far) ان مزددند diş kirası.
- denî(ar) دنی alçak.
- der(far) در kapı.
- derâhim(ar) دراهم dirhemler.
- derakab(f.a) درعقب ardından, hemen, derhal, hemen ardından.
- derâmed(far) در آمد kazanç, gelir.
- derâz(far) دراز uzun.
- derbân(far) دربان kapıcı.
- derbâr(far) دربار saray.
- derbeder(far) دربدر aylak, avare.
- derbend(far) دربند 1.dar geçit. 2.sınır kalesi. 3.hudut.
- derc(ar) درج içine alma, biriktirme.
- dercedilmek içine alınmak.
- dercetmek içine almak.
- derd(far) درد 1.dert. acı. 3.ağrı.
- derdâ(far) دردا ne yazık ki, eyvahlar olsun.
- derdest(far) دردست 1.yakalama. 2.el altında olma.
- derdestedilmek yakalanmak.
- derdestetmek yakalamak.
- derdiser(far) درد سر baş belası, baş ağrısı, sorun, problem.
- derdmend(far) دردمند dertli.
- derecât(ar) درجات dereceler.
- derece(ar) درجه 1.derece. 2.aşama. 3.kat. 3.miktar.
- derekât(ar) درکات 1.katlar. 2.basamaklar.
- dereke(ar) درکه 1.kat. 2.basamak.
- derende(far) درنده yırtıcı.
- dergâh(far) درگاه 1.dergah. 2.saray. 3.tekke. 4.tapı, huzur.
- derhâl(f.a) درحال hemen.
- derhâst(far) درخواست 1.istek, talep, rica. 2.dilekçe.
- derhâtır(f.a) در خاطر 1.hatırlama. 2.hatırda tutma.
- derhâtırettirmek hatırlatmak, akla getirmek.
- derhâtıreylemek hatırlamak.
- derhor(far) درخور layık.
- derîçe(far) دریچه 1.pencere. 2.küçük kapı.
- derk(ar) درک 1.anlama, idrak etme. 2.alma.
- derketmek anlamak, idrak etmek.
- derkenâr(f.a) درکنار kenar yazısı.
- dermân(far) درمان 1.ilaç. 2.çare. 3.güç.
- dermânde(far) درمانده 1.aciz. 2.zavallı.
- dermeyân(far) درميان ortada.
- dermeyânedilmek ortaya konulmak, ele alınmak.
- dermeyânetmek ortaya koymak, ele almak.
- derpîş(far) درپيش göz önünde.
- derpîşedilmek göz önünde bulundurulmak.
- derpîşetmek göz önünde bulundurmak.
- derrâk(ar) دراک anlayışlı.
- derre(far) دره dere.
- dersaadet(f.a) در سعادت İstanbul.
- dershân(a.f) درسخوان öğrenci.
- deruhdeedilmek üste alınmak, görev bilinmek.
- deruhdeetmek üstüne almak.
- derûn(far) درون 1.iç, içerisi. 2.gönül.
- derûnî(far) درونی içten gelen, içe ait.
- dervâze(far) دروازه 1.ana kapı. 2.kale kapısı. 3.şehir kapısı.
- dervîş(far) درویش 1.yoksul. 2.tarikat şeyhine bağlı mürit.
- dervîşân(far) درویشان dervişler.
- deryâ(far) دریا deniz.
- deryâdil(far) دریادل 1.gönlü zengin. 2.büyük himmetli.
- deryâneverd(far) دریانورد denizci.
- derzî(far) درزی terzi.
- desâis(ar) دسائس hileler, oyunlar.
- desîse(ar) دسيسه hile, oyun.
- desîsekâr(a.f) دسيسه کار hileci, düzenbaz.
- dessâs(ar) دساس hileci, düzenbaz.
- dest(far) دست el.
- destân(far) دستان 1.hikaye. 2.destan. 3.masal.
- destâr(far) دستار sarık.
- destâvîz(far) دستاویز küçük hediye.
- destbedest(far) دست بدست elden ele.
- destbûs(far) دست بوس el öpen.
- destbûsî(far) دست بوسی el öpme.
- deste(far) دسته 1.grup. 2.demet. 3.kulp.
- destere(far) دستره testere, bıçkı.
- destgâh(far) دستگاه 1.tezgah. 2.atölye. 3.halı dokuma tezgahı.
- destgîr(far) دستگير elden tutan, yardım eden.
- destî(far) دستی testi.
- destkâr(far) دستکار il işi.
- destmâl(far) دستمال 1.mendil. 2.el bezi.
- destmüzd(far) دست مزد 1.ücret, el emeği. 2.bahşiş.
- destres(far) دسترس ulaşma, elde etmek.
- destresolmak ulaşmak, elde etmek.
- destresolunmak ulaşılmak.
- destûr(far) دستور 1.izin. 2.zerdüşt rahibi. 3.uzak dur. 4.izin ver.
- deşne(far) دشنه hançer.
- deşt(far) دشت 1.kır. 2.ova. 3.çöl.
- devâ(ar) دواء 1.ilaç. 2.çare.
- devâbb(ar) دواب 1.yük hayvanları. 2.binek hayvanları.
- devâir(ar) دوائر daireler.
- devâm(ar) دوام 1.süreklilik. 2.kalıcılık. 3.devam.
- devâsâz(a.f) دواساز 1.çare olan. 2.tedavi eden, şifa veren.
- devât(ar) دوات divit.
- devâvîn(ar) دواوین divanlar.
- deverân(ar) دوران dönme, dolaşma, dolaşım.
- deverânetmek dönmek, dolanmak.
- devlet(ar) دولت 1.devlet. 2.talih. 3.mevki.
- devr(ar) دور 1.devir. 2.dönme.
- devrân(ar) دوران felek, zamane.
- devre(ar) دوره dönem.
- dey(far) دی kış.
- deyn(ar) دین borç.
- deyr(ar) دیر manastır.
- dıl’(ar) ضلع kenar.
- dırâz(far) دراز uzun.
- dî(far) دی dün.
- dîbâ(far) دیبا ipekli kumaş.
- dîbâce(far) دیباجه giriş, önsöz.
- dicâce(ar) دجاجه tavuk.
- dîdâr(far) دیدار 1.görüşme, buluşma. 2.yüz.
- dîde(far) دیده görmüş.
- dîde(far) دیده göz.
- dîdegân(far) دیدگان gözler.
- dîg(far) دیگ tencere.
- diger(far) دگر diğer, başka.
- dîgergûn(far) دگرگون başka.
- dîgerkâm(far) دیگرکام başkalarını düşünen.
- dih(far) ده köy.
- dihât(far) دهات köyler.
- dihhodâ(far) دهخدا 1.köy ağası. 2.köy kahyası.
- dihkân(far) دهقان 1.çiftçi. 2.köy ağası.
- dikkat(ar) دقت 1.dakiklik. 2.incelik. 3.dikkat.
- dil(far) دل gönül.
- dilârâ(far) دل آرا gönül süsleyen.
- dilâşûb(far) دل آشوب gönül karıştıran, sevgili.
- dilâver(far) دلاور yürekli, yiğit.
- dilâvîz(far) دلاویز güzel, gönül çekici.
- dilâzâr(far) دل آزار gönül kıran, inciten.
- dilâzürde(far) دل آزرده kalbi kırık.
- dilbâz(far) دلباز gönül şenlendiren.
- dilbend(far) دلبند gönül bağlanan, sevgili.
- dilber(far) دلبر gönül alan, güzel, sevgili.
- dilbeste(far) دلبسته gönlü bağlanmış, aşık.
- dilcû(far) دلجو gönlün aradığı, güzel, sevgili.
- dildâde(far) دل داده gönlünü vermiş, aşık.
- dildâr(far) دلدار gönül tutan, sevgili.
- dildüzd(far) دل دزد gönül hırsızı.
- dilefgâr(far) دل افگار gönlü yaralı, aşık.
- dilefrûz(far) دل افروز gönül aydınlatan, sevgili.
- dilfigâr(far) دل فگار gönlü yaralı, aşık.
- dilfirîb(far) دل فریب gönül aldatan, sevgili.
- dilgîr(far) دلگير kırgın, alınmış.
- dilgüdâz(far) دل گداز gönül eriten, yürek törpüsü.
- dilgüşâ(far) دلگشا iç açıcı, ferahlık verici.
- dilhâh(far) دلخواه gönlün istediği.
- dilhaste(far) دلخواسته gönlü yaralı.
- dilhırâş(far) دل خراش yürek parçalayan.
- dilhûn(far) دلخون yüreği kanlı, içi kan ağlayan.
- dilîr(far) دلير yürekli, yiğit.
- dilkeş(far) دلکش cazibeli, gönül çekici.
- dilnişîn(far) دلنشين makbul, hoş.
- dilnüvaz(far) دل نواز gönül okşayan.
- dilpesend(far) دل پسند gönlün beğendiği.
- dilrübâ(far) دلربا gönül hırsızı, gönül çalan.
- dilsûhte(far) دل سوخته bağrı yanık, gönlü yaralı.
- dilsûz(far) دلسوز yürek yakan.
- dilşâd(far) دلشاد gönlü şen.
- dilşâdetmek gönlünü şenlendirmek, mutlu etmek.
- dilşâdolmak gönlü şenlenmek, mutlu olmak.
- dilşikâr(far) دل شکار gönül avcısı.
- dilşiken(far) دل شکن kalp kıran.
- dilşikeste(far) دل شکسته kalbi kırık.
- dilteng(far) دل تنگ yüreği daralmış, sıkıntılı.
- dilteşne(far) دل تشنه can atan.
- dimâğ(ar) دماغ 1.beyin. 2.bilinç, şuur.
- dindârî(a.f) دینداری dindarlık.
- dînen(ar) دینا dince, din bakımından.
- dînî(ar) دینی dinsel.
- dîr(far) دیر geç.
- dirahşân(far) درخشان parlak, parlayan.
- diraht(far) درخت ağaç.
- dirâyetli(a.t) bilgili ve kavrama yeteneği olan.
- direfş(far) درفش 1.sancak. 2.bayrak.
- direm(far) درم dirhem, akçe, gümüş para.
- dirîğ(far) دریغ esirgeme.
- dirîğetmek esirgemek.
- dirîğâ(far) دریغا ne yazık ki, vah vah, eyvahlar olsun.
- dîrîn(far) دیرین eski.
- dîrîne(far) دیرینه eski.
- dîşeb(far) دیشب dün gece.
- dîvân(ar) دیوان 1.meclis. 2.padişah meclisi. 3.şairin şiirlerinin bir araya
- getirildiğieser.
- dîvâne(far) دیوانه deli, çılgın.
- dîvânegî(far) دیوانگی delilik, çılgınlık.
- dîvâr(far) دیوار duvar.
- diyâr(ar) دیار ülke, topraklar, memleket.
- dizdâr(far) دزدار kale muhafızı.
- dost(far) دوست 1.sevgili. 2.yakın arkadaş. 3.Tanrı.
- dostâne(far) دوستانه dostça.
- dostî(far) دوستی dostluk.
- dostkâm(far) دوستکام dost canlısı.
- duâgû(a.f) دعاگو duacı, dua eden.
- dûçâr(far) دچار uğramış, yakalanmış, maruz kalmış.
- dûçâretmek uğratmak, müptela etmek.
- dûçârolmak uğramak, müptela olmak.
- dûd(ar) دود böcek, kurtçuk, kurt.
- dûd(far) دود duman.
- dûde(far) دوده is.
- dûdmân(far) دودمان soy sop.
- dûğ(far) دوغ ayran.
- duhân(ar) دخان 1.tütün. 2.duman.
- duht(far) دخت kız.
- duhter(far) دختر kız.
- duhûl(ar) دخول giriş, içeri girme.
- duhûletmek girmek, içeri girmek.
- duhûliye(ar) دخوليه giriş ücreti.
- dumûr(ar) دمور körelme.
- dûn(ar) دون 1.aşağı, alt. 2.aşağılık, adi.
- dûnperver(a.f) دون پرور aşağılık kimseleri koruyan.
- dûr(far) دور uzak.
- dûrbîn(far) دوربين dürbün.
- dûrdest(far) تدوردس ırak, çok uzak.
- dûrendîş(far) دوراندیش ileri görüşlü, ileriyi düşünen.
- dûrî(far) دوری uzaklık.
- durûb-i emsâl(a.f) ضروب امثال atasözleri.
- durûd(far) درود 1.övgü. 2.selam.
- dûst(far) دوست 1.dost. 2.sevgili. 3.Tanrı.
- dûş(far) دوش dün gece.
- dûş(far) دوش omuz.
- dûşîze(far) دوشيزه kız, matmazel.
- dûzah(far) دوزخ cehennem.
- dü(far) دو iki.
- dübâre(far) دوباره tekrar, yeniden.
- dübb(ar) دب ayı.
- dübür(ar) دبر 1.makat. 2.arka.
- dücâce(ar) دجاجه tavuk.
- düçar-ıinkıtâ olmak kesintiye uğramak.
- düdil(far) دودل ikircikli, tereddütlü.
- dühûr(ar) دهور 1.devirler. 2.dünyalar.
- dühül(far) دهل davul.
- düm(far) دم kuyruk.
- dümbâl(far) دنبال 1.kuyruk. 2.peş, art.
- dümel(ar) دمل kan çıbanı.
- dümûy(far) دوموی kırçıl.
- dünbâl(far) دنبال 1.kuyruk. 2.peş, art.
- dünbek(far) دنبک dümbelek.
- dünîm(far) دونيم ikiye bölünmüş.
- dünyâperest(a.f) دنياپرست dünya düşkünü.
- dünyevî(ar) دنيوی dünya ile ilgili.
- dürc(ar) درج 1.kutu. 2.mücevher kutusu. 3.sevgilinin küçük ağzı.
- dürd(far) درد tortu.
- dürdâne(a.f) دردانه 1.inci tanesi. 2.sevgili.
- dürdkeş(far) دردکش tortulu şarap içen.
- dürer(ar) درر inciler.
- dürr(ar) در inci.
- dürrâ’a(ar) اعهدر ferace.
- dürre(ar) دره iri inci.
- dürû(far) دورو ikiyüzlü.
- dürûğ(far) دروغ yalan.
- dürûğzen(far) دروغ زن yalancı.
- dürûs(ar) دروس dersler.
- dürüst(far) درست 1.sağlıklı. 2.tam. 3.doğru.
- dürüşt(far) درشت 1.kaba. 2.iri. 3.kalın.
- düstûr(ar) دستور 1.kural, prensip. 2.kanun kitabı.
- düşenbe(far) دوشنبه pazartesi.
- düşine(far) دوشينه dün geceki.
- düşmen(far) دشمن düşman.
- düşnâm(far) دشنام küfür, sövgü.
- düşvâr(far) دشوار güç.
- düvâzdeh(far) دوازده oniki.
- düvel(ar) دول devletler.
- düvist(far) دویست ikiyüz.
- düvüm(far) دوم ikinci.
- düyûn(ar) دیون borçlar.
- düzd(far) دزد hırsız.
- düzdî(far) دزدی hırsızlık.
- düzdîde(far) دزدیده çalıntı, çalınmış.
- E
- eâcîb(ar) باعاج şaşılası şeyler.
- eamm(ar) اعم genelde, yaygın haliyle.
- eâzım(ar) اعاظم büyükler, ileri gelenler.
- eazz(ar) اعز çok değerli.
- eb(ar) اب 1.baba. 2.ata, ced.
- eb’âd(ar) ابعاد 1.boyutlar. 2.uzunluklar.
- eb’ad(ar) ابعد çok uzak.
- ebâbil(ar) ابابيل kırlangıç.
- ebâtil(ar) اباطل saçma sapan sözler, ipe sapa gelmez şeyler.
- ebced(ar) ابجد sayısal değer verilmiş arap alfabesi.
- ebcedhân(a.f) ابجدخوان 1.okula yeni başlamış öğrenci. 2.acemi,
- deneyimsiz.
- ebdâl(ar) ابدال derviş, abdal.
- ebdân(ar) ابدان bedenler.
- ebed(ar) ابد sonsuz gelecek zaman.
- ebeden(ar) ابدا asla, hiçbir zaman.
- ebedî(ar) ابدی sonsuz.
- ebediyyen(ar) ابدیا sonsuza kadar, asla, hiçbir zaman
- ebediyyet(ar) تابدی sonsuzluk.
- ebeveyn(ar) ابوین anababa.
- ebhâr(ar) ابحار denizler.
- ebhâs(ar) ابحاث bahisler, tartışmalar.
- ebî(ar) ابی baba.
- ebkem(ar) ابکم dilsiz.
- eblak(ar) ابلق alacalı.
- ebleh(ar) ابله bön.
- eblehâne(a.f) بلهانها bön bön.
- eblehî(a.f) ابلهی bönlük.
- ebnâ(ar) ابنا oğullar.
- ebniye(ar) ابنيه binalar.
- ebr(far) ابر bulut.
- ebrâlûd(far) ابرآلود bulutlu.
- ebrâr(ar) ابرار iyi insanlar, dürüst insanlar.
- ebred(ar) ابرد dondurucu soğuk, çok soğuk.
- ebreş(ar) ابرش 1.alacalı at. 2.alaca.
- ebrişüm(far) ابریشم ipek, bükülü ipek.
- ebrû(far) ابرو kaş.
- ebsâr(ar) ابصار gözler.
- ebülbeşer(ar) ابوالبشر Âdem.
- ebvâb(ar) ابواب 1.kapılar. 2.bölümler, bâblar.
- ebyât(ar) ابيات beyitler.
- ebyaz(ar) ابيض bembeyaz.
- ecânib(ar) اجانب yabancılar.
- ecdâd(ar) اجداد atalar, cedler.
- ecel(ar) اجل hayatın sonu.
- ecell(ar) اجل çok büyük, ulular ulusu.
- echel(ar) اجهل zırcahil.
- echelüminkaragöz(a.t) اجهل من قره گوز zırcahil.
- ecir(ar) اجر 1.ödül. 2.ücret.
- ecnâs(ar) اجناس türler, cinsler.
- ecnebî(ar) اجنبی yabancı.
- ecr(ar) اجر 1.ödül. 2.ücret.
- ecrâm(ar) اجرام cansız varlıklar.
- ecrâm-ı semâviyyeیهاجرام سماوgök cisimleri.
- ecsâd(ar) اجساد 1.cesetler. 2.bedenler.
- ecsâm(ar) اجسام 1.cisimler. 2.vücutlar.
- ecvef(ar) اجوف 1.kof. 2.dangalak.
- ecvibe(ar) اجوبه cevaplar.
- eczâ(ar) اجزا 1.parçalar. 2.ilaç hammaddeleri.
- eczâhâne(a.f) اجزاخانه eczane.
- ed’iye(ar) ادعيه dualar.
- edâ(ar) ادا 1.ödeme. 2.yapma, yerine getirme. 3.tarz, tavır. 4.çalım.
- edeb(ar) ادب 1.terbiye. 2.utanma duygusu. 3.edebiyat.
- edepli(a.t) terbiyeli, edep sahibi.
- edevât(ar) ادوات avadanlık, araçlar, aletler.
- edîb(ar) ادیب 1.edebiyatçı. 2.edepli.
- edîbe(ar) ادیبه 1.bayan edebiyatçı. 2.edepli bayan.
- edille(ar) ادله 1.deliller. 2.rehberler.
- edîm(ar) ادیم tabaklanmış deri. 2.yüzey, yüz.
- ednâ(ar) ادنی 1.en aşağı. 2.alçak mı alçak.
- edvâr(ar) ادوار devirler, çağlar.
- edviye(ar) ادویه ilaçlar, devalar.
- edyân(ar) ادیان dinler.
- edyâr(ar) ادیار manastırlar.
- ef’âl(ar) افعال 1.fiiller. 2.hareketler, eylemler.
- ef’î(ar) افعی engerek yılanı.
- efâzıl(ar) افاضل 1.seçkin insanlar. 2.bilginler.
- efdal(ar) افضل en üstün, en iyi.
- efgân(far) افغان feryat etme, figan etme.
- efkâr(ar) افکار fikirler, düşünceler.
- efkâr-ı âmmeافکار عامه kamuoyu.
- eflâk(ar) افلاک gökler, felekler.
- efrâd(ar) افراد fertler, bireyler.
- efrenc(ar) افرنج Batılı, Avrupalı.
- efsâne(far) افسانه 1.masal. 2.efsane.
- efsâr(far) افسار yular.
- efser(far) افسر subay.
- efser(far) افسر taç.
- efsun(far) افسون afsun, büyü.
- efsunger(far) افسونگر 1.afsuncu. 2.büyüleyici.
- efsûs(far) افسوس yazık, çok yazık, eyvahlar olsun.
- efsürde(far) افسرده 1.donuk. 2.üzgün, moral çöküntüsü içinde. 3.duygusuz.
- efşüre(far) افشره sıkılmış meyva suyu.
- efvâc(ar) افواج bölükler.
- efvâh(ar) افواه ağızlar.
- efyûn(far) افيون afyon.
- efzâr(far) افزار alet, araç gereç.
- efzâyiş(far) افزایش artış.
- efzûn(far) افزون fazla.
- eger(far) اگر eğer.
- ehad(ar) احد 1.bir, tek. 2.Tanrı.
- ehâdîs(ar) احادیث hadisler.
- ehadiyyet(ar) احدیت 1.birlik. 2.Tanrı’nın birliği.
- ehâlî(ar) اهالی ahali, halk.
- ehass(ar) اخص başlıca.
- ehdâf(ar) اهداف hedefler.
- ehemm(ar) اهم en önemlisi.
- ehemmiyetatfetmek önem vermek, önemsemek
- ehemmiyetkesb eylemek önem kazanmak.
- ehemmiyyet(ar) اهميت önem.
- ehibbâ(ar) احبا dostlar.
- ehil(ar) اهل 1.maharet sahibi. 2.evcil. 3.bir yerde ikamet eden. 4.bir yere
- mensup.
- ehl(ar) اهل 1.maharet sahibi. 2.evcil. 3.bir yerde ikamet eden. 4.bir yere
- veyagörüşe mensup.
- ehl-i dinاهل دین bir dine inananlar.
- ehl-i hâlاهل حال halden anlayan
- ehl-i hubreاهل خبره bilirkişi.
- ehl-i îmanاهل ایمان iman edenler, inananlar.
- ehl-i salibاهل صليب haçlılar.
- ehl-i vukûfهل وقوفا bilirkişi.
- ehliyyet(ar) اهليت 1.beceri sahipliği, yeterlilik, yetki. 3.yeterlilik belgesi.
- ehrâm(ar) اهرام piramit.
- ehrimen(far) اهرمن kötülük tanrısı, şeytan.
- ehsâs(ar) احساس duygular, hisler.
- ehven(ar) اهون 1.çok ucuz. 2.çok kolay.
- ehzâb(ar) احزاب 1.hizipler. 2.partiler. 3.gruplar.
- eimme(ar) ائمه imamlar, önderler.
- eizze(ar) اعزه 1.azizler, ermişler. 2.saygın kişiler.
- ejder(far) اژدر 1.büyük yılan. 2.ejderha.
- ejderhâ(far) اژدرها 1.büyük yılan. 2.ejderha.
- ekâbir(ar) اکابر büyükler, ileri gelenler.
- ekâlîm(ar) اقاليم 1.ülkeler. 2.büyük toprak parçaları.
- ekall(ar) اقل en az.
- ekalliyet(ar) اقليت azınlık.
- ekârib(ar) اقارب yakınlar, akrabalar.
- ekâvîl(ar) اقاویل sözler.
- ekber(ar) اکبر en büyük.
- ekdâr(ar) اکدار kederler, üzüntüler.
- ekfân(ar) اکفان kefenler.
- ekhâl(ar) اکحال sürmeler.
- ekîd(ar) اکيد kesin.
- ekîden(ar) اکيدا kesinlikle.
- ekl(ar) اکل yeme.
- ekledilmek yenilmek.
- ekmel(ar) اکمل mükemmel, tam.
- eknâf(ar) اکناف yerler, yöreler, taraflar.
- eknûn(far) اکنون şimdi.
- ekrem(ar) اکرم çok cömert.
- ekser(ar) اکثر en çok.
- ekserî(ar) اکثری 1.çoğu. 2.çoğu kez.
- ekseriyyâ(ar) اکثریا çoğu zaman, sık sık.
- ekseriyyet(ar) اکثریت çoğunluk.
- ekseriyyet-i ârâاکثریت آراء oy çokluğu.
- ekseriyyet-i mutlakaاکثریت مطلقه çoğunluk.
- ektâf(ar) اکتاف 1.omuzlar. 2.kürek kemikleri.
- ekûl(ar) اکول pisboğaz.
- ekvân(ar) اکوان 1.dünyalar. 2.varlıklar.
- ekyâl(ar) اکيال 1.kileler. 2.ölçekler.
- ekzeb(ar) اکذب kuyruklu yalan.
- el’an(ar) الآن şimdi.
- elaman(ar) الامان aman dileme, imdat, yardım
- elbise(ar) البسه giysiler.
- elem(ar) الم acı, üzüntü.
- elemzede(a.f) الم زده elemli.
- elf(ar) الف bin.
- elfâz(ar) الفاظ sözler, lafızlar.
- elhâc(ar) الحاج hacı.
- elhâlethâzihi (ar) هذهةالحال şimdiki, günümüzdeki
- elhân(ar) الحان şarkılar, melodiler.
- elhâsıl(ar) الحاصل sonuçta.
- elifba(ar) الفبا alfabe.
- elîm(ar) اليم acı, acıklı.
- elîme(ar) اليمه acı, acıklı.
- elkıssa(ar) القصه kısacası, sonuç olarak.
- elsine(ar) السنه diller, lisanlar.
- eltâf(ar) الطاف iyilikler, lütuflar.
- elvâh(ar) احالو levhalar, tablolar.
- elvân(ar) الوان renkler.
- elvedâ(ar) الوداع elveda.
- elviye(ar) الویه sancaklar.
- elyâf(ar) الياف lifler.
- elyevm(ar) اليوم bugün.
- elzem(ar) الزم çok gerekli.
- em’â(ar) امعا bağırsaklar.
- emâkin(ar) اماکن mekanlar.
- emân(ar) امان aman dileme.
- emânât-ı mübâreke(a.f) امانات مبارکه kutsal emanetler.
- emânet(ar) امانت 1.eminlik. 2.emanet.
- emânetdâr(a.f) امانت دار emanetçi.
- emâneten(ar) ةامان emanet olarak.
- emârât(ar) امارات işaretler, belirtiler.
- emâre(ar) اماره işaret, belirti.
- emaret(ar) امارت beylik, emirlik.
- emced(ar) امجد çok onurlu, çok şerefli.
- emel(ar) امل arzu.
- emhâl(ar) امهال mühletler.
- emhâr(ar) امهار mehirler.
- emîn(ar) امين 1.güvenilir. 2.emniyetli.
- emir(ar) امر buyruk, emir.
- emîr(ar) امير bey, emirlik başkanı, emir.
- emirısdâr edilmek (a.t) emir çıkartılmak.
- emirnâme(a.f) امرنامه ferman, emir belgesi.
- emkine(ar) امکنه mekanlar, yerler.
- emlâk(ar) املاک mülkler.
- emmâre(ar) اماره emredici.
- emn(ar) امن güvenlik, emniyet.
- emniyyet(ar) امنيت 1.güvenlik. 2.emniyet teşkilatı.
- emr(ar) امر 1.emir, buyruk. 2.iş.
- emrâz(ar) امراض hastalıklar.
- emred(ar) امرد bıyıkları yeni terlemiş genç.
- emsâl(ar) امثال 1.hikayeler. 2.masallar.
- emsâl(ar) امثال 1.örnekler. 2.benzerler.
- emsile(ar) امثله örnekler.
- emtia(ar) امتعه mallar.
- emvâc(ar) امواج dalgalar.
- emvâl(ar) اموال mallar.
- emvâl-ı gayr-i menkûleاموال غير منقوله taşınmaz mallar.
- emvât(ar) اموات ölüler.
- emzice(ar) امزجه mizaçlar, karakterler.
- enâm(ar) انام 1.canlılar. 2.insanlar.
- enbân(far) انبان heybe.
- enbâr(far) انبار ambar.
- enbîk(ar) انبيق imbik.
- enbiyâ(ar) انبيا peygamberler.
- enbûh(far) انبوه 1.kalabalık. 2.gür. 3.yoğun.
- encâm(far) انجام son.
- encîr(far) انجير incir.
- encüm(ar) انجم yıldızlar.
- encümen(far) انجمن 1.topluluk. 2.dernek. 3.heyet. 4.komisyon.
- endâm(far) اندام boy bos.
- endâze(far) اندازه 60 cm.lik uzunluk ölçüsü.
- endek(far) اندک az.
- ender(ar) اندر çok az bulunan.
- enderûn(far) اندرون 1.iç, içerisi. 2.harem dairesi. 3.gönül, kalp.
- enderü’l-vukû(ar) اندرالوقوع az rastlanır.
- endîşe(far) اندیشه 1.düşünce. 2.kaygı.
- endişeli(F.-T.) kaygılı.
- endîşenâkolmak kaygılanmak.
- endîşnâk(far) اندیشناک 1.düşünceli. 2.kaygılı.
- endûh(far) اندوه keder.
- ene(ar) انا ben.
- enf(ar) انف burun.
- enfâs(ar) انفاس nefesler, soluklar.
- enfes(ar) انفس çok nefis.
- enfüs(ar) انفس 1.nefisler. 2.ruhlar.
- engâr(far) انگار san.
- engûr(far) انگور üzüm.
- engübin(far) انگبن bal.
- engüşt(far) انگشت parmak.
- engüşter(far) انگشتر yüzük.
- engüştnümâ(far) انگشت نما parmakla gösterilen.
- enhâr(ar) انهار nehirler, ırmaklar.
- enîn(ar) انين inleme, inilti.
- enîs(ar) انيس 1.dost. 2.sevgili.
- enkâz(ar) انقاض yıkıntı.
- enmûzec(ar) انموزج örnek, numûne.
- ensâb(ar) انساب nesepler, soylar.
- ensâc(ar) انساج dokular.
- ensâl(ar) انسال nesiller, kuşaklar.
- ensâr(ar) انصار yardımcılar.
- ensice(ar) انسجه 1.dokular. 2.kumaşlar.
- envâ’(ar) انواع çeşitler, neviler.
- envâr(ar) انوار ışıklar.
- enver(ar) انور çok parlak.
- enzâr(ar) انظار bakışlar, gözler.
- erâcîf(ar) اراجيف saçmalıklar, uydurmalar.
- erâmil(ar) ارامل dullar.
- erâzî(ar) اراضی arazi.
- erâzil(ar) اراذل reziller, aşağılıklar.
- erba’(ar) اربع dört.
- erba’a(ar) اربعه dört.
- erbâb(ar) ارباب 1.sahip. 2.başkan. 3.usta.
- erbain(ar) اربعين kırk. hadîs-i ~ kırk hadis.
- erc(far) ارج değer.
- ercmend(far) ارجمند değerli, saygın.
- ercümend(far) ارجمند değerli, saygın.
- erfa’(ar) فعار çok yüce, çok yüksek.
- erganun(far) ارغنون org.
- ergevân(far) ارغوان erguvan.
- erguvân(far) ارغوان erguvan.
- erguvânî(far) ارغوانی erguvan rengi.
- erîke(ar) اریکه taht.
- eriş(far) ارش arşın.
- erkâm(ar) ارقام 1.rakamlar. 2.yazılar.
- erkân(ar) ارکان 1.direkler. 2.temeller, esaslar. 3.ileri gelenler, üst düzeyde
- bulunanlar.4.önderler.
- erkân-ı harbiyye-i umûmiyyeارکان حربيهء عموميه genel kurmay başkanlığı.
- ermeğân(far) ارمغان armağan.
- erneb(ar) ارنب tavşan.
- erre(far) اره testere.
- ervâh(ar) ارواح ruhlar.
- erz(far) ارز değer, kıymet.
- erzâk(ar) ارزاق yiyecek, erzak.
- erzân(far) ارزان 1.ucuz. 2.yaraşır, layık.
- erzânî(far) ارزانی 1.ucuzluk. 2.liyakat, yeterlilik.
- erzel(ar) ذلار en rezil, en aşağılık.
- erzen(far) ارزن darı.
- erziş(far) ارزش değer, kıymet, itibar.
- erzîz(far) ارزیز kalay.
- es’ad(ar) اسعد çok mutlu.
- es’âr(ar) اسعار fiyatlar.
- es’ile(ar) اسئله sorular.
- esâmî(ar) اسامی isimler.
- esâret(ar) اسارت tutsaklık.
- esâs(ar) اساس asıl, kök, temel.
- esâsât(ar) اساسات asıllar, esaslar.
- esâsen(ar) اساسا aslında.
- esâtîr(ar) اساطير 1.mitoloji. 2.uydurma sözler.
- esâtîz(ar) اساتيذ 1.ustalar. 2.üstadlar.
- esb(far) اسب at.
- esbâb(ar) اسباب sebepler.
- esbâb-ı mûcibeاسباب موجبه gerekçe, gerekçeler.
- esbâb-ı mücbireاسباب مجبره zorlayıcı sebepler.
- esbâb-ı zarûriyyeاسباب ضروریه zorunlu sebepler.
- esbak(ar) اسبق önceki, daha önceki, eski.
- esed(ar) اسد arslan.
- esef(ar) اسف üzülme, hayıflanma.
- esefâ(ar) اسفا vah vah, eyvahlar olsun, yazık!
- esefnâk(a.f) اسفناک üzücü.
- eser(ar) اثر 1.iz. 2.eser, yapıt. 3.kitap.
- esfâr(ar) اسفار seferler, yolculuklar.
- esfel(ar) اسفل 1.en aşağı. 2.aşağılıkların en aşalığı.
- eshâb(ar) اصحاب 1.sahipler. 2.ashab.
- eshâm(ar) اسهام 1.hisseler. 2.senetler.
- eshâr(ar) اسحار seherler.
- eshel(ar) اسهل en kolay.
- eshiyâ(ar) اسخيا cömertler.
- esîr(ar) اسير tutsak.
- esîrân(a.f) اسيران tutsaklar.
- eslâf(ar) اسلاف selefler, geçmişler.
- esliha(ar) اسلحه silahlar.
- esmâ(ar) اسما isimler.
- esmân(ar) اثمان değerler, kıymetler, bedeller.
- esmâr(ar) اثمار meyvalar.
- esmer(ar) اسمر karayağız, esmer, koyu tenli.
- esnâ(ar) اثنا sıra, an.
- esnâf(ar) اصناف 1.sınıflar. 2.esnaf.
- esnâm(ar) اصنام putlar.
- esnân(ar) اسنان dişler.
- esra’(ar) اسرع en çabuk, en hızlı.
- esrâr(ar) اسرار sırlar, gizler.
- esrârengîz(a.f) اسرارانگيز gizemli.
- esrarkeş(a.f) اسرارکش esrar içen, esrarcı.
- ester(far) استر katır.
- esvâb(ar) اثواب giysiler.
- esvât(ar) اصوات sesler.
- esved(ar) اسود siyah.
- esyâf(ar) اسياف kılıçlar.
- eş’âr(ar) اشعار şiirler.
- eşcâr(ar) اشجار ağaçlar.
- eşhâs(ar) اشخاص kişiler.
- eşhür(ar) اسهر aylar.
- eşi’a(ar) اشعه ışıklar, ışınlar.
- eşk(far) اشک gözyaşı.
- eşkâl(ar) اشکال şekiller
- eşkâlûd(far) اشک آلود gözyaşlı.
- eşkiyâ(ar) اشقيا haydutlar, yol kesenler.
- eşna’(ar) اشنع en kötü, en çirkin.
- eşrâf(ar) اشراف seçkinler, ileri gelenler, sosyete.
- eşref(ar) اشرف en şerefli.
- eşref-i mahlûkâtاشرف مخلوقات varlıkların en şereflisi, insan.
- et’ime(ar) اطعمه yiyecekler.
- etemm(ar) اتم tam, mükemmel, eksiksiz.
- etfâl(ar) اطفال çocuklar.
- etıbbâ(ar) اطبا doktorlar, tabipler.
- etrâf(ar) اطراف yöre, çevre.
- etrâk(ar) اتراک Türkler.
- etvâr(ar) اطوار tavırlar.
- evâhir(ar) واخرا sonlar, son günler.
- evâil(ar) اوائل başlar, ilk günler.
- evâmir(ar) اوامر emirler, buyruklar.
- evân(ar) اوان çağ.
- evânî-i turâbe(a.f) اوانی ترابه toprak çanak çömlek.
- evâsıt(ar) اواسط ortalar, ortadakiler.
- evbâş(ar) اوباش ayak takımı, külhanbeyler.
- evc(ar) اوج doruk, zirve.
- evdiye(ar) اودیه vadiler, dereler.
- evhad(ar) اوحد bir tane, biricik.
- evhâm(ar) اوهام vehimler, kuruntular.
- evkâf(ar) اوقاف vakıflar.
- evkât(ar) اوقات vakitler.
- evlâ(ar) اولی en iyi, en uygun.
- evlâd(ar) اولاد 1.çocuklar. 2.soy.
- evleviyyet(ar) اولویت öncelik.
- evliyâ(ar) اوليا 1.velîler. 2.önderler. 3.yetkililer.
- evrâd(ar) اوراد dualar.
- evrâk(ar) اوراق 1.kağıtlar. 2.belgeler. 3.arşiv.
- evreng(far) اورنگ taht.
- evsâf(ar) اوصاف vasıflar, özellikler.
- evsat(ar) اوسط orta, ortadaki.
- evtâd(ar) اوتاد kazıklar.
- evvel(ar) اول 1.ilk. 2.başlangıç. 3.önce.
- evvelâ(ar) اولا ilkin, ilk önce.
- evvelâhır(ar) اول آخر alt tarafı, önü sonu.
- evvelbahar(a.f) اول بهار ilkbahar.
- evvelemirde(a.t) işin başında, her şeyden önce.
- evveliyyât(ar) اوليات daha öncesi, eski durumu.
- evzân(ar) اوزان 1.ölçüler. 2.vezinler. 3.ağırlıklar.
- eyâlât(ar) ایالات 1.eyaletler. 2.memleketler, topraklar.
- eytâm(ar) ایتام yetimler, öksüzler.
- eyvân(far) ایوان 1.ayvan. 2.sundurma. 3.çardak.
- eyyâm(ar) ایام günler.
- eyzan(ar) ایضا ve yine, aynı şekilde.
- ezânî(ar) اذانی ezan ile ilgili.
- ezdâd(ar) اضداد karşıtlar, zıtlar.
- ezel(ar) ازل öncesizlik, geçmişe doğru sonsuzluk.
- ezelbeezel(a.f) ازل به ازل ezelden beri.
- ezelî(ar) ازلی ezele ilişkin.
- ezeliyyet(ar) ازليت ezellik durumu.
- ezhân(ar) اذهان zihinler.
- ezhâr(ar) ازهار çiçekler.
- eziyyet(ar) اذیت üzme.
- ezkâr(ar) اذکار 1.zikirler. 2.anmalar.
- ezkazâ(f.a) ازقضا tesadüfen.
- ezkiyâ(ar) اذکيا zekiler.
- ezmân(ar) ازمان zamanlar.
- ezmine(ar) ازمنه zamanlar, çağlar.
- ezmine-i cedîdeازمنهء جدیده yeni çağ.
- ezmine-i kadîmeازمنهء قدیمه eski zamanlar, eski çağlar.
- ezmine-i mütekaddimeازمنهء متقدمه eski çağlar.
- ezrak(ar) ازرق mavi.
- ezvâc(ar) ازواج çiftler.
- ezvâk(ar) اذواق zevkler.
- ezyâl(ar) اذیال 1.ekler, zeyiller. 2.kuyruklar.

